30 Kasım 2011 Çarşamba

*ZAMANLA


Düşününce uzaklarda olduğunu
öyle uzuyor ki zaman...
Bugün ne?
Hafta bitti bile.
Bana sorarsan daha günler var.
Ne acı
günlerle ölçülüyor ayrılıklar.

Duyunca uzaklarda olduğunu
öyle duruyor ki zaman...
Saat kaç?
Gün bitti bile.
Bana sorarsan daha saatler var.
Ne tuhaf
saatlerle ölçülüyor ayrılıklar.

Bilince uzaklarda olduğunu
öyle ağırlaşıyor ki zaman...
Güneş doğdu mu?
Sabah bitti bile.
Bana sorarsan birkaç dakika var.
Ne korkunç
dakikalarla ölçülüyor ayrılıklar...

Süreyya BERFE

 

*RÜZGARA YAZDIM ADINI


 Adını, vadilerin cemresinde
yolunu yitirmiş sulara yazdım
Saçlarına kırağı düşmüş ovalara
Göçmen kuşların konağı ovalara
Rüzgara yazdım bir de...

Seni o rüzgar getirdi bana

Gördüm seni bir daha
gençliğimin ilkçağının
gözleriyle gördüğüm gibi...

O yıllarda da böyle miydi
dudaklarının ve ağzının iklimi
kirpiklerinin karası
alnının serin serinliği
saçlarının ilkbaharı?

Yüreğimde aşkın ve yarası...

Yüreğim çarpardı

Ben çarpardım yüreğimi
çıkmaz ve ara sokaklara

Denizlerin tuzuna
gurbetlerin hüznüne
hüzünlerin sılasına...

Gözlerin,gözlerindi melhem
yüreğimin yarasına...

Alıp gitmek vardı seni o an
'Bana bir şiir oku' dediğinde

Alıp gitmeliydim seni...

Bedeni haritalardan silinmiş
bir park kanepesinde oturur
başımı omuzuna koyardım
sana şiirler okurdum

Senin şiirini okurdum

Gökyüzünün en karanlık gecesinden
en aydınlık yıldızını çalar
ve kalbinin üzerine koyardım

O yıldızın aydınlığı ile aydınlanırdı
senin geçmişin ve benim geleceğim

O yıldızın aydınlığıyla
sana sevdalar biçerdim
bana karasevdalar...

Sana sevinçler ve bana hüzünler...

Ah, geçmişimin hatırasından
hatırıma bir daha gelen sevgili

Kalbimin hangi kuytusunda
saklamalıyım şimdi seni?

Hangi vadilerin rüzgarına
yazmalıyım adını ve aşkını?

Hangi rüzgarın elvedasına...

Çık gel şimdi nasıl gelirsen gel
ben beklemedeyim

Bir telefonun sessiz teline
bir mektubun puluna değil
rüzgarlara yazdım adını...

Rüzgarla bekliyorum seni...

Refik DURBAŞ

28 Kasım 2011 Pazartesi

*NERE BAKSA GÖZÜMÜZ...

Nere baksa gözümüz vech-i dilârâda kalır
Kande olsak arzumuz sâki-i sahbâda kalır

Deldirir dağları şirin lebi ferhâda
Aklı mecnun olanın kâkül-ü Leylâda kalır

Ey garip halini bil var vatan-ı asla eriş
Bu serâba güvenen teşne bu sahrada kalır

Ger necât ister isen fulk-i vücudun garket
Câna kıymazlık eden sâhil-i deryâda kalır

Dilberin zülfü perişan âşıkının hâli
Kim perîşana gönül vermedi dâvâda kalır

Er geç bir gün bu cemiyyet-i âlem dağılır
Yâr ile sürdüceğin dem içtiğin bâde kalır

Dâr-i dildâre Hulûsi baş koyup cân verenin
Cânı cânânda gözü vech-i temâşâda kalır

