31 Ağustos 2011 Çarşamba

*BEBEĞİM



Sakın ağlama, tanıdık yalnızlık, evel Allah tanıştık evvelden
Kokunu bırakma, çok sevdim kokunu, bilemezsin götür kokunu

Bebeğim...

Çocuktun hep sen, elinde balonla... Engel miydim ben ? İğne miydim ?
Bir bakmışım ki ben, elmalar düşmüş, tükenmişiz, kepenkler inmiş

Bebeğim...

Ve uğraşmak anlamsız
Yüzündeki yabancı
Her geçen saniye bana daha yabancı
Ve böyle olmasın bildiğim gibi kalsın
Her geçen saniye daha da zorlaşmasın
Gülümse şimdi gülümse şimdi gülümse şimdi ve gülümse şimdi

Bebeğim...

Haklıydın hep sen, acılar bedava, mecburduk hep uzaktan bakmaya
Çok yorgunum ben, eski bir saat gibi, hırpalandım Istanbul gibi

Bebeğim...

Oyunun en güzel yerinde zil çalınca üzülürdük ya...
Öyleyim...

Emre AYDIN

*SEVGİ AĞACI


I.
Büyüyüp,
Kocaman gövdenle
Ve uzun dallarınla
Yarmalısın toprağı.
Ve toprağın üstüne çıkıp
Yükselmelisin.

II.
Ve köklerin
Bu dev ağacı taşımalıdır.
Ve öyle bir görünmelisin ki
yaprağınla yemyeşil!
Ve ellerinle
Sarı saçlarına
tutunmalısın Güneş’in!

Bülent TEKİN

29 Ağustos 2011 Pazartesi

*GAZEL


Ağyâre nigâh etmediğin nâz sanırdım
Çok lutf imiş ol âşıka ben az sanırdım

Gamzen dili rüsvâ-yı cihân eyledi
Billâh ben ol âfeti hem-râz sanırdım

Seyr eylemesem âyînede aks-i cemâlin
Hüsn ile seni meh gibi mümtâz sanırdım

Ma'mûr idügin bilmez idim böyle harâbât
Mestâneleri hâne-ber-endâz sanırdım

Sihr etdiğini senden işitdim yine Nef'î
Yoksa sözünü hep senin i'câz sanırdım


MEÂLİ
Yabancıya bakmadığından ben nazlı sanırdım
Ama çok alakalıymış aşığa ben az sanırdım

Gülümsenle cihana beni rezil eyledin
Oysa ben seni en yakın arkadaşım sanırdım

Yüzünün aynadaki yansımsını görmesem
Güzellikde seni ay gibi seçkin sanırdım

Yapıcı olduğunu bilmezdim böyle harap olmuş
Sarhoşları seni ev yıkıcı sanırdım

Sihir yaptığı yeni senden işittim
Nef'i yoksa sözünü hep icaz sanardım

NEF'İ

*PERİ KIZI



peri kızı, aşk ve istanbul
karanlık ve uzun geceler
yollar kıvrılır uzar
dört duvar, yedi tepeli şehir
şehrin karanlığı bende tutsak
ah bir bilsen...
peri kızı, masallar ne uzak

peri kızı, sonbahar
çırıl çıplak ağaçlar
sararmış yapraklar ve hayatlar
sokaklarda çocuk sesleri
sureti olmayan aşklar
peri kızı, özlem ve acı ve sen

peri kızı, bir damla gözyaşı
bir yağmur tanesi camda
bir ağrı ki tarif edilmez
bir çingene çocuğu
gözleri mavi
yeşil otobüslere dolmuş bir şehir
renkler soluk, cansız

peri kızı, sen
bir ölü, kan çanağı gözler
güneşin hoş gelişi
avuçlar yanaklarda
bakışlar heyecanlı
bir masal, bey oğlu ve çingene
bir aşk, papatyalar ve güvercinler
yüzü olmayan sevgili
peri kızı, aşk ve hüzün.

Özcan ARKAN

*KUVAYI MİLLİYE DESTANI'NDAN...



Düşündü birdenbire kayalardaki adam
kaynakları ve yolları düşman elinde kalan bütün nehirleri
Kim bilir onlar ne kadar büyük
ne kadar uzundular?
Birçoğunun adini bilmiyordu
yalnız, Yunan'dan önce ve Seferberlikten evvel
geçerdi Gediz'in sularını başı dönerek.

Dağlarda tek
tek
ateşler yanıyordu
Ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki
şayak kalpaklı adam
nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden
güzel, rahat günlere inanıyordu
ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında
birdenbire beş adım sağında onu gördü.
Paşalar onun arkasındaydılar.
O, saati sordu.
Paşalar: "Üç" dediler,
Sarışınn bir kurda benziyordu.
Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
Yürüdü uçurumun başına kadar,
eğildi, durdu.
Bıraksalar
İnce, uzun bacakları üstünde yaylanarak
ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
Kocatepe'den Afyon ovasına atlayacaktı.

