28 Şubat 2011 Pazartesi

*SARKAÇ


ne zaman baksam gözlerine
savaş sonralarına döner içim

gölleri çekip uçlarından
yıldızları seyrederim sularda
az ötemde gemiler olur
gemilerde sen olursun
aklım bir sarkaç
döner durur ortalarda

ne zaman baksam gözlerine
annemsiz kalmak korkuları gelir çocukluğumun

Tekin GÖNENÇ

25 Şubat 2011 Cuma

*ZAMAN VE AŞK

www.celaliboylu1.blogspot.com/


Anlaşıldı, anlamıyorsun
bulamayacaksın, sevmeyeceksin beni
vazgeçiyorum uğraşlarımdan
görmüyorsun, duymuyorsun beni
gidiyorum ben, biraz kendinle kal, tanı kendini,
hiç kullanmadığın yüreğine bak, gör beni
işte ozaman gelirsin belki
ben seni bekleyeceğim
hiç biryere gitmeden
gitmiş olacağım kendimden
sen bana geleceksin
ben benden daha öteye
ve ben seni anlamayacağım
sen de beni..!

Lorentz MAYDA

24 Şubat 2011 Perşembe

*SEN BENİ TERKET


Ben seni değil,
sen beni terk et.
Bana hasretlik bırak.
Bir eylül akşamında,
eş,dost muhabbetinde
bir pişmanlığım olsun.
İki kelam aşk bırak.

Erhan GÜLERYÜZ

PAYLAŞ

23 Şubat 2011 Çarşamba

*KELEBEK KANADINDA AŞK



Zamanlar
Güneş ekilip, yıldız biçilen zamanlardı.
Hatırlıyorum…

Ya önce sen vardın yürek olarak içimde
Ya da aşk vardı önce
Gelip içimde kestiğin
Hatırlamıyorum…

Ben imkansıza dudak bükerdim
Sense halime gülerdin…
Olsun! O günlerde ben
Biraz mutlu biraz umutlu
Biraz içliydim
Doğrusu en çok da
Kelebeklerin kanadına işlediğin
Aşkından dertliydim…

Ama o zamanlar
Güneş ekilip yıldız biçilen
Zamanlardı
Aşk dediğin belki de
Geceye veda etmeyen bir ay’dı…

Türküler saklardın derinlerinde
Sazından kaçak…
Bilmezdin.
Ben görürdüm duyardım da
Sen bir kez olsun söylemezdin
Korkularını zaten
Kimselere vermezdin…
Ve böylece
Sen yağmura
Yağmur benim gözlerime hasret
Yaşardık…

Heyhat!
Hep ama hep
O imkansıza takıldın da sen
Ve belki de bu yüzden
Aşk gelip bizi sarsınca yüreklerimizden:
Ben ağlardım gözlerim gülerdi…
Sen gülerdin gözlerin susardı…

Şimdi ben
O zamanların renklerini unuttum.
Belki mavi, belki sarı, belki aktı…
Hatırladığım tek şey
Güneşle yıldız arkadaştı…

Bilenler bilirdi
Çok sevmiştik biz
Çok!
Ben gönlümden
Sen dilinden…
Ben unutsam da şimdi
Sen hatırlarsın.
Sesinde ufacık bir hüzün olsa
Ya da acıtan bir özlem gözlerinde
Bembeyaz gecelerinde gelirdim sana bu şehrin…
Gelirdim… Gönlümden…
Ve sen
“Hoş geldin” derdin
Dilinden….
Kocaman bir çocuktum o zamanlar
Belli!
Dil nedir, gönül ne?
Anlamını bildiğim
Şüpheli!

Şimdi söyle bana!
Kaldıysa geriye ne kaldı?
Tek tarafı hesaplı bir sevda
Niyeti bozuk bir dava
Bir de
Sadece dağlara caka satan bir sema…

Ama ben bunların hepsini sevdim.
Şaşacak bir şey yok!
Dedim ya… Ben
Güneş ekilip yıldız biçilen zamanlardan geldim…

Sonraları
Belki de hiç gülmedim
Ve sen
Kelebeklerin ömrünün üç gün olduğunu
Hiç bilmedin!

Esra GÜZELİPEK
 

*MELEKLER DE AŞKA DÜŞER


Acıya hükmedemeyeceğini bilseydim
Taşı ve toprağı yarıp çıkar gelirdim senin için..
Çiçeklerin bin bir dilini keşfederdim yine,
Sen kırmızıyı takardın saçlarına
Bir çingene kız gibi,
Ben maviye pranga vururdum bir daha..

Çağırırsan beni eğer
Davete icabet bizim memlekette adettir deyip
Ve kader mahkûmuyum demeden gelirdim
Ve doğabilirdim gecelerine kamer misali,
Kayıp gitmezdim bir yıldız gibi gözlerinden
Öğretebilirdim sana bildiklerimi üşenmeden,
Ben karıncanın sırtındaki yükü /
taşıyamadım sen yoksun diye..
Ben burada yağmurlarla meleklerin /
aşkına şahit oldum,
Bir kıvılcım daha düşürdü şairler mısralara
Ve biraz daha yanıp kavruldum burada!

