31 Aralık 2012 Pazartesi

*YENİ YIL

 
 
Ömrümüzden bir gün daha geldi geçti;
Derede akan su, ovada esen yel gibi.
İki gün var ki dünyada, bence ha var ha yok:
Daha gelmemiş gün bir, geçmiş gün iki.
 
HAYYAM

29 Aralık 2012 Cumartesi

*ARALIKTI

 
 
aralıktı sabahtı..
yağmur sise yağıyordu
sana sevmeyi anlatıyordum anlamıyordun..
bana özlemeyi anlatıyordun
anlamıyordum..

aralıktı..
sabaha yakın karanlıktı
herşey kaygandı, yollarda
orman yanıyordu biz yanıyorduk

aralıktı..
aydınlıktı..
sevmeyi anlatıyordum..
ayak parmaklarının tırnak uçlarına..
özlemeyi anlatıyordun..
yangında kararmıs yanaklarıma..
göz bebeklerin acıyordu
gözlerini açamıyordun
hallerimi açamıyordum
sevmeyi anlatmıyordum..

aralıktı.. aydınlıktı..
anlaşamıyorduk
biliyorduk..
seviyor ve özlüyorduk..
sise yağmur yağıyordu
yollar ıslaktı
yürekler ıslak..
gözlerin ıslaktı
dudakların aralık..

aralıktı sabahtı aydınlıktı..
üşümüyordum.. gülümsüyorduk..
haziran baharının cumartesisini istiyorduk..
üstelik öğleden sonrasını..
bugunde cumartesi..
aralıktı cumartesiydi..
sisliydi yağmurlu ve kaygan..
pazara yakındı ama cumartesiydi..
nilüferlei olmasada haziran baharı olmasada
özlemeyi ve sevmeyi anlatmıyordum
aralıktı cumartesiydi sisliydi yağmurlu aydınlıktı

aralıktada sevilebilirmiş..
cumartesi olmayan cumarteside de..
yağmura özlemek sise sevmek anlatılabilirmiş.
aydınlığa gülümsenir karanlığa gülünebilirmiş..
sölemiştim sana mutlu olunabilirmiş..
haziran baharlarındaki gibi aşkla..

aralıktı cumartesiydi..
sisli yağmurlu ve kaygandı
sabaha yakın alacakaranlıktı..
 
Nihat NİKEREL

27 Aralık 2012 Perşembe

*YİNE MEKTUP ALDIM GÜL YÜZLÜ YARDAN

 
Yine mektup aldım gül yüzlü yardan
Alıp okur iken dil ataşlandı
Dedim cevabımı yazam gönderem
Kalemim tutuştu el ataşlandı

Hamdulillah o yarim sefa gelmiş
Şu benim halimden anlamış bilmiş
Bir name göndermiş yarimsin demiş
Gönül bahçesinde gül ataşlandı

Şu zalim yari görmek isterim
Gonca güllerini dermek isterim
Nazlı yar yanına varmak isterim
Yar aklıma düştü yol ataşlandı

Aziz PALA



*AŞKI KOVDUK

 
Bir şiir gibi ansızın çıkageldin

Çok eski bir zamandan uzun sürmüş bir savaştan
Ağır yaralar almış biri gibiydi gelişin
Gizlenmiş ve yeniden gün yüzüne çıkmaya karar vermiş haldeydin
Yıllarca kendi yaralarını tek başına saran birinin maharetini taşıyordun
Ve mağrurdun bu yüzden
Gücünü bulmuş, silahlarını donanmış, bütün savaş naralarını
Kulaklarından silmiştin
Yüzündeki gölgeleri yıkadığın belliydi
Kahramanlığını unutturmak için yeni haller edinmiştin
Ya sonsuza dek susacak ya da konuşarak yeniden kendin olacaktın
Günahlarından, yanlışlarından söz ettin
Seni yeni bir masalda görmememiz için ölümlülere öykündün durdun
Ve bütün kahramanlar gibi yalnızdın
Bunu gözlerinden okudum

Bir şiir gibi ansızın çıkageldin

Çok uzun şeyler anlatmak isteyen birinin telaşı dökülüyordu sesinden
Mimiklerin hüzünlü, jestlerin kesik kesik konuşuyordun
Susmayı yakıştıramadığın için konuşmak en çok kendine dokunuyordu
Kapanmış bütün eski yaralara merhem olsun diye
Sözcükleri özenle seçiyordun
Ve bunu imlaya yükleyerek yapıyordun
Sözlerle yaralandığın cümleler kuruyordun
Özneleri taşıyacak yüklemler arıyordun
Yeniden bölüyordun heceleri
Şimdiki zamanla ne çok şey anlatıyor ne çok şey gizliyordun
Şimdiki zamanla bütün mekanları geziyordun
Her şeyi şimdiki zamana taşıyordun
Birinci tekil şahıslara katiyen tahammülün yoktu
Beni bize taşıyordun
Ve bütün biz diyenler gibi yalnızdın
Bunu gözlerinden okudum

Bir şiir gibi ansızın çıkageldin
Geride ne bıraktığını unutmak için gelmiştin
Fethedilmiş bir kalbe ihanetin hesabını sorarak gelmiştin
Bütün vebal kayıtlarını savaş meydanında yakmıştın
En çok "gelecek" sözcüğü denilince susuyordun
Ve ne çok konuşuyordun susmamak için
En çok "geçmiş" sözcüğü telaşa düşürüyordu seni
Ve ne çok rahattın telaşlanırken
Telaşını gizleme acemiliğinde ustalaşmıştın
Ve bütün ustalar gibi yalnızdın
Bunu gözlerinden okudum


