27 Kasım 2010 Cumartesi

*SAÇLARIN


Saçların omuzlarından aksın
Mermer üzerinden geçen su gibi.
İçimde bir ezgin his duyacaksın
Yaz vaktinin gündüz uykusu gibi

Saç tel tel, örtüler hep tül tül düşer;
Gözün değdiği yere gül düşer;
Sonunda sana da bir gönül düşer;
Gönlümün şimdiki duygusu gibi.

Dillerde dökülüp sayılır saçın,
Sıcak nefeslerle bayılır saçın,
Bir tütsüdür, kalbe yayılır saçın
Kararan gözlerin buğusu gibi.

Necip Fazıl KISAKÜREK

26 Kasım 2010 Cuma

*SENİN GÜL HATIRIN İÇİNDİR YURDUM



Kimileri yolumu kesip posta koymuşsa
Ağzımı açmamışsam susup kalmışsam
Söyleyecek sözüm olmadığından değil
Senin gül hatırını düşündüğüm içindir

Her akşam başımı eve sokup
Dışarı çıkmamışsam, çiçek bile koklamamışsam
İçime atmışsam yüzüme karşı söylenenleri
Senin gül hatırın içindir yurdum

Damlarda ağızlarını bıçak bile açmamışsa
Bıyıkları daha yeni terlemiş delikanlıların
Görüş günlerinden başka günleri yoksa
Senin gül hatırını üstün tuttuklarındandır

Bir kere olsun yakamı sonuna kadar açıp
Kendimi yollara vurmamışsam deli dolu
Bugünse kitapların arasına konmuş bir yapraksam
Senin gül hatırın içindir yurdum

Arzu Tırak Öğretmenime Teşekkür ederim
(Abdülkadir BULUT)

*AKDENİZLİLİK



Frenk incirleri her zaman
En verimsiz topraklara
Ve de bir de sevgilim
Sınır aralarına dikilir
Aynı köylüleri gibi
Akdeniz’in

Ve dikenli iri incirleri
Keçi ve koç boynuzundan saplı
Bıçaklarla kesilerek alınır
Yumuşacık sırtlarından

Şaşılacak bir yanı yok
Ha Frenk incirleri Akdeniz’in
Ha ekmeklerini elleriyle tavlayan insanları’

(Abdülkadir BULUT)

24 Kasım 2010 Çarşamba

*TEĞET


herkes kırılamaz
bazen ipince dal olmak gerekir
kırılmak için
Ama dünya kütüklerin...

ağlayamaz herkes
ağlayabilecek kadar büyümek gerekir
Dünya ise küçüklerin...

sevemez herkes
bir orman olmak gerekir sevmek için
Bak ki dünya çöllerin...

Ve vakur bir damla olmak
dalga için
katılmak okyanusa aşk için, isyan için!

Yılmaz ODABAŞI

23 Kasım 2010 Salı

*BEN ÖĞRETMENİM..!



Ben öğretmenim,
Sevdalısı bu yurdun,
Dolaşırım sınırlarında yurdu...mun
En yüksek burçlarına çıkar,
Bayrak olurum

Ben öğretmenim,
Bir rüzgar olur eserim
Erzurum yaylasında.
Bütün yaylalarımda dolaşırım
Özgürlük olurum

Ben öğretmenim
Yalnızlık türküleri söylerim, mezralarda...
Kemeraltı çarşısında insan seline karışır,
Karışır yüreğim
Umut olurum.

Ben öğretmenim,
Göçmen kuşlar gibi dolaşırım yurdumda,
Geceyle biter yolculuğum.
Aydınlık olur her yan.
Işık olurum.

Ben öğretmenim,
Baharın sevdalısı,
Çocuklarımın gözlerinden akıp içeri,
Can veririm,
Hayat olurum

Ben öğretmenim,
Gökyüzü hepimiz için mavi...
Bulut olur dolaşırım göklerde.
Sonra indiğim yerde,
Rahmet olurum

Ben öğretmenim.
Gün olur bir nehrin üzerinde köprü,
Bir doktorun neşterinde,
Bir çiftçinin motor gürültüsünde,
Her yerde, her şeyde...
Ben olurum

Ben öğretmenim.
Tarih anlatırım...
Kocatepe’ye gider ellerim,
Çanakkale’ye, Sakarya’ya...
Mustafa Kemal olurum...

