30 Mayıs 2010 Pazar

*AŞK GELDİ

aşk geldi, damarlardaki kanım gibi oldu
varlık boşalıp, her tarafım dost eliyle doldu
zapteyledi bütün ensai vücudumu.
kaldı kâvi bir namı bana, baki

şu koskoca alemde yalnız bir kulum
aşk olmasa hiçbir işe gelmezdi gün ışığı

aşk geldi, damarlardaki kanım gibi oldu
varlık boşalıp, her tarafım dost eliyle doldu
zapteyledi bütün ensai vücudumu.
kaldı kâvi bir namı bana, baki

ya sana varmak ya bana varman
ya bana gitmeden yanıma kalman
yasını tutmasam, yaşına varsam
karanlık doğmadan, ışığa kalsam
hayal hiç ölçülmez, ne boyu ne de eni
kaya kömürü gönül, yakar hep, koru benim
hayata seninle dayanırım her nefes diken
diken ne derttir gülüm, canın sağ olsun da senin
aşkın yok nispeti, bir anda bağlanır kısmetin
her düğüm çözülür, çek hasreti
havadaki kasvet birazcık benden
karadaki ben değil, havadaki bazen
uçan bir kuş, bazen kaybolan bir kumum
koskoca alemde yalnız bir kulum
kolkola gezmek her can ile suç mu
tamam o zaman, benim bu alemde en suçlu

baktım göğe masmavi, bastığım yer hâki
gördüğüm diyar çok, görmediğimse gani gani
nefes alıp veren bu can da çaresiz kalınca
özlemim büyük, yolum uzun, ben de bir karınca
yanan gönül akan suda, o yolun en sonunda
dostum bende solur, eğer dostum benle kalırsa
dostun senle yaşar, dostun eğer senle ölürse
bir çiçek olup açar belki tekrardan doğunca
her açan senin gülün, hergünse benim günüm
gözyaşı insan külüyse, her yakan insan sözü
kıvılcım sözün özüyse, ayrılık yakar gözü
tek gören gönül gözüyse, kelamım gönül sözüm
yalnızlıktan galip çıkmaktır irfan hiç olmadan
irfan çıktığın her seferden dönmek hasret ekmeden
ektiysen de ders almaktır hasret filizlenmeden
ekmediysen gönül almaktır seferin bitmeden

Mercan DEDE 

Teşekkürler Nazan Meltem AKTAŞ

29 Mayıs 2010 Cumartesi

*GECEYİ SANA YAZDIM



Başkaları gitmiş olur gidince
Bir sen sen yakınsın uzakta kalınca

Geceyi sana yazdım, sızımı sana
Tutuldum, küsen sesine, tenine tutuldum
Çaktım ateşi sesine, ateşi tenine
Ay aydınlık sana yandım, gülen yüzüne
Yandım, yanarım sana

Sensizim, sana koştum iklimler boyu
Uykular, yanan liman uykular haram
Bir vapur geçer, dalgasında savrulan ben
Dön yürek yurduma, gurbet tenime dön,
yanarım sana

Onur AKIN

Paylaş

*DAĞINIK GAZEL


Göç
Geçer
Geçer ayrılıklar baladı
Bize böyle pay kalır

Ağla sevdiğim... Belki dönemem
Kış yanar, düş üşür yüreğimde
Ağlarım... gözyaşım beyaz kalır

Sonra askerler yeniden kuşatırlar aşınmış kaleleri
Bin havar parçalar gecenin döşeğini
Ocaklar iniler, yas büyür, orta yerde kan kalır
Dıngılava'da peştemalli çocuklar havuzlara işerler
Gözlerinde bir mahmur özlem kalır

Derken bir Ankara, bir poyraz beni döve döve içeri alır
Yollar da giderek uzaklaşır... Giderek uzaklaşır
Fahişeler terli kasıklarıyla sabaha uğurlanır
Kuşlar inkar edilir, gökyüzü yağmalanır
Ben büyürüm bu kederle kalbim uslanır...

Ağla sevdiğim! Ağla ve kucakla kumral delikanlını
Buralarda çatılmış bir tüfeğim böğrümde taflan kalır
Şimdi Kızılay'da oturmuşum, hasretin kancasında
Geçer zaman, geçer yıllar, günlere bir yeni hazan kalır

Ağla sevdiğim... Sen hep mağlup bir ağlayışta
Ben uzak susarım bu mağlubiyet için hep anlayışta
Bak çöpçüler bu geceyi de piç edip süpürdüler
Ben ise haber değeri olmayan bir haykırışta
Özleminle hala bir yakarışta...

Ağla! Bende ağlarım gözyaşlarım özlemine az kalır
Buralarda nem var! Nem varsa sende kalır

Gittim
Ve yittim!
Oralarda usul usul talazlanan nehirlerde yaz kalır
Yaslarım günleri yüzüme gözyaşım beyaz kalır

Ağla sevdiğim... Buralarda döne döne (mem!)
Artık bir yeşile dolmasak da anılardan haz kalır
Sen de bir zaman duyarsın
Bir gün bir taze mezar kazılır
Ardından bir dağınık gazel ile, kül ile
Ankara'da bir ölü Yılmaz kalır

Yılmaz ODABAŞI

*ÖZLEMEDİM SENİ


Hiç özlemedim seni
Özlemek dostluktandır
dostluğundan öte bulmalıyım seni

Sıcaklığını bulmalıyım
dokunuşlarını, kenetlenişi
Terimizle sulanmalı yeryüzü
güneş terimizle ışıldamalı sabah olunca

Apansız fırtınalar çıkmalı
sarsılmalıyım

Özlemek
yanında olmak isteğidir
gülüşünü görmek biraz da
Hiç özlemedim seni

Saçlarına gül takmam
bir ırmak gibi akıtırım ovaya
soluğunla yanar
dudaklarımın bozkırı

Akkor halindeki ufuk
bakır bir tel gibi eriyip gider
kraterler ortasında kalırım

Toprak yarılır birden
su kirlenir

Ürpertir bu coğrafya
bu serüven
ikimizi bir anda
yaşadığımı duyarım

Hiç özlemedim seni
Özlemek dostluktandır
dostluğundan öte bulmalıyım seni

Ahmet TELLİ

28 Mayıs 2010 Cuma

*SEN YOKKEN


Sen yokken gittim
Korkularımın üstüne
Hiç ardıma bakmadım
Gümüş şiirler yazdım sen yokken
Çok yangın çıktı yüreğimde
Küllerini bile savurmadım
Irak denizlerin fırtınasıydım
Uzak iklimlerin sert rüzgarları
Kulaçlarken denizinde gurbeti
Kanlı savaşlarım,
Belalı sevdalarım olmadı hiç
Ama hep sustum,
Hep ağladım, hep yandım sen yokken.
Bekliyorum dönüşünü yeniden,
Bir gelsen,
Hayatın önünden alsan beni
Bir gelsen,
Sellerin önünden alsan beni
Bir gelsen,
Ölümlü düşlerimden alsan beni.

Çok durdum güneşe karşı bir başıma
Savrulurdum rüzgarlarında sensizlik denizinin
Sen yokken,
Az dolaşmadım gönlümün kuytularında
Üşüyen karanfilim şimdi buruşuk parmaklarda
Bir kırağı ayazıydım gecenin kollarında
Zifirlerinde sadece ben üşürdüm.
Hiç aldırmadım esen rüzgara
Hiç dinlenmiş bir yürekle çıkmadım ortaya
Yinede hiç yıkılmadım giden trenlerin ardından
Ama bütün yangınlar beni yaktı önce
Hep ortasında kaldım vurgunların
Vurgun nedir ki? deme
Bir babanın serzenişi nasılsa öyle
Bayrakları indirilmiş,
Bozguna uğramış bir hisardım sen yokken
Hep sustum,
Hep yandım, hep ağladım sen yokken.
Bir gelsen,
Yangınlardan alsan beni,
Bir gelsen,
Dünyalarımdan alsan beni,
Bir gelsen,
Şafaksız gecelerden alsan beni,
Ama ne zaman gelsen,
Akşam kızılı gözlerimle bulacaksın beni.