Nazım HİKMET

*BAYRAMDAN BAYRAMA


Gurbeti mesken mi tuttun?
Gittin beni de unuttun.
Yoksa başka yar mı buldun?

Bir selam gönder bari
Bayramdan bayrama

Ne yazarsın, ne çizersin,
Yollar ırak der geçersin.
Gel desem de gelemezsin

Cemalin göster bari
Bayramdan bayrama...

Deyin vefasız yarime,
Belki de çıkmam yarına,
Arada gel mezarıma,

Bir Fatiha oku bari
Bayramdan bayrama...

Emel TAŞÇIOĞLU
 PAYLAŞ

28 Ağustos 2011 Pazar

*MATİLDE'YE SONE



Seni sevdiğimi göreceksin sevmediğim zaman,
çünkü iki yüzüyle çıkar karşına hayat.
bir sözcük sessizliğin kanadı olur bakarsın,
ateş de pay alır kendine soğuktan
seni sevmeye başlamak için seviyorum seni,
sana olan sevgimi sonsuzlaştıracak

bir yolculuğa yeniden başlamak için:
bu yüzden şimdilik sevmiyorum seni.
sanki ellerindeymiş gibi mutluluğun
ve hüzün dolu belirsiz bir yarının anahtarı
hem seviyorum, hem de sevmiyorum seni.

sevgimin iki canı var seni sevmeye.
bu yüzden sevmezken seviyorum seni
ve bu yüzden severken sevmiyorum seni

Pablo NERUDA

*MEKTUPLAR -06



Hint Okyanusu'nu seyrettim bu sabah.
Okyanuslar üstüne bir çift sözüm var sana:
Kıyısından seyredilen okyanus
farksızdır Marmara açıklarından.
Yani demek istediğim:
Okyanuslar büyük sevdalar gibidir Tulyakova
seyredilmeğe gelmez,
Okyanus yaşanılır.

Nazım HİKMET

27 Ağustos 2011 Cumartesi

*CELALİ'LER GEÇTİLER


arılar mesnevisi bahar çiçekleri
yüreğimin binbir renkli leylasından geçtiler

aşıklar doğmak için yeniden aşkın seherine
içimin gök betiği gecesinden geçtiler

kuyularda sahipsizdim beni kardeşlerim yaktı
ve yakub’un gözlerinden semenderler geçtiler

demirciler çarşisinda geçilmez celalillerden
denenmişin denendigi çarşilardan celaliler geçtiler

kervanbaşi ölçü alir ölçü satar hanlarda
can kirildi meyden neşveyi züleyha’dan içtiler

o diyarın kurbanı ibrahim berzahın mesihi
evlileri söğüt altı ve dahi rindleri seçtiler

bütün derman ustalar bir elden terk ettiler
nev truva atının terkisinde sürçtüler

İbrahim AYKANAT
PAYLAŞ

26 Ağustos 2011 Cuma

*AYRILIKLAR GAZELİ



ben Kars’a hiç gitmedim aşktan istersen giderim
içinde kar geçen bir ayrılık bulur dönerim

giden gelmiyor dedikleri Muş değil, aşk olmalı
dağlar yerinde de Ferhat yok, yolu yokuşa vurmalı

Erzincan’da bir kuş yok, kanadım ondan kırık
yitirmeye yâr gerek, aşksız olmaz ayrılık

aşk doğuysa, ayrılığa da yer bulunurdu orda
Türki, Kürdi iki makamın birinde bana yâr olaydın da

uzaklık ayırmıyormuş bildim, ayrı ayrı uzaklara düşenler
meğer en yakınına gelirlermiş birbirlerinin

aşk, diyorlar, şiir için bazen aşırı bir sebeptir
sebebim yok, ayrılığı övsün bari şu kötü gazelim

insan önce ayrılığa yetişir, belki sonra bulurmuş
birbirini, ne acı! Acı bile kalmamış sende

seninle aşka değil, zalim, ayrılığa kavuşabilseydik keşke!