Bir şiir gibi ansızın çıkageldin

İtiraz hakkı bırakmadın nesrin ve şiirin lüzumu yok diye
Sapladın hançerini masaya
"İnsan değiştirdiği adres kadar yaşar"
Dedin ve bu dizeyi sonuna kadar okudun
İlk kez baktın gözlerime ilk kez gördüğüm gözlerinle
Döndün ve son adresi de terkettin
Anladım
Ne sen benim görmek istediğim kadardın
Ne ben senin gördüğün kadar
Ya daha fazla ya daha azdık
İllaki yalnızdık
Hiç yaklaşamadığımız kadar yaklaştığımız aşkı
Bir kez daha kovduk
 
A.GALİP
 
Kaynak:http://www.anafilya.org/go.php?go=7d5b350150945

*27 ARALIK 1919 ATATÜRK'ÜN ANKARA'YA GELİŞİ

 
Milli Mücadele yıllarında Temsil Heyeti ile birlikte Kayseri-Kırşehir üzerinden 27 Aralık 1919’da Ankara’ya gelen Mustafa Kemal, halk tarafından coşku içerisinde karşılanmış, Mili Mücadele’de Ankara’yı merkez olarak seçmiştir.

25 Aralık 2012 Salı

*EGE


Tepelerden değil bulutlardan
Bulutlardan değil, mavilikten
Değil... Değil, ondan da değil
Düşünemediğim uçsuz gök denizlerinden
Sana iniyorum,
Sana geliyorum.

Bir küçük renksiz insanım ben
İniyorum sana Tanrısal güzelliklerden
Karışıyorum cümbüşüne ses, ışık, renk
Renk, ışık, ses,
Işık, ses, renk
Senin de bunlarla mutlu olduğunu hiç bilmeyerek.

Varıyorum Ege, bak güzelliğime
Bir gözüm sen dolu, bir gözüm gökyüzlerini taşıyor
Bir elim, İzmir salkımla vatan
Bir elim, bağbozumu tadımda Dianizos
Sonsuz yanaklarım benim, Efesler yankılıyor.

Gör Ege'm sensizliğimi
Uçuyorum desem, anlatamam
Eriyorum, bambaşka gök yellerle
Seni özlüyorum ama
Bırakmıyor, yeşille can olan yeşilsiz insanlığım
Yüreğimi çekiyor ötelere hiç bırakmıyor
Ben mavi derken, o yemek istiyor.

Tepelerden değil, gerçeklerden
İmgeleri bozdum değil mi Ege?
Sen, bu akşam tüm güzelliğini soyun da
Balık ol, bir tek doyuran balık ol
Gel bizim gecekonduya
Gel ha!..
Gel de soğan ekmek yiyelim.

İbrahim Zeki BURDURLU

*YÜREĞİN ÜŞÜDÜĞÜ GÜN


Yüreğin üşüdüğü gün
Sıcacık bir günü düşün
Sıcacık bir bahar gününü
Umudun büyüklüğünü
Ve sonsuz maviliğini göğün

Yüreğin üşüdüğü gün
Bir çocuğun gülüşünü düşün
Bir çocuğun beyaz düşünü
Göveren dal uçlarını
Çatlayan tomurcuğu
Ve çiçeklenen yerini her öpüşün

Yüreğin üşüdüğü gün
Bir ormanın gümbürtüsünü düşün
Bir ırmağın türküsünü
Bulutların beyazlığını
Güneşin kızıllığını
Ve ısıtan yanını özgürlüğün

Nuri CAN

*BİR DOSTUN OLSUN



Hani, diyorum da, insanın gerçekten mükemmel bir dostu
olsa...
"Ona", şöyle,
içine sindire-sindire,
kocaman bir sarılsa...
Uff!..
Ne iyi olur değil mi?
Dostunuz!
"Can" dostunuz var mı?
Kadın ya da erkek...
Hiç fark etmez.
Gerçek dostun cinsiyeti olmaz.
Paylaştığınız birileri var mı?
Var ise mesele yok.
Yok ise, gidin bulun hemen!
Sırlarınızı paylaştığınız.
Özlediğinizi açık yüreklilikle söylediğiniz.
"Canım benim!.. dediğiniz...
Telefonda bile saatlerce konuştuğunuz,
sıcacık biri...
"O"nu görmediğinizde yüreğinizin "pıt-pıt" attığını hissettiğiniz,
bir dostunuz var mı?
Dert ortağı, sohbetlerinizi paylaştığınız,
yalnızlığınızı anlattığınız,
sevincinizi hisseden biri..

Yalnız kaldığınızı düşündüğünüzde, birilerine
öfkelendiğinizde, sevdiklerinizi özlediğinizde, hayal
Kurduğunuzda
yanınızda o var mı?
Sizi hiç yalnız bırakmayan biri...
Cesur, sempatik, azimli, kararlı, yavşamayan...
Arayan, soran, "Seni özlüyorum" diyen biri.
Böyle bir canlı ile
her şeyi konuşabilir,
paylaşabilirsiniz.

Yanıltmaz!
Anlayışla karşılar her şeyi...
Hataları, günahları-sevapları, her bir şeyi
konuşabilirsiniz onunla...
Hiç yalnız kalmazsınız nitekim...
Böyle bir dost bulmak için fazla bir arayış içinde olmanıza gerek yoktur.
O kendiliğinden çıka gelir zaten.
Bir gün bir bakarsınız karşınızda...
Ardından,
ısınmaya başlarsınız.
Sonrasında bir bakmışsınız sımsıcak sohbetler, derin konular, sırlar,
paylaşımlar...
Kimseye söyleyemediğinizi, en yakınınıza anlatamadığınızı, geçmişteki izleri, geleceğe dairlerinizi,
sadece ona anlatır olursunuz.
Kadın, erkek
Bir dost bulun!
Ama gerçek olsun.
Aradığında işinizi değil,
sizi soran...
Kötü gününüzde ev sahibi, iyi gününüzde
Kiracınız olsun.
Anlatsın, konuşsun,
açık-seçik, korkmadan
yaşasın.Güvensin!
Cinsiyeti olmasın!
Bir kartal kadar haşin, bir maymun kadar şaklaban, bir
ceylan kadar narin olsun.
Doğruları söylesin.
Gerçekçi olsun.
Yanıltmasın, kandırmasın !
İçten, sevecen, sempatik, sevdaları, özlemleri
anlayabilen biri olsun.
Anlasın!
Ağzıyla değil, gözleriyle
ve kalpten konuşsun.
Yaşasın! Doya-doya yaşasın,
doya-doya yaşatsın.
Beyninden değil,
yüreğinden versin.
"Olsun varsın! Paylaşırım.”
desin. Bir dostunuz olsun.
Sizi ve benliğinizdekileri paylaşsın...
Dost olsun!
Ama... Gerçek bir dost..