Cahit KÜLEBİ

*LOVE STORY



Paylaş

*YAZ DEDİLER



'Yaz' dediler, 'yazarım' dedim, gitmeleri öğrenmiştim.
Susardı, susardım, susardık, suskularca...
Bilinir bilinmez bir şarkının içinde kaybolurduk.
Biz en çok susmayı sevdik, sevmeyi sevemediğimiz kadar.
Koptuk ve dağıldık her şeye.
Giderken durduramadık birbirimizi.
Durdurmaya elin, elim, ellerimiz yetmedi.
Eğitemedim çocuk kalmış korkularını, yanılgılarını törpüleyemedim. Sana gerçekleri gösteremediğim gibi.
Giderken durdurmalıydın beni, yapmalıydın, yapamadın.
Durdurmaya gücün, gücüm, gücümüz yetmedi.
Belki de yoktu, biz var sandık.
İnsan isterse yolları aşıyor, sen kapının eşiğini aşıp gelemedin. Geldiğim gibi gidemedim, gittiğim gibi dönemedim yüzüne.
Sen, bildiğim sen değilsin artık.
Ben, bildiğin ben, değişemem.
Değişmelere suskun dudaklarım.
Şimdi acı, yolunu şaşırmış bir deniz kaplumbağası gibidir yüreğimde. Şaşkın ama inatçı.
Şimdi sen, adı geçmişte saklı ince bir sızı.
Şimdi biz, bir şarkıdan çalınmış iki nota gibiyiz.
Eksiğiz ve yokuz.
Dilsiz ama mutluyuz.
Bir kapının eşiğinde kaldı her şey.
Beni dışarıya göndermeyecektin, içerde tutacaktın, arkamdan gidişimi seyretmeyecektin, yollara yürümeyecektim, sesimi gidişlerde yitirmeyecektim. Sesimi geceye vermeyecektin.
Şimdi, kaldır gözlerini ve geceye bak. Sesimi gör yukarıda, ortada bırakılmış tellerimi. Densiz ama dengeli satırlarımın anlamını kavra. Geceye bak, sesimi kaydırma.
Kimsenin öğretmediği bir şeyi öğretmeni dilerdim, ayrılırken ama sen herkesin öğrettiğini yineledin.Şimdi aşk, inançlarını yitiren bir ayyaştır köprü altlarımda..
Biz ki geceleri paylaştık, yastığı, şarkıları.
Biz ki sözleri paylaştık, kelimeleri.
Biz ki yüreği paylaşamadık, paylaşamadım galiba.
Nedendir bilmem, eksik kaldık korkulara.
Nutku tutulan gecelerin isimsiz sabahlarında, yanlış ve yangın kaldık.
Geride kalan kırık ezgiler ve yorgun ruhların dansı.
Sokağımın serseri gülüşü, gençliğimin asi sevgisi, isyanımın suskun gezgini. Gitmeye meyilli değildim, olduğum gibiydim, dinletemedim, dinletemedin, dinletemedik belki de.
Şimdi sen, aksak bir hüzün, nerede coşacağını bilmeyen.
Şimdi ben, değişemeyen bir şehir, nasıl sevileceğini bilen.
Şimdi biz, olmayan bir şeyiz.
Bir kapının eşiğinde kaldı her şey.
Konuşmak anlamsız, susmak kalabalık, ayrılık bulaşıcı.
Sevda, kör topal yürüyen bir dilenci gibidir artık.
Seni sevdim ama gönderdin. Gönderilince dönemiyorum.
Ben bir çiçeğim asi yanım, solunca aynı elde açamıyorum.
Susuyorum, susuyorsun, susuyorlar, suskularca….
Bir gidişi yaz, dediler, yazarım dedim.
Gitmeyi öğrenmiştim, kalmayı öğretemediğim kadar.
Bir gidişi yaz, dediler, yazarım, dedim.
Gitmeyi giyinmiştim, yakıştırılmıştım veda sözlerine, merhabalara alıştırılamadığım kadar.
Bir gidişi yaz, dediler, yazarım, dedim.
Çok gitmiştim, söz gitmiştim, uzun gitmiştim, sesimi duyuramayacak kadar.
Bir gidişi yaz, dediler, yazmaya giderken kendimden geçmişim.
Arkama dönüp baktım, sende beni gördüm, el salladım.
Artık çok geç, sendeki ben için çoktan bitmişim...

Teşekkürler Zu zu

*SENİ DÜŞÜNMEK


Seni düşünmek güzel şey, ümitli şey.
Dünyanın en güzel sesinden
En güzel şarkıyı dinlemek gibi birşey...
Fakat artık ümit yetmiyor bana.
Ben artık şarkı dinlemek değil,
Şarkı söylemek istiyorum.

Nazım Hikmet RAN

26 Mayıs 2010 Çarşamba

*Y'ARSIZLIĞIMIN SENFONİSİ III


Üşenmeden
Üzerimde ki ıssız bir gecenin
B'izsiz dikişlerini söküyorum....
...
Yoruldum.
Aç aşk oynamasa da yerinden
Sen kaç!
Kaç yar’ın daha olacaksa
Üçe beşe bakmadan
Aç yüreğini.

Kederim
Ederine az gelse de
Sesinden ırak bir mevsim de
Ben de yar demiştim sana.

Söyle; adı yar olan

Kokusu olmayan çiçeğin
Dikeni batsa kime yarar?
Acıtmadan dikeni yoksa yarayı
Tende kalan iz neye zarar?

Ufuk KÖMÜŞCÜ

25 Mayıs 2010 Salı

*NİHALCE-9


Bir kadın, uçakta zenci bir adamın yanında oturuyordu.
Durumdan rahatsızlığını belli edercesine, hostesten başka bir yer bulmasını istedi, zira öylesine antipatik birinin yanında oturamazdı.
Hostes, tüm uçağın dolu olduğunu fakat birinci sınıfta yer olup olmadığına bakacağını söyledi.

Diğer yolcular şaşkınlık ve tiksintiyle olayı izliyorlardı, bu kadının sadece terbiyesizliğ ine değil, bir de birinci sınıfta yolculuğu devam edeceğine şahit oluyorlardı.

Zavallı adamcağız çok kötü bir durumda olmasına rağmen cevap vermemeyi tercih etti.
Bu kadın, birinci sınıfta ve o adamdan uzak uçabileceğinden tatmin olmuş, hostesin dönmesini bekliyordu.
Birkaç dakika sonra geri gelen hostes, kadına:
"Çok özür dilerim gerçekten de uçakta boş yer yok... Birinci sınıfta bir yer bulduğum için mutlu oldum...
Bu yeri bulmak biraz zamanımı aldı, zira bu değişiklik için pilottan izin almam gerekiyordu.
Hiç kimse sorun yaratan bir diğerinin yanında oturmak mecburiyetinde tutulamaz´ dedi ve bu izni verdi.

Diğer yolcular kulaklarına inanamıyorlardı , bu esnada kadın da bir zafer kazanmış gibi yerinden kalkmaya hazırlandı.
Aynı anda hostes, oturmakta olan zenciye dönerek:

"Beyefendi, sizi uçağın birinci sınıfındaki yeni yerinize götürmem için beni takip eder misiniz lütfen?
Seyahat firmamız adına kaptan pilotumuz sizden böyle nahoş bir olay yaratan kimsenin yanında oturmak mecburiyetinde bırakıldığınız için çok özür diliyor."