Beni çağırırsan eğer
Bir yağmur damlasına binip
Sonra kalbimin ayak izlerini takip ederek
Senin için ineceğim son defa yeryüzüne
Biliyorum
Solgun güllerin adı olmaz
Sağır beklemeler harç tutmaz duldalıkta,
Yosun tutmuş kayalar
Sahile vuran dalgaların yalnızlığıdır!
Benim yalnızlığımı katmerleştirir sana olan uzaklık
Ve melekler yalnızlığı susturan mimarlardır!
Ve melekler de aşka düşer!
Ve aşk şiire düşer!

Zafer ŞIK

21 Şubat 2011 Pazartesi

*KÜÇÜK İSTASYONLAR




Nedense küçük istasyonların hali
insana hep hüzün verir
Tek başına unutulmuş gibi
Ağaç toprak ve demir
Cam arkasında solgun yüzlü bir kadın

Mahzun gözlerle bakar çekilir
Küçük istasyonlar bana hep
Buruk yalnızlıkları tattırır
Gurbeti acı acı çalar kampana
Kavruk ağaç kara vagon gökte yıldız yalnızdır

Hüznüyle kaderiyle başbaşa yorgun
Yanında yöresinde renkler sapsarı
Terkedilmiş hâtıralar gibidir
Ara istasyonların kül rengi binaları

Ara istasyonları kederli küskün
Çevrenin kaderini yansıtır
Gecelerin ayazında gelip geçen trenler
İnsanın yüreğini biraz olsun ısıtır

Çok zaman ölümü düşündürür
İnsana küçük istasyonların hali
Garip yolcuları titrer öksürür
Telgraf tellerinde kuşlar misali

İlhan GEÇER

20 Şubat 2011 Pazar

*VE BEN SENİ ÇOK ÖZLEDİM..


Yağmur da var
Çok sevdiğim rüzgar da
Bugün Pazar
Daha uyanmadı komşular
Damların üzerinde kuşlar
Daha rahatlar
Radyolarda eski şarkılar çalıyorlar bu saatlerde
Gönül penceresinden ansızın bakıp geçenlere doğru
Yağmur da var
Çok sevdiğim rüzgar da
Daha uyanmadı komşular
Bugün Pazar
Ve ben seni çok özledim
Dışarı çıkmak istiyor canım
Tek başına haytalık etmek
Islanmak Pazar sabahında yağmurda
Boş caddelerde dolaşmak
Vitrinlerine bakmak mağazaların
Sinemaların afişlerine
Sokakların isimlerine
Telefon kulübelerinde uyuyan çocuklara
Bir merhaba demek sessizce
Sahilde martılara simit atmak
Otobüslerin ilk seferlerine binmek
Gitmek istiyor canım
Hayatın gittiği yere
Islık çalıp şarkılar uydurmak kendi kendine
Fırından taze ekmek alıp
Buğusunu çekmek içine
Ve ben seni çok özledim
Tam böyle bir şey
Çiçeğe su yürümesi
Bebeğin ağlaması
Toprağın uyanması
Yağmurun yağması
Ateşin sıcağı
Bu Pazar sabahı
Tam böyle bir şey
Bir sabahçı kahvesine uğramak
Bir bardak çay
Taze dem kokusu
Hayatın atardamarlarında dolaşmak
Bölmeden şehrin uykusunu
Bir siir yazmak
Pazar bulmacasının boş karelerine
Şiirde tam da bunu anlatmak delice
Tam böyle bir şey
Hesapsız gölgesiz bedelsiz kimsesiz
Bir şiir yazmak
Bir bardak çay içmek
Sokaklarda gezmek
Yağmurda ıslanmak
Ve ben seni çok özledim

Cem AYAZ

19 Şubat 2011 Cumartesi

*MECNUNUM LEYLAMI GÖRDÜM


Mecnunum leylamı gördüm
Bir kerece baktı geçti
Ne sordum nede söyledi
Kaşlarını yıktı geçti

Soramadım bir çift sözü
Aymıydı günmüydü yüzü
Sandım ki zühre yıldızı
Şavkı beni yaktı geçti

Ateşinden duramadım
Ben bu sırra eremedim
Seher vakti göremedim
Yıldız gibi aktı geçti

Bilmem hangi burç yıldızı
Bu dertler yareler bizi
Gamze okun bazı bazı
Yar sineme çaktı geçti

İzzet-i der ne hikmet iş
Uyur iken gördüm bir düş
Zülüflerin kemend etmiş
Yar boynuma taktı geçti

Aşık Ali İzzet ÖZKAN 

*RÜZGAR GÜLÜ



Önümden çekilirsen İstanbul görünecek
Nerede olduğumu bileceğim
Sisler utanacak eğilecek
Ağzının ucundan öpeceğim
Saçına kalbimi takacağım
Avcunda bir şiir büyüyecek
Nerede olduğumu bileceğim

Bu çıplak geceler yok mu
Bu plak böyle ağlamıyor mu
Camları kırmak işten değil
Delirecek miyim neyim
Kirpiklerimden mısra dökülüyor
Kenya'da simsiyah yalnızım
Yoksul bir şilepte gemiciyim
Malezya'da yük bekliyorum
Önümden çekilirsen İstanbul görünecek
Nerede olduğumu bileceğim