HULÛSİ

27 Kasım 2011 Pazar

*ANKARA


 Ankara'ya öyle yakışırdı ki kar..
asfaltlar ışıldar, buz tutardı resmi yalanlar...
kimse keman çalmaz belki ama
çok keman çalınsın balolarında
diye yapılmış
gri sisli binalar...
alnının ortasında
ciddi bir devlet asabiyeti.
çok kötü günlermiş gibi en genç zamanlar,
bu zulüm bu sevda bitmezmiş sevmek
bir halkı sevmekse aşk o zaman sevmekmiş!
(biz bir şeyi delicesine severiz
ama tanrım neyi?)
kahve önü çatlak mozaik
bel kemiğine tehdit
kürsüler üstünde
çok sigara içen
öğrenciler
bir daha asla yaşayamayacağı
aşkları teğet geçerken
hep onu sevmeyenleri severek
hep onu sevenin gözlerinden
kalabalıklara kaçarak
karışarak toplumcu gerçekçi yalnızlıklara,
yüksek rakımlarda çatlamış dudaklarını
bir izmirli güzele dayatmak varken
(hep kardeş olacak değiliz ya,
yaşasın halkların sevgililiği!)
soyut bir sevdaya
beşik kertilmiş olan
dağda çoban,
şehirde şark çıbanı sayılan,
fırat'ın büyük elleri
ararat'ın kız yelleri
cilo'nun derin nefesleri
hülasa kente hukuk mukuk okun
mümkünse o arada da memleketi kurtarmaya gelmiş
anadolu çocukları, ankara' ya öyle yakışırdı ki kar
asfaltlar ışıldar,
buz tutardı resmi yalanlar
(belki balkona kar seyretmeye çıkar diye
sevdiğimiz kızlar
çok dibimiz donmuştur ve çoğu zaman
bu kar mevzuu
kızlara yeterince ilginç gelmemiştir
hiçbir şey kapalı bir dükkan kadar
hüzünlü gelmez insana
ankara'da,
yoksa bugün bir hayat
yaşanmayacakmı duygusu çöker bütün bozkıra.
Kimse keman çalmaz belki
Belki bu fiim hiçbir zaman
o kadar fiyakalı olmayacak ama
Hiçbir lahmacunda
o okul yolundaki üçüncü sınıf lokantadakinin
tadını vermeyecek bir daha
Çok daha iyilerini yedim sonra
bizzat Urfa'da hatta
Ama hiçbirinde
o kadar aç oturrnadım sofraya
ankara'ya
öyle yakışırdı ki kar
çok yabancı bir soluk duyulur bazı
bilinmez bir dilin ıslığından
anla ki sıkıldı bizim konsolosluktaki konuklar
öyle deme
Ankara'yı sevmeyene bir zulümdür
bu kadar insanın neden ankara'yı sevdiğini anlamadan
ankara'da yaşamak
yollarına hep sevdiğimiz insanların
adlarını vermediler ama biz her duvara
bilvesile onların adını yazarak yaşadık
kül ve betondan mürekkep
yaşadıkça yaşanılası gelen
o tuhaf bozkır kokusunda.
ankara'ya öyle yakışırdı ki kar.
asfaltlar ışıldar...
bir günden bir sürü gün yapan
mesai saatlerinde hiçbir şey yapan
hiçbir şey alıp hiçbir şey sunan
rakıyı bol sulu içen
dokunmasın için deği!
çabuk bitmesin diye devletimin tekel rakısı,
hep kağıtlara bakarak,
hep kağıtlardan bakarak
hem neşet ertaş' ı hem bülent ersoy' u
aynı anda sevmeyi başararak,
karısının bayat ekmeklerden yaptığı tatlıyı
çok beğenmeyerek ama
yine de bu tasarrufunu takdir ederek
boynu hep kıdemli bir atkının içinde saklıyken
hep bir şeylere birilerine küsmüş gibi
yürüyen...
memurlar.......
ankara'ya öyle yakışırdı ki kar..
asfaltlar ışıldar,
buz tutardı resmi yalanlar...
biz, şimdi kapalı birr kuruyemişçi
dükkanının -ki bütün plan kar altında
tuzsuz ay çekirdeği çitileyip
yanı sıra bafra içmektir-
kötü ışıklandırılmış vitrininden
umutsuzca içeri bakan,
kimliği gereğinden fazla sorgulanmış,
merhabadan çok çıkar ulan kimliğini denmiş,
-yani sistem kendi verdiği kimliği
zırt pırt geri istemektedir-
doğduğu yer yüzünden
doğuştan kavgacı zannedilen ama
pek çoğu kavgadan nefret eden
kavgacı esmer cesur korkak
çoğu kürt çoğu türk çocuklardık...
ankara'ya öyle yakışırdı ki kar....
ha sonra belki ahmed arifin aklına
hiçbir şairin aklına gelmeyecek
-çünkü hiçkimse bir daha ankara' yı
O'nun kadar sevemeyecek -bir şiir islenir:
kar altındadır varoşlar
hasretim,nazlıdır ankara.....
ustam yine sen bilirsin ama
hangi aralıkta bir şair ölmüşse
işte o,en netameli aydır bence.
ankara'ya öyle yakışırdı ki kar...
asfaltlar ışıldar...
yalanlar...
şimdi ve sonra ne zaman ankara'ya kar yağsa
elim gönlüm, çocukluğum buz tutar.

Yılmaz ERDOĞAN

*ETME

Allah'ım bu vuslatı hicran etme
Aşkın sarhoşlarını nalân etme

Sevgi bahçesini yemyeşil bırak
Bu mestlere bahçelere kasdetme

Dalı yaprağı vurma hazan gibi
Halkını başı dönmüş zelil etme

Kuşunun yuvasının ağacını
Yıkma da kuşlarını perran etme

Kumunu ve mumunu karıştırma
Düşmanları kör et de şadan etme

Hırsızlar aydınlığın düşmanıdır
Onların işlerini asan etme

İkbal kıblesi yalnız bu halkadır
Umut kâbesin öyle viran etme

Bu çadır iplerini öyle katma
Çadır senindir eya sultan etme

Yok dünyada hicrandan daha acı
Ne istiyorsan et de onu etme

Mevlana Celaleddin RUMÎ

26 Kasım 2011 Cumartesi

*DOST

Günüm karardığında, gecem uzadığında seni düşünürüm.

Bir şiir söylenir dünyaya, payıma düşeni alırım
Bir renk atılır fırçayla, ışığı yakalarım
Şarkı söyler bir kadın, dağılır yalnızlığım
Ve dimdik duruyorsa bir insan onca kavgada
Ödünsüz ve kararlı
Korkumdan utanırım

Ne omzunu isterim başımı yaslayacak
Ne ellerini, ellerimde tutacak
Varsın uzaktan savrulsun gülüşü
Hiç olmasın gölgesi yanıbaşımda
Sabahları bahçemde açan gül gibi
Soluğu karışıp gitsin havaya

Olması gereken yerde durur o
Yani hayatın tam ortasında
Bana kendimi sevdirmek için

Özel ARABUL

*UZUN YILLAR ÖTESİNDEN


 Uzun yıllar ötesinden,
Hatırını sorayım mı?
Sana gönül bahçesinden,
Bir demet gül vereyim mi?

Senden haber gelmeyince,
Bir kar yağar ince ince.
Sevgilim, diye her gece
Karanlığı sarayım mı?

Almamış gibi yazımı,
Güldürmesen de yüzümü,
Dile getirip sazımı,
Bir selâm göndereyim mi?

Fuat Edip BAKSI

*KENDİ OLARAK SANA GELEN


Kendi olarak, sana gelen-
sana gereksinimi olmadan, seni isteyen-
sensiz de olabilecekken, senin ile olmayı seçen-
kendi olmasını, seninle olmaya bağlayan- -
O, işte...

Oruç ARUOBA

24 Kasım 2011 Perşembe

*BİLMECE


Bir güzel kız çocuğu var uzakta
Siyah gözlerinde nem
İsmi benim defterlerimde sık sık geçer
Ama size söyleyemem.

Bazen düşünürüm de geçen günleri.
Bir hoş olur ürperirim
"Ben çok kadın tanıdım ama
Onu fazla sevmiştim" derim.

O güzel kız çocuğu şimdi kadındır
Günleri hem aşksız, hem tasasız
Kocası, evi çocukları vardır.
Biri oğlan, biri kız

Kim olduğunu sormayın... Söyler miyim hiç
Dallar kuruyunca eğilmez
Defterlerim, şiirlerim bilir onu sevdiğimi
Kendisi bile bilmez

Şemsi BELLİ


PAYLAŞ

22 Kasım 2011 Salı

*YORGUN SEVİ


Susarak, iki komşu gibi güne değerek
Asıl söyleneceklerin üstünden aşarak
Sevdiğim
Ayrı ayrı uzakta, yanyana.