Tüm yolcular hep birlikte, bu olayı iyi bir biçimde sonuçlandıran Uçak personelini alkışladılar, tebrik ettiler. O yıl, kaptan pilot ve hostes uçaktaki davranışlarından dolayı ödüllendirildiler. Aşağıdaki mesaj, tüm ofislere personelin görebileceği bir biçimde iletildi:



"İnsanlar onlara ne söylediğinizi unutabilirler.
İnsanlar onlara ne yaptığınızı da unutabilirler.
Ama insanlar, onlara kendilerini nasıl hissettirdiğinizi asla unutmazlar.
İnsanları küçümsemek, hor görmek kadar çirkin bir davranış biçimi olamaz.
İnsan, ne büyüktür ne küçük yalnızca insandır.
Herkesin kendisine göre bir değeri vardır.
Yaratılmış ve yaratanına muhtaçtır.
Kendini beğenmiş mağrur insanın en büyük özelliği,
daima önde olma isteğidir,
lider olma,
kendini kabul ettirebilme dürtüsü,
beğenmeme,
küçümseme,
küstahlık,
haddini bilememek
olarak sergilediği davranışların karşılığı bazen yukarıda anlatılan hikayedeki gibi hor görülen kendisi olup dışlanabilir, küçük düşebilir .
Hepimiz yaratılanız, fiziksel yapımız veya insanı özelliklerimizi küçümsemek günah ve affedilemezdir.

Hepimiz insanız ve bunu hiç bir zaman unutmayalım.. .birbirimizi sevmeyi, saymayı, hoşgörülü olmayı deneyelim.

Övünerek yaşayanlar, dövünerek ölürler.
Yaradılanı horgörme yaratandan ötürü anlamlı iki sözde bizlere alçakgönüllü ve mütevazı olmamızı destekleyecektir.

Hayatınızda sevgi ve saygının bol olmasını dilerim.

Teşekkürler Nihâl YAVUZ

*ŞAH BEYİTLER-55


Gel gel beri kim savm u salâtın kazâsı var
Sensiz geçen zaman-ı hayâtın kazâsı yoh
Nesimi

Ey sevgili, geri gel!
Namaz ve orucun kazası vardır;
 ama sensiz geçen zamanın geri gelmesi mümkün değildir.

İbadetler zamanında yapılabileceği gibi bazı durumlarda telafisi olan kazaları da daha sonra yapılabilir.
 Bu İslamiyet inancına göre meşrudur; ancak âşığın sevgilisini belki bir daha görme şansı yoktur
 veya bir ibadet olarak nitelendirdiği sürekli görme eyleminin aksamasının telafisi olmayacaktır.
Âşık, bu korkuyla yaşamaktadır.

Hazırlayan: İbrahim Cemal TORUN
Özel Adana Gündoğdu Koleji
Türk Dili ve Edb. Öğretmeni

23 Mayıs 2010 Pazar

*TARİH 1919'du


Tarih 1919'du
Beşinci ayın ondokuzu
Ufkumuzda kara bulutlar vardı.
Kara, kapkara...
Biz kırık döküktük
Ümitsizdik,
Tükenmiştik.
Neden, niçin
Bilmezdik...
Oysa mevsim bahardı
Ve
Kara bulutlara inat bir de Karadeniz vardı.
Deniz… deniz...
Deniz karaydı, hırçındı
Çok da dalgalı
Bir doğuşun sancısını yaşadı
Kalktı, doğruldu
Yer gök sarsıldı
Tarih 1919'du
Beşinci ayın on dokuzu
Ve bir kıyamet kopmuştu sanki Anadolu'da
Söyleyen söylemişti her şeyi
Artık ilk ve son söz bizimdi.
Dağ dağ, ova ova
Köy köy, şehir şehir
Saf tutup sıra sıra dizildik
Ben, sen, o...
Biz Anadolu'yuz dedik.
Her Mayıs'ta yeniden doğarız
Serpiliriz, büyürüz bir uçtan bir uca
Kars'tan Edirne'ye
Edirne'den Van'a
Biz Anadolu'yuz...
Al bayrağımız kadar hür
Türkümüz 'Ne mutlu Türk'üm diye' başlar...
Asırlardan beri asırlarca
Asırlardan beri korkusuzca
Biz Mustafa Kemal'ce konuşuruz

Mehmet Hayati ÖZKAYA

21 Mayıs 2010 Cuma

BUGÜNÜ SON GÜNÜMMÜŞ GİBİ YAŞAYACAĞIM


Bana bahşedilen bu son değerli günde ne yapmalıyım?
İlk önce, hayat kabını öyle sıkı kapatmalıyım ki, tek bir damlası bile kumlara akmasın. Bir anını bile dünün talihsizliklerine, yenilgilerine, dünün ıstıraplarına yakınmakla harcamamalıyım; niçin iyiyi kötüye feda edeyim ki?

Kum saatindeki kum tanecikleri yukarı doğru akabilir mi?
Güneş battığı yerden doğabilir, doğduğu yerden batabilir mi?
Dünün sıkıntılarını hafifletebilir ve düzeltebilir miyim? Dünün yaralarını geriye çağırıp iyileştirebilir miyim? Dünden daha genç olabilir miyim?
Ağızdan çıkan kötü sözleri, indirilen darbeleri, verilen acıları geriye alabilir miyim?
Hayır.
Dün ebediyen gömülmüştür ve bir daha dünü düşünmeyeceğim.

Bugünü son günümmüş gibi yaşayacağım.
Peki o zaman ne yapmalıyım?
Dünü unuturken, yarını da düşünmeyeceğim. Şimdi'yi niçin belki'ye feda edeyim?
Yarının kumları, bugününkilerden önce akabilir mi?
Güneş bu sabah iki kez mi doğacak?
Bugünün yolunda yürürken yarının işlerini yapabilir miyim? Yarının altınlarını bugünün kesesine koyabilir miyim?
Yarının çocuğu bugün doğabilir mi?
Yarınki ölüm, gölgesiyle bugünün sevincini karartabilir mi?
Kendimi, hiçbir zaman tanık olmadığım olayların üzerinde görebilir miyim?
Hiçbir zaman gündeme gelmeyecek sorunlarla kendime eziyet edebilir miyim?
Hayır!
Yarın, dünle birlikte gömülüdür ve ben bir daha onu düşünmeyeceğim.

Bugünü, son günümmüş gibi yaşayacağım.
Sahip olduğum her şey bugündür ve bu saatler şu anda sonsuzdur. Güneşin doğuşunu idam cezası ertelenmiş bir mahkûm gibi sevinç çığlıklarıyla selamlayacağım. Kollarımı, o paha biçilmez armağana, yeni bir güne doğru uzatacağım. Aynı şekilde, daha dün, gün doğuşunu selamlayan ama artık bugün hayatta olmayanları düşündüğümde şükredeceğim.
Ben gerçekten de talihli bir insanım ve bugünün saatleri hak edilmemiş ikramiye gibiler. Benden çok daha iyi olanlar ayrıldıkları halde, bana niçin fazladan bir gün bahşedildi? Onlar amaçlarına ulaştılar da benimki henüz başarılmadı mı? Tabiatta bir amaç var mı? Bu benim fazladan bir günüm mü?

Bugünü, son günümmüş gibi yaşayacağım.
Yalnızca bir tek hayatım var ve hayat bir zaman ölçüsünden başka bir şey değildir. Eğer birini harcarsam, ötekini de yok etmiş olurum.
Bugünü harcarsam, hayatımın son sayfasını da yok etmiş olurum. O nedenle, bugünün her anını bağrıma basıyorum, çünkü bir daha geri gelmeyecek. Yarın çekilmek üzere bugün bankaya yatırılamam; kim rüzgârı tuzağa düşürebilir ki?
Bugünün her anına iki elimle sarılıp sevgiyle okşayacağım, çünkü değerine paha biçilemez. Karşılığında bütün altınlarını vermeye hazır ola n yaşlı adam, bir nefes satın alabilir mi? Gelecek saatlere ne kadar bir fiyat biçebilirim ki? Onları paha biçilmez kılacağım.