Gözlerini söndürme muhtacım
Ben senin aydınlığına muhtacım
Yepyeni bir ilkbahar harcayıp
Bir yaz boğup bir sonbahar harcayıp
Rüzgar gülünü arayacağım
Oran'da Pernanbouc'ta Tombuktu'da
Vinçler yine akşamları indirecekler
Yine karanlığa bulaşacağım
Gözlerin rüzgarda savrulacak

İkimiz iki sap buğday olsak
Sen benim olsan, ben senin olsam
Bir gece vakti aklına gelsem
Uykunu tutsam bırakmasam
Seni kucaklasam, kucaklasam
Birbirimizin kalbini dinlesek
Dünyanın kalbini dinlesek
Büyük ateşler yaksalar
İki güvercin uçursalar
Nerede olduğumuzu bilsek

Attila İLHAN

*KIR ÇİÇEĞİ


Kır çiçeğiyim ben,
Kimsenin koparmaya kıyamadığı
Bir tek gülen gözlü çocuk koparmak istedi
İzin vermediler.
Bırakın koparsın beni dalımdan
Fark edilmeden solacağıma
Gülen gözlü çocuğun elinde solayım
Sevgiyle. . .

Aynur KUTLAY
PAYLAŞ

18 Şubat 2011 Cuma

*SİYAH - BEYAZ



Beni dünyadan ötelere götürdün
Kollarımı bağladın dur dedin
Tuz kokan geceler dur dedi
Durdum bekliyorum, gelme

Ay aydınlık gece kara
Gözlerimin ardında karanlık ölesiye
Canlı ve cansız ne varsa sımsıkı
Bu saat daha yakın daha el ele
Şimdi yalnızlığımdan utanıyorum
Durdum bekliyorum, gelme

Bunu ta başından biliyordun
Bir gün buralarda sonuncu kalışım olacaktı
Ellerinin bir anlık şeklini tutacağım
Bozkırdan günün son treni geçecek
Ben her şeye ardından bakacağım
Bunu ta başından biliyorum
Durdum bekliyorum, gelme

Artık ne sen konuşmalısın ne başkası
Yaşamak adına geçtik bütün değerleri
Beyazın en orta yerinde duydu yürek
Bu rüzgâr tutmaz insanı uzun boylu
Bu rüzgâr serseri
Şimdi kavramların ve cümle rüzgârların dışında

Durdum bekliyorum, gelme

Gülten AKIN


14 Şubat 2011 Pazartesi

*ULUORTA

www.celaliboylu1.blogspot.com

-seyrek gülüş sen ne güzel bir şeysin-
-nazlanırsın ama bir gün gelirsin-

düşen bir yaprağa bağladım hayatımı
olsun artık diyorum ne olacaksa
paralı asker miyim neyim ben
ekleyip duruyorum sabahları akşama
ve kendimi arıyorum meşgul çalıyor
gerçi söylenmez böyle şeyler uluorta
aşk diyor başka bir şey demiyor kalbim
nasıl bir dostluk ki bu, hem kadim
hem de mayhoş elma tadında.

kendimi de koysam ayağımın altına
yine de yetişemiyorum ey aşk,
omzunun hizasına.
çünkü bende birikiyor her şeyin tortusu
ve ayağını kaldırıyor dünya, konuşurken benimle.
budanan oğullar gibiyim sessiz ve narin
nereye konsam geri sayım başlıyor
kurcalıyor beni bir çırağın elleri
ah, unufak olsam ve desem ki
ağzın tat görmesin hayat
kandırdın beni.

sorma,
elim kırılsın bir daha
dokunursam güneşe.

kılpayı kaçırılmış bir şeyin
bıraktığı ardında
neyse oyum ben.
yaralı serçe, benim için dua et:
gök bir kayalık gibi şimdi üstümde
dr. şükrü öncüoğlu'ndan
üç ayda bir reçete.

acıyan bir şeyim ben burdan çok uzaklarda
ve koskocaman bir hansın sen uğraşma bu çocukla
çünkü nasıl bir şey biliyorum itin taştan korkması
bir yastık arıyorum kuş seslerinden
mühim değil sonrası.

sorma,
yangın sönseydi suyla
denizler her akşam böyle yanmazdı.

yakartop oynayan melekler gördüm güneşle
ve büyük çiftçiler gördüm dağları biçen
yolundaydı herşey, ben bile yolundaydım
ama
kıyıya vardığımda
kendimi unuttuğumu anladım
karşı kıyıda.

şiirler söyledim belki duyarsın diye
çığlığıydım içinde dilsiz bir şehzadenin
sana seslendim durdum bu küçücük odadan
acımı duy, sensin pusulam benim
ki dünya
silinmiş bir harita
gibi yabancı bana.

sorma,
usulca uzandığında
bir ceset oluyorsun öpüldükçe şımaran.

İbrahim TENEKECİ

13 Şubat 2011 Pazar

*EY SEVGİLİ


Bir genç,mahallesinden bir kızı sevmişti.Sonra yolları ayrıldı ve genç gurbete gitmek zorunda kaldı.
Aradan uzun yıllar geçti,içindeki aşktan zerre miktar eksilme olmadı.
Geri dönebildiğinde sevgilisi ona sitem etmiş ve şöyle demişti:

-A gönlüme hükmeden!..Bunca yıl geçti,yolunu gözledim.Ne bir haber,ne bir mektup?..Meğer ne kadar vefasızmışsın?..