Birbirimizi derinden gözlediğimiz yazlarda
Ve üstün körü baktığımız kentlerde,
Güllerin güllerimiz,
Hüzünlerimse hüzünlerimiz değil.

Bir deli kuzgun gibiyim, yaşlı teleğimle
Göğü siliyorum duraksamadan,
Yorgunluktan değil, öyle sanıyorum
Yalnızlıktandır,
Hızla dökülüyor tüyüm teleğim.

Orda öyle aramızda soluyor işte,
Ayrı ayrı uzakta, yan yana.
Hangi yangın, hangi deprem becerebilir?

Gülten AKIN

*BİLİRMİSİN


Bir gün gelir biterse yaşananlar
Hayata yenik düşüp,
Bitmez bendeki varlığın, hayat benim...

Uzasa mesafeler, çoğalsa arada varolanlar
Önemsizdir bende herşey, önemli olan benim...
Geceler boyu kış soğuğunda kalsada sevdamız
Bahara koşan sabah benim...

Yağmasa yağmur, olmasa gökkuşağı,kurusa toprak
Merak etme bereket benim...

Sussa evren, tükense sözler,bir başınalıktaysan
Konuşan, dinleyen benim...

Hüzün sarsa yüreğini, öfke alsa bedenini
Sığınacağın liman benim...

Gittiğin yolda yalnızsan,varsa korkuların
Yanıbaşında yoldaşın benim...

Herşey bende başlar bende biter, aslolan bensem
Çünkü hayat benim...
Bilesin ki yürek benim...

Münevver ERDOĞMUŞ

20 Kasım 2011 Pazar

*SEN BENDEN GİTTİN GİDELİ


Öyle ağırım ki kendime
Sen benden gittin gideli
Tenim küs olmuş tenime
Sen benden gittin gideli

Öyle bıkmışım ki kendimden
Kurudum düştüm dalımdan
Sanki ruhum çıktı canımdan
Sen benden gittin gideli

Bir cefam var idi bin oldu
Aktı gözüm yaşı sel oldu
Yaz baharım döndü kış oldu
Sen benden gittin gideli

Mazlum ÇİMEN

17 Kasım 2011 Perşembe

*UNUTAMADIĞIM


Açardın,
Yalnızlığımda
Mavi ve yeşil,
Açardın.
Tavşan kanı, kınalı-berrak.
Yenerdim acıları, kahpelikleri...

Gitmek,
Gözlerinde gitmek sürgüne.
Yatmak,
Gözlerinde yatmak zindanı.
Gözlerin hani?

"To be or not to be" değil.
"Cogito ergo sum" hiç değil...
Asıl iş, anlamak kaçınılmaz'ı
Durdurulmaz çığı
Sonsuz akımı.
İçmek,
Gözlerinde içmek ayışığını
Varmak,
Gözlerinde varmak can tılsımına.
Gözlerin hani?

Cânımın gizlisinde bir cân idin ki
Kan değil, sevdamız akardı geceye,
Sıktıkça cellad,
Kemendi...
Duymak,
Gözlerinde duymak üç-ağaçları
Susmak,
Gözlerinde susmak,
Ustura gibi...
Gözlerin hani?

A.ARİF
 
 

16 Kasım 2011 Çarşamba

*YILLARCA ÖNCEKİ GİBİ


Demin,
Oturduk bir kıyıda ikimiz,
Yeni bir aşkla, karımla ben,
Yeni, yepyeni bir aşkla.
Üstümüzden pek acayip kuşlar geçti,
Bir sonsuzdan bir başka sonsuza.

Yaşlandıkça daha iyi anlıyorum galiba
Bu anlamlı sevgiyi.
Önümüzde biraz peynir, bira
Hiç bitmemiş konuşacaklarımız sanki
Gecemiz, gündüzümüz öyle değişik
Yüzü öyle aydınlık ki, yıllar önceki gibi.

Kalktık,
Geçtik kendi denizlerimizden, kendi ormanlarımızdan,
Dinlendik bir ağacın gölgesinde,
Buluştu ellerimiz kendiliğinden,
Göz göze geldik sık sık,
Sevgimize eklenen bambaşka bir duygu derinliğinde.

Demin,
Oturduk bir kıyıda ikimiz,
Ben bunları düşündüm, yazdım,
Bir aralık, pazartesi,
İmzaladı bu şiiri gözlerimiz...

Edip CANSEVER

15 Kasım 2011 Salı

*ÇOBAN ARMAĞANI


Soğuk havalarda
Geliverince aklıma
Üşürsün diye
Seni düşünmüyorum.

Abbas SAYAR

14 Kasım 2011 Pazartesi

*FUZÛLÎ'DEN...


Mecnun ile bir mektebi-i aşk icre okuduk.
Ben Mushafı hatmettim, o Leyli'de kaldı.

FUZÛLÎ

"Mecnun ile aşk mektebinde okuduk.
Ben Kur’an’ı hatim ettim,o ise ‘’Ve’l_leyl”suresinde(Leyla da) kalıverdi..."

13 Kasım 2011 Pazar

*ÇOCUKLUK ÖZLEMİ

Ey beni ihtiyarlatan zaman
Döner misin yeniden geçmiş zamana?
Verir misin geri çocukluğumu?
Kederlerden uzak bir ömrü
Masallarda yaşamak için

Mehmet Sait ULUÇAY

*EV ZAMANI

Büyük istasyonlardaki büyük vedalar için
Trenler uzun bekler güzel bir gelenektir
Büyük istasyona benziyor artık bu ev
Tren bir yolcu daha edinecek demektir

Bulunduğum ruh halinden şöyle bir bakıyorum
Şu odanın biçimini alan ben değilim sanki
Şu mutfağın çeşmesinden akmamışım su yerine
Sofrayı donatmamış oturmamışım balkonda
Özellikle çocuklara sarılıp baktığım zaman
Olduğumdan daha güzel göstermemiş beni ayna

Bir kartal karıştırmış kayalıklarla bu evi
Parsın homurtuları pençeleri bu evde
Evler baykuş olunca sözler saptırılıyor
Yırtıcı hayvanlara benziyorum bu yüzden
Kırılanın sayısı her geçen gün artıyor
Gülümseyen fotoğraflar eksiliyor albümden

