31 Ekim 2011 Pazartesi

*HAFIZ-I ŞİRÂZİ' DEN...


ازان بدير مغانم عزيز مى دارند
كه آتشى كه نمیرد همیشه در دل ماست
"Gönlümüzde aşktan dolayı hiçbir zaman sönmeyen bir ateş bulunduğundan,
Bana mecusilerin tapınağında saygı duyarlar, değer verirler."

Hafız-ı Şirâzi
alıntı: www.lisanifarisi.com

NOT:Mecusî, Mecus dinine mensup olan; Mecusîlik ise Mecus dinine ait inanç ve akidelere dayalı tutum ve davranışların bütünü; temel akideleri Ateş (ışık)'e tapmak olan Zerdüştîlik, Mithraîlik, Zurvaîlik, Manilik ve Mazdekîlik gibi çeşitli fırka ve mezheplerin ortak adı. Mecusîler, Ateş'e tapan, nur ile zülmeti iki hayır ve şer kaynağı olarak kabul eden bir topluluktur.
PAYLAŞ

29 Ekim 2011 Cumartesi

*YORGUN


Ne zaman dağılsa sesim
Şakağıma dayardın gözlerini

Oysa adınla başlamak istedim bu akşama
İstedim ki bir ayrılıkta bitmesin buruk
Günlerdir bir tek dize düşüremedim
Bu kaçıncı sürgünüm bütün renklerimi götürdün

Kanayan bir öyküdür içimizdeki bozgun
Hergün yeni bir hüznü takıp koluna
Bütün saatleri acıya kuruyor sanki
Şarkıların hüzzam makamındayız
Kanıyoruz göçebe yollarda yılkı atlar
Bir acı kahve hatrını unuttuk
Her köşe başında bir maskara

Tuzun ve şarabın tadı değişti
Nasılsa eskidi yüzün -değişmedi gözlerin-
Alevler yakmıyor artık inceltmiyor buzları
Üstümüzde sağır ve dilsiz bir gökyüzü
Her şey ayrıksı sanki bulutlar paslanacak
İşte solan bozkır akşam ve zaman
Sessizlik -sensizlik daha ne kadar
-Aşksa aşk işte nabzım-
Bütün sağnaklarını yağdır haydi yağdır
İster bir cehennem aç ister bir mayıs getir
Her vurguna hazırım nasılsa her şey pusuda gibi

Bu bungun akşama yazdırarak adını
Dal gibi serin yine gözlerin

A. Hicri İZGÖREN

PAYLAŞ

*KALBİM


bir dağ başı kuytusunda kırılan çiçek
iner senin ırmaklarında yunar
çünkü kalbim
acıyı sevdaya dönüştürmek
hünerin senin

Aydın YALKUT

28 Ekim 2011 Cuma

*YAŞASIN CUMHURİYET


Gölköy adında bir yer varmış Gelibolu'da
Televizyonda gösterdiler geçen gün.
Gelenek edinmiş köy halkı,
"Ben kendimi bildim bileli bu böyledir"
Diyor muhtar:
29 Ekim'de toptan sünnet ederlermiş çocuklarını...
Derken ekranda entarili bir çocuk belirdi
Kirvesi tutmuş kolundan
Yatırdılar bir kamp yatağına,
Ardından sünnetçi olacak zat boy gösterdi
Elinde bıçağıyla,
Çocuk kaldırdı başını, bağırdı:
"Yaşasın Cumhuriyet" diye
Bunun üzerine de ekran karardı
Korkarım bu, sade gölköylülerin değil, umumumuzun
Sade küçüklerin değil, büyüklerimizin de
Düştüğü bir tarihsel yanılgı
Çünkü sünnet değil, farzdır Cumhuriyet

Can YÜCEL

27 Ekim 2011 Perşembe

*AŞK


zor olan yaşamak mı?
yaşamı anlamak mı?
ben gözlerini değil
bakışlarındaki manayı seviyorum

uzak olan yıldızlar mı
yıldızlara baktığın an mı
ben sözlerini değil
sözlerinden anladıklarımı seviyorum

kutsal olan aşk mı
aşkı paylaşmak mı
ben sana hayran olmayı değil
hayranlığımdan utanmayı seviyorum

güzel olan gözlerin mi
gözlerinden gördüğüm sen mi
ben seni değil
bendeki seni seviyorum