Hakiki âşık başını yere eğdi,gözlerinden yaşlar boşandığı sırada cevap verdi:

-Ey sevgili!Yüzünü görmek benim için uğruna ölünecek bir hasret iken,o şerefi postacıya mı bağışlasaydım?..

İskender PALA

11 Şubat 2011 Cuma

*SENİ SEVİYORDUM



Sana uzak kentlerden birinde
Zamanın bir yerinde
Seni ve senli günleri anımsattı akşam güneşi
Onca zamanın üstünde eskimeyen bir düşüncesin şimdi
İnsan hergün anımsar mı aynı gözleri

Seni seviyordum ve senin haberin yoktu
Saçlarını izliyordum uzaktan
Kulağının arkasına düşüşü ve burnun
Herkesten başkaydı işte
Güldüğün zaman yukarıya bakardın
Yukarı kalkan başın ve gülen gözlerin vardı
Ne güzeldiler

Sen bilmiyordun ben seni seviyordum
Kalbime sığmıyordu aklımdan geçenler
Duvarlara, vitrin camlarına, kaldırımlara çarpıyordu
Geri dönüyordu çoğalarak
Senin sesini duyduğum masalarda erteliyordum herşeyi
Herşeyi erteleyişim oluyordun
Kalp ağrısı oluyordun
Birlikte soluduğumuz sokak isimleri oluyordun
Mevsimler değişiyor ve büyüyorduk
Dönemeçler geçiyor, köprüler göze alıyor
Ve bazen, tekin olmayan suların üzerinden atlıyorduk
Cesurduk
Ufuk çizgisi maviydi, günbatımı hep turuncu
Ve kırmızıydı bütün karanfiller

Ben seni seviyordum sen bilmiyordun
Sevinçlerim oluyordun ara sıra
Sen hiç bilmiyordun

Sonra herhangi biri oldun
Bütün sevinçlerim bittikten sonra
Yağmurlar yağdı serin haziran akşamları
Derken birgün uzaktan gördüm seni
Saçların bana inat başın herşeye meydan okuyarak
İşte yine aynı
Kalbimi acıttın her zamanki gibi
Değiştik sanıyordum. ve sen yine bilmiyordun

Şimdi bunları anlatsa sana birileri
Kimbilir
Yada boşver
Bilme en iyisi

İclal AYDIN
http://www.celaliboylu1.blogspot.com/

*YOK GİBİ


Seni sevmek
yemyeşil meşe ormanlarının hayâliyle
akşam alacasında
bir serin, bir diri, bir vurgun rüzgâr olup
dallardan, yapraklardan
leylî hışırtılarla geçmek demek
ve demek gerek ki belki
bu gözlerindir

Seni sevmek
bir yaz sıcağında serçe kuşunun
gagasıyla oynayıp durduğu
daneyim demek
ve demek gerek ki belki
senin ellerinde
bu yüreğimdir

Seni sevmek
dağın eteğine bırakıp sıcak soluğu
bir alev harmanını salmak yeryüzüne
kül etmek demek bu cabbar sensizliği
bir buse kondurup sevda parmaklarına

ve demek gerek ki belki
böyle sevilir

Seni sevmek
ten deryalarında çırpınıp asi dalgalarla
tuz göllerinde kavrulmak
rüzgârınla senin savrulmak demek

Seni sevmek
sesini
altınlar, gümüşlerle süsleyip her kelimeni
hamaylı gibi takıp boynuma gezmek demek
ve demek gerek ki belki
düşlerimin ortasında akan ırmağa dönüp yüzümü
bu yüzündür

Seni sevmek
böyle
gizli
tutkun
ve görmeden
İşte hepsi bu!

Cumali Ünaldı HASANNEBİOĞLU

*DENİZ MUSİKİSİ


Ey! Üzerinde yıllar vadedilmiş
Mavilikler ortasındaki ada
Bu sonbahar günü ruhumda geniş
Ve karanlık hatıran canlanmada

Bu ürkek, sakin sonbahar akşamı
Denizlere doğru taşıyor ruhum
Denizler doldurmuş bütün dünyamı
Sana denizlerden sesleniyorum

Ben denizlere aşinayım artık
Yabancım değil deniz musikisi
İlk aşk kadar temiz bu aşinalık
Deniz sevgililerin en iyisi

Deniz insanlarının hepsi cömert
Denizler, denizler doldurdu beni
Denizler mavi, denizler lacivert
Deniz insanlarının gönlü gani.