Eşyalar beni tanırdı yer verirdi bir koltuk
Sandalye benim için yanaşırdı masaya
Ördüğü dantellere benzerdi karım
Çocuklar avcı görmüş ceylanın gözlerine
Bir kez daha ben bu eve benzerdim
Ölmüş anne resminin çerçevesine

Köprüsüz ırmaklar aramızdan geçiyor
Ev odayı ısıtmıyor oda yalnızlığımı
Bir kuyuya düşer gibi düşüyorum şiirlere
Evim büyük istasyona benziyor sanki
Ama yolcu binemiyor bir kez daha trene

Abdülkadir BUDAK

12 Kasım 2011 Cumartesi

*DENİZİN BEKLEDİĞİ


Seni sevmek mor denizlerdi biraz
Ne kadar gidilse bir o kadar bitmeyen
Umutlar ve yıkışmalar ardında direnilen
Seni sevmek mevsimler içinde en güzel yaz

Seni sevmek yaşamanın aşılmaz büyüklüğü
Seni sevmek kan dolu yüzyılları korkutan
Ve sığınıp ılık kıyı kentlerine bir akşam
Seni sevmek çocukların düşlerinde gördüğü

Varılırdı daha saydam günlere isteseler
İsteseler yalnızlık giremezdi evlere
Seni sevmek bir kırlangıç olacak bekleseler
Ve uçacak durmadan adasız denizlere

Kim bulacak cam kırığı gözlerinde sevgimi
Sonra yalnız kalmak gibi yoksulca uğuldayan
Bütün okyanusların baş eğdiği tek kaptan
Sana verdim geç diye bütün denizlerimi

Afşar TİMUÇİN

10 Kasım 2011 Perşembe

*ŞAH BEYİTLER-82

Gözlerün şol mestdür kim hâb ana hâcet degül
Leblerün ol mül durur kim âb ana hâcet degül

CEM SULTAN

“Sevgili, gözlerin o kadar sarhoş bakmaktadır ki ona uyku gerekmez.
 Dudakların şaraptır, ona su gerekli değildir.”

Sarhoş göze nasıl ki uyku gerekmezse şaraba benzeyen dudaklara da su gerekmez.
 Çünkü göz nasibi olan uykuya, dudak da nasibi olan suya zaten sahiptir.
 Sevgilinin bunlardan hiçbirine ihtiyacı kalmamıştır.

  Âşık,
uykusuzluk çekmektedir; çünkü onu düşünmekten gözüne uyku girmemektedir. Susuzluk çekmektedir; çünkü onun dudaklarına hasrettir.
  Şair, sevgilinin şaraba benzeyen dudaklarına değmek ve onun sarhoşu olup kendinden geçmeyi istemektedir.

  Dudak ile şarap arasındaki benzetme yönü şarabın kırmızılığına ve âşığın üzerinde uyandırdığı etkiye bağlıdır. Gül renkli şarap, lal renkli dudağa kız kardeş gibidir. Sevgilinin dudağından mahrum kalan âşık meyhane meyhane dolaşarak teselli bulmaya çalışır. Böylelikle aşk acısından dolayı uyku girmeyen gözlerine uyku, su değmeyen dudaklarına şarap aramaktadır; ama bunları başka yerde bulması mümkün değildir. Bu arayış ancak sevgiliye kavuşunca son bulacaktır.

Yorumlayan:
 İbrahim Cemal TORUN
Özel Adana Gündoğdu Lisesi Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni

*TÜRK'ÜN SON BAŞBUĞU ATATÜRK


Ağlayalım Atatürk'e
Bütün dünya kan ağladı
Başbuğa olmuştu ülke
Geldi acem can ağladı

Şüphesiz bu dünya fani
Tanrının aslanı hani
İnsi cinsi cem'i mahluk
Hepisi birden ağladı

Doğu batı cenup şimal
Aman Tanrı bu nasıl hal
Atatürk'e oldu zeval
Yas çekip mebusan ağladı

İskenderi zülgarneyin
Çalışmadı buncaleyin
Her millet Atatürk deyin
Cemiyeti akvam ağladı

Atatürkün eserleri
Söylenecek bundan geri
Bütün dünyanın her yeri
Ah çektiler tan ağladı

Fabrikeler icat etti
Atalığın ispat etti
Varlığın Türk'e terketti
Döndü çark devran ağladı

Bu ne kuvvet bu ne kudret
Varıdı bunda bir hikmet
Bütün Türkler İnönü İsmet
Gözlerinden kan ağladı

Tren hattı tayyareler
Türkler giydi hep karalar
Semerkantı buharalar
İşitti her yan ağladı

Siz sağolun Türk gençleri
Çalışanlar kalmaz geri
Mareşal Fevz'askerleri
Ordular teğmen ağladı

Zannetme ağlayan gülmez
Aslan yatağı boş kalmaz
Yalınız gidenler gelmez
Her gelen insan ağladı

Uzatma Veysel bu sözü
Dayanmaz herkesin özü
Koruyalım yurdumuzu
Dost değil düşman ağladı

9 Kasım 2011 Çarşamba

*UZAKLARDAN BİR 10 KASIM MEKTUBU...



Bugün iş yerinde 10 Kasım’ı konuştuk, tema konusu olarak seçmiştim. Çok üzüldüm hiç kimsenin haberi dahi yoktu, tarihi sordum dedim bugün ne biliyor musunuz? sonra cevap verdiler evet 10 Kasım dediler derin bir iç çektiler biz biliyoruz fakat çocuklarımız hiç bilmiyorlar dediler. Unuttular Türklüğü onlar artik Hollandalı oldular istesek de olmaz artik biz değil; fakat çocuklarımız buralı artık dediler.

Sessizce düşündüm sordum cevapladım kendi kendime, neler kazandım neler kaybettim, dedim. İyi ki üç sene de olsa Türkiye’de okula gitmişim dedim. Geçen seneye kadarda ben de maalesef buradaki gençler gibi Türkiye’yi unutmuştum sadece tatil ülkemdi ne zaman ki sizlerle tekrar karşılaştım yolumu değiştirdim gitmem gereken yolda yürümeye başladım çok mutluyum.