Haydar ERGÜLEN

*DOĞUNUN KADINLARI



biz batan güne sahip çıktığımızda
ay, bitlis’te sarı tütün
ya da bir akarsu imgesi
gibi yiğit ve bütün
bir ağıttır
kadınlarımızda
onlar hüznü bir çeyiz
çileyi ince bir nergis
ve gülerken bir dağ silsilesi
taşırlar
ve birer acıdan ibarettiler
kayıtlarımızda

kadınlar ki alınlarımızda
doğuyu mavi bir nokta
ve yazgıları çok uzakta
bir nehir yoluna
karışırlar
ölümleri duvaktan beyaz
ve ahlat, erciş, adilcevaz
üzerinde geçen bir kederle
yarışırlar
ve birer yazmadan ibarettirler
sevdalarımızda

biz bir yazın ayağında
en küçük bir gurbeti bile
içi titreyerek okuyan
ve bir gülü tersinden dokuyan
umutlarımızda
başlığı kınadan turaç
bebesi doğuştan kıraç
ve bir ninniyle darılıp
bir türküyle barışırlar
ve birer hasretten ibarettirler
mektuplarımızda

Hilmi YAVUZ

*KADİR GECESİ



“Kim erdemine inanarak ve sevabını umarak Kadir Gecesini ihya ederse Allah onun bütün geçmiş günahlarını bağışlar” HADİS’İ ŞERİF

25 Ağustos 2011 Perşembe

*YOL


"Sevmek" dedim.
"Yoluna ölmek" dedi.

"Yol" dedim.
"Alıp başını gitmek" dedi.

"Gitmek" dedim.
Bir "Ahh" çekip, "Dostlardan ayrılmak" dedi.

"Dost" dedim.
Durdu. Bana baktı. "Dost" diye mırıldandı.
"Yüreğime nasıl koysam bilemediğim" dedi.

"Yürek" dedim.
"Dünyaları içine sığdıramadığım" dedi.

"Dünya" dedim.
"Hayatın bir yüzü" dedi.

"Yüz" dedim.
"Ardında ne gizli bilemediğim" dedi.

"Giz" dedim.
"Hep çözmeye çalıştığım" dedi.

"Çalışmak" dedim.
"Bitmeyecek öykü" dedi.

"Öykü" dedim.
"Binlercesini içimde gizliyorum" dedi.

"Gizlemek" dedim.
"İşte, her şeyin bitimi" dedi.

"Şey" dedim.
"Sevda" dedi.

"Sevda" dedim.
"Peşinden koştuğum" dedi.

"Koşmak" dedim.
"Hayat, bir maraton" dedi.

"Hayat" dedim.
"Öyle kısa ki!" dedi.

"Niçin kısa?" diye sordum.
"Yaşanacak çok şey var, zaman yok" dedi.

"Yaşanması gereken ne var? " diye sordum.
"Aşk" dedi.

"Kaç kere?" diye sordum.
"Bin kere" dedi, "Milyon kere"

"Neden bir kere değil?" diye sordum.
"Bütün aşkların toplamı, en yüce ve tek aşk" dedi.

"Önce ona varsan olmaz mı?" diye sordum.
"Keşke olsa" dedi, "Ama önce yoğrulmak gerek"

"Acı çekmek mi?" diye sordum.
"Evet, aşk acısında yok olmak" dedi.

"Yok olunca!" dedim.
"İşte gerçek aşkta o zaman yaşamaya başlarsın" dedi.

"Gerçek aşk!" dedim.
"Büyük o!" dedi.

Durdum. Durdum. Ve sustum!

"Neden sustun?" diye sordu.
"Yüreğim titredi sanki" dedim.

"Neden?" diye sordu.
"Bilmiyorum" dedim. "Büyük O!"

"Evet" dedi, "Büyük O!"
"Nerede?" diye sordum.

"Her yerde" dedi.

"Nasıl?" diye sordum.
"Yüreğini aç" dedi.

"Yüreğimi açmak!" dedim.
"Bir tebessümle bak her şeye" dedi.

"Tebessüm" dedim.
"Her kapının anahtarı" dedi.

"Kapı" dedim.
"Girmeden bilemezsin" dedi.

"Ya korku!" dedim.
"Bilinmeyenden korkar insan" dedi.

"Ben bilmiyorum" dedim.
"Neyi?" diye sordu.

"Ben'i" dedim.
"Sen kimsin?" diye sordu.

"Ben kimim?" diye sordum.
"Sevgiyle beslenensin" dedi.

"Kimin sevgisiyle?" diye sordum.
"Büyük O'nun" dedi.