DOSTÇA KALIN.... 

22 Aralık 2012 Cumartesi

*MAVİ

 Gel de maviyi anlat solucana
Ne deniz görmüş
Ne nehir
Ne gök
Ne de mavi gözlü bir solucana tutulmuş - 
Siz asıl bana sorun o maviyi
ZAHRAD



*VE SEMAYA DURSUN YÜREKLER AŞK'IN ÖNÜNDE

 
Yangın yerine bak!..
Ateşten, külden, kordan ne var elinde!..
Pervane değilsen yaklaşma sakın ateşe!?
Canı Canana teslime hazır değilsen
ben Aşkım deme kimseye...

... Aşk gelmesin seninle dile
İncinmesin ne Mecnun ne Leyla
ne gül ne de diken seninle!..

Ayağıma diken batacak diyorsan düşme çöle
Ah u zar ederim diyorsan çekme gözüne sürme!..
Talipsen kara bahta kör talihe..
Dinle!
Ve semaya dursun yürekler Aşk’ın önünde…
 

 Hz. MEVLÂNA


20 Aralık 2012 Perşembe

*AKŞAM ŞİİRİ



 Birden hatırlarsın,
O da seni - birden bazan:
Nerde, ne yapar şimdi
Parlar bir özlem anılar arasından.

Bu akşam ne garip sözcük
Sanki ilk duydum, yadırgıyorum:
Akşam. Bilmem bulur muyum
Yollara baksam?

Söner yangın birazdan
Yatışır özlem.
Bir gün karşılaşırız
Bir gün, bir yarım akşam.




 
Behçet NECATİGİL
 

17 Aralık 2012 Pazartesi

*DOSTLAR GÜN BUGÜN

 
17 Aralık 1273 Mevlânâ'nın Hakk'a vuslat günü, kendi ifâdesiyle "şeb-i arûs/gerdek gecesi".
 
Toy, düğün kumaş oldu, ölçüldü biçildi.
Toy, düğün elbise oldu uzun boya.
Toylar, düğünler tam bizim için,
toyumuz, düğünümüz kutlu olsun dünyaya.

Şekere eş oldu dudu kuşu,
zühre eş oldu aya.
Toylar, düğünler tam bizim için,
toyumuz, düğünümüz kutlu olsun dünyaya.

Bugün hayat öylesine rahat.
Bugün yürekler öylesine ferah.
Bugün insanlar öylesine kardeş.
Toylar, düğünler tam bizim için,
toyumuz, düğünümüz kutlu olsun dünyaya.

Ey şehrimizi aydınlatan sultan,
güvey oluyorsun bir güzele bu gece.
Ne de güzel yürüyorsun mahallemizde salına salına,
ne de güzel akıyorsun deremize çağlaya çağlaya,
ey bizi unutmayan, bizi arayan dost,
ey bizim suyumuz, ırmağımız.
Toylar, düğünler tam bizim için,
toyumuz, düğünümüz kutlu olsun dünyaya.

Dostlarım, gün bugün,
oynayın, raksedin, dönün.
Bir bölük halk deniz gibi köpürüyor,
bir bölük halk dalga dalga secdede.
Bir bölük halk kılıç gibi savaşıyor,
bir bölük halk kanımızı içmede.
İşte girdi gerdeğe nergisle gül,
işte astım davulumu boynuma.

Toylar, düğünler tam bizim için,
toyumuz, düğünümüz kutlu olsun dünyaya.
 
Mevlâna Celaleddin RUMÎ
 
 


15 Aralık 2012 Cumartesi

*YER

 
Dalgaların yanına sarayımı inşa edeceğim,
Zincirli ve tavuskuşulu kapılar koyacağım
Ve yatağımı denizin ortasına atacağım,
Çünkü aşklar benim yıllarımı yediler.

Yerde uyuyayım ve gözlerimi de kapatayım,
Çünkü hala paramparça olan insanlar var

Gece yarısı uyanıyorum ve pencereyi açıyorum
Ve bu yaptığım şeyin zayıflık olduğunu kim söyledi sana
Sonsuzlukla kendi yokluğumu karşılaştırmamın ve hesaplamamın
Ve neticede dünyayı detaylarında eksik bulmamın

Yerde uyuyayım ve gözlerimi de kapatayım,
Çünkü hala paramparça olan insanlar var..         
 
 Haris ALEXİOU


*BİR ALMAN ANASININ AĞITI

Celali Boylu-Dachau
 
Bu çizmeleri bendim sana giy diyen, oğlum,
bu haki gömleği bendim sana giy diyen
Nerden bilecektim bu kara günleri göreceğimi
 bilseydim, giydirmem, derdim, giydirmem,
 asın beni, derdim, daha iyi. 
 
Elini görürdüm hani ben senin, oğlum,
"Hayl Hitler!" diyerek kaldırdığın elini,
 Hitler' i selamladın diye, nerden bilecektim,
kuruyacağını bir gün elinin.
 
Duyardım, oğlum, söz ettiğini senin
  üstün bir ırktan.
 Nasıl varacaktım farkına, nerden bilecektim, nerden
 celladıymışsın meğer sen kendinin.
 