Denizlerin beyaz gemileri var
Dağlar misali heybetli küpeşte
Işıkla nurla yuğrulmuş dalgalar
Deniz insanları yanmış güneşte

Anlıyorum köpüklerin dilinden
Onlar ki sonsuzluğa gönül vermiş
Martılar bir kıtanın sahilinden
Bambaşka bir kıtaya kanat germiş

Dalgalar...Dalgalar...Dağlardan yüce
Bulutlardan beyaz ve hür dalgalar
Benim avare ve mahzun gönlümce
Zamanla beraber yürür dalgalar

Her saat benimle beraber deniz
Keskin poyrazları içime dolar
Söyleyin, söyleyin neredesiniz
İyi yürekli tayfalar, muçolar

Sana geliyorum deniz beni sar
İçimde mesafelerin korkusu
Renkten besteler, köpükten çalgılar
Ey emsalsiz musiki! Ey tuzlu su

Gömlüm maviliğin sonsuzluğunda
Düşüncem deniz kenarına gider
Gemiler görürüm deniz ufkunda
Yelkenleri alev alev gemiler

Ey neşeli ve bahtiyar tayfalar
Deniz şarkıları söyleyin bana
Kapansın şu hasret dolu sayfalar
Gidelim bir limandan bir limana

Rüyalar gibi deniz yolculuğu
Güneşle beraber çıkılır yola
Bir türkü tutturur deniz çocuğu
"Heyamola, dalgalar heyamola..."

Her akşam düşsün gözbebeklerime
Masmavi denizlerin aydınlığı
Dövmeler işletip bileklerime
Söyleyeceğim bu mavi şarkıyı

Bütün şehirleriniz sizin olsun
Ben aşığım dalgaların sesine
Taparcasına, ölürcesine
İçimde ne varsa denizin olsun...

Ü.Y.OĞUZCAN

10 Şubat 2011 Perşembe

*ÇOCUK DÜŞLERİ



N'olur çocuklar ağlamasın
Uyusunlar verin gülüşlerini
Size binlerce masal devşireyim
Getirin bir gecelik düşlerini

Beşir AYVAZOĞLU

*AYAKÜSTÜ YAŞANMIŞ ÖLÜMSÜZ AŞK HİKAYELERİ



Her durakta ölümsüz bir aşk edinecegim
Bir bakıştan bir duruştan
Çağrışımın sonsuz hazından
Unutulmaz bir sevgili daha birakacağım ardımda
Belki de yaşanabilecek en uzun serüveni terk edeceğim
Daha otobüsün ilk basamağında
Kim bilebilir ki?
Sonrayı, sonrasını kim bilebilir?
Gizli gizli veda edeceğim ona, görmeyecek
Ve bu duyguyla burkulmuş yüreğim
Otobüs camına bağrında kanlı bir ok ile
Bir aşk levhası çizecek, ah min-el!
Bu da ötekiler gibi kendisini ölesiye sevdiğimi bilmeden
Yaşayıp gidecek

Murathan MUNGAN
 

9 Şubat 2011 Çarşamba

*HAYALET SEVGİLİ



Alsam elime ellerimi
Tarasam ya hani saçlarını metanetli
Dalgalanmasa diyorum düşlerimiz
Saçlarındaki uzun dalgınlık gibi

Teninde güneş hiç batmaz ya hani
Hep gündüz yad etsek ya
Topraklarında doğamayan geceyi
Gözlerne göç etsek diyorum bu gece
Aydınlanır mı karanlıklarımız ebedi

Bakışların kadar masum olsa ya
Yüzündeki tebessümün asilliği

Hani diyemedin hiç bana ya
"Akşam gelirken bolca getir seni"
Getiremedim koynuna
Ne ay kokulu yıldızları
Ne de kendimi
Sen yine de affet bolca beni
Bir Söğüt gövdesine kazı belki
Sessiz sedasız nefretini...

Ben yine de diyorum ki
Gözlerindeki derin denizlerde
Boğulsa ıslak maviliğinde
Elvedalarımız hani.

Ne iyi olurdu değil mi
Varacağım yerdeki en baki
Hayalet sevgili...

Hakan DAĞ

*CARPE DIEM"AĞ ATTIK YAŞANACAK AN'LARA"



Tüm sokaklarda çigan müziği,
Deniz'le vals telaşesinde martılar.
Süzülürken boğazın sularında beyaz bir kuğu gibi vapurlar,
yakamozlar gökyüzünden gülümsüyor bu kez.
Ya rüyadayım yahut dün gece şehirle oynadı melekler.

Akreple yelkovan mola vermiş,
teğet geçmiş bulutlar yağmurlara, inci damıtıyor.
İlk kez görüyorum lacivert sardunyaları,
anlıyorum.....Aşk toprağa kök salıyor.

Yok oldu saçlarımdan gümüş teller,
taş plak kadar eski sevdam tazelendi yüreğimde.
Yaşım kadar ağır bir rehavetti kirpiklerimde yokluğun,
son istasyonda unuttuğum eski bir şal şimdi,
senden yoksunluğum.

Nasıl tanıdık kulağımdaki tını,
oysa biz bu şehirde hiç dans etmedik.
Bu baş döndüren sarhoşluk
kelebek kanadından tenimize dokunan/bulaşan,
efsunlu bir tılsım olmalı.
Belki de,
seninle yaşa(ya)madığım serkeşliğin,
en asil y/anları.

"Kirpiklerimizin gölgesi buluşunca gözlerimizde,
uçurtmaların ipini bırakacaktık.
Kederli avunuşlar yok olunca avuçlarımızdan,
kaldığımız yerden başlayacaktık".

Vaktidir şimdi,
gecikmiş Nevbaharın.
Ve ağlara yakalanma zamanıdır,
kaybedilmiş an'ların...