Abdullah ABALI

26 Ekim 2011 Çarşamba

*ŞAH BEYİTLER-81


Kâ'be olmasa kapun ay ile gün leyl ü nehâr
Eylemezlerdi tavaf ol güzerî döne döne

NECATİ

“ Sevgili; eğer kapın Kâbe olmasaydı, ay ile gün;
 gece ve gündüz senin etrafını döne döne tavaf eylemezlerdi.”

Tavaf, bir şeyin etrafında dönmek anlamında olup, Hacerü’l Esved’in (Cennetten indiği belirtilen, hacıların dönerken selamladığı taş) hizasından başlanarak Kâbe’nin etrafında yedi defa dönmektir.
Evrenin en küçük maddesi olan atomdan, en büyük galaksiler dahi hem kendi hem de sistemleri etrafında tavaf halindedir. Dünya’nın uydusu olan Ay, havanın kararmasıyla belirir, Güneş ışıklarıyla görünürlülüğü sona erer. Bu sistem evrenin varlığından beri hiç aralıksız devam eder. Birinin belirginliği, diğerinin ortamdan çekilmesiyle ilgilidir. Şair, bu olayı sevgiliyle ilişkilendirip ay ile güneşin sevgili için doğduğunu söyleyerek hüsn-i talil (güzel nedene bağlama) sanatına güzel bir örnek vermektedir.
İnsanoğlunun en sevdiği varlıkları kutsal değerlerle ilişkilendirme eğilimi, o varlığın bir o kadar yüce olduğunu belirtmek istemesindendir. Şairin sevgilinin kapısını Kâbe’ye benzetmesi sevgiliye verdiği değeri ifade ediyor.
Ayrıca, sevgili ile Kâbe arasında kurulan ilgi oradaki Hacerü’l Esved’le de alakalı olabilir. Cennet’ten indiği düşünülen, hacıların her şavtta (dönüşte) selamladığı bu taş, şekil itibariyle göze benzemektedir. Bilindiği gibi Divan edebiyatında sevgilinin gözlerinden genişçe bahsedilmiştir. Şair sevgilinin gözlerinin güzelliğini ve ona yüklenen değeri büyük bir ustalıkla bizlere sunmuştur.

Yorumlayan: İbrahim Cemal TORUN
Özel Adana Gündoğdu Lisesi
Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni

Yorum Danışmanı: Abdûlhadi BAZ
Özel Adana Gündoğdu Lisesi
Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi Öğretmeni

24 Ekim 2011 Pazartesi

*KARAGÜL


İkimizde acemi birer aşıktık o zamanlar
Sen yollarda eski bir aşka ağlıyordun
Bense kendimi usta sanıyordum bu işlerde
Ve yağmur gibi akıp giden yıllardan
Geriye ne kaldığını bilmiyordum seni tanıyana kadar
Ama farkındaydım yine de
Ne zaman seninle olsam
Tanıdık bir kuş cıvıltısıyla uyanırdım her sabah
Şimdiyse kırılgan mektuplar yazıyorum
Hangi adrese göndereceğimi bile bilmeden
Malumun olsun ben sende ülkemi sevdim
Hüzün dolu yağmurlarla taşan boynu bükük nehirleri
Ben sende yolları sevdim
Dallarına hiçbir kuşun konmaya bile yanaşmadığı ağaçlarla
Kaplı yolları
İkimizde acemi birer aşıktık aslında
Ne yapacağımızı bilmeden serseri dolaşırdık yollarda

Ben sende ülkemi sevdim
Hüzün dolu yağmurları
Mor kanatlı turnaları yar...

Ben sende rüzgarı sevdim
Alıp götüren yılları
Saklı kalan umutları yar...

Ne yeminler bozdum
Geceler büyürken sensiz
Ne yeminler bozdum
Yıllar geçerken sitemsiz
Ne yeminler bozdum
Tarifi bile imkansız
Senin için ey karagül

Ben sende yolları sevdim
Yüreğinden gelip geçen
Sevda yüklü katarları yar...