Bugünü, son günümmüş gibi yaşayacağım.
Zaman öldürme araçlarından kesinlikle kaçınacağım. Sürüncemede bırakmayı eylemle yok edeceğim. Kuşkuyu inancın altına gömeceğim. Korkuyu güven ile dağıtacağım. Boşboğazlara kulak vermeyecek, işlemeyen ellerle oyalanmayacak, aylakların bulunduğu yere gitmeyeceğim. Bundan böyle biliyorum ki, aylaklığa fırsat vermek, sevdiklerimin yiyeceğini, giyeceğini ve sevgisini çalmaktır. Ben sevgi dolu bir insanım ve bugün sevgimi ve büyüklüğümü kanıtlamak için son günümdür.

Bugünü son günümmüş gibi yaşayacağım.
Bugünün görevlerini bugün yerine getireceğim.
Bugün, çocuklarımı okşayacağım; yarın olmayabilirler, tabii ben de. Bugün kadınımı tatlı öpücüklere boğacağım; yarın olmayabilir, tabii ben de.
Bugün ihtiyaç içindeki dostuma destek olacağım, yarın yardıma çağırmayabilir ya da ben sesini duyamayabilirim.
Bugün kendimi adayıp çalışacağım, yarın ne verecek bir şeyim de ne alacak bir kimsem kalmayabilir.

Bugünü, son günümmüş gibi yaşayacağım.
Eğer bu benim son günümse, benim en büyük anıtım olmalıdır. Bugünü hayatımın en iyi günü yapmalıyım. Bugün her dakikayı sonuna dek içeceğim. Tadına bakacak ve şükredeceğim. Her bir saatini sayacak, her dakikasını değerli bir şeyle dolduracağım. Hiç çalışmadığım kadar çalışacak, kaslarımı bağırtıncaya kadar yoracak ve sonra devam edeceğim. Bugünün her dakikası, dünün saatlerinden daha bereketli olacak. En son günüm, en iyi günüm olmalı.

Bugünü, son günümmüş gibi yaşayacağım.
Ve eğer son günüm değilse, diz çöküp şükredeceğim.

OG MANDİNO


Teşekkürler Nazan Meltem AKTAŞ

18 Mayıs 2010 Salı

*ŞAYAK KALPAKLI ADAM

19 Mayıs Atatürk'ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı'mız Ulusumuza Kutlu Olsun



26 AĞUSTOS GECESİNDE SAATLER
İKİ OTUZDAN BEŞ OTUZA KADAR
VE
İZMİR RIHTIMINDAN AKDENİZ'E BAKAN NEFER


Saat 2.30.

Kocatepe yanık ve ihtiyar bir bayırdır,
ne ağaç, ne kuş sesi,
ne toprak kokusu vardır. Gündüz güneşin,
gece yıldızların altında kayalardır.
Ve şimdi gece olduğu için ve dünya karanlıkta daha bizim,
daha yakın, daha küçük kaldığı için ve bu vakitlerde topraktan
ve yürekten evimize, aşkımıza ve kendimize dair sesler geldiği için
kayalıklarda şayak kalpaklı nöbetçi
okşayarak gülümseyen bıyığını seyrediyordu Kocatepe'den
dünyanın en yıldızlı karanlığını.

Düşman üç saatlik yerdedir ve Hıdırlık tepesi olmasa
Afyonkarahisar şehrinin ışıklan gözükecek.
Kuzeydoğuda Güzelim dağları ve dağlarda tek tek ateşler yanıyor.

Ovada Akarçay bir pırıltı halinde ve şayak kalpaklı nöbetçinin hayalinde
şimdi yalnız suların yaptığı bir yolculuk var:
Akarçay belki bir akar su, belki bir ırmak, belki küçücük bir nehirdir
Akarçay Dereboğazı’ında değirmenlieri çevirip ve kılçıksız yılan balıklarıyla Yedişehitler kayasının gölgesine girip çıkar.
Ve kocaman çiçekten eflatun kırmızı beyaz ve sapları bir,
bir buçuk adam boyundaki haşhaşların arasından akar.

Ve Afyon önünde Altıgözler köprüsünün altından
gündoğuya dönerek ve Konya tren hattına rastlayıp
yolda Büyükçobanlar köyünü solda ve Kızılkilise'yi sağda bırakıp, gider.

Düşündü birdenbire kayalardaki adam kaynakları ve
yolları düşman elinde kalan bütün nehirleri.

Kim bilir onlar ne kadar büyük, ne kadar uzundular?
Birçoğunun adını bilmiyordu, yalnız, Yunan'dan önce
ve Seferberlik'ten evvel Selimşahlar çiftliğinde ırgatlık ederken
Manisa'da geçerdi Gediz'in sularını başı dönerek.

Dağlarda tek tek ateşler yanıyordu.
Ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki şayak kalpaklı adam
nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden güzel, rahat günlere inanıyordu
ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında,
birdenbire beş adım sağında onu gördü.

Paşalar onun arkasındaydılar.
O, saati sordu
Paşalar: "Üç", dediler.
Sarışın bir kurda benziyordu
Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
Yürüdü uçurumun başına kadar,
eğildi, durdu.
Bıraksalar
ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak
ve karanlıkla akan bir yıldız gibi kayarak
Kocatepe'den Afyon ovasına atlayacaktı.


Saat 3.30.

Halimur - Ayvalı hattı üzerinde manga mevziindedir.

İzmirli Ali Onbaşı (Kendisi tornacıdır) karanlıkta göz yordamıyla
sanki onları bir daha görmeyecekmiş gibi
baktı manga efradına birer birer:
Sağda birinci nefer sarışındı, ikinci esmer.
Üçüncü kekemeydi fakat bölükte yoktu onun üstüne şarkı söyleyen. Dördüncünün yine mutlak bulamaç istiyordu canı.
Beşinci, vuracaktı amcasını vuranı tezkere alıp Urfa'ya girdiği akşam.
Altıncı, inanılmayacak kadar büyük ayaklı bir adam,
memlekette toprağını ve tek öküzünü
ihtiyar bir muhacir karısına bıraktığı için kardeşleri onu
mahkemeye verdiler ve bölükte arkadaşlarının yerine nöbete kalktığı için
ona "Deli Erzurumlu" derdiler. Yedinci Mehmet oğlu Osman'dı.
Çanakkale'de, İnönü'nde, Sakarya'da yaralandı
ve gözünü kırpmadan daha bir hayli yara alabilir,
yine de dimdik ayakta kalabilir.
Sekizinci İbrahim korkmayacaktı bu kadar
bembeyaz dişleri böyle tıkırdayıp birbirine böyle vurmasalar.
Ve İzmirli Ali Onbaşı biliyordu ki:
tavşan korktuğu için kaçmaz kaçtığı için korkar.


Saat: 4

Ağzıkara-Söğütlüdere mıntıkası.

On ikinci Piyade Fırkası.
Gözler karanlıkta, uzakta.
Eller yakında, mekanizmalar Üzerinde.
Herkes yerli yerinde.
Tabur imamı, mevzideki biricik silahsız adam: ölülerin adamı,
kırık bir söğüt dalı dikerek kıbleye doğru, durdu boyun büküp
el kavuşturup sabah namazına, içi rahattır.
Cennet, ebedî bir istirahattır. Ve yenilseler de, yenseler de âdâyı,
meydânı gazadan o kendi elleriyle verecektir
Cenabı rabbülâlemîne şühedâyı.


Saat: 4.45.

Sandıklı civarı.

Köyler.

Sarkık, siyah bıyıklı süvari,
çınar dibinde, beygirinin yanında duruyordu.