Baktım 1989 tarihinden sonra hiç 10 Kasım aklıma gelmemişti, hiç Atatürk’ü düşünmemiştim, hiç bir milli bayramımız aklıma gelmemişti, ne İstiklal marşımız, ne andımız hiç biri aklıma gelmemişti, ne arkadaşlarım, ne de öğretmenlerim gelmişti aklıma. İyi ki sizlerle tekrar karşılaştım öğretmenim, unuttuğum unutmak üzere olduğum değerlerimizi bana yeniden kazandırdınız onun içindir ki sizlere yakınlığım, belki de tekrar kayıp etme korkumdu. Anladım ki öğretmenlerimde benim kadar çok mutluydu, onlar da beni tekrar görmekten çok mutlu olmuşlardı, hiç de beni yadırgamadılar, çok eksiklerim de varsa yüzüme vurmadılar.

Ben ancak bu kadarını öğrendim üç senede öğretmenim, çok iyiyim demiyorum fakat burada yasayan Türk gençlerine göre çok şey biliyorum. Simdi bakıyorum da öğretmenim, Veli Taştan öğretmenim olsun, siz olun, Hikmet Türkay öğretmenim olsun hepinizde çok candan samimi davrandınız, güveni sağladınız. Ben de açık yüreklilikle hiç de korkmadan konuşmayı, fikirlerimi paylaşmayı öğrendim. Belki birisiyle daha yakin konuştum, belki diğeri ile biraz daha mesafeli ama değerler hep aynı. Ne olursa olsun öğretmenlerimin hepsini çok seviyorum bana bir şeyler öğretmişler ki unutulmuş gibi de görünse unutulmamışlar.

Öğretmenlerimle olan sohbetlerimi gözden geçirdim Veli öğretmenimle çok değerli sohbetlerim oldu, saatlerin nasıl geçtiğinin dahi farkına varmadım. Öğretmenim dahi dedi: “Sümeyla seninle sohbet etmek çok güzel, ne mutlu bize ki sizler gibi öğrencilerimiz var” dedi. Hikmet Turkay öğretmenimle sohbetimizde” Sümeyla seni tekrar görmek istiyorum, İstanbul’a geldiğinde beni ara görüşelim demişti. Ne kadar güzel bir duygu öğrencin tarafından o kadar sene sonra hatırlanmak ve internette de olsa sohbet etmek demişti. Tabi ki hatırlayacağım benim için öğretmenlerim değerli, İstanbul’a gittiğimde telefon açacağım, beş dakika da olsa görüşeceğim öğretmenimle.

Celali öğretmenime yazdığım ilk maili hala çok iyi hatırlıyorum ne kadar resmi içimden diyordum beni tanımayacak unutmuştur hiçte göze batan bir öğrenci değildim, hatırlaması imkânsız diyordum. Bir gün sonra gelen mail beni şaşırtmıştı, çok duygulanmıştım, hiç beklediğim bir şey değildi. Telefon numarasını da yazmıştı öğretmenim.

Bir Cuma günüydü kardeşim aradı nerdesin abla çabuk bilgisayarını aç sana ne göstereceğim demişti. Hemen açtım baktım karşımda öğretmenimin blog sayfası ve fotoğrafları. Nasıl ağlamıştım o kadar sene sonra karşımdaydı. Daha sonraları her zaman kendime sormuştum nasıl ben akil edipte bakmadım Google’dan nasıl olurda kardeşim benim düşünmediklerimi düşünebilir demiştim kendi kendime. Onun da cevabını bulmuştum, yıllar önce hayır demesini öğrenirken unutmak istediklerimi de unuttuğum içindir ki merak edip bakmamıştım, silmiştim aklımdan, yüreğimden. Hepsini silmiştim kendime yeni bir hayat kurmuştum, yanlışlarımla, doğrularımla, sırlarımla hepsini çok iyi korumuştum. Türklerden uzak her şeyi değiştirmiştim oturduğum semti değiştirdim arkadaşlarımdan uzaklaştım kendime sadece Hollandalı arkadaş seçtim. Zaten kimse de benim Türk olduğumu tahmin etmiyordu bu da benim işime geliyordu istediğim gibi hareket ediyordum. Her gün Türklükten daha çok uzaklaşarak yaşıyordum; ta ki gecen sene 22 ağustosa kadar öyle yaşadım. Aslında çok da mutlu değildim durumdan, kolaydı fakat huzur vermiyordu. Şimdi burada yasayan gençlerde benim eski halimden farklı değiller çok iyi biliyorum onlarda bir boşluğun içindeler kendi hayatlarına yön veremiyorlar. Benim bir şansım varsa oda kendime çok güveniyor olmam, ne olursa olsun kafama koymuşsam yapıyor olmamdı. Tabi tek bu yetmiyordu, tekrar öğretmenlerimle olan kontağımdı beni biraz çekip çeviren hayatıma yön veren.

Öğretmenlerim beni hiç bir zaman aşağılamadılar küçük görmediler fakat bazı arkadaş olarak sahip çıkmak istediklerim beni aşağıladılar sanki onların yanında basit değersiz ciddiye alınacak birisi değilmişim gibi yaptılar. En son örneği gecen tatildi hepsi ayrı bir iz bıraktılar, aklıma geldiğinde hala çok üzülüyorum. Biliyorum ki o kişiler bana olan davranışlarından daha çok kendi kişiliklerini yerine tam oturtamadıklarından hırslarını benden aldılar. Yine de diyorum boş ver herkes kendi bilir sen bildiğinden şaşma ne biliyorsan onu yap diyorum.
Bugün yaşlılarımla sohbet ederken bir konuda bizim çocuklarımızın bundan sonra Türkiye’ye dahi gitmemesiydi. Ben de onu gelecekte görebiliyorum biliyorum aradan 20 yıl geçsin kimse Türkiye’ye gelmeyecek artik diyecekler asıl kökenimiz oradanmış fakat yıllar önce oradan gelmişler biz buralıyız diyecekler bu olacak bir şey. Tek burada yasayanlar öyle demeyecek Türkiye’de yasayanlarda ayni şeyi söyleyecekler, unutacaklar buradaki Türkleri. Zaten unutmuş bir durumdayız o zaman tamamen unutulacak. Böylelikle de bir şeyleri yavaş yavaş kayıp ediyoruz öğretmenim. Farkına varmadan elimizden yok olup gidiyor.