Ben sende seni sevdim
Avuçlarken yüzümü
Yahut dokunurken sessiz yar...

Nurettin RENÇBER

PAYLAŞ

23 Ekim 2011 Pazar

*YİNE AYRILIK ÜSTÜNE


Cankoparan fırtınası mı gelen
Acıları ve umarsızlığıyla
Bu kaçıncı bölünüşü yüreğimin
Yeniden çoğalmalarda
En olmayacak serlerde büyütürüz
Sancılı sevgileri
Kırgınlık kalır avuçlarımızda
Yakınmalar buz çiçeklerinde solar
Neden hep ayrılık üretir türkülerimiz
Ve hep suskundur eski geceler
Zaman tutsağı sevgilerimiz
Açar dağbaşlarının yalnızlığında..

Gönül DURANOĞLU

*SÜKUT-U HAYAL


Böyle mi olacaktı türkülerin son hâli
ezgilerden sorulur küfürlerin vebâli

ayna kırıldı; hasret divanında gül soldu
papatya uçarı bir zakkum oldu
kuğu gölün en susuz noktasında boğuldu
ivedî bir kavgadır tenhâ da ömür
direniyorum
direniyorum ki, aşk yenilmesin
zenginlere, cinayet erbâbına

böyle mi olacaktı mutluluğun son hâli
kahkahadan sorulur hıçkırığın vebâli

bir milat öncesi kalıntı gibi
zulme açılıyor gizli kapılar
sanki bütün yüzler çalıntı gibi
çocuklarda bile kan kokusu var
hayat bir dramdan alıntı gibi
tabut kırılıyor; ağlıyor mezar
aşk elden gidiyor; durmamalıyım
yosunlu hayaller kurmamalıyım
ölümün ardına düşüp gün boyu
kırmızı camlara vurmamalıyım

böyle mi olacaktı değirmenin son hâli
bereketten sorulur kuraklığın vebâli

güya bütün umutlar ülkeme dolacaktı
güya ülkem göklerin yolunu bulacaktı
neden hafif tartıyor yüreğimi terâzi
intizarın mavi dengelerini
yıkıyor sonunda leylâ
direnmeliyim
direnmeliyim ki, aşk yenilmesin
yoksullara, kürek mahkumlarına

Nurullah GENÇ

22 Ekim 2011 Cumartesi

*HARELİ GECE


kıyameti derya örter
uzun yürüyüşünde isyanın
ben geçerim hareli geceyi
Leyla saçlı çölleri
tutkunum Aylı geceye
son tramvayında beni bekleyen
saçları İstanbul bir kadın vardır

düşlerimde gecenin tayfları
uzağım artık intihara ve isyana
ama isyancı bir şair olarak anılırım
Meçhul Şairler Anıtında

gece intihar edebilir
kravatıyla Yesenin'in
içimdeki Nil Nehri
bir sadabat şölenine akar
isyancıdır
taşabilir oylumundan
gece serap olur

bu rüzigâr şahlı rüzigâr
batık denizlerde batan rüzgâr
nihavent ve Celali gece batar

Ay dolanır koyda Leylanın saçlarına
güzelliğiyle ünlü bu âlemde
iki mahşer ötesi İstanbul harikuladedir

Hüseyin Avni CİNOZOĞLU

21 Ekim 2011 Cuma

*ÇOCUKLAR GİBİ


Bende hiç tükenmez bir hayat vardı
Kırlara yayılan ilkbahar gibi
Kalbim hiç durmadan hızla çarpardı
Göğsümün içinde ateş var gibi

Bazı nur içinde, bazı sisteyim
Bazı beni seven bir göğüsteyim
Kah el üstündeydim, kah hapisteydim
Her yere sokulan bir rüzgar gibi

Aşkım iki günlük iptilalardı
Hayatım tükenmez maceralardı
İçimde binlerce istekler vardı
Bir şair, yahut bir hükümdar gibi

Hissedince sana vurulduğumu
Anladım ne kadar yorulduğumu
Sakinleştiğimi, durulduğumu
Denize dökülen bir pınar gibi