Türkan ÇAĞLAYAN

*SEVGİLİM


sevgilim,
yalan söylersem sana,
kopsun ve mahrum kalsın dilim
"seni seviyorum"
demek bahtiyarlığından..

sevgilim,
yalan yazarsam sana,
kurusun ve mahrum kalsın elim
okşayabilmek saadetinden seni.

sevgilim,
yalan söylersem sana,
gözlerim iki nadim gözyaşı gibi
avuçlarıma aksınlar
ve…
görmesinler seni bir daha…

Nazım Hikmet RAN

8 Şubat 2011 Salı

*MERDİVEN


Ağır, ağır çıkacaksın bu merdivenlerden,
Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak,
Ve bir zaman bakacaksın semaya ağlayarak...

Sular sarardı... yüzün perde perde solmakta,
Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta...

Eğilmiş arza, kanar, muttasıl kanar güller;
Durur alev gibi dallarda kanlı bülbüller,
Sular mı yandı? Neden tunca benziyor mermer?

Bu bir lisan-ı hafidir ki ruha dolmakta,
Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta...

Ahmet HAŞİM

7 Şubat 2011 Pazartesi

*PENCEREDEN MELÛL MELÛL


Pencereden melül melül
Bakan dilber kiminsin sen
Yarin koyup yad illere
Akan dilber kiminsin sen

İnci dizilmiş dişine
Kalem çekilmiş kaşına
Aşıkı aşk ataşına
Yakan dilber kiminsin sen

Muhibbi'yim ettin Mecnun
Leyla cemaline meftun
Ziynet için kızıl altun
Takan dilber kiminsin sen

*7 ŞUBAT DÜNYA GAMZE GİZEM GÜNÜ

*KIYMAYIN LEYLA'MIN KOLUNA...



Evvel zamanların birinde, iki mecnun varmış.
İkisi de deli divane dolaşırmış çöllerde...
Fakat; bu iş biraz tuhaf gelmiş ahaliye.
Leylâ bir taneyse, Mecnun neden iki olsun...
Muhakkak bir tanesinin Mecnunluğu sadece dilde!

Zamanın kadısına müracat etmişler ve bu işi çözmesini istemişler...
-Peki, demiş kadı, İki mecnunu da çağırın gelsin...
Gelmişler. Önce bir tanesi girmiş huzura, durmuş Kadı efendinin karşısına...
Kadı sormuş:
-Sen mecnunsun öyle mi?
-Öyle...
-Peki,Leylâ için,hemen şimdi kolunu feda eder misin?
Mecnun:
-Tabi..demiş,ne demek,Leylâ’ya canım feda!
“Tamam” demiş Kadı,”sen çık,öteki mecnun gelsin”...
Gelmiş ikinci mecnun,durmuş huzura...
Kadı sormuş ona da:
-Sen mecnunsun öyle mi?
-Öyle...
-Hemen şimdi, feda eder misin kolunu Leylâ için?
Mecnun sessiz... Yüzüne bi hüzün çökmüş...Gözlerine yaşlar birikmiş... Yutkunmuş... Ölecek gibi, yarım bir nefes almış sessizce... Uzun uzun bakmış koluna ve nihayet söylemiş:
-“Kıymayın, Leylâmın koluna...”

Bu sözün üzerine söylenecek söz var mı? Gözüyle bakamadığın, eliyle tutamadığın, diliyle konuşamadığın, damarlarında dolaşamadığın yâr mı?
Alıntı

6 Şubat 2011 Pazar

*RUHUMUZLA BULUŞMAK


Meksika’da İnka tapınaklarına çıkmak isteyen Avrupalı bir grup arkeolog, birkaç yerli rehberle yola koyuluyor. Dağın tepesindeki tapınaklara giden uzun yolu, kısa bir sürede yarılıyorlar. Aynı hızla tempoyla biraz daha yol aldıktan sonra, yerliler kendi aralarında konuşup birden yere oturuyor ve böylece beklemeye başlıyorlar. Tabii Avrupalı arkeologlar buna bir anlam veremiyorlar.


Saatler sonra, yerliler kendi aralarında konuşup tekrar yola koyuluyor ve sonunda tepenin üstündeki görkemli İnka tapınaklarına geliyorlar.


Arkeologlardan biri, yaşlı rehbere soruyor; “hiç anlayamadım, niye yolun ortasına oturup saatlerce yok yere bekledik? “


Yaşlı rehberin cevabı o kadar güzel ki; “çok kısa sürede çok hızlı yol aldık, ruhlarımız bizden çok uzakta kaldı. Oturup ruhlarımızın bize yetismesini bekledik...”

Niye içimiz de hep bir eksiklik duygusuyla yaşadığımızı, niye mutlu olmayı beceremediğimizi, niye kendimiz olmayı başaramadığımızı ve “niye” ile başlayan daha bir dolu sorunun cevabını açıkça veriyor İnkalar’ın yaşlı torunu.