Nevzat ÖZTÜRK

22 Kasım 2010 Pazartesi

*SESSİZCE ÖLMEK


Doğarken mi başladı benim son yolculuğum
Ondan mı öyle geçti o garip çocukluğum
Masallarla düşlerle beni hep aldattılar
Yaşadığım; en büyük yalandı biliyorum
Boşluğu kucaklardım uzatsam ellerimi
Düşsem diye beklerdi pusuda bir uçurum
Kol gezerdi çevremde acılar ölüm gibi
Ben ondan böyle kaldım, ondan karardı ruhum
Yağmur mu yağmazdı ne, tarlalar mı çoraktı
Neden hiç yeşermedi serptiğim onca tohum
Şimdi ölen bir şey var içimde azar azar
Ha söndü ha sönecek yıllar önce yanan mum
Susmayın biliyorum, ben bir yalan dünyada
Gürültülü yaşadım, sessizce ölüyorum

Ümit Yaşar OĞUZCAN
http://www.celaliboylu1.blogspot.com/

*SEVİNÇSİZ ANILAR


Ölümüm kandil olacak,
Akşamlar akşamlar akşamlar olacak
Ben bu acılı baloda
Maskesini yitirmiş seferi şair
Ben inançsız yolcu
Bütün istasyonlarda
Kanlı rütbeler takılacak omuzuma
Bir kuşluk vakti dalgın atların hıncını düşünürken
Sen "Yalnızlığın bahçesini sulamış olacaksın"
Ve gidiyorum...
Dudaklarımda bir nergis tadı
Bak, kar izleri örttü bile,
Kendini iyi koru, bu kış çok uzun sürebilir.
Anılarım tutkularıma bağlıydı bilirsin
Artık pişmanlık olsa da olur olmasa da.
Ne olursun sen hep böyle kal
Varsın ellerim ellerinsiz kalsın.
"Ölümüm kandil olacak,
akşamlar akşamlar akşamlar olacak..."

Cezmi RSÖZ

*ÖLÜMSÜZLÜK


Bu dünyada kimse kimseden üstün değildir,üstün olan doğanın kanunu ve gücüdür…

Bu dünyada tüm canlıların yaşadığı ve herkesin de bildiği iki gerçek vardır.Canlı varlıklar önce doğar,yaşar ve en sonunda ölürler. Yaşanan bu iki gerçek arasındaki hayat çizgisinde belli bir yaşam süresi vardır.İnsanlar diğer canlılardan çok farklı canlı türüdür ,yaşam süresi daha uzun güçlü, değerli ve akıllı varlıklardır

Benim hayat felsefeme göre asıl gerçek olan ve yaşanan ölümsüzlüktür; evet, öldüğü zaman insan bedeni bir ruh’a dönüşebilir, içinde bulunduğu bedeni terk edip gidebilir, fakat yaşam devam etmektedir.
Mesela ben yoksam sen varsın sen yoksan o var ayrı beden ayrı suretlerde mevcut olan tek bir ruh vardır ki tüm insanlar da o mükemmel ruhun kişilik yansımalarıdır ve kişilikler de tecrübe ve deneyim yaşamaktadırlar. Doğumla ölüm arasındaki yaşam çizgisi sonsuzluğa gidecek bir gelişim süresidir.

Bu muhteşem evrenin tek mimarı yaradanın birer değerli parçalarıyız. Biz hepimiz insanız, sonuçta kimse kimseden üstün olamaz,kimse kimsenin canını yakıp,canını almaya hakkı yoktur.Tüm canlıların, topraktaki solucanın bile yaşamaya hakkı vardır.

Yaradandan ötürü bastığımız toprak,nefes alıp verdiğimiz hava,bize hayat veren su,tüm canlı ve cansız varlıklar,doğanın varlığı ve dengesi çok önemlidir.Herşeyden önemlisi canlı türünün yaşayacak başka bir dünya olmadığı gerçeğini hep düşünmek, insanlık adına çaba göstermek ve geriye dönüş şansını geliştirmek gerektiğini kabul etmeliyiz.

İnsanlık için se bir bütün olunmalı,hayata yeni anlamlar katacak sağlam,sağlıklı ilişkiler ve güzel diyologlar kurabilmek için ruh ve beden sağlığı bozulmuş toplum ve toplumları yeniden inşa etmeli ve eğitmeliyiz.

Unutmayalım bu dünya hepimizin dünyası hepimizin yaşamaya hakkı vardır sadece doğru ve insanoğluna yakışır biçimde yaşamasını bilmeliyiz….

Sevtap Akdemir / 09.11.2010

20 Kasım 2010 Cumartesi

*YAŞAM


Bir güneş oluversen bana,
Her sabah'tan her akşam'a.
Bir rüzgar oluversen bana,
Her derdime her tasama.