Şimdi şiir bence senin yüzündür
Şimdi benim tahtım senin dizindir
Sevgilim, saadet ikimizindir
Göklerden gelen bir yadigar gibi

Sözün şiirlerin mükemmelidir
Senden başkasını seven delidir
Yüzün çiçeklerin en güzelidir
Gözlerin bilinmez bir diyar gibi

Başını göğsüme sakla sevgilim
Güzel saçlarında dolaşsın elim
Bir gün ağlayalım, bir gün gülelim
Sevişen yaramaz çocuklar gibi

Sabahattin ALİ

*ESKİDENDİ ÇOK ESKİDEN



Hani erken inerdi karanlık,
Hani yağmur yağardı inceden,
Hani okuldan, işten dönerken,
Işıklar yanardı evlerde,
Eskidendi, çok eskiden.

Hani ay herkese gülümserken,
Mevsimler kimseyi dinlemezken...
Hani çocuklar gibi zaman nedir bilmezken,
Eskidendi, çok eskiden.

Hani hepimiz arkadaşken,
Hani oyunlar tükenmemişken,
Henüz kimse bize ihanet etmemiş,
Biz kimseyi aldatmamışken,
Eskidendi, çok eskiden.

Hani şarkılar bizi bu kadar incitmezken,
Hani körkütük sarhoşken gençliğimizden,
Daha biz kimseye küsmemiş,
Daha kimse ölmemişken,
Eskidendi, çok eskiden.

Şimdi ay usul, yıldızlar eski
Hatıralar gökyüzü gibi gitmiyor üstümüzden
Geçen geçti,
Geçen geçti,
Geceyi söndür kalbim
Geceler de gençlik gibi eskidendi
Şimdi uykusuzluk vakti.

Murathan MUNGAN

20 Ekim 2011 Perşembe

*EKSİK KALDI


 Masada elin yerine sımsıkı tuttuğum çayımla
Isını alamadım eksik kaldı..
Çocuklarımızdan konuştuk
Oyunlarımızdan
Seyirciydik yaşamlarımıza
Sözler eksik kaldı..
Kurulmamış kalemizin taşları ayaklarımızda
Olmayan kulelerde dalgalanan yüreğimiz;
Kırgın, sinirli, isyankar bakışlarımızda,
Korkak bir sevgi kırıntısı
Eksik kaldı..
Dalga dalga çekildik dolunayda kendimize,
Bardakta çayımız bile eksik kaldı..
Kötücül bir boşluk gece yatağımda
Sınırlı zamanlara zorlanmış iki yabanıl sözcükte
Ortak ne varsa eksik kaldı..

Ece Arabul GÜNEL

*TELAŞLI PENGUEN


Aşkımız bitti
yüreğim burkularak söylüyorum bunu
çünkü bir yangın kovasının
içindeki durgun suda
beyaz bir kelebeğin boğulması
gibi garip oldu sonu
Aşk ki ay değil
güneş tutulması diyordum
dudak büküyordun bana
oysa ilkokul bahçesindeki çocuklar
ellerindeki isli camların ardından
gülüyorlardı sana
İnanmamıştın aşkın
bir elbise hırsızı olduğuna
ama köşesinde
kedinin uyudugu bir yatakta
çırılçıplak bırakmıştı
her ikimizi de
Giderken bir buzdağı gibiydin
sıcak sulara doğru yüzen
ve doruğunda
bir çift bale pabucunun
asıldığını söylüyordu
eteklerindeki telaşlı penguen
Bakakaldım
bindiğin taksinin ardından
onlar ki her mevsim
sarı birer sonbahar yaprağıdır
terk ettigin kentin sokaklarında
rüzgarla savrulan

Sunay AKIN

18 Ekim 2011 Salı

*ŞAH BEYİTLER-79


Kevn ü mekândan geçmişim ma’nî şârabın içmişim
Cânâne yüzün görmüşüm baştan ayağ cân olmuşum

NESİMİ

“Ey sevgili, mana şarabını içerek bu dünyadan geçmişim.
Senin yüzünü görerek baştan ayağa can olmuşum.”