Durdum. Durdum. Yine sustum.
"Kimsin?" diye sordum.
"SEN'im" dedi.

alıntı

*YOLCU


"görüyorum ki, bir an önce varmak istiyorsun oraya. gerginsin
kıpır kıpırsın, soluk soluğasın, yay gibisin ey yolcu
coşkunluğun ne güzel, öfken ne güzel
sana selam, sana saygı
ey yolcu

fakat düşündün mü yolunun uzunluğunu ?
neler var yolunun üstünde, düşündün mü?
koşar-adım aşabilecek misin şu dağı, geçebilecek misin
bu hızla şu beli, tırmanabilecek misin bu solukla şu sırtı ?
ovada dikenler yollara uçmuştur, kuru dereleri seller basmıştır,
kar yağmıştır belki o tepelere ? böyle, uçar gibi geçip
gidebilecek misin oralardan, hemen varabilecek misin oraya ?
belki sırtlanlar üşüşmüştür leşlere, kuzgunlar tutmuştur belki
yolları. belki silinmiştir ayak izleri yolcuların.
bütün bunları düşündün mu ey yolcu ? çünkü sen, ne ilk yolcususun
bu yolun, ne de son.

derim ki sana :
nehirler boyu git
nerelerde ve niçin durgundur nehirler,
nerelerde ve niçin hırçındır nehirler,
nerelerde ve niçin mendereslidir,
nerelerde ve niçin çağlayanlı ve de çavlanlıdır nehirler,
gözlerinle gör, duy kulaklarınla
gör ve duy ki, nasıl varır nehirler denizlere

derim ki sana :
denize varmaktır amacı nehrin, denize varmak, ey yolcu
büyükse dağ, aşamıyorsa üstünden nehir, dolanır çevresini dağın.
büyükse kaya, söküp atamıyorsa nehir, birikip birikip taşar
üstünden, dolanır yanını yöresini. yokuşsa yolu, koşamıyorsa
menderesler çizer nehir. uçurum çıkarsa önüne, kapıp bırakır kendini
nehir, açar kanatlarını; varır varacağı yere, oraya denize

derim ki sana :
nehirler boyu git ve gör nehirlerin nasıl yol aldıklarını
sen de bir nehirsin ey yolcu
senin de varmak istediğin bir yer var
gerçekten varmak istiyorsan oraya, nehirlere iyi bak
engeller
nasıl aşılır, öğren nehirlerden
yarı yolda yokolup gitmek değildir
amaç, nehirler gibi akıp, nehirler gibi ulaşmaktır oraya
varmaktır oraya, ey yolcu

derim ki sana :
iyi oku yolunu, avucunun içi gibi bil
dizlerini, ciğerlerini,
yüreğini sıkı tut, iyi dengele
ovada koşar gibi vurma kendini
dik yokuşlara
uçuruma atlar gibi bindirme kayalara
"daha koş, daha koş" diye alkış tutanlara kanıp da, kesilip
kalma yarı yolda
dipdiri varmalısın oraya
hız koşusu değil bu,
ey yolcu, engelli koşudur bu
engelleri aşa aşa, gücünü koruya
koruya varmalısın oraya
çünkü oraya varmaktır amacın, koşmak değil
boşuna sevmedim nehirleri
aktıkça büyümesi boşuna değil
nehirlerin
akan büyür, ey yolcu
"erişir menzil-i maksuduna aheste giden" demiyorum ben sana,
"tiz reftar olanın payine damen dolaşır " demiyorum. böyle
demiyor çünkü nehirler. duracaksın, dolacaksın, atlıyacaksın,
aşacaksın, koşacaksın ve varacaksın oraya, diyor nehirler.
öyle diyorum ben de
beni dinle, beni anla ey yolcu

adım adım
kulaç kulaç
ilerliyor nehir
yoklayıp
araştırarak
tartıp
dengeliyerek
adım adım
pençe pençe
ilerliyor nehir
birdenbire koçbaşı
birdenbire ipek bir çarşaf
ve balıklar kurbağalar yosunlar
köprüler ve yoksul değirmenleri bozkırın
birdenbire bir uğultu
birdenbire bir kıyamet
bindirip
çekilerek
çekilip
toparlanarak
varıyor cüceleşip
devleşerek
varıyor
nehirlerce kahkalarla

şarkılar söylemeliyim
nehirler gibi uzun
nehirler gibi kollu
nehirler gibi hırçın
ve yumuşak
ve nehirler gibi
dur
durak bilmeyen şarkılar söylemeliyim

gitmek
nehirlerle yanyana
gitmek
nehirler gibi zor
nehirler gibi çetin
nehirler gibi umutlu
gitmek
nehirlerden de öteye
oraya
taaa oraya
o büyük kurtuluşa
yüreğim
yaralı kuşum
topla ve aç kanatlarını"

Hasan Hüseyin KORKMAZGİL

*BÂD-I SABÂ BENİM HASB-İ HÂLİMDEN


Bâd-ı sabâ benim hasb-i hâlimden
Varıp nazlı yâre dedin, ne dedi
Cünun-u aşk ile âşık-ı şeyda
Geziyor avâre dedin, ne dedi

Ne vakt idi dost iline varışın
El bağlayıp divanına duruşun
Derdiment Dertli'yi anıp soruşun
Gamzesi gaddâre dedin, ne dedi