Gittiğini görürdüm senin, oğlum,
uygun adımla Hitler' in ardından.
Nerden bilecektim, onu izleyenin
artık bir daha geri dönmeyeceğini.
 
Bana derdin ki, oğlum, derdin ki:Almanya
gelecek bir gün atnınmaz hale.
Nerden bilecektim, oğlum, bu yerin nerden bilecektim,
 küller ve kanlı taşlar arasında kalacağını böyle.
 
Haki gömlek vardı her zaman sırtında senin.
 Giyme şu gömleği demedim sana, demedim, oğlum.
 Bu günleri göreceğimi bilmiyordum, ne yapayım,
sana o gömleğin kefen olacağını bilmiyordum. 

 
Bertolt BRECHT


*İZMİR SENSİZ

 
bu kentin demir kapıları aralanırdı gelişinde
durgunlaşırdı bakışlarının derinliğinde
ki/ güçsüz değildi ne acılara yataklık etti
aşkının karşısında dili lal / sus kesildi

yolunu öğretti her sabah açan çiçeklere
ama olurdu perdeleri aralayan rüzgar
yürüyen küçük ayaklarının izi düşerdi yere
buzula dönerdi hasrete dair bütün anılar

sarıldı batan güne karşı türküler saçlarına
masum yürüyüşlerdeydi kaldırımlarda yaraları
peşinden yol aldı saatler demirsiz gemi
sancılı aklım gitme diyemedi uzayan yollara

kenti dolaştım son defa yanıma almadan seni
bir martı sesi, dalganın bir kıvrımlı cilvesi
ne mümkün sensiz İzmir uyansın sabaha
                        sonunda kar yağdı ayaklarıma / kızıl yaz günü                  
                  
  Nevim KARAHAN 

14 Aralık 2012 Cuma

*KUŞ KANADINDA ÖZGÜRDÜ AŞK

 
//Beklemek söz vermek sevgili...
Bekliyorum çocukça seni...//
 
 
Umuda dair ne varsa,
Ağaç yontuyordun çocukça
Hatırlıyor musun o günleri...
Tahta kamyon yapmıştın,
Kareydi tekerlekleri,
Dönmüyordu zamanın çarkına karşı.
Olmaz ki akıllım,
Demiştim masumca,
Dolanması için yuvarlak olması gerek,
Ay gibi,
Güneş gibi,
Yıldızlar gibi.
Işıldayarak bakmıştı
gözlerin,
Keşke söylemeseydim.

Gülen gözleriydik hayatın,
Uçsuz bucaksız maviliklere yol alan.
Deniz salyangozu toplardım ben,
Merakla dinlerdik dalgaların sesini.
Kaplumbağaları severdin sen,
Bilmem neden...

Kırılgandı yapın,
Büyüktü umutların.
Nisan yağmurunda ıslanırken,
Çıkıverdi gökkuşağı.
Kapıp gelmiştin uçurtmanı,
Hızla yükseliyordu uçarak,
Yetişmedi ipin bulutlara,
Çare soran gözlerle baktın bana,
Bırak gitsin dedim yıldızlara,
Süzüldü sonsuzluğa…
Bakakaldık ardında,
Küstün hayata.
Bahçede oynarken bir gün,
Ne var, ne yok topladın,
Yükledin kamyonuna.
Güneş’i aldın,
Ay’ı aldın,
Yıldızlar dökülüyordu kasadan.
Oynamıyorum dedin.
Küçük çark yuvarlandı,
Dönerek yürüdü çember,
Büyüdü içindeki çocuk…
Küçük bir kızdım,
Geride kaldım.

Düşününce o günleri,
Anlıyorum gidişini.
Darılmıyorum sana,
Küs durma bana.
Biliyorum…
Kuşkanadında özgürlüğe âşıktın,
Ufkun ötesinde ne var merak etmiştin,
Samanyolu’nda uçurtmanı aramaya gitmiştin,
Bulunca geri gelecektin.

14 Nisan 2012 – Zeynep Özmen

*ÇOCUK İŞİ

 

Bütün sokakların tozu var ellerinde
İçin bir su birikintisi
Üstünde kağıttan bir kayık
Biz deriz ki savaşlar savaşları izliyor
Sen dersin ki kaydırak oynasaydık

Akşam iner günün son uçlarına
Sular bütün değişti
Çiçek açtı karanlık
Sen dersin ki gece de gündüzdendir

Sen dersin ki gök size
Masmavi bir umuttur
Uzar gider sonsuza
Ben gök nedir anlamam
Bildiğim
Gök olmasa uçamazdı uçurtma
 
Afşar TİMUÇİN
 


13 Aralık 2012 Perşembe

*HÜZÜNLÜ RESİMLER

 
 
 
Kayboldu gizemi senli günlerin
artık ne hayalde ne düşlerdesin

devşirdim özenle tüm heceleri
artık ne şarkıda ne şiirdesin..

renkli ipliklerle bir de tığ kaldı
örüldü duygular sedirlerdesin..

masmavi gökyüzü yıldızla doldu
ışıksız gönlümde gecelerdesin

yıllar mı eskitti sen mi eskidin
hüzünle baktığım resimlerdesin.
 
Yıldız TÜMERDEM


12 Aralık 2012 Çarşamba

*KOŞARADIM

 
 
Gittikçe yalnızlaşıyorsunuz insan kardeşlerim 
Ne bir ortak sevinciniz kaldı sizi çoğaltacak 
Ne bir içten dostunuz var acınızı alacak 
Unuttunuz nicedir paylaşmanın mutluluğunu; 
Toprağı rüzgârı denizi göğü 
O her zaman bir insanla anlamlı 
Tükenmez bir hazine gibi kendini sunan doğayı 
Unuttunuz, gömülüp günlük çıkarların 
Ve ucuz korkuların kör kuyularına 
Daraldıkça daraldı dünyaya açılan pencereniz.