Çünkü bu aptal hayat içinde o kadar hızla yol alıyoruz ki, ruhumuz çok arkada kaldı, hatta onu nerelerde unuttuğumuzu bile hatırlayamıyoruz. Çocuğunu kaybeden annelerin çılgınlığında bir sağa bir sola saldırıyoruz hepimiz, ama bir farkla, biz neyi aradığımızı bile bilmiyoruz... Herkes bir arayış içinde, ama hiç kimse ne aradığını bilmiyor. Sanıyoruz ki cok paramız, sürekli yükselen bir kariyerimiz, bahçeli bir evimiz, spor bir arabamız olunca biz de çok mutlu olacağız.

Hadi maddeciliği bir kenara bırakalım; niye herkes aşktan şikayetçi? Çevremiz de kaç kişinin aşk hayatı iyi gidiyor? Eminim parmakla sayılacak kadar azdır. Ve eminim hic kimse yanlışın nerede olduğunu da bulamıyordur. Ben ten uyuşması kadar ruh uyuşmasının önemine inanırım. Hatta insanların eş ruhlarının olduğuna bile inanırım. Ama ruhları olmayan bedenler birbirleriyle ne kadar uyuşabilir ki?

Evet, önce göz görür fakat ancak ruh sever. Ayrıca ruhumuz olmadan eş ruhumuzu bulmak gibi bir şansımız olmadığına da eminim... İşte bu yüzden icimiz de sürekli bir eksiklik duygusuyla yaşıyoruz hepimiz. İşte bu yüzden sürekli duvarlara çarpıp,çarpıp kendimizi kanatıyoruz ve işte bu yüzden mutluluğu bir türlü yakalayamıyoruz... Gerçekte hIz çağında yaşıyoruz. Her şey o kadar hızlı geçiyor ki, ne işe , ne arkadaşlarımıza, ne ailemize, ne çocuğumuza, ne kendimize yeterince vaktimiz kalmıyor. Akrep ve yelkovanla yarış halindeyiz. Bu yüzden bütün ilişkiler yarım yamalak, bütün sevgiler bölük pörçük. Sevmeye bile vaktimiz yok bizim. Oysa teknolojinin nimetlerinden fazlasıyla yararlanıyoruz. Ne çamaşır yıkıyoruz ne de bulaşık, çayımızı kahvemizi makineler yapıyor. İşlerimizi bir telefon, bir faksla hallediyoruz. Uçaklar bizi iki saat içinde dünyanın bir ucuna taşıyor. Hatta artık gitmeye bile gerek yok, internetle dünya elimizin altında. Ama yine de vaktimiz yok işte!

Bence doğanın kara bir laneti bu. Biz ondan uzaklaştıkça, o da bizden bütün zamanları çalıyor. Milan Kundera “yavaşlık” adlı kitabında; ”yavaşlık hep aldatır,hızlılık ise unutturur” diyor.

Telefon hızlılık mesela, konusulanları, söylenenleri unutturur. Mektupsa yavaşlık, hep vardır ve hep hatırlatır.
Ben kendi adıma her zaman yavaşlıktan yanayım. Mesela uçaklardan hiç hoşlanmam, yeni bir şehre, yeni bir iklime hazırlanmaya, hatta hayal kurmaya bile vakit bırakmıyor bana ”Küt” diye başka bir hayatın içine giriveriyorum. Ve en kötüsü de dönüşler, daha ayrılığın hüznünü bile yaşamadan İstanbul’da olmak sahiden de cok tatsız. Tabii ki ruhumun beni terk edip oralarda kalması da cok normal. Oysa trenler karanlık geceyi yırtan keskin düdüğü, uykuda olanlara yolculuk düşleri gösteren kara trenler... Dağları bölen, nehirlerle yarışan, köprülerden geçen, agaçları selamlayan, cocuklara el sallayan, güne bakanlara göz süzen, geçmişin hüznünü, geleceğin umudunu yaşatan, yolcularına yepyeni dostluklar hazırlayan kara trenler var bir de.

Uçak değil, tren olmak istiyorum. Böylece ruhum benden hiç ayrılmaz. Evet freni patlamış kamyon gibi yaşamanın hiç anlamı yok. Ayağımızı gazdan yavaş yavaş çekelim ve biraz mola verip ruhumuzun da bize yetişmesini bekleyelim artık. Aceleye ne gerek var?

Hayat yalnız biz izin verdiğimiz gibi geçer. İyi ya da kötü hızlı ya da yavaş...
Her şey bizim elimizde, sevgi de, aşk da, basarı da. Ama ancak kendi ruhumuzla buluştuğumuzda...

Can DÜNDAR

*BİR SU YILI DENEBİLİRDİ...



Bir su yılı denebilirdi geldi geçti
Üstünde durmuyorum
Terledim, bulanık baktım
Ne varsa kendiliğindendi
Hemen hemen evden çıkmadım.

Sanki avuçlarımda sürekli
Yıkanmış, tabağa konmuş bir meyvenin ellenmişliği
Ola ki makyajı bir oyuncunun karışmış gözyaşlarına
Yeni kireçlenmiş bir duvarın kireci
Avuçlarımda sürekli
Bir su yılı denebilirdi üstünde durmuyorum
Kalmışsa kalmıştır bir çomak gibi
Kuru
Artık kullanılmayan bir demiryolu
Kararmış, kırık dökük
Üstünde bir yük vagonu.