Çukurova beygiri kuyruğunu karanlığa vuruyordu:
dizkapaklarında kan, kantarmasında köpük...

İkinci Süvari Fırkası'ndan Dördüncü Bölük,
atları, kılıçları ve insanlarıyla havayı kokluyor.
Geride, köylerde bir horoz öttü. Ve sarkık, siyah bıyıklı süvari
ellerinin tersiyle yüzünü örttü. Karşı dağlar ardında,
düşman elinde kalan bir başka horoz vardır:
Baltaibik, sütbeyaz bir Denizli horozu.
Düşmanlar her hal onu çoktan kesip çorbasını yapmışlardır.


Saat beşe on var.

Kırk dakka sonra şafak sökecek.
"Korkma sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak"
Tınaztepe'ye karşı Kömürtepe güneyinde.
On beşinci Piyade Fırkası'ndan iki ihtiyat zabiti ve onların genci,
uzunu, Darülmuallimin mezunu Nureddin Eşfak,
mavzer tabancasının emniyetiyle oynıyarak konuşuyor:

— Bizim İstiklâl Marşı'nda aksıyan bir taraf var,
bilmem ki, nasıl anlatsam, Akif, inanmış adam,
fakat onun, ben, inandıklarının hepsine inanmıyorum.
Meselâ, bakın "Gelecektir sana vadettiği günler Hakkın.
"Hayır, gelecek günler için gökten âyet inmedi bize.
Onu biz, kendimiz vadettik kendimize.
Bir şarkı istiyorum zaferden sonrasına dair.
"Kim bilir belki yarın..."



Saat beşe beş var.

Dağlar aydınlanıyor.
Bir yerlerde bir şeyler yanıyor.
Gün ağardı ağaracak.
Kokusu tütmeğe başladı:
Anadolu toprağı uyanıyor.
Ve bu anda, kalbi bir şahan gibi göklere salıp
ve pırıltılar görüp ve çok uzak
çok uzak bir yerlere çağıran sesler duyarak
bir müthiş ve mukaddes macerada, ön safta, en ön sırada,
şahlanıp ölesi geliyordu insanın.
Topçu evvel mülâzimi Hasan'ın yaşı yirmi birdi.
Kumral başını gökyüzüne çevirdi, kalktı ayağa.
Baktı, yıldızları ağaran muazzam karanlığa.
Şimdi bir hamlede o kadar büyük.
Öyle şöhretli işler yapmak istiyordu ki bütün ömrünü
ve hâtırasını ve yedi buçukluk bataryasını
ağlanacak kadar küçük buluyordu.

Yüzbaşı sordu:

— Saat kaç?

— Beş.

— Yarım saat sonra demek...

98956 tüfek ve şoför Ahmet'in üç numrolu kamyonetinden
yedi buçukluk şnayderlere, on beşlik obüslere kadar,
bütün aletleriyle ve vatan uğrunda, yani, toprak ve hürriyet için
ölebilmek kabiliyetleriyle Birinci ve ikinci Ordu'lar baskına hazırdılar.

Alaca karanlıkta, bir çınar dibinde, beygirinin yanında duran sarkık,
siyah bıyıklı süvari kısa çizmeleriyle atladı atına.
Nureddin Eşfak baktı saatına:

— Beş otuz...
Ve başladı topçu ateşiyle
ve fecirle birlikte büyük taarruz...

Sonra.
Sonra, düşmanın müstahkem cepheleri düştü.
Bunlar:
Karahisar güneyinde 50
ve doğusunda 20-30 kilometredeydiler.

Sonra.
Sonra, düşman ordusu kuvâyi külliyesini ihata ettik Aslıhanlar civarında 30 Ağustosa kadar.

Sonra.
Sonra, 30 Ağustosta düşman kuvâyi külliyesi imha ve esir olundu.

Esirler arasında General Trikopis: alaturka sopa yemiş bir temiz ve sırmaları kopuk firenk uşağı...

Yaralı bir düşman ölüsüne takıldı Nureddin Eşfak'ın ayağı.
Nureddin dedi ki:
"Teselyalı Çoban Mihail,"

Nureddin dedi ki:
"Seni biz değil, buraya gönderenler öldürdü seni..."

Sonra.
Sonra, 31 Ağustos günü ordularımız İzmir'e doğru yürürken
serseri bir kurşunla vurulan Deli Erzurumluydu.
Devrildi. Kürek kemikleri altında toprağı duydu.
Baktı yukarı, baktı karşıya. Gözleri hayretle yandılar:
önünde, sırtüstü, yan yana yatan postalları
her seferkinden kocamandılar.
Ve bu postallar daha bir hayli zaman
üzerlerinden atlayıp geçen arkadaşların arkasından
seyredip güneşli gökyüzünü ihtiyar bir muhacir karısını düşündüler.

Sonra.
Sonra, sarsılıp ayrıldılar birbirlerinden ve Deli Erzurumlu ölürken
kederinden yüzlerini toprağa döndüler.

Solda, ilerdeydi Ali Onbaşı,
Kan içindeydi yüzü gözü.
Bir süvari takımı geçti yanından dörtnala.
Kaçanı kovalamıyordu yalnız ulaşmak da istiyordu bir yerlere
ve sadece kahretmiyor yaratıyordu da.
Ve kılıçların, nalların, ellerin ve gözlerin pırıltısı
ardarda çakan aydınlık bir bütündü.

Ali Onbaşı bir şimşek hızıyla düşündü ve şu türküyü duydu:
"Dörtnala gelip uzak Asya'dan Akdeniz'e
bir kısrak başı gibi uzanan bu memleket bizim.

Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak
ve ipek bir halıya benziyen toprak, bu cehennem, bu cennet bizim.

Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,
yok edin insanın insana kulluğunu, bu davet bizim.

Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
Ve bir orman gibi kardeşçesine bu hasret bizim..."

Sonra.
Sonra, 9 Eylülde İzmir’e girdik ve Kayserili bir nefer
yanan şehrin kızıltısı içinde gelip öfkeden, sevinçten,
Ümitten ağlıya ağlıya,
Güneyden Kuzeye,
Doğudan Batıya,
Türk halkıyla beraber seyretti İzmir rıhtımından Akdeniz'i.

Ve biz de burda bitirdik destanımızı.
Biliyoruz ki lâyığınca olmadı bu kitap,
Türk halkı bağışlasın bizi,
onlar ki toprakta karınca,
suda balık, havada kuş kadar çokturlar,
korkak, cesur, câhil, hakîm ve çocukturlar
ve kahreden yaratan ki onlardır,
kitabımızda yalnız onların maceraları vardır...

Kuvayi Milliye/Destan
Nazım HİKMET
Paylaş

16 Mayıs 2010 Pazar

*GELİNCİKLER


gelincik çiçeklerini sevdim
dokunduklarında hemen solan,
koparıldığında boynunu büken...
ama en çok da özgür oldukları için sevdim onları..
rüzgarlara karışıp, dünyaya dağıldıkları için..
Ve insana benzedikleri için sevdim
dünü var, bugünü var
Ama yarını ?
Japonlar, gelincik için şöyle der; ’Gelincik insan ömrü gibidir.
Dünü vardır.
Yaşamıştır.
Bugünü vardır.
Yaşıyordur.
Ama yarını belli değildir’.
Anda, O'nda ve sevgiyle kalın...
Herşey gönlünüzce ve dilediğinizce olsun.....

-RÜYA- 
Tşk.Dr.Emine KAFES



15 Mayıs 2010 Cumartesi

*SERESERPE

Dostlarım Atilla ve Veli Bey'lere

Uzanıp yatıvermiş sereserpe
Entarisi sıyrılmış hafiften
Kolunu kaldırmış kolluğu görünüyor
Bir... eliyle de göğsünü tutmuş
İçinde kötülük yok biliyorum
Yok, benim de yok ama
Olmaz ki
Böyle de yatılmaz ki

O.Veli KANIK

*GİTTİN DEĞİL Mİ?