Fırlayıp ilk ışıklarıyla günün dağınık yataklardan 
Koşaradım gidiyorsunuz işinize değişmeyen yollardan 
Kurulmuş saatler gibi günboyu çalışıp tekdüze 
Uzayan gölgelerle koşaradım dönüyorsunuz evinize. 
Ne kadar uzaksa bir felaket sizden o kadar mutlusunuz 
Unuttunuz başkalarının acısını duymayı 
Küçük çıkarların büyük kurnazları 
Alışverişe döndü tüm ilişkileriniz, hesaplı, planlı 
Sevgileriniz ayaküstü, ilgileriniz koşaradım 
Unuttunuz konuşmayı kendinizi vererek 
Düşünmeden bir başka şeyi, içten yalın dürüst 
Dışa vurmayı duygularınızı 
Unuttunuz, neydi bir ince söze yakışan en güzel davranış.

Gittikçe yalnızlaşıyorsunuz insan kardeşlerim 
-Ki bu en büyük kötülüktür size- 
Yıkanmıyor bir kez olsun yüreğiniz yağmurlarla 
Denizler boşuna devinip duruyor bir çarşaf gibi 
Gerip ufkunuza mavisini, çiçekler her bahar 
Uyanışın türküsünü söylüyor da görmüyorsunuz. 
Sizin adınıza dünyanın pek çok yerinde 
İnsanlar dövüşüyor ellerinde yürekleri birer ülke 
Anlamıyorsunuz inançlarını bir kez düşünmüyorsunuz. 
Ömrünüzü güzelleştirecek bir şey almadan hayattan 
Bir şeyler bırakmadan ardınızda gelecek adına 
Koşaradım tükeniyorsunuz insan kardeşlerim 
Koşaradım 
Duymadan bir gün olsun dünyayı iliklerinizde..


Şükrü ERBAŞ









*ARALIK BIRAK KAPIYI


Kusura bakma,anlayamadım
" Merhaba demek için uğradığını.
Bitireceksin sandım, yalnızlığımı…
Giderken, dönecekmiş gibi
aralık bırak kapıyı.

Gözlerini mi bıraktın duvarlarımda
Ve sıcacık ellerini avuçlarımda.
Bu kışı çıkaracak kadar,
Biraz da ümit bırak ne olur.
Hele, bahara kadar çarparsa kalbim
Gelir kapısına, yeni hüzünler,yeni sevdalar
Gizlenip, umutların ardında

Ahmet Ünal ÇAM

11 Aralık 2012 Salı

*KAFİYELİ KADINLAR

 

 
Siz kurumayı bekleyen eski nehirlerdiniz,
Onlar karsuyu olup kavrulan kalbinize aktılar

Saçlarının dalgalarında savrulan bir çift sandal oluverdi gözleriniz,
Oysa onlar hep yere baktılar ….

Siz aç bebeklerdiniz,üveydi tüm sevgilileriniz
Onlar özlediğiniz kucaktılar,

Siz kördünüz oysa onlar
Pamuk kınlı keskin bıçaktılar...

Siz çizik çiziktiniz,güldükçe incelirdiniz,
Onlar tepeden tırnağa dudaktılar…

Siz koca koca adamlardınız,
Onlar; zamana inat nasıl da çocuk,nasıl da ufaktılar…

Sevmelere kıyamazdınız,nasılda kıskanırdınız,
Herkese haram,size haktılar ….

Siz bir tatlı söze bin acı ömür biçerdiniz
Oysa onlar severken cesur,beklerken korkaktılar...

Siz beklenmeyi dilerdiniz,gitmeye yeltenirdiniz
O an ıslak ıslak baktılar; üstelik çırılçıplaktılar...

Adları dilinizden düşmezdi artık
Tadınız kaçardı sofrada yoksalar,
Onlar aşınız,tuzunuz,balınızdılar
velhasıl damaktılar...

Siz bir kış gecesi sokağa bırakılmış evli barklı adamlardınız
Onlar hem sağanak hem sığınaktılar...

Siz elinize yüzünüze bulaştırırdınız ihanetlerinizi
Ama bilmezdi onları kimseler,
Balkonlarında salınan çarşafları gibi apaktılar...

Siz akıl sır erdiremezdiniz,herkese iç dökerdiniz
Onlar sadece sarmaşıklarla sırdaştılar,bu yüzden bu kadar kıvraktılar...

Siz gün be gün eridiniz,özledikçe inceldiniz
Onlar tövbekardılar ve şimdi size de yasaktılar...

Siz dağlara çıktınız,denizler aştınız
Unutamadınız
Döndünüz bir baktınız,
Onlar kalbi şaşan adamlara yeni kavşaktılar...

Artık o yumuşak bedenleriyle
Bir yabancıya yataktılar...

Siz kendinizi kemirdiniz,küfürbaz yeminler edindiniz
Oysa onlar hayalinizde hala,ak gelinliğe al duvaktılar...

Siz 'Kafiyeli Kadınlar' şiirinde çelimsiz bir özneydiniz
Onlarsa hep zengin uyaktılar...

Ah bilmediniz,
Siz hiç bilmediniz
Onlar ki onlar:
Sadakate uzak
Aşka tuzaktılar ….

Fatma AYDOĞDU


*SU TADINDA

  
-Yalnız değilim ki orda...
O çıplak
göğün altında,
sabahtı! ormana karışan
bir sabah
gibi indim
nice güzel duyguyla...

Çoğaltarak beni, yan yana
geçtiler, tuhaf bir tıpırtıyla
giden süre
uzakta, bir çizgi olunca,
yazdım erken
başlayan günü:

Mavidir
diye yazdım.
 