Şarap içme dünyadan geçmeyi, sevgilinin yüzünü görme ise kendine gelmeyi ifade ediyor.
Şarap, maddi ve manevi olarak değerlendirilebilir. Maddi şarap, üzüm suyundan elde edilen ve içilince sarhoşluk hali yaratan içecek; manevi şarap ise Allah’ı sevmekten kaynaklanan zevkin sonucu ortaya çıkan mestlik halidir. Her iki sarhoşluk için dış âlemin bir anlamı yoktur, her iki grubu da dış dünya ile birtakım ilgilerden kesmiştir.
Sûfiler bu bakımdan içmeden sarhoş olanlardandır. Derin bir tasavvuf kültürüne sahip olan Nesimi, mana şarabıyla dünyadan geçmiş, sevgilisinin yüzünü görerek can bulmuştur. Buradaki sevgili Tanrı’dır. Tanrı’ya, gerçek anlamda ancak dünyevi arzulardan vazgeçilmesiyle ulaşılır.

Hazırlayan: İbrahim Cemal TORUN
Özel Adana Gündoğdu Lisesi
T.Dil.Edb.Öğretmeni

16 Ekim 2011 Pazar

*SEN DE KENDİMİ SEVİYORUM


Seni görünce;
Işıldayan gözlerimi
Titreyen dizlerimi
Çırpınan yüreğimi
Seviyorum.
Sarılıyorsun ya bana
Vuslatın heyecanını
Seviyorum.
Uzakda olsan da
Seni özlemeyi
Seviyorum.
Biliyorum geleceksin ya;
Umudumu
Seviyorum.
Hiç gelmezsen de
Seni beklemeyi
Seviyorum.

Ben;
Aslında seni değil..
Sen de kendimi
Seviyorum

Saniye EROL

PAYLAŞ

*GİZ


Senin yanındayken
Bir şeyler akıyor içimden,
Çağlayanlar gibi...
Tutku mu desem, çoşku mu desem.
Eve dönerken
Bir şeyler sönüyor içimde,
Gün batıyormuş gibi
Hüzün mü desem, korku mu desem.

Fang VEi TEH

PAYLAŞ

15 Ekim 2011 Cumartesi

*ZAMAN İÇİNDE


Bak! İşte gizleri yaşamın, işte mutluluk
Gülümsüyor bir kapı aralığından
Ellerimizi uzatsak tutabiliriz belki
Şimdi ya da hiç bir zaman

Unuttuğum bir şarkı mı? neydi o
Çok eskilerde düşmezdi ağzımdan
Birlikte yine söyleyebiliriz belki
Şimdi ya da hiç bir zaman

Gülen bir çocuk vardı yıllarca önce
Düşleriyle bulutlar üstünde yaşayan
Belki bir kez daha yaşarız o günleri
Şimdi ya da hiç bir zaman

Nasıl da yandı bir anda. Görüyor musun?
Dev ağaçlarıyla o içimizdeki orman
Yanmamış bir yer buluruz belki, ararsak
Şimdi ya da hiç bir zaman

Kişi sımsıkı sarılıyor bulduklarına
Umutların bir rüzgarla savrulduğu an
Yine de bir şeyler kurtarabiliriz belki
Şimdi ya da hiç bir zaman

Her şey bize biz kadar yabancı artık
Giderek yitiyor zaman içinde insan
Oysa ki, çağları aşabiliriz birlikte, gel
Şimdi ya da hiç bir zaman

Ümit Yaşar OĞUZCAN

14 Ekim 2011 Cuma

*BİZİM CANIMIZA GELSİN


Hastalıklar senden uzak olsun,
ey canlarımızın rahatı,
ey gören gözümüz,
kem gözler senden uzak olsun!

Bedenin sağlam olsun, ay yüzlü güzel,
gölgen başımızdan eksik olmasın!

Gül bahçesine benzeyen yüzün,
o gönül otlağımız,
ovamızın yeşilliği,
nasılsa hep öyle kalsın,
hep öyle taze, yeşil.