"Sana anlattıklarım neleri susuyor bir bilsen
Ve anlatmadıklarım neleri söylüyor..."

Boğazımı yırtarcasına susuyorum
Ya verilmekten yıpranan cevaplardayım
Ya sorulmamaktan solan sorularda
Sen ıslatmasını bilmeyen bir yağmur oldun her akşam
Ben ıslanmasını bilmeyen ahmak
Bu yüzden aşık olamadık sırılsıklam

Pimi çekilmiş coğrafyalarda
Zaman ayarlı bir aşkın en tesirsiz parçasıydım
Ve ben günah şeridinde hatalı sonlanandım

Az gittim… uz bittim… hiç geldim!!!

Uyurken bile uykusuzluk akan gözlerinde
Kaçan trenlerin hesabını istasyonlara kesen
Kalabalıkta unutulmuş bir yalnızdım
Kendine kaçak yolcular bindiren...
Her yolcu da kendini ihbar eden!

Kalbime girmek tehlikeli ve yasaktırlarla
Yaşamamaya kalkışıyorsun hayata
Ve ben senden yırtılma bir yelkenle
Aynı yöne gittikçe aynı yere geldim
Sonumu baştan yazdım;

İçimde hala bana ilk aldığın acım!
Gece, sabahı da siyah kusuyor üstüme
Aklıma yaprakların dökülüyor
Bugün aklımda sen vardın;
Aklımı karıştırmadım!

Artık biliyorum…
Aşk bir intihar saldırısıdır; yalnızca iki kişinin öldüğü!
Aşka nişan alıp ayrılığı ıskalayan acemi
Hala gözlerinde kalp kapaklarım

"Seni almadan içimden nasıl giderim?"

Ve sen kaç kez bu hırsla sevildin
Koca koca kışları;
Kısa kısa şubatları biriktirdin...
Susku sınanmamış bir ustura gibidir
Susardın…
İç denizine sığınmış gemileri yakan bir limandın
Bak şimdi gönülsüz gittiler senden;
Gönlünü çaldıkların !!!

Yazmadıklarından korkarsın en çok yaşadığın hiçbir şey de
Ve adın gibi bilirsin;
Aramayı unutan bulmayı öğrenemez
Bugünler dünlerinden utanıyorsa
Hiç yarın olamayacaklar
Şimdi ne bugünsün ne de yarın
Olsa olsa sadece bir yarım;
Ya da eksilen yanım!
An kaybından ölen zaman
Senden daha katilini bulamadı kendine
Gelseydin eğer kendimi bile kovardım yanımdan
Gelmedin yine kendimsiz kaldım ardından...
Dünyanın bütün dillerinde sustum ve bir şair bıraktım geride
Ekmeğini aşktan çıkaran!

"Sustalı bir aşk senin ki
Sesinle çıplaklaşıp suskunluğumla giyiniyorum"

Korunak sandığım tüm senlerde
İçimde yoktan başka bir şey kalmadı
Ruh ölünce cesedi beden taşıyor sırtında
İki büklüm acılarla …
Patlasam her yere acı sıçrayacak biliyorum
Patlamamaya hazır bir bomba oluyorum
Ben mi çok yorgundum sen mi çok dinç?
Bende mi eksikti sen de mi fazlaydı sevinç?
Dilsizler yalan söyleyemez anladım,
Ya ben konuşamadım ya sen sağırdın!

Her şeye rağmen bana öyle çok sığdın ki
İçimde kimseye yer bırakmadın
Bildiğim; Ağaç misali toprağa bağlandıkça gökyüzüne uzamak
Çelişkim; Giden bir tren de kalanların şarkısını haykırmak
Hangi dil kendini kandırabilir ki?
Aşk bir suç değil mi ;
Her defasında kendini ihbar edip yakalatan.
Ve en saf ihanet, kendi ihanetine kanan
Senin gibiler vakitsiz susan aşkı severler
Seni bu kör kuyulardan salan neyin şarkısıysa
Gözlerinin kahvesinden içtiğimde oydu

"Şimdi eksilen her yanıma adını verdim
Bu yüzden güzelim ben..."

Dudağını düğümlediğim fırtınaları kopardım sonunda bir bardak su da
Ben hancı sen soncu
Sana dayanamadı bıçak kemiğe dayandığı kadar

Elbette unuturum sonunda
En fazla bir mevsim ağlarım
Alışırım yalancı baharlara ama;
Ama yine de biri beni kandırsın yokluğunda
Sen bu şiiri okurken ben başka bir şiir de olacam
Başkasının kollarında da senin yollarını adımlamak varmış meğer
Sana anlattıklarım ne çok şey susuyor
Ve sustuklarım neler söylüyor

"Gittin değil mi?

Şimdi ne desem kar yağıyor…"

Kahraman TAZEOĞLU

Teşekkürler Zu zu

14 Mayıs 2010 Cuma

*KİMSE


zamanı yıllarla tartanlar
yanılırlar
hiçbir şey tartılmaz başka bir şeyle
hatta çoğu zaman kendiyle bile
yaşanır, içini tohuma bırakır
geçer gider
geçmez sandıkların bile

hiçbir geçen tartılmaz kalanla
neyin kaldığını çoğu kez kendi de bilmezken insan
kimse kimse kimse
sahi kimse
ya da hiç kimse
söylediklerimden çok
sustuklarım
seçtiklerimden çok
reddedilmek için
ne kadar varsam
o kadar kimseyim kendime

güç kötü bir şey
kaderken de
kaldıramazken de
güç kötü bir şey
güçlüyken de
güçsüzken de
kaldığın yerden devam etmenin karanlığı
benzemiyor hiçbir çaresizliğe
kimin kaldığı yer var ki dünyada
kaldım sandığın yer
bizden geçendir çoğunlukla
içimizi parçalaya çoğalta
hâlâ gittiğim sona aceleci adımlarla
bütün iş birinin dediği gibi,
yavaşça acele etmek aslında

ölene kadar yavaşla işte
ölene kadar yavaşla
ne başkalaştırırsan o kadarsın
başkalarının imtihanlarından büyük gelecekler umma

çaresizlik bile bizden bir başkası yapmaya yetmez
bize biçilmiş döngüye katlanırız yalnızca
bir bakıma hiçbir yerdeyiz
bir bakıma yalnızca buradayız
var oluşumuzun ağırlığı altında ezilirken yapayalnız
ait olduğunu sandığın bütün grupların içinde yapayalnız
reddin imkânları sayım kayıpları yoklama kaçakları
sanma ki hayat bizi bekler başka kıyılarda
oysa biz buradayız
halsiz, kanıtsız
yılların neyi tarttığını bile bilmeden
kendi gücümüzün altında azala azala

kollarımız kadar kulaç kalplerimiz kadar sahil
hiçbir adanın almadığı yalnızlarız,
tamamlanmamış haritasında
define ve varlık
geleceğin tarihe dağıttığı kayıplar
bir gün birbirini bulmanın umuduyla

gölgemizle barışmanın uzun yolculuğu: büyümek
kendiyle tanışmayı erteler insan çoğu zaman
hayat yanlışlarla kısalır
başka biri olarak girdiğimiz bir kapıdan
bir diğeri olarak çıkarız
gündeliğe katlanmak için başkalarını kandırırken kendimizi yanıltırız
içimizi denerken yüzeriz farklı yüzlerle kendi içimizde bile
bu yüzden aşk yalnızca bir fikirdir
bu sefer gerçekleştirdiğini sandığın bir fikir
hep öyle oldu bende
hep saklı kaldı içimdeki anahtar
ve hep aynı kilitte kırıldı

fikirler de zamanla değişir
kırıldıkları yerde
kırıldıkları yer her şeyi değiştirir

zamanla bir şey söylemez artık kırılmak bile
sonra başka bir başlangıcın kapısında
aynı korkularla kalakalırız
daha önce de söylemiştim:
kimse yoktur kimsenin kimsesizliğine
her şiirin gizi başka bir şiirle
açıklar kendini
demiştim ya, hep öyle oldu bende
böyle katlandım kimsesizliğe
o birini ararken bile biliyordum
hiç kimse hiç kimse hiç kimse