Bazı şeyler bize normal geliyor fakat çok iyi biliyorum sizler geldiğinizde gözlemlediğinizde aslında hiç de normal olmayan şeyleri göreceksiniz. Nerdeyse hiç bir Türk genci Atatürk’ün olum yıl dönümünü bilmez; çünkü daha önceleri ben de bilmiyordum. Hiç biri İstiklal Marşı’nı bilmez; ben de bilmiyordum çünkü. Buna benzer o kadar çok şeyler var ki hangisini anlatayım. Geldiğinizde siz kendi gözlerinizle göreceksiniz benim neden Türkiye’deki arkadaşlarımla, öğretmenlerimle olan kontağıma sahip çıktığımı anlayacaksınız. Kesinlikle ve kesinlikle sizleri kayıp etmek istemem. Bugün yine biraz kibar davranim başınızı şişirmeyim öğretmenim sonra yine yazacağım.

Saygılar öğretmenim, iyi ki varsınız, Iclal Ablama, Gamze’ye ve Cenk’e selamlar…
Öğrenciniz Sumeyla-HOLLANDA

*KIYIYA VURAN İÇİN SONE


Beni sev denizkızı, beni gözle, tanı,
kurgula, kendine çevir ve aç, bir de
beni ıslat, düğümlerimden çöz, bırak
uzaklaşayım açıklara doğru, bana ulaş

ve dokun, bana dik dalgaların verebileceği
özgürlüğü ver, içine al, içinde tut ve sal,
el değmemiş bir kıyı bulursam, kimsenin
ayak basmadığı bir ada, döner seslenirim.

Ben ve sen: Bir ten karmaşası kuralım,
tuzundan kaskatı kesilsin dilim,
hızımdan tutuş ve alevlerin ucundan uç,

gece gökyüzünde bir anlığına ağalım,
sessizliğimizden tiz bir boşluk kalsın:
Beni sev deniz kızı, beni bağla, bağışla.

Enis BATUR

8 Kasım 2011 Salı

*KİLİTLERİ KIRILMIŞ KAPILAR


Üşüyorum,
Çevir sıcak bakışlarını üstüme
Erisin boşluktaki beyazlık.

Bu yalnızlık üşütüyor içimi,
Oynuyor yerinden köşe taşlarım,
Öyle bir gariplik sardı ki yüreğimi,
Dokunsalar boşanacak gözyaşlarım.
Hiçbir düşünüşe dur diyemiyorum,
Ben benim olmaktan çoktan çıkmışım,
Kapalı bir kapı sanıyordum kendimi,
Meğer ardına kadar açıkmışım.
İçimde iki başlı bir adam var,
Biri beni, biri seni düşünüyor,
Üstelik ben de seni, ben de seni anıyorum,
Üç dünya birbiri peşinde dönüyor.
Üşüyorum,
Hasret ağır bastı üstüme,
Oynuyor yerinden köşe taşlarım,
Öyle bir gariplik sardı ki yüreğimi,
Dokunsalar boşanacak gözyaşlarım...

Abbas SAYAR

7 Kasım 2011 Pazartesi

*AŞK-I HÂMÛŞ


Aşk,
Her türlü ben'den uzak,
tek can olabilmek...

iki bedende,tek yürek,
bir sözde tek olmak...

aşk belki de yanmak,
sesini fırtınanı ulastırabilmek için,
dumanlar cıkarmak aşk...
konuşmadan anlaşmak,
göz göze gelmeye korkmak bazen,
belki de,
bambaska bir acıyla kıvranmak,
giden sevgilinin ardından...

tenha sokaklarda hıckırıklarla ağlamak,
yine de bir tebessümüyle,
dünyalara kavusmak aşk...
canına can katmak,
bir an için,koca bir ömrü harcamak belki,
ölümü göze almak,
yaşamak isterken hem de delice..

ya da hoyrat bir ölümün,
kıyısındayken,
can bulmak,
aşk...

aşk, yalnızca bir alevle kül olmak,
sonra bir tebessümüne yeniden doğmak aşk..

aşk,umutsuz bir haykırısın sesini kısmak,
kendinden vazgeçip, o olmak,
o kokmak...
aşk, tek bir bedende iki canı yaşamak...
iki bedende tek yürek tek can olmak aşk...

aşk,
yaşadıgını anlamak...

aşk,
bulutlarda koşmak...

aşk,
yangınlarda kalmak...
aşk,
tarifi imkansız...
bir yüreğe yaşama sevinci olmak...
bir cana can katmak aşk...

aşk,
o yaşasın mutlu olsun diye,
kapıyı çekip çıkmak...

aşk,
maşukta kaybolmak...
aşk,
hamuş olmak...

aşk...
başlangıçsız ve sonsuz olmak...

Sıla PAYLAR

*SONLUDUR AŞK DA


Güzel anılar biriktirdim senden,
Dudağıma solgun gülücükler getiren.
Özenle sakladım belleğimde,
Bir yığın oldu daha şimdiden.
Nasıl olsa bir sonu olacaktı bu aşkın,
Bir gün apansız gerçekleşiveren.

Bir terazinin durgun pirinç kefesine
Pat diye inince kara kiloluk,
Nasıl kalkar havaya birdenbire
Boşa kalan zavallı kefe.
Nasıl titreşir terazi uzun süre,
Denge sağlanıncaya kadar başka şeylerle.

Anılarla bozdum o dengeyi ben önce,
İkimiz için de yaptım bunu.
Yaşadığımız günlerden biriktirdim sessizce,
bir kefede sana hiç sezdirmeden.
Koyabilirsin kara kiloyu artık,
Bak, terazi nasıl kolay gelecek dengeye.

Mutluydum yine de ben kendimce
senin girdilerin, çıktılarım benim
Doğrusu uygundu birbirine,
Yanyana gelince, bir resmi tamamlayan.
Vazgeçilmezdi ellerin sonra,
Yangınımdan yorgar, döşek kaçıran.

Ama inan sonludur aşk da,
Kovalar sonunu kendi kendinin.
Bana bir uçurum gerek şimdilerde,
Yeterince dik ve derin.
Bir çavlan istiyorum çünkü,
Kırmak için kristalini hayatın ve şiirin.