Bizim canımıza gelsin
senin bedenine gelen ağrı

Haz.MEVLÂNÂ

*KİMİ SEVSEM SENSİN


Kimi sevsem sensin / hayret
Sevgin hepsini nasıl değiştiriyor
Gözler yaprak yeşili
Senin sesinle konuşuyor elbet
Yarım bakışları o kadar tehlikeli
Senin sıgaranı senin gibi içiyor
Kimi sevsem sensin / hayret
Senden nedense vazgeçilemiyor

Her şeyi terk ettim / ne aşk ne şehvet
Sarışın başladığım esmer bitiyor
Anlaşılmaz yüzü koyu gölgeli
Dudakları keskin kırmızı jilet
Bir belaya çattık / nasıl bitirmeli
Gitar kımıldadı mı zaman deliniyor
Kimi sevsem sensin / hayret
Kapıların kapalı girilemiyor

Kimi sevsem sensin / senden ibaret
Hepsini senin adınla çağırıyorum
Arkamdan şımarık gülüşüyorlar
Getirdikleri yağmur / sende unuttuğum
Hani o sımsıcak iri çekirdekli
Senin gibi vahşi öpüşüyorlar
Kimi sevsem sensin / hayret
İn misin cin misin anlamıyorum

Attila İLHAN

PAYLAŞ

12 Ekim 2011 Çarşamba

*TURKUAZ


Düşlerin mavi sağanağında bir gece
sordu cesur ve yılgın
bakışıyla bir kaçak:
Seni nasıl sevmeli?

İpeksen çıldırır yüzlerce tırtıl kıvrımı
suysan tutulmaz bir uçarı nem
gülüşsen tam ortasından parçalanan bir çelik
seni nasıl sevmeli?

Düşlerin mavi sağanağında bir gece
soluğun soluğu susturduğu Afganistan

Karanlık kayalarda saklı turkuaz
kuytu mağaralarda gizemli bir fısıltı
ateşi üfleyen dudak kadar kırılgan
her damla terin pusata dönüştüğü
dünyanın gözyaşı ve isyan.

Toprağa gömülmüş kesik kollu bir heykel
renk, ses ve tatlarla yıkılan idol
akılla duygu ve çatışma ve cansıkıntısı
en ince ayrıntılarla yeniden yaratılan
çağdaş bin tanrı... bin tanrı daha.
Seni nasıl sevmeli..?

İnsanın insanı doğurduğu bir öğle vakti
- kil ya da kaburga kemiğinden değil -
mermer serinliğinden
bir ırmak akışından
kuşların ötüşünden
ışık selinden
insanın insanı doğurduğu...

Sordu cesur ve yılgın
bakışıyla bir kaçak:
Turkuaz nerden ulaşır çarşılara bilmeden
sorgulamadan geçitsizliği
seni nasıl sevmeli?

Düşlerin mavi sağanağında bir gece
anladım ne zaman düşürdüğümü
göğsünde ürküntüsüz tek denizi taşıyan
o güvercini.

Dağları da yitirdim
vitrinlerle kuşatılmış bir şehrin
salgınına kaptırıp kendimi.

Kimbilir kaç kadından birikmiş turkuaz
güneşin tutsak yanı
seni nasıl sevmeli..?

Zerrin TAŞPINAR

PAYLAŞ

11 Ekim 2011 Salı

*BALZAMİN

Ressam:S.Zeynep

Sen el kadar bir kadınsındır
Sabahlara kadar beyaz ve kirpikli
Bazı ağaçlara kapı komşu
Bazı çiçeklerin andırdığı
İş bu kadarla bitse iyi
Bir insan edinmişsindir kendine
Bir şarkı edinmişsindir, bir umut
Güzelsindir de oldukça, çocuksundur da
Saçlarınla beraber penceredeyken
Besbelli arandığından haberli
Gemiler eskirken, deniz eskirken limanda
Sevgili