DERTLİ

*YOLCULUK VAKTİ GELDİĞİNDE


Yolculuk vakti geldiğinde
Gitmen gerektiğini düşün
Sessizce topla herşeyi
Gözyaşların saldırıya geçtiğinde
ansızın
Ve göğsünde bir ağrı hissettiğinde
Sessizliği dinle
Sana ne söylediğini dinle
Kaleler düştüğünde bir bir
Zamanın vurgunuyla
Durmak yakışmaz bir yolcuya
Gitmek vakti geldiğinde
Yollar davetkar olur
En yakın sırdaş gibi
Çağırır seni
Güven ve dinle
Dinlemeyi bilmek gibi
Gitmeyi de bilmek gerek
Sessizlik bir yoldaş gibi
Dikildiğinde başına
Sessizce topla kendini
Gözyaşları yakışmaz bir yolcuya
Dünya sandığın kadar büyük değil
Ve hiç bir düşünce aşılmaz değildir
Ama yollar sandığından
Daha uzundur
Sağlam durmak gerek
Korkmadan kucak açabilmek
Bilinmeze
O bilinmez ki
İçinde ne mucizelerle gelir
Kimbilir
Bil ki
Kimse vazgeçilmez değildir
Bazen
Kendinden bile
vazgeçmek zorunda kaldığında
Ve düşmez sandığın kalelerin
Düştüğünde bir bir
Yapman gereken
Yeniden yola düşebilmektir
Yeni fetihler ve yeni aşklar için..

Aylin YABANOĞLU

24 Ağustos 2011 Çarşamba

*ŞİMDİ GİDİYORUM "Son Şiir"



Şimdi gidiyorum
Bir rüzgâr, bir bulut gibi
Kül rengi yalnızlıklara
Senden, gülüşlerinden yitik
Bir şiirin en hüzünlü mısralarına

Bir nehir çağladı
Aktı farz et sular.
Bir kuş havalandı
Uçtu düşün uzaklara.
Öylesine kırgın,
Öylesine mahzun.

Ertuğrul BAYRAM

23 Ağustos 2011 Salı

*EY GÖZLERİ DÜŞ RENGİ


Ne söylersen onu yapıyorum elimde değil verdiğin güle
dokunmamak
gözlerin neredeyse bedenim orada oluşuyor yeniden
rüzgârların eğilip kulağıma fısıldadıkları oluyor söylediklerin
dilim tutuluyor sanki buruk bir yemiş tatmışçasına
sessiz bir başına yokolarak yeniden yaşıyorum yanında
hiçliğin tadına bakıyorum
varlığını biraz biraz duydukça
bedenim bedenine kapanıyor yavaşça
sırtında büyük sırmalı bir harmaniyle karşılıyorsun beni

bir bulut gelir hani kanatları yağmur rengidir
uzun yol yorgunudur sonra başka türlü
bir yüzdür gökyüzü
onu yaşıyorum yanında
kış sabahının açmış tüm çiçekleri elinde
elimde değil senin yanında ırmakların sesini dinlememek
birden bire allak bullak oluyorum gelişinle
kollarımdan uç veren zeytin dalları
ipek bir sedire yatırıyorum duygularımı
seni ey yağmur kaçkını
sabah yeli tadı
sen güneşin ışıkdamlası ayışığı dansı
sen geceyarısı beyazı
kasırgada deniz denli tutkunu olduğum sen
yemişlerin zehir tadı
evrenim tuzum dağyelim
yaşamım
ve yanıbaşımda soluk alıp veren deniz gibi sen.

22 Ağustos 2011 Pazartesi

*YUMDUM GÖZLERİMİ


Yumdum gözlerimi
Karanlıkta sen varsın
Karanlıkta sırtüstü yatıyorsun
Karanlıkta bir altın üçgendir alnın ve bileklerin

Yumulu göz kapaklarımın içindesin sevdiceğim
Yumulu göz kapaklarımın içinde şarkılar
Şimdi orda herşey seninle başlıyor
Şimdi orda hiçbir şey yok senden önceme ait
Ve sana ait olmayan

Nazım Hikmet RAN

21 Ağustos 2011 Pazar

*AT

Ressam: Mine ERDİNİ

Anlat bize yürüyüşün güzelliğini
koşunun rüzgarını, köpüren yeleyi
toynakların kızgın kıvılcımlarını

Kişneyen bir tayın sevincini anlat
öfkeyi ve sağırındaki mahmuz yarasını
Masallardaki şehzadeleri anlat bize

Avradın ve silahın kardeşisin ya
feodalın töresini anlat biraz da
ve terkinde karçırdığın kızları

Dağları anlat bize, eşkiya gecelerini
ölümleri ölümsüzlükleri anlat bize
sonra tahta'dan tunca dönüşünü

Senki hepsini görüp yaşayansın

Ahmet TELLİ

*İNANMAK


Bardaktan seni içmek
Seni teneffüs etmek havada...
Dolaşmak, dolaşmak sana dönmek
Seni bulmak yuvada...