Metin ALTIOK

*AŞK DEDİĞİN MAHREMDİR


Leyla’ya sormuşlardı hani bir gün,
"Sen mi Kays’ı daha çok sevdin; yoksa o mu seni?"diye.
"Elbette ben onu daha çok sevdim!" demişti Leyla,
Kays adını duyar duymaz gözünden yaşlar boşanarak, "Elbette ben onu daha çok sevdim!"
"Nedir delilin, nasıl ispat edersin onu daha çok sevdiğini, üstelik o senin için çılgınlığa varmış, aklını yitirmiş mecnun olmuşken?" O vakit Leyla ağlayarak:

"Dostlar!.."demişti, "sırdır ki gizli gerektir sevgilinin adını dile düşürmek hakikatte ayıptır. Kays bir dağ delisi gibi davrandı, gitti sahralarda çöllerde aşkımız ona buna anlattı, ben kimseciklerle paylaşmadım onun sevgisini, içimde büyüttüm, büyüttüm, büyüttüm… Budur ki benim onu daha çok sevdiğime delildir.“

- Mecnun kime anlattı aşkını Haminneciğim?
-Kurtlara, kuşlara, dilşeker’im, yalnızca ağzı var dili yok kurtlara kuşlara. Buna rağmen sırlarına halel geldi, sevdaları dillere düştü, şiirlere nakış oldu.

Sevgi dediğin, aşk dediğin mahremdir, dile getirmek mahremine halel getirmektir.

İskender PALA

PAYLAŞ

6 Kasım 2011 Pazar

*YENİLİŞ


Açılmamış bir şarap şişesiydim
Ki öyle kaldım
Acımı köpürtmedim
İçime sağdım
Gözyaşlarımı göstermedim
Ki sildim
Özgürlüğüm beni tutsak düşürdü
Başaramadım

İçimde kara kara bulutlar sallandı
Ki sallandılar
Dışarı yağamadım

Ve yenildim ve sustum.
Başaramadım

Edip CANSEVER

PAYLAŞ

*BU AŞK BURADA BİTER


Bu aşk burada biter ve ben çekip giderim
Yüreğimde bir çocuk cebimde bir revolver
Bu aşk burada biter iyi günler sevgilim
Ve ben çekip giderim , bir nehir akıp gider

Bir hatıradır şimdi dalgın uyuyan şehir
Solarken albümlerde çocuklar ve askerler
Yüzün bir kır çiçeği gibi usulca söner
Uyku ve unutkanlık gittikçe derinleşir

Yan yana uzanırdık ve ıslaktı çimenler
Ne kadar güzeldin sen , nasıl eşsiz bir yazdı !
Bunu anlattılar hep , yani yiten bir aşkı
Geçerek bu dünyadan bütün ölü şairler

Bu aşk burada biter ve ben çekip giderim
Yüreğimde bir çocuk , cebimde bir revolver
Bu aşk burada biter iyi günler sevgilim
Ve ben çekip giderim , bir nehir akıp gider ...

Ataol BEHRAMOĞLU

5 Kasım 2011 Cumartesi

*SEVDADIR


Göğü kucaklayıp getirdim sana
kokla
açılırsın

solmuşsun
benzin sararmış
yorgun bir işçinin yüzüne benziyor yüzün
öyle bükük bakma bana

çam kolonyası getirdim sana
kentli dağlıların haklı sevdasını
bolu ormanlarından çarpan bir koku
sanki köroğlunun ter kokusu
aman kokusu, billah kokusu
canlarım, canım benim

üzme kendini bu kadar
sana umudu öğretmeyenlerin suçu mu var
bak yeryüzü ne kadar geniş
ne kadar dar
Dur
akıtma gönlüm yaşını
gözünden öpecek bir yer bırak
oy bana en yakın
bana en uzak
sevgili yar
Hasretine vur beni

Giyecek çamaşır getirdim sana
adettir diye değil, sevdim diyedir
bağışla, eski biraz
bedenim uygundur diye bedenine
elimle yıkadım, ütüledim
elma ağacında kuruttum

Günler sarmal bir yay gibi
bunu unutma
Bahar annemizin yemenisindeki solgun çiçektir
bunu unutma
Seni ben her yerinden öperim
bunu unutma

kadere inansaydım
sana inanırdım
Düşürmem sigaramın ucundaki külü ben

öyle kırık bakma bana
Caddeler nasıl da genişliyor
sana bunu söyleyecektim
Bileyli bir makas vardı yanımda
sana bunu söyleyecektim
Hadi kes büyüyen tırnaklarındaki kiri
sana bunu...
Oyy nasıl söyleyebilirim
deliren sevdamızın kısrak huyunu

Elimi tut
tuttururlar, o kadarına izin verirler
kahreden bir ayrılığın çılgınlığı değil bu
Bir isyanın kelepçeleşmiş resmidir parmaklarımız

sen içerde
Ben dışarda...
Oyyy mahpusluk mahpusluk...

Arkadaş Zekai ÖZGER

*UZUN YAĞMURLARDAN SONRA

hareketli-resimleri-1o8.gif

www.celaliboylu1.blogspot.com

Sen yağmurlu günlere yakışırsın
Yollar çeker uzak dağlar çeker uzak evler
Islanan yapraklar gibi yüzün ışır
Işırsa beni unutma

Alır yürür sıcak mavisi gökyüzünün
Kuşlar döner uzun yağmurlardan sonra birgün
Bir sızlar yanar içinde büsbütün
Her şeye rağmen ellerin üşür
Üşürsen beni unutma

Yeni dostlar yeni rüzgarlar gelir geçer
Yosun muydum kaya mıydım nasıl unuttular
Kahredersin başın önüme düşer
Düşerse beni unutma  
Gülten AKIN

Paylaş


4 Kasım 2011 Cuma

*YENİ BİR DÜNYA


Dünyada geçirdim çocukluğumu,
İnsanlardan eşya yaparlar,
Kırmızı bir orman iki boyutlu,
Kendi başına yağardı kar.

Gör ki, öldüğümde bilmedim,
Elimde bunca sözcük kaldı,
Nerde geçecek benim erginliğim?
Bu dünya bir daha olmalı.

Bir dünya daha olmalı, burada,
Bir yerde, o kadar yakın ki,
Seslensem duyulacak belki,
Belki başladım onu yaşamaya...

Melih Cevdet ANDAY

*ÖĞRETMENİM

İçel-Gülnar Ovacık Ortaokulu-1981
www.celaliboylu1.blogspot.com

Eserin senin
Duyarsızlığın ucundaki
Yaşlı çocuklar..
Tutunmuşlar bencilliğin
Çıkıntılarından
İne ine aşağılara,
Bir nesil tükeniyor..