Cemal SÜREYA

PAYLAŞ

9 Ekim 2011 Pazar

*SERÇE


 Giydim ben de yalnızlık hırkasını
Dilimde eski hüzzamlar
Kulağımda ipek sesi unutulmuş hatmi çiçeğinin
Kar mavisi kirpiklerinin sesi
Bir güvercin curcunası olan yaz göğünün sesi
Usulca çömelip yem arayan serçe sesi
Uçtum o serçeyle
Uçmasını bilen limon ağacının sesi
Bir Chagall resminin çocuksu sesi
Uykusuz şairler korosunun güneşli sesi
Sanayi sokağında hangarların orada
Uçarı gölgelerin sesi
Mozaikler arasından püsküren bir çiçeğin sesi
Manastır avlusunda
Bir Sümer tabletinin kırık sesi
Yaklaştım yanına gök sayfaları arasında
Sırlar saklayan kapıların sesi
Seviyorsan beni hala saçındaki leylak sesi

Kökü ordadır diye sevdanın
Bir bumerang gibi sana döndüm
Varoşların burcu kalbine
Yaşadım beter bir aşkı, öğrendim
Kalp kalesinin ikiye bölündüğünü
Dolunayların senin çocuk gözlerine dolduğunu
Bunun şaşırtıcı bir şey olduğunu
Solgun gelinciklere söyledim
Ürgüp'te
Develerin üstünde hatıra fotoğrafı çektiren seyyahlara
Bakırcılar çarşısının esnafına
Çömlek ustalarına
Çuha çiçeklerine söyledim dere boyunda
Bir tel uzadı ışıklı bir tel saçında
Giydim aşk urbasını sana geldim

Birdenbire yaz yağmuru başıboş caddelerde
Giyindim yağmuru sana geldim
Üstelik vakit ikindi,
Kalbe akan çınarların sesi
Balkonların kuş vakti, vaktin sesi
Seviyorsan beni hala pırıl pırıl sevdanın sesi
Yağmur muydu yağan yoksa yıllar mı
Kirli sarı bir şehir omuzlarımda
Sokuldum kırık yazılara
Yazıların veda sesi
Kuş sayfaları arasında

Ahmet ADA

*SESLER


Gecenin bir zamanı evine gelince
Kilitte duyuyorsan anahtarın sesini
Anla ki yalnızsın

Elektrik düğmesini çevirince
Çıt diye bir ses duyuyorsan
Anla ki yalnızsın

Yatağına yatınca
Yüreğinin sesinden uyuyamıyorsan
Anla ki yalnızsın

Odanda kâğıtlarını kitaplarını
Duyuyorsan zamanın kemirdiğini
Anla ki yalnızsın

Bir ses geçmişlerden
Çağırıyorsa eski günlere
Anla ki yalnızsın

Değerini bilmeden yalnızlığının
Kurtulmak istiyorsan
Kurtulsan da yapayalnızsın

Aziz NESİN

8 Ekim 2011 Cumartesi

*ÇÜNKÜ O BİR ÇOCUKTU


Şarap rengiydi etekleri…
Cennetten bir bahçe vardı gözlerinde,
O salkımsaçak zülüflerine,
Yuvalar kurarlardı bülbüller…

Âşıktı yaşamaya,
Âşıktı sevmeye…
Etekleri uçuşurken rüzgârda,
Gözlerindeki cennette, açardı yaseminler...
Bülbüller sevişirlerdi saçlarının arasında,
Utanırdı zülüfleri,
Görmemesi için, dökülürlerdi o gül yüzüne…

Çünkü o çocuktu;
Bildiği kelimeler al bir yazma,
Gözleri, bir köylü güzeli,
Teni, vuslatını bekleyen bir gelindi…

Çünkü o bir çocuktu;
Heceleri kahkahalar ile sevişir,
Mutlulukla raks ederdi cümleleri!
Severdi yaşamayı.
Severdi sevmeyi.

Çünkü o bir çocuktu…

Zuhal ERASLAN

*DENİZ SARHOŞLARI


Köpükten omuzları birbirine dayanmış,
Yüksek, mağrur başları akşam rengiyle yanmış,
Sahile koşuyorlar bak deniz sarhoşları!...

Bazen yırtık yelkenli bir sandala çarparak,
Bazen ufkun kıpkızıl şarabına taparak
Gitgide coşuyorlar bak deniz sarhoşları!...