Sina AKYOL

8 Aralık 2012 Cumartesi

*DEMLİ BİR SEVDA


 
 
Üzerine sünger çekilmiş sevdalarıma inat,
Demli bir çay gibi geldin,
Yorgun hayatımın ortasına.
Bir hoşçakal zamanında.
Ama olsun yinede,
Bir parmaklık bal tadındaydın.
Gönlümün kırık telinin,
Bitmemiş bestesi gibi.
Hikayelerini anlat bundan böyle,
Yıldız saydığım gecelere.
Tazece bir öpücük yolla,
O zaman, ben de güleceğim.
Derince bir nefes al,
Şu içime sindiremediğim dünyadan.
Gözlerinde demlensin zaman,ağırdan.
Bu defa sevinçten olsun,
Kahveden dökülen inciler.
Usulca deyiver,
Yıdızlı gökler merhaba.
Gül dalı,martı çığlığı,
Ve Akdeniz'in ılık mavi tuzu,
Merhaba...

Faruk TEKİN


7 Aralık 2012 Cuma

*YOLCULUK


 
uzak bakışlı kadınlar vardı orda
sahipsiz eserdi yel
sallanırdı başaklar
masum bir bakış
turuncu bir ateş olur yanardı

yer yarılıp su yürüdükçe
gözenekleri kapanırdı ömrümün
ışık bile sızamazdı
acıyla hesaplaşırdım
kötülükle
ağarırdım
kopkoyu bir karanlıktan
ışıltılı bir denize giden
dar ve uzun bir yola dönerdi hayat
mor bir yol götürürdü beni
yeni bir kente…
                     
       
Celal İNAL
                 
                

 
 

 

*BENCE ŞİMDİ SEN DE HERKES GİBİSİN


Gözlerim gözünde aşkı seçmiyor
Onlardan kalbime sevda geçmiyor
Ben yordum ruhumu biraz da sen yor
Çünkü bence şimdi herkes gibisin

Yolunu beklerken daha dün gece
Kaçıyorum bugün senden gizlice
Kalbime baktım da işte iyice
Anladım ki sen de herkes gibisin

Büsbütün unuttum seni eminim
Maziye karıştı şimdi yeminim
Kalbimde senin için yok bile kinim
Bence sen de şimdi herkes gibisin
 
Nazım Hikmet RAN

*AYRIK OTU...

 
 
ayazın hüzün gözüdür, güneş vuran pencere
perdesi gardiyandır, o an şiire tutsak özün
kalemi tutan eli yetim gölgesi
Borodin’in Poloveç Dansı erketesinde
kalem kelamla halay çekiyor kağıt üstünde
imgenin havasıyla ağırlaşan odası
sözcüklere yataklık eden
işbirlikçisidir şiir eyleminin

şiire nöbetteyken
parola sormadan
heceleri sınırdan geçiren
şiirin vicdaniredçi askeridir şair;
sevdayla beyni yıkanmış, felsefeyle kandırılmış
iflah olmaz bir düş seyyarı
güncelin zabıtasından kaçan

ve şiir bin atlı sözcüklerle işgal eder dünyayı
esiri şair, ganimeti bir duygu garabeti

ahşap bir suç mahalli üzerinde
boş duran bir kağıdın hasretini bilen
kınından çekilmiş bir kalemden güzeli var mı?
faili meşhur dizelerle iğfal edilmiş beyaz kağıdı
şiirle kirlettiği için; helalim, namusum diyen
haremine katan o şiir ülkesinin efendisi
kalemle kağıdın hayli meşru çocuğunu
doğmamış yazarlar adına evlat edinendir şair.
imgenin dar sokaklarında
yalnız bir metafor dilencisi
ıslığında bir Fado’nun hüzünlü ezgisi
kimsesiz şiirler için imza topluyor sokak lambalarından

o sokaklar ki dostlarını barındırır:
fahişeler aşk cephesinin ön saf lejyonerleri
serseriler hodbin kaldırımların gerçek sahipleri
köpekler ve kediler iyi bir şiir arar çöpler içinde
üst üste yığılan hecelerin karanlığında
güneş olmaya yüz tutmuş bir şiirden güzeli var mı?
hepsi dostudur şairin
geri kalan
şiir ülkesinin haymatlosları sıcak eviçlerinde

ezcümle şiirde bahsi geçen şair
ve şair değildir şu an kalemi savuran
şiirin sevdalısı
pencereden bakan
bir ayrıkotu
“geri kalan” içinde
 
Bülent TOP


6 Aralık 2012 Perşembe

*YİTİK ANILAR

 
 
Dili olur mu
siyah beyaz fotoğrafların
sorma bana

sensen eğer
eski gümüş çerçeveden
gülümseyen yorgun bakışlarınla
bir de suskun anılarımızsa
yanı başındaki gölgeler

sevdiğimiz şarkıları söylersin
acemaşiran makamında
bildik kentin
dar sokaklarında

dansı olur mu
gök kuşaklı renklerin
sorma bana

sensen eğer
nisan yağmurlarından sonra
yitimsiz sevginin damlalarını
ıslak kirpiklerime taşıyan

gençlik kokulu eskimiş yollarda
bir de rüzgârların savuramadığı
yitmemiş anılar varsa
pembe düşlü yalnızlıklarımızda
aşk şarkıları ile tango yaparsın
vals yaparsın
ışıklı bir kentin
gölge düşmemiş
yalnız ve gizemli sokaklarında
tek başına



tohumu yeşerir mi
kıraçsa toprağı sevdanın
sorma bana

sensen eğer
dingin yaşamın
coşkun nehirlerinin
gözesini bulamayan
kör değnekli yaşamında

ne sevda rüzgârları yol gösterir
elinden kayıp giden
yitik anılarına
ne kartallar kanat çırpar
yosun tutmuş, kırık dökük
dağ yamaçlarına

mor çiçekli
deve dikeni ile yetinirsin
kocamış, kırlaşmış yaşamında…
 
 
Yıldız TÜMERDEM



5 Aralık 2012 Çarşamba

*SEVMİŞTİ LİMANI

 
 
Dost nehirden
Yeni bir gemi geçti
Özlemlerini bıraktı
Yenilmiş yalnızlıklarda.