Kırpıldıkça kenarlarından
İsyan üreten görüntüler
Üstü örtülü bir tezgah altında
Ejderhalar üretiyor pireler
Eylül onların gözlerinin içinde
Kinle oluşmuş bir yığınak
Fırsatçıların odağı
Sevgiyi imha eden bir sığınak
Ve ..
Umut bağladıkları
Arkası uçurum olan
Bir dayanak ..

Öğretmenim
Kurumadan
Değerlerin kaynağı,
Yaklaş kılcal damarlarına
Gençliğin..

Yaklaş,
Sönmüş bir duyarlığı
Zaman savurmadan ..

Biliyorum
Yakanda iki el var..
Özgür değilsin iç dünyanda,
Acılarla önüne düşerken yarın..

Sağında olaylar,
Solunda seni hırpalayan sırlar,
Endişelerin kaynağı
Senin içinde büyüyen
Yarınlar..
Eserlerin
Sadece seni değil,
Kendilerini de göremiyorlar
Öğretmenim !…

Üzeyir ÇAYCI

*GÖZÜM KESMİYOR


Sessizim ne kadar üzsen de beni
Ağzımı açmaya gözüm kesmiyor
Vurduğun zincirden çözsen de beni
Bırakıp kaçmaya gözüm kesmiyor

Ne olur git deme kalbimi kır da
Meleyen gönlümü kaptırma kurda
Sıratı geçecek imanım var da
Aşkından geçmeye gözüm kesmiyor

Ne çıkar sararıp solsa da yüzüm
Gönlümde baharsın gelse de güzüm
Çekilmez olsa da sitemin nazın
Başka yar seçmeye gözüm kesmiyor

Ne olur git deme kalbimi kır da
Meleyen gönlümü kaptırma kurda
Sıratı gececek imanım var da
Aşkından geçmeye gözüm kesmiyor

Cemal SAFİ

3 Kasım 2011 Perşembe

*BİR GECEYİ ÇALSAM NE OLUR ÖMRÜNDEN?


Nefesler karışmaz,
Tutunmak bir gül ağacına,
Narı ortadan bölmek gibidir binlerce tane,
Getirdiklerin öylesine,
Ellerime dikenler batmıyor,
Bir şehri boyuyorum bir uçtan bir uca,
Meramım sensin sonuçta.

Akıllara iğneler batırıyorum,
Bir güzel kızın dudaklarında uyanmacasına,
Şiirle ama aşksız.
Pencereleri açıyorum,
Rüzgarlar doluşuyor içeriye yerleşmek istercesine,
Karışığım derken seni düşünüyorum,
Karışıksın demek istiyorum.
Bir isim arıyorum sana,
Sözlükten değil gönlümden,
Birinci iyelik zamirinden bir ek sonuna,
Küçüğüm gibi,
Gülüm gibi,
Ömrüm gibi..

Üzüm zamanı,
Gözlerin mesela,
Bağbozumunda şaraplar taşıyor,
Yüreğim sarhoşken hala,
Konuştur beni
Ya da tutuştur beni, ateş dansçılarına ışık yap bitmeyen bu gecede.
Ben yanarken raksedeyim,
Sabah olduğunda bu alemi tükenip terkedeyim.

Yüzyıl sonra kimse kalmayacak bugünden,
Bir geceyi çalsam ne olur ömründen?

Oğuzkan BÖLÜKBAŞI

*HÜZNÜN KUŞLARI


Ben bütün hüzünleri denemişim kendimde
Canımla besliyorum şu hüznün kuşlarını
Bir bir denemişim bütün kelimeleri
Yeni sözler buldum seni görmeyeli
Kuliste yarasını saran soytarı gibi
Seni görmeyeli
Kasketimi eğip üstüne acılarımın
Sen yüzüne sürgün olduğum kadın
Kardeşim olan gözlerini unutmadım
Çık gel bir kez daha beni bozguna uğrat
Sen tutar kendini incecik sevdirirdin
Bir umuttun bir misillemeydin yalnızlığa
Şanssızım diyemem kendi payıma
Hain bir aşk bu kökü dışarda
Olur böyle şeyler ara sıra
Olur ara sıra

Cemal SÜREYYA

*SENİ BEN NASIL SEVMEM


hani bir çocuğun sımsıkı sarılıp
bir bebeği öpüp koklaması var ya
o’sun işte sen
ben seni nasıl sevmem

kimileri gövde sanıp karanlığı
darmadağın sığınırken içine
sen aralayıp gözyaşlarını
gülüşünü serpiyorsun üstlerine

vakitsiz birer ölüm sanki geceler
bir bakımlık ay düşüyor herkesin payına
ve hiç dönüp de soran olmuyor
eklenen hangi düşler bir sonraki sabaha

bildik bir nehrin sularına kendini bırakıp da
gidilecek başka denizler arıyorsun ya
o’sun işte sen

seni ben nasıl sevmem

Tekin GÖNENÇ

1 Kasım 2011 Salı

*KAÇINCI?


Kaç hayal gemisi geçti
Toz pembe hayat çöllerimizden
Asude ve kayıtsız
Ve daha yaşımız kaçtı
Saçları ağarırken umutlarımız

Kaç aşk rüzgarı esti sinemizde
Kaç kere fısıldadı
Esmer delikanlılar
Yeşil gözlü güzel kızların kulağına
Yüreğimiz mezar oldu
Kaç divane âşıka
Beklediğimiz şehzadeler neyi getirdi
Beyaz atlarının nal sesinden başka

Kaç sarayı sığdırdık ruhumuzun daracık odalarına
Sarayda kaç defa oturabildik
Haşmetli Süleyman’ın tahtına
Belkıs’ın hemen yanı başına
Kaç geceyi salladık
Siyah beşikler içinde
Uyusun da büyüsün gündüz olsun diye
Kaç kere başımız darda kaldı da
Sitemler etmedik gelmedi diye Hızır’a

Hangi tövbeyi ederken
Berrak bir ırmağa girer gibiydik
Kaç kere yıkandık unutmanın sularında
Daha hatırlarken yine kirliydik

Zümrütten gökyüzü tam dokuz kattı
İklimler yedi, çileler kırktı
Kitaplarsa dört
ve Tanrı tek
Biz kaçtık peki
Ya da kendini sayılara sığdıramayan kaçıncı ?

Kadriye YILMAZ
PAYLAŞ