Mavi bir araba kapımın önünde
Bütün yıl
Bir su yılı
Kapısını kimse açmadı
Açıp kapamadı hiç kimse
Aslında mavi de sayılmazdı pek
Balkıyıp duruyordu kırmızı bir şakayığın renginde
Yani sabah güneşlerini denizde
Günbatımını denizde
Severek yaşayan bir balık da denebilirdi ona
Çünkü düşler gerçekle
Gerçekler düşle
Anlayınca bir gün buluştuğunu
Geçirir her günceye kısa bir yolculuğu
Ama bir takı eksik gibidir bir sözcükte
Damağın dudağın alışkanlığına karşı
Kalbin atışlarıyla çok uyumlu bir de.

Hadi anlat deseler anlatamam
Bir yere gidiyorken cayıp bir başka yere gitmeyi
Yani bir kunduzu karşıdan karşıya yüzdüren sezgi
Nedir ben bilemem ki
Belki bir raslantıdır da ondan mı sevdanın yeri
En yakın yeri
En uzak yeri
Bitmeyen yeri
Bitecek yeri
Farkedilmez zaten anlaşılmış sevdanın
Anlaşılmaz sevda ile bütün ekleri.

Gözlerim sevdim seni
Köklerim gözlerimin
Suyunu benden içen ıssız bir kasaba gibi

Edip CANSEVER

5 Şubat 2011 Cumartesi

*SICAKLIĞIN SENİN



Ne zaman sulara sorsam su diliyle seni
Elinde yüreğini kamçılayan bir kitap
Seyhan kıyılarındasın
Yüzünü saçların kucaklamış yine
Orhan Kemal’in sıcaklığındasın
Ne zaman ağaçlara sorsam ağaç diliyle seni
Dilinde pınar akışı bir türkü
Toros yaylalarındasın
Saçların belinde çiçek büyütüyor yine
Karacaoğlan’ın sevda sıcaklığındasın
Ne zaman kitaplara sorsam kitap diliyle seni
Sesinde çınlayan bir şiirin dizeleri
Üniversite kitaplarındasın
Hiçbir fermanı dinlemiyorsun yine
Dadaloğlu’nun kavga sıcaklığındasın

Adnan YÜCEL
(Sanat ve Hayat, Sayı: 1)

*YÜREĞİNİ HEP GÜNEŞİN ÇİÇEKLERİ DOLDURSUN....


Bir aşk için yapabileceğin her şeyi yaptığına inanıyorsan ve buna Rağmen hala yalnızsan, için rahat olsun. Giden zaten gitmeyi kafasına koymuştur ve yaptıkların onun dudağında hafif bir gülümseme yaratmaktan başka hiçbir işe yaramayacaktır.Sen kendini paralarken o her zaman bahaneler bulmaya hazırdır. Hani ağzınla kuş tutsan "Bu kuşun kanadı neden beyaz değil?" diye bir soruyla bile karsılaşabilirsin.. iki ucu keskin bıçaktır bu işin. Yaptıklarınla değil yapmadıklarınla yargılanırsın her zaman. Bu mahkemede hafifletici sebepler yoktur. İyi halin cezanda indirim sağlamaz.Sen, "Ama senin için şunu yaptım" derken o, "şunu yapmadın" diye cevap verecektir. Ve ne söylesen karşılığında mutlaka başka bir iddiayla karşılaşacaksındır. Üzülme, sen aşkı yaşanması gerektiği gibi yaşadın.Özledin, içtin, ağladın, güldün, şarkılar söyledin, düşündün, şiirler yazdın. "Peki o ne yaptı" deme. Herkes kendinden sorumludur aşkta. Sen aşkını doya doya yaşarken o kendine engeller koyuyorsa bu onun sorunu.

Bir insan eksik yaşıyorsa, ve bu eksikliği bildiği halde tamamlamak İçin uğraşmıyorsa sen ne yapabilirsin ki onun için? Hayatı ıskalama lüksün yok senin. Onun varsa, bırak o lüksü sonuna kadar yaşasın.Her zamanki gibi yaşayacaksın sen. "Acılara tutunarak" yaşamayı Öğreneli çok oldu. Hem ne olmuş yani, yalnızlık o kadar da kötü bir şey değil. Sen mutluluğu hiçbir zaman bir tek kişiye bağlamadın ki.... Epeydir eline almadığın kitaplar seni bekliyor.Kitap okurken de mutlu oluyorsun Unuttun mu? Kentin hiç görmediğin sokaklarında gezip yeni yaşamlara tanık olmak da keyif verecek sana.Yine içeceksin rakını balığın yanında. Üstelik dilediğin kadar sarhoş olma özgürlüğü de cabası....Sen yüreğinin sesini dinleyenlerdensin ve biliyorsun as olan yürektir. Yürek sesi ne bilmeyenler, ya da bilip de duymayanlar acıtsa da içini unutma; yasadığın sürece o yürek var olacak seninle birlikte. Sen yeter ki koru yüreğini ve yüreğinde taşıdığın sevda duygusunu. Elbet bitecek güneşe hasret günler. Ve o zaman kutuplarda yetişen cılız ve minik bitkiler değil, güneşin çiçekleri dolduracak yüreğini...
Yüreğini hep güneşin çiçekleri doldurması dileğiyle..

Nazım HİKMET