Yolumuzda aylar, yıllar
Basamak basamak...
Basamakların çıkamadığı yere
Kanatlarınla çıkmak...

Boşaltmak takvimden günleri
Günlerin üstünden yollara bakmak
Rüzgarla esmek, sularla akmak...

Baharı yollamak yollara
Alıkoymak bir nisanın tadını...
Dışarda herkes gibi seslenmek sana
Ve koynunda söylemek asıl adını...

İnanmak, inanmak, inanmak
Ninnilerinle uyuyup, türkülerinle uyanmak...

Arif Nihat ASYA

*BUGÜN PAZAR VE BEN SENİ ÇOK ÖZLEDİM



Yağmur da var
Çok sevdiğim rüzgar da
Bugün Pazar
Daha uyanmadı komşular
Damların üzerinde kuşlar
Daha rahatlar
Radyolarda eski şarkılar çalıyorlar bu saatlerde
Gönül penceresinden ansızın bakıp geçenlere doğru
Yağmur da var
Çok sevdiğim rüzgar da
Daha uyanmadı komşular
Bugün Pazar
Ve ben seni çok özledim
Dışarı çıkmak istiyor canım
Tek başına haytalık etmek
Islanmak Pazar sabahında yağmurda
Boş caddelerde dolaşmak
Vitrinlerine bakmak mağazaların
Sinemaların afişlerine
Sokakların isimlerine
Telefon kulübelerinde uyuyan çocuklara
Bir merhaba demek sessizce
Sahilde martılara simit atmak
Otobüslerin ilk seferlerine binmek
Gitmek istiyor canım
Hayatın gittiği yere
Islık çalıp şarkılar uydurmak kendi kendine
Fırından taze ekmek alıp
Buğusunu çekmek içine
Ve ben seni çok özledim
Tam böyle bir şey
Çiçeğe su yürümesi
Bebeğin ağlaması
Toprağın uyanması
Yağmurun yağması
Ateşin sıcağı
Bu Pazar sabahı
Tam böyle bir şey
Bir sabahçı kahvesine uğramak
Bir bardak çay
Taze dem kokusu
Hayatın atardamarlarında dolaşmak
Bölmeden şehrin uykusunu
Bir siir yazmak
Pazar bulmacasının boş karelerine
Şiirde tam da bunu anlatmak delice
Tam böyle bir şey
Hesapsız gölgesiz bedelsiz kimsesiz
Bir şiir yazmak
Bir bardak çay içmek
Sokaklarda gezmek
Yağmurda ıslanmak
Ve ben seni çok özledim

Cem AYAZ

16 Ağustos 2011 Salı

*ÂŞIK VEYSEL"Gönül Ermişi"



Anadolu’nun orta vilayetlerinden bir köyde yavaş yavaş güneş batmaya hava kararmaya başlar.
Karanlık iyice çöker köyün üzerine.
Evlerden birinde bir kadın ve adam yatma hazırlığı yapmaktadır.
Erken yatıp yarın sabaha güneş ışığına erken uyanılacaktır.
Adam üzerini değiştirir yatağına yönelir.
Evin penceresinden; karanlık bahçeye vuran ışıkta ağaçların arasında bir gölge belirir.
Kadın pencereden dışarı bakar ve gülümser.
Kadının sevgilisi bahçededir. . .
Tam sözleştikleri gibi sözleştikleri saatte ve yerde adam onu beklemektedir.
Kadın kocasının uyumasından emin olunca
sessizce yataktan kalkar üstünü giyer …
Ve pencereden aşağıya atlar.Başka bir adam içinkadın kocasını terk eder.
Koşarlar iki sevgili….. kaçıyorlar.Tarlaları ovaları aşarlar…..
Anadolu’da bir köy nasıl koşmasınlar ki.
Arkalarından onları kovalayacak onca şey vardır. Namus belası Töre cinayetleri yoksulluk cefa korku.
Arkalarında bunlar varken nasıl durabilirler.
Köyden uzaklaştıklarına iyice emin olunca soluklanmak için dururlar.
Kadın duraksamayı fırsat bilip nefes nefese der ki :
‘Evden çıktığımdan beri ayakkabımın içinde bir şey var beni rahatsız ediyor’ çıkartıp bakar ki…..
ayakkabısının içinde bir tomar para!!!!!
Kocası her şeyin farkında.
Biliyor ki gidecek
‘Beni terk edecek ama bunca yıl çorbasını içtim
çamaşırlarımı yıkadı ütüledi. Bana emeği geçti’
YABAN ELDE MUHTAÇ OLMASIN DİYE ! ! !
O Yoksul köylü;
bütün parasını; başka bir adam için kendisini terk eden
karısının giderek kendinden uzaklaşan adımlarını
attığı ayakkabısının içine koydu.
O güzel insanı O onurlu davranışı sergileyen O terk edilen adamı
HEPİNİZ TANIYORSUNUZ …..
Çünkü O;
Bir dizesinde bize yürekten seslendiği gibi
Uzun ince bir yoldaydı ve gidiyordu gündüz gece

Teşekkürler Mi.