Rüzgârların ıslığı en yakın yoldaşları...
Yıllarca dövünerek içi yenmiş taşları
Bir anda parçalayıp doyacak bu sarhoşlar!...

Çılgın gönüllerinde aşkın en büyük kini,
Yosunlu kayaların o yeşil gözlerini
Deli âşıklar gibi oyacak bu sarhoşlar!...

Ömer Bedrettin UŞAKLI

PAYLAŞ

7 Ekim 2011 Cuma

*AŞK ATIMIZ...

Ressam:Mine ERDİNİ-İST.


Atımız, aşk yükleriyle, yokluk diyanndan yola çıktı.
Gece idi, fakat gecemiz karanlık değildi, vuslat şarabiyle hep aydınlanıyordu, mezhebimizde haram olmayan aşk şarabından, dudaklarımızı, yokluk sabahına kadar asla kuru bulmayacaksın.

Hz. MEVLÂNÂ

6 Ekim 2011 Perşembe

*GÜNEŞTE


denizin sonunda mavi bir duman gibi
gözümde tutuyorsun.
Yeşil bir erik dalı yüreğim
sen altın tuylu bir yemiş
sallanıyorsun.
Fakat ben seni böyle bir yemiş ve bir duman gibi görmenin yerine
sahiden görmek istiyorum çıplak ayaklarını
sahiden dokunmak istiyorum uzun parmaklı ellerine

Nazım Hikmet RAN
PAYLAŞ

5 Ekim 2011 Çarşamba

*OLMACA


Ben çocuk olsaydım eğer
Kav çakmak satardım
Bulut amcalara
Pamuk şekeri alırdım yerine
Patlamış mısır alırdım

Ben çiçek olsaydım eğer
Hiç saksı giymezdim ayağıma
Ödünç kanat alırdım
Güvercin teyzemden
Barış uçardım üstünüze

Ben ırmak olsaydım eğer
Altıma saklamazdım ayaklarımı
Öyle yaklaşmazdım denize
Düşmana yaklaşır gibi
Sürüne sürüne

Ben tüfek olsaydım eğer
Patlamazdım kimsenin üstüne
Bir tetiğimden utanırdım
Bir de eğri parmağından
İnsan amcaların

Ali YÜCE

4 Ekim 2011 Salı

*GELİRİM...


Mecnun değilim dost; lakin çağırırsan çöllere gelirim.
Sana yalan halde gelmem, toplarım özümü, yalın halde gelirim.
 Kapıyı çaldığında "kim o ?" dersen; ben olmam kapında sen olur gelirim.
Sen gel de yeter ki , yola yük olmam, yol olur gelirim...

Hz.MEVLÂNA

*UNUTUŞ


İnsan bu kopar birşeylerden hep
Aşktan, anılardan ya da bir kentten
Yalnız geçen gemilerin izleri kalır
Durgun sularında titreşen
Sonra acı bir rüzgar öper
Aşka susayan dudaklar
Ezer hoyratça kışlar
Sessiz dökülen yaprakları

Açar aşkın büyüklüğünce
Gönül bahçelerinde keder
Mutluluğun örtük penceresinde
Boynu bükük mevsimler

Kopar tespih taneleri gibi
İçimizden hatıralar
Sönmüş mangalında geçmişin
Kalır hüzünlü avuntular

Yağar ayrılığın yağmuru çisil çisil
Şimdi uzak bir kenttedir ışıklı yaşantılar
Bulutlu göklerinde ümitlerimizin
Ebedi unutuş ve hatıralar

İlhan GEÇER

2 Ekim 2011 Pazar

*SIĞINAK


Kaçıp sana saklanıyorum akşam oldu mu
Sana dokununca mı denizleniyor masa
Senin avcıların mı çok hayvanları kovalayan
Sıkıntımın ormanında?

Üç beş günümüz var şuracığında
Nice oyuncağımızı kırdılar
Biz de güzel çocuklardık bahçelerde
Sularda alabalık

Azla avunmaya alıştık
Ne yapalım paramız yoksa
Şarabımız bitince yağmura çıkarız
Kim güzelleşmiyor öpüşünce.

Ahmet OKTAY

PAYLAŞ