Murathan MUNGAN

*KUTADGU BİLİG VE YUSUF HAS HACİP



Kutadgu Bilig ve Yusuf Has Hacib
11. yüzyılın başlarında bugünkü Kırgızistan sınırları içinde yer alan Balasagun'da doğan Yusuf Has Hâcib, asil bir aileye mensuptur. Balasagun'da yazmaya başladığı Kutadgu Bilig (Mutluluk Bilgisi) adlı yapıtını 1069 yılında Kaşgar'da tamamlayarak Karahanlı hakanlarından Ebû Ali Hasan İbn Süleyman Arslan Hakan'a sunmuştur. Bir siyasetnâme veya bir nasihatnâme olarak nitelendirilebilecek Kutadgu Bilig, Yusuf Has Hâcib'in ve içinde yetiştiği çevrenin ilmî ve felsefî birikimi hakkında çok önemli bilgiler vermektedir.

Kutadgu Bilig, her iki dünyada da mutluluğa kavuşmak için gidilmesi gereken yolu göstermek maksadıyla yazılmıştır. Yusuf Has Hâcib'e göre, öteki dünyayı kazanmak için bu dünyadan el etek çekerek yalnızca ibadetle vakit geçirmek doğru değildir; çünkü böyle bir insanın ne kendisine ne de toplumuna bir yararı vardır. Oysa başkalarına yararlı olmayanlar ölülere benzer; bir insanın erdemi, ancak başka insanlar arasındayken belli olur. Asıl din yolu, kötüleri iyileştirmek, cefaya karşı vefa göstermek ve yanlışları bağışlamaktan geçer. İnsanlara hizmet etmek suretiyle faydalı olmak, bir kimseyi, hem bu dünyada hem de öteki dünyada mutlu kılacaktır.

Yusuf Has Hâcib bu yapıtında bilimin değerini de tartışır. Ona göre, âlimlerin ilmi, halkın yolunu aydınlatır. İlim, bir meşale gibidir; geceleri yanar ve insanlığa doğru yolu gösterir. Bu nedenle âlimlere hürmet göstermek ve ilimlerinden yararlanmaya çalışmak gerekir. Eğer dikkat edilirse, bir âlimin ilminin diğerinin ilminden farklı olduğu görülür. Mesela hekimler hastaları tedavi ederler; astronomlar ise yılların, ayların ve günlerin hesabını tutarlar. Bu ilimlerin hepsi de halk için faydalıdır. Âlimler, koyun sürüsünün önündeki koç gibidirler; başa geçip sürüyü doğru yola sürerler.

Kutadgu Bilig'den 50 Mesaj
1- Akıl senin için iyi ve yeminli bir dosttur. Bilgi senin için çok merhametli bir kardeştir.
2- Allah’a sığın, onun emrine itaatsizlik etme!
3- Akıl süsü dil, dil süsü sözdür. İnsanın süsü yüz, yüzün süsü gözdür. İnsan sözünü dili ile söyler; sözü iyi olursa, yüzü parlar.
4- Allah'tan ne gelirse ona razı ol!
5- Anlayış ve bilgi çok iyi şeydir; eğer bulursan, onları kullan ve uçup göğe çık.
6- Bir insan bütün dünyaya tamamen sahip olsa bile, sonunda dünya kalır; onun kısmetine ancak iki top bez düşer.
7- Bu dünya renkli bir gölge gibidir, onun peşine düşersen kaçar; sen kaçarsan o seni kovalar.
8- Bu dünyanın kusuru bin, meziyeti ise birdir. İnsan bunu nasıl geçirirse, o öyle geçer.
9- Bütün iyilikler bilginin faydasıdır. Bilgi ile göğe dahi yol bulunur.
10- Büyüklük taslayan kibirli ve küstah adam, tatsız ve sevimsiz olur; kibirli insanın itibari günden güne azalır.
11- Eğer kendine candan bağlı birisini arıyorsan, sözün kısası, kendinden daha candan birini bulamazsın.
12- Daima iyilik yap ki kendin de iyilik bul.
13- Doğan ölür, ondan eser olarak söz kalır. Sözünü iyi söyle, ölümsüz olursun.
14- Elini uzatarak gökteki yıldızları tutsan ve başın göğe değse bile, sonunda sen yine yerdesin.
15- Ey asil insan! İnsanlığı elinden bırakma; insanlığa karşı daima insanlıkla muamele et.
16- İşi adaletle yap, buna gayret et; hiçbir zaman zulüm etme; Allah'a kulluk et ve O'nun kapısına yüz sür.
17- Hangi iş olursa olsun, sen onu tatlı dille karşıla; her işte tatlı dil kullanırsan saadet sana bağlanır.
18- Hiçbir işte acele etme, sabırlı ol, kendini tut; sabırlı insanlar arzularına erişirler.
19- Diline ve gözüne sahip ol, boğazına dikkat et; az ye fakat helal ye.
20- Hangi işe girersen, önce sonunu düşün; sonu düşünülmeyen işler, insana zarar getirir.
21- Başkasının zararını isteme, kendin de zarar verme; hep iyilik yap, kendi heva ve heveslerine hâkim ol.
22- Bak, doğan ölür; ondan, eser olarak, söz kalır; sözünü iyi söyle! Ölümsüz olursun.
23- İnsanın bunca zahmet çekmesi hep boğazı ve sırtı içindir; mal toplar, yiyemez; öldükten sonra da vebali altında kalır.
24- Ey nimet sahibi olan kimse, şükret. Şükredene Allah nimetini artırır.
25- İnsan nadir değil, insanlık nadirdir. İnsan az değil, doğruluk azdır.
26- İnsanın bunca zahmet çekmesi hep boğazı ve sırtı içindir. Mal toplar, yiyemez; öldükten sonra da vebali altında kalır.
27- Çok mal aç gözlüyü doyurmaz. Ecel gelince pişman olur, fakat artık işini yoluna koyamaz.
28- Akıl bir meşaledir. Kör için göz, ölü vücut için can, dilsiz için sözdür.
29- Kötülük edersen, kötülüğün karşılığı pişmanlıktır. Elinden gelirse, kötülüğün inadına iyilik yap.
30- Çok dinle fakat az konuş. Sözü akıl ile söyle ve bilgi ile süsle.
31- Fenalık cahillikten doğar, hastalıklar kötülükler hep aynı noksanlıktan ileri gelir. Fakat tedavi ile hastalara şifa verilebilir; terbiye ile kötüler iyi edilebilir; okumak yoluyla da bilgisizlere bilgi verilmiş olur.
32- Gönlünü ve dilini doğru tut!
33- Gurur faydasızdır, o insanları kendinden soğutur. Alçak gönüllülük ise insanı yükseltir.
34- Halka faydalı ol, onlara zarar verme!
35- Her mahlûk kendi nasibini alır. Yürüyenler yiyeceklerini ve uçanlar da yemlerini bulurlar.
36- Her sözü söz diye ağzından çıkarma. Lüzumlu olan sözü düşünerek ve ihtiyatla söyle.
37- Her bakımdan tam zengin olmak istersen, kanaatkâr ol. Böylece kendi nasibini elde etmiş olursun.
38- Huzur istersen zahmet ile birlikte gelir. Sevinç istersen kaygı ile birlikte bulunur.
39- İşe acele ile girme, sabır ve yavaş davranarak hareket et. Acele yapılmış olan işler yarın pişmanlık getirir.
40- İnen yükselir, yükselen iner, parlayan söner ve yükselen durur.
41- İnsan, binlerce yaşasa, arzu ettiği şeylere kavuşsa bile, yine dileği bitmez.
42- İnsanı dil kıymetlendirir ve insan onunla saadet bulur. İnsanı dil kıymetten düşürür ve insanın dili yüzünden başı gider.
43- İnsanların seçkini insanlığa faydalı olan insandır. Halk nazarında muteber kimse, merhametli olan insandır.
44- İyi hareket et, kötülerin zararlarını ortadan kaldır!
45- Kara toprak altındaki altın, taştan farksızdır. Oradan çıkınca, beylerin başında tuğ tokası olur.
46- Kimin sana biraz emeği geçerse, sen ona karşılık daha fazlasını yapmalısın.
47- Menfaat sandalyeye benzer; başında taşırsan seni küçültür, ayağının altına alırsan seni yükseltir.
48- Öfke ve gazapla işe yaklaşma; eğer yaklaşırsan, ömrü heder edersin.
49- Söz ağızda iken sahibinin esiridir, ağızdan çıktıktan sonra sahibi onun esirdir.
50- Yalnız kendi menfaatini gözeten dosta gönül bağlama. Fayda görmezse, sana düşman olur, ondan vazgeç.