*AÇMADILAR KAPILARI


açmadılar kapıları
dayanmışken sınırına hayatın
aydınlık basmıştı her yeri
bulutlar dağılmıştı
sabah vaktiydi
açmadılar kapıları
vapur düdükleri geliyordu uzaktan
oysa seni sevmenin tam zamanıydı

seni sevmenin tam zamanıydı
katlanılmazken hayatın bu anlamsız akışına
yarım yamalak duyguların sığlığında
ateşi getirmiştim Zeus’un dağından
hiçbirşey istemeksizin karşılığında
açmadılar kapıları
istemediler alevin yakmasını
istemediler donan nehirlerin akmasını
oysa canlanmanın tam zamanıydı

canlanmanın tam zamanıydı
bahar gelmişti, tabiat kendine sevdalı
kıyamet düşüncelerden çok uzakta
yeşiller inadına yeşil
gökyüzü inadına mavi
denizler heyecanlarla dalgalı
açmadılar kapıları
bilmediler güzelliğini aşkın
bilmediler ne olacak yarın
oysa tam zamanıydı umutları yaşamanın
tam zamanıydı umutları yaşamanın
boylu boyunca genç
evreni kucaklarcasına arzulu
hayatı boyamaya hazırlanırken rengarenk
güzellikler ruhumda hevenk hevenk
açmadılar kapıları
sormadılar ki ne taşıyorsun a çocuk
sormadılar ki niçin yüreğin kıpır kıpır
ve uçuk
oysa tam zamanıydı söylenecekleri söylemenin
tam zamanıydı söylenecekleri söylemenin
yakalayıp saçlarından kaçıp gidenin
o geri dönmeyenin
bilinmeyenleri bilen, bilinenleri bilmeyenin
tomurcuklar açmadı, kolay değildi
açmadılar kapıları
açılmadı kapılar
kurulmadı köprüler
sevdaya uçan kuşlar
birer birer öldüler.

Oğuzkan BÖLÜKBAŞI

*LEYLÂ


günlerden bir özge gün müdür
yaprak dökümü müdür gizemli neylerin
dağlar leyla albenisiyle mi donanmıştır
bulutların doluktuğu
bunlar sözcük müdür yoksa tuz ırmağı mı
roma'ya yakınılan ben miyim
bir gün
her gün gelen meleğin gelmeyeceğini
bilen ben miyim
ilenen leyla mıdır leyla mıdır

(kötürüm bir yel eser ıraklardan
üçgenlerin eşliğinde
unutulur olay özellikleri
şems'in öğütleri erir ufukta
doğuda batar güneş)

kötürüm bir yel eser ıraklardan
çağlar alınyazımı tartışır
karanlığı tırmalar karanlık bilgeler
evren bir savaş alanıdır
aşkı eline dolayan bir dize yürür üstüme
bir kent mecnunu keser yollarımı
leylayı sorar

(ölüm şarkısını çalar gizemli neyler
düşer -bu bir ölüm düşüşüdür- çılgın hüseyniler
bağlanır bir aksak hicazda şevki bey'in kolları
doğuda batar güneş)

leyla bir özge can mıdır
can içinde can mıdır
bir adam anlattılar leylayı avuçlarında gizliyormuş
bir adam koynunda taşıyormuş onu
onları kıskanmak mıdır leylaya giden yol
ağlasak bağışlar mı
nasıl ölünür uğrunda

söz verilmiş ülkede yabancı
ağlamayan gezgini düşündüm
nil'i gözleriyle içen bir bilge gibi
sara gülümsüyor
yargıç yok taşı kim atacak
leyla bilmez mi gerekli olduğunu
şu anda
ben ibrahim ve sara

leyla bilmez mi

İlhamî ÇİÇEK

13 Ağustos 2011 Cumartesi

*SENDEN ÖĞRENDİM


Gittin, kanadı kırık kuştum
Sustum, sözlerine küstüm
Hani kırılırsın siyaha
Nöbet nöbet geceler boyunca,
Dün güne dize gelince,
Yürek acılara doyunca,
O tez dönüşün geç olunca,
Kendime tahammülü öğrendim..
Kördüm, bilendim, seni unutmayı öğrendim..
Sen yoktun ben yalnız kalmayı öğrendim,
Acıya duvar gibi durmayı ögrendim,
Kaybolmuş bir dilin sözcükleri gibi,
Köksüz, bağsız durmayı öğrendim..
Vazgectiysen hep sağnak yağışlarımdan,
Vazgectiysen bitmek bilmez kışlarımdan,
Korkma kimseye ödenecek borcum yok,
Yok saymayı ben senden öğrendim..