Kır çiçekleri gibi
Dağıldı yeşilliklerde
Özgürce,
Bir öykünün acı rüzgârlarında
Unutuldu.

Kentin bir yanan bir sönen
Işıklarına sarıldı,
Eski dost şarkılarda ağladı.
Yürüdü, yürüdü
Geceler bitmedi.

Limandan yavaşça uzaklaştı
Yorgun yüreğini,
Hüzünlerini, sevinçlerini
Bahar dallarına taktı.

Kırıldı güzelliklerde
Birdenbire sevgisi,
Geminin ışıkları kayboldu
Yazgısında.

Bir gülün sabah uyanışında
Kimseler bilemedi
Ne zaman, nerede
Demir attı.
 

Sevim YAZAR

*CAYMAK BU SEVDAYA YAKIŞMAZ

 
 
Açmaz günlerden
Dar geçitlerden geçiyoruz.
Bir yangın ormanı dünya
El açmış çatırdayan toprak/ susuz mevsim
Önümüzde faklar/ köşebaşı ölüm tacirleri
Kıt, ekmeksiz, katıksız sofra bekliyor bizi.
Belli ki zorlu menzil belli ki uzak
ve kavga ise varlık ile yokluk arası
Yol tek, yol çıkmaz değil
Bu sevda kolay ayakta durmayacak.
İnanmalısın Cancağızım;
Deli yüreğin mayasıdır; AŞK
Göster hünerini kıvamını bulsun hamuru.
Şimdi birikmeli damla damla
Bir ağızda bir ses olma zamanı şimdi
Öfkeyi kınına sokup sevgi kuşanmalı
Hadi tutun sözlerime sımsıkı tutun
Göğsünde sıcak kalmalı umudun
Her daim zalimden yana esmez poyraz
Pes etmek yenilgidir İkigözüm
Caymak bu sevdaya yakışmaz
 
 
Ercan GÜNEL

4 Aralık 2012 Salı

*KIRMIZI GÜL DEMET DEMET


 
 
 

Ali diye bir delikanlı varmış zamanında. Savaş patlak vermeden evvel gönül vermiş bir güzele, evlenmiş ve evliliğinin daha kırkı çıkmadan askere çağrılıvermiş. Ali sevdiğini anası ile bir başına bırakıvermiş ve askere gitmiş. Ali askere gitmesinden epey bir süre geçmesinden sonra savaşın bittiği haberi gelmiş köye Ali'nin anası ile sevdiği mutluluk sarhoşu olmuşlar. Ali’nin içinde bulunduğu grubun şehre dönüş tarihi belli olmuş bunun üzerine anası ve karısı başlamışlar hazırlığa. Ve o gün geldiğinde anası demiş ki:

"Kızım ben gidip tren istasyonunda bekleyeyim oğlumu sen de hazırlıkları tamamla evde" deyip tren istasyonun yolunu sabahın köründe tutmuş. Anası başlamış beklemeye. Bir tren gelir biri gider ve oğlan gelmezmiş. Anası hava kararıncaya kadar beklemiş ve oğlan gelmemiş. Umudunu kesen ana evin yolunu tutmuş.

Eve geldiğinde kapının önünde bir çift erkek ayakkabısı görmüş. İçeri girmiş. Bakmış ki oğlunun yatak odasında bir erkek var. Bizim Anadolu'nun anası namusunu kirli bırakır mı? İçerden tüfeği kaptığı gibi odaya dalıverir ve içerdeki adamı vurur. Ortalık kan gölüne dönmüştür. O arada gelin bağırarak gelir “Ana ne yaptın, o senin oğlun…” diye. Meğerse anası istasyonda beklerken görememiştir oğlunu, delikanlı da annesinden iki saat önce eve varmıştır. Bundan sonra ana aklını da yitirip dağlara çıkar… Kırmızı gülleri yola yola feryat eder... Kırmızı gülleri yolar isyan eder... “Şol revanda balam kaldı” diye isyan eder. Ağzında bir türkü;
 

Kırmızı gül demet demet
Sevda değil bir alamet
Gitti gelmez o muhannet
Şol revanda balam kaldı

Kırmızı gül her dem olsa
Yaralara merhem olsa
Ol tabipten derman gelse
Şol revanda balam kaldı

Kırmızı gülün hazanı
Ağaçlar döker gazeli
Kara yağızın güzeli
Şol revanda balam kaldı

 
 
Bengü DAĞLI
 
 
 






 

3 Aralık 2012 Pazartesi

*AŞK ADIMLARI

 
 
Bilsem adını
yollara düşeceğim
kervankıran yollara!

1.
hangi rüzgarsa yüreğimin yelkenlerinde
sürükler suların ışıklı yolunda beni
iklimden iklime taşır, dönenceden dönenceye

kimdir beni böyle yörüngesine çeken
uzay taşları kadar karanlık ve yalnızken

bilirim, adı konamaz düşlerde yaşayanın
ansızın yerleşir yüreğimize büyülü gizemi
saklı çiçeğidir içten içe süren baharımızın

2.
önce denizler olmalı, ak denizler
kumsallarında koşup oynaşacağımız
çakılların çıtırtıları arasında
güneşin altında, çamların gölgesinde
önce denizler olmalı
ve unutulmuş koyları o denizlerin

teninde damlacıklar domur domur
yosunlara değmeli ayakların
bir ürperti gibi gezinmeliyim tüp diplerinde
birden ufuklar yıkılmalı ki
ötesi yurdu olsun sevgimizin

önce denizler olmalı, ak denizler
sözlerimizde suların yalınlığı
kavuşmalıyız iki ırmak gibi çağıldayarak
yataklarımız değişmeli coşkumuzdan
birbirimiz olmalıyız kimliklerimizden sıyrılarak

3.
ıssız bir köy evinde
ocak başında
türküsü olup gecenin
yeniden yakılalım
alevlerin dilinde