Teşekkürler Nazan Meltem AKTAŞ


13 Mayıs 2010 Perşembe

*GAZEL-3


Timur’un imparatorluğunun sınırlarını olabildiğine genişlettiği dönemde, Hafız bir gazel yazar.
Bu gazelin bir beytinde şöyle der:

O Şirazlı Türk (güzel) bize iltifat eder, gönlümüzü alır, aşkımızı kabul eylerse
Onun siyah benine Semerkand’i de bağışlarız, Buhara’yı da”

“Eger ân Turkî-i Şîrâzî be-deş âred dil-i mârâ
Be-hâl-e hindûyeş bahşem Semerkand û Buhârârâ”

Hikâye edildiğine göre Timur Hafız’ın kenti Şiraz’ı fethedince şairi huzuruna getirtir ve azarlar,
Semerkand ve Buhara gibi gözbebeğimiz iki kentimizi bir güzelin kara benine nasıl feda edersin be adam?
Hafız üzerindeki yırtık pırtık giysileri işaret eder ve şöyle cevaplar.
-Zaten vere vere bu hale düştüm sultanım!

Kaynak:http://lisanifarisi.com

12 Mayıs 2010 Çarşamba

*BUĞU BANYOSU



Kırgızistan'da batık bir vadide
Men seni bela sandım.

Kalbimden uzakta çok uzakta bir kurt öldü.
Şarap kızılı bir lale sızıpdur şimdi orada farkında mısın?

Geceyarısı batkıları ve al kanlar içinde ekşimden
öle budum. Yıllar ve yıllar var ki Bizansiyya'nın
tungasında erguvani balıkçıl gibi yaşadım.
Çünk heeç, heç görmedim dosttan vefa. Gözyaşım duştu.

Gözelsiz, vefasız, hakikisiz
Meleksiz, çeçeksiz, heykelsiz
Ben bu yerde yaşamadım.

Sonunda bir gün könlüme bir buğu banyosu yaptım.
Bulanık bir yağmur yağdı. Batkın eşklerden kendimi
kurtarıp başka bir tür Aşk'lara aldım.

Ben bu Aşk'a düşeli kimse yüzüm bakmaz.
Sevmiş bulundum güzelim gayri ne çare.

Ela gözlerim teninizin en derenlerine getti.
Batıl bir evlenme yaşadım. Sevsem de öldürüyorlardı
Sevmesem de. Düşerler onlar da yıkılıp düşer bir gün.
Heeç ağlamadım. Mavi kuzgun buğday başaklarını sıyırdı.
Gözyaşım duştu. Ben bu yerde heç yaşamadım.

Lale MÜLDÜR


*AŞKSIZLARA VERME ÖĞÜT


Aşksızlara verme öğüt, Öğüdünden alır değil,
Aşksız adem hayvan olur, Hayvan öğüt bilir değil

Kara taşa su koysanda, Elli sene ıslatsan da,
Tencere de kaynatsan da, Hünerli taş olur değil

Pınar akar otlar biter, Gül dalında bülbül öter,
Cahil gönlü taştan beter, Kolay yola gelir değil

Avcı kuşu şahin doğar, Güzel övmüş onu öven,
Avlanmayı bilmezse, Doğanlıktan kalır değil

Güneşler güneşi bitti, Ahirete teşvik etti,
Cahil onu öldü sanır, Peygember hiç ölür değil

Yunus olma cahillerden, Uzak kalma ehillerden,
Cahil salih olur ise, Cahillikte kalır değil

Yunus EMRE

11 Mayıs 2010 Salı

*SİSLER İÇİNDE İNSANLAR


Bir büyük kır bu dünya:
Gece vakti ıssız kır cin peri.
Bir baş uzanır gibi karanlıktan,
Gün ortası biri selam verip geçer,
Düşünürüm kimdi.

Tenha sokaklarda giderken yalnız,
Durdurur bir başkası beni dalgınlığımda;
Sallanır iki el, anlatır bir ağız,
Kırık dökük sözler kalır akılmda:
- Görüşelim, siz şimdi nerdesiniz?

Sisler içinde insanlar, çoğu yakınken uzak;
Bir yerden tanıyorum, ama nerden?
Ardından bakarım, köşeyi döndü mü yok:
Bir yarım rüzgar değer gider yüzüme
Eski bahçelerden.

Uykuların eşiğinde aynı şey:
Yılların ötesinden biri
Sisler içinde seslenir: -Hatırla!
Gölgeler gibi erir uzatsam ellerimi,
Buğularda.

Sisler içinde insanlar, gün ortası, geceleyin;
Hangisi gerçek, hangisi düş, şaşırdım.
Daha demin vardı, şimdi birdenbire yok
Issız bir kır akşamı
Bu benim yaşadığım.

Behçet NECATİGİL

* HÜRRİYETE DOĞRU


Gün doğmadan,
Deniz daha bembeyazken çıkacaksın yola.
Kürekleri tutmanın şehveti avuçlarında,
İçinde bir iş görmenin saadeti,
Gideceksin
Gideceksin ırıpların çalkantısında.
Balıklar çıkacak yoluna, karşıcı;
Sevineceksin.
Ağları silkeledikce
Deniz gelecek eline pul pul;
Ruhları sustuğu vakit martıların,
Kayalıklardaki mezarlarında,
Birden
Bir kıyamettir kopacak ufuklarda.
Denizkızları mı dersin, kuşlar mı dersin;
Bayramlar seyranlar mı dersin,
Şenlikler cümbüşler mi?
Gelin alayları, teller, duvaklar,
Donanmalar mı?
Heeey
Ne duruyorsun be, at kendini denize:
Geride bekliyenin varmış, aldırma;
Görmüyor musun, Her yanda hürriyet;
Yelken ol, kürek ol, dümen ol, balık ol, su ol;
Git gidebildiğin yere...

Orhan Veli KANIK

*ÇEK GÖZLERİNİ GÖZLERİMDEN

Çek Gözlerini Gözlerimden
Dolanır elim ayağım karışır dilim
Dalgalanır kabarır içimin denizi
Yeryüzü çekilir ayağımdan..düşerim...

Çek Gözlerini Gözlerimden
Ateşlenir kanım yanar dudağım
Al basar pençe pençe yanağım
Bir hoş havalanır içim..dağılırım....

Çek Gözlerini Gözlerimden
Coşar duygularım atlarım boynuna
Sarmaşık bedenim tutunur dallarına
Bana öyle bakma!
Şahlanırım gözlerinde aşka...

Ayla EKER