Funda ARAR

11 Ağustos 2011 Perşembe

*ÜZÜLME ! DERT ETME CAN !


Üzülme!.. Dert etme can!..
Görebiliyorsan, dokunabiliyorsan, nefes alabiliyorsan,
yürüyebiliyorsan... Ne mutlu sana!..

Elinde olmayanları söyleme bana...
Elinde olanlardan bahset can!…
Üzülme!.. Geceler hep kimsesiz mi geçecek?..
Gidenler dönmeyecek mi?..
Yitirdiğin her ne ise; bir bakarsın yağmurlu bir gecede..
Veya bir bahar sabahında karşına çıkmış...
Bil ki! Güzellikler de var bu hayatta...
Gel Git’lerin olmadığı bir hayat düşünebilir misin?..
“Hüzün olgunlaştırır” ...“Kaybetmek sabrı öğretir”...

5 Ağustos 2011 Cuma

*ÖTESİ YOK!


Ben seni kocaman bir yürekle sevdim.
Gözlerim değil,yüreğimdi seni gören.
Sen damarlarımda ki kana karışıp,
Geldin oturdun yüreğime.
Bir başka yerde olamazdın zaten.
Sen,benim en değerli yerimde,
Yüreğimde olmalıydın,orda kalmalıydın.
Çok aşka ev sahipliği yapan bu yürek,
İlk kez bu kadar kolay kabullendi seni.
Herhangi bir konuk değildin artık.
Bu yüzden ne ağıralama faslı vardı,
Ne de uğurlama.
O yüreğin gerçek sahibiydin.
Şimdi sonbahar,kışa giriyoruz ya...
Ben dört mevsim baharı yaşadım seninle.
Çiçek açtın yüreğimde.
Gökkuşağı zayıf kaldı,senin renklerin karşısında.
Taze bir yaprak gibi yeşildin.
Açelyaydın pembeliğinle.Üzerine çiğ teneleri düşmüş
sarı güldün.Kırmızıydın bir ateş gibi.Ve maviydin...
En çok bu renkle anmayı sevdim seni.
Denize tutkundum,
Denizi sensiz,seni denizsiz düşünemedim.
Seni severken dünyayı da sevdim ben,insanları da...
Kendime bile dar gelirken,
İçinde herkese yer olan bir hayatın sahibiydim artık.
En kızgın,en tahammülsüz olduğum anlarda bile,
Seni düşünmek yetti bana.
İçimdeki sevinç yüzüme yansıdı,güldüm.
Beni böylesine güldüren senin sevgindi
Ve ben kaygısız,içten gülüşün ne demek olduğunu,
Nasıl güzel bir şey olduğunu anladım seninle.
Her şeye rağmen sevdim seni.
Güçlüydüm ve aşamayacağım hiçbir zorluk yoktu.
Koca bir kente,koca bir ülkeye kafa tutabilirdim.
Sen elimden tuttuğunda,
Patlamaya hazır bir volkan gibi hissederdim kendimi.
Menzil sendin ve ben o menzile ulaşmak için
Önüme çıkan her şeyi yok edebilirdim.
Sana ulaşmamı engelleyecek her şeyi eritirdim,kül ederdim.
Sana ulaştığımdaysa sakin bir göle dönüşürdüm.
Ve o göle bir tek sen girebilirdin.
Sevdim ve hayrandım da...
Her halin çekti beni.
Duruşunu,uyumanı,gülmeni,kızmanı,
Şaşkınlığını,saflığını,kurnazlığını,
Çocukluğunu,olgunluğunu sevdim.
Sesini de sevdim suskunluğunu da.
Küçük oyunlarını küçük kaprislerini,
Sitemlerini, korkularını sevdim.
Seni ve o doyumsuz sevdanı,
Uçarı sevdanı anlatacak
Kelime bulamadım çoğu zaman.
Sığmadın cümlelere
Ve hiçbir cümle seni
Yeterince tarif edecek kadar derin olmadı.
Seni severken yorulmadım.
Çünkü sen yaşam kaynağıydın.
Her gün yenilendim.Seninle çoğaldım,büyüdüm.
Eksik kalan neyim varsa tamamladın.
Ölemeyecektim çünkü sen ölmezliğin ta kendisiydin.
Daha ne diyebilirim ki?
SEVDİM İŞTE ÖTESİ YOK...