üşüdünse sokul bana
örtün olayım
dünyama sunulmuş biricik meyvem
haramım
seni koruyan kabuğun olayım
üşüdünse sokul bana

ıssız bir köy evinde
yüzlerimizde yalazların yansıması
geçelim çağların ötesine
iki masal kahramanı gibi
anlatılsın öykümüz
dilden dile

4.
yollardayız
eli elimde
fundalıklar arasından yürüyoruz
çiçekler öpüyor eteklerini

yollardayız
sevinci sağıyoruz günün göğsünden
üstümüz başımız çengi ışık
aşkın yolcularıyız

yollardayız
yüreklerimizde nice esinti
çiçek tozlarıyla yüklü
uçuyoruz düşlerin çavlanında

5.
kentin sokakları aydınlanıyor birden
yine yakalanıyoruz bakışların yağmuruna
kıskançlığın kıskacındayım
gir koluma
aç adımlarını
tenhalarda yürüyelim

haydi

yolumuz denizler olsun yoldaşımız martılar
birer çarpıntı gibi geçelim günlerin solgun yüzünden
esriyen yanımızda dalga dalga sevgiler
ardımızda anılarımızın açık sözlü yalınlığı
tenhalarda yürüyelim

haydi

en bildik sözlerle geçelim sevdanın çöllerini
bir ışık yağsın sonra sussun her şey
kanat vuralım yeşillikler arasında
solukları turunç kokan güneyli çocuklar gibi
tenhalarda yürüyelim

haydi

gümüş çizgilerini yoklayalım ufukların
sevginin yıldırımlarıyla yırtılsın içimizin karanlığı
yağmura hazırlanır gibi dolu dolu ve coşkun
tenhalarda yürüyelim

haydi

6.
söyle
hangi denizlerin çocuğusun
görüyorum yüzünde
tirşe mavi yansımalarını dip dalgalarının

bu aşk derinliğindir senin

7.
kaç aşkın günbatımını yaşadım
çekildim yıkıntılarımın içinde
yürüdüm anıların tozlarına bulana bulana
içim boz duman

-oysa sen
beni kaçırdın benden-

türkülendim ansızın
şimdi bütün uçurumların çiçek
ve bu aşk
bu aşk sevgilim
senin kadar gerçek!
 
 
 Hüseyin YURTTAŞ

1 Aralık 2012 Cumartesi

*BAĞIR BENİ


 

Bütün sesimi sana bırakıyorum
Bütün rüzgârlarımı
Çekip gidiyorum işte
Küskün atlılar peşinden
Dönüşüne yasak konmuş yolcuyum.

İzlerimin üzerinde gezinirken bulutlar
Dağ yamaçlarında, yol boylarında
Avcılar izimi sürer bir dalın uçlarında
Yaprağında yeşilin
Kuşatmaya alırlar bir çiçeğin rengini

Oysa ki ustasıyım, tarihiyle yaşıtım
Yenilginin, bozgunun

Sular ısınıverir birden
Bir takla güvercin döner havada
Bahar firara çıkmıştır
Suçum subuta erer, hüküm kesindir
Sabıkam tescillenir
Aranan iki kişiyiz
Küskün bir şair, kaçak bir bahar
İkimiz de firariyiz.

Çekip gidiyorum bir yıldıza tutunarak
Her gece oradayım işte
Her bahar samanyolunda.

Bütün sesimi sana bırakıyorum
Bütün rüzgârlarımı
Bağır beni.
 
Haydar GÜNER


*ATEŞ BÖCEĞİYDİM

 
 
Mağrur bekleyişlerin,
Az önce geçti kapımdan.
Ezberi bozulmuş,
Kararsız çığlık gibisin,
Var olmakla,
Olmamak arası,
Kifayetsiz,
Bensiz.

Biliyorum,
Sakladığın yaralarda,
Umutla yeşeriyor adım.
Sevdam büyüdükçe,
Eksiliyor bir yanın.
Bütündün kendi dünyanda,
Aşksız yarım.
Ateş böceğiydim,
Işık tutan içene,
Aydınlatıyordum,
Yüreğindeki sonsuz boşluğu,
Sevgiyle doluyordun.
Anladın,
Yarımdın.

Yangınlardan kaçıp,
Yanarak geldim sana.
Işık saçarak tükenirken ben,
Sormadın ahvalimi,
Sevinçle el çırparken...

Desem ki hiç gelmeyeceğim,
Dokunmadı, dokunmayacak ellerim,
Uzatsam ellerimi sonsuz boşluğa,
Sevgimle dokunmadan,
Kirlenir mi ellerin?

//Bil ki; ne sana geleceğim,
Ne senden gideceğim...//

 
Zeynep ÖZMEN
 


*KALIRSAM, SURLARI YIKMAK İSTERİM

 

 
aldanıp da sakın “kal!” deme bana
taşları eriten hasretimle
kanımı arıtan dağlara çıkıp
hasretim uyuyan maharetimle
gideğim şiirin topraklarına

sen ey yaprakları ipek dokuyan
kalırsam,incinir çiy taneleri
acı acı kişner yaşlı küheylan
yağmura müptela değimsağma
yoları kuşatan tebessümünü
görsede, bulamaz dizinde derman

kalırsam, degişir gecenin tadı
ıtır kanadından talih kuşunun
arza emrivaki süzülür zaman
kömür saçlarına tutunan kalbim
kahve gözlerinde giyer kefeni
incinir yep yeni bir zindan bile
en güzel hücremde saklarım seni

rengarenk bir damla usare olup
sessizce içine dalmak isterim
tuttuğun aynalarda birden kaybolup
yılarca yüzüne bakmak isterim
“şehirde tükenen sihri bul!” deme
“kuru!” de, “çürü!” de, sakın “kal!” deme
kalırsam , surları yıkmak isterim
 
 
Nurullah GENÇ