Bir yağmur oluversen bana,
Her dalıma her yaprağıma.
Bir hava oluversen bana,
Her nefesime her sancıma.

Bir su oluversen bana,
Her susayışta her dudağıma.
Bir toprak oluversen bana,
Her hücreme her canıma.

Bir can yol...oluversen bana,
Her bedenime her ruhuma.
Bende bir yaşam olurum sana,
Her kederine her yalnızlığına...

Sabah Güneşi

*BENCE SEN DE ŞİMDİ HERKES GİBİSİN



Gözlerim gözünde aşkı seçmiyor
Onlardan kalbime sevda geçmiyor
Ben yordum ruhumu biraz da sen yor
Çünkü bence şimdi herkes gibisin

Yolunu beklerken daha dün gece
Kaçıyorum bugün senden gizlice
Kalbime baktım da işte iyice
Anladım ki sen de herkes gibisin

Büsbütün unuttum seni eminim
Maziye karıştı şimdi yeminim
Kalbimde senin için yok bile kinim
Bence sen de şimdi herkes gibisin

Nazım Hikmet RAN

*VEDA



Elimde, sükutun nabzını dinle,
Dinle de gönlümü alıver gitsin!
Saçlarımdan tutup, kor gözlerinle,
Yaşlı gözlerime dalıver gitsin!

Yürü, gölgen seni uğurlamakta,
Küçülüp küçülüp kaybol ırakta
Yolu tam dönerken arkana bak da,
Köşede bir lahza kalıver gitsin!

Ümidim yılların seline düştü,
Saçının en titrek teline düştü,
Kuru yaprak gibi eline düştü,
İstersen rüzgara salıver gitsin!
(1923)

18 Kasım 2010 Perşembe

*AYRILIK SEVDAYA DAHİL IV




yalnızlık
hızla alçalan bulutlar
karanlık bir ağırlık
hava ağır toprak ağır yaprak ağır
su tozları yağıyor üstümüze
özgürlüğümüz yoksa yalnızlığımız mıdır
eflatuna çalar puslu lacivert
bir sis kuşattı ormanı
karanlık çöktü denize

yalnızlık
çakmak taşı gibi sert
elmas gibi keskin
ne yana dönsen bir yerin kesilir
fena kan kaybedersin
kapını bir çalan olmadı mı hele
elini bir tutan
bilekleri bembeyaz kuğu boynu
parmakları uzun ve ince
sımsıcak bakışları suç ortağı
kaçamak gülüşleri gizlice

yalnızların en büyük sorunu
tek başına özgürlük ne işe yarayacak
bir türlü çözemedileri bu
ölü bir gezegenin
soğuk tenhalığına
benzemesin diye
özgürlük mutlaka paylaşılacak
suç ortağı bir sevgiyle

Attila İLHAN


17 Kasım 2010 Çarşamba

*SENİ SAKLAYACAĞIM


Seni saklayacağım inan
Yazdıklarımda, çizdiklerimde,
Şarkılarımda, sözlerimde.

Sen kalacaksın kimse bilmeyecek
Ve kimseler görmiyecek seni,
Yaşayacaksın gözlerimde.

Sen göreceksin, duyacaksın
Parıldayan bir sevi sıcaklığı,
Uyuyacak, uyanacaksın.

Bakacaksın, benzemiyor
Gelen günler geçenlere,
Dalacaksın.

Bir seviyi anlamak
Bir yaşam harcamaktır,
Harcayacaksın.

Seni yaşayacağım, anlatılmaz,
Yaşayacağım gözlerimde;
Gözlerimde saklayacağım.

Bir gün, tam anlatmaya başlayacağım
Bakacaksın,
Gözlerimi kapayacağım,
Anlayacaksın...

Özdemir ASAF ( 1923 - 1981 )

*ÜZÜLME! DERT ETME CAN!


Üzülme! Dert etme can!
Görebiliyorsan,
Dokunabiliyorsan,
Nefes alabiliyorsan,
Yürüyebiliyorsan,
Ne mutlu sana!
Elinde olmayanları söyleme bana
Elinde olanlardan bahset can!…
Üzülme!
Geceler hep kimsesiz mi geçecek?
Gidenler dönmeyecek mi?
Yitirdiğini her ne ise
Bir bakarsın yağmurlu bir gecede
Veya bir bahar sabahında karşına çıkmış

Bil ki Güzellikler de var bu hayatta
Gel git’lerin olmadığı bir hayat düşünebilir misin?
“Hüzün olgunlaştırır”
“Kaybetmek sabrı öğretir”
Şimdilerde bol bol dua ek
Hasat yakındır can!
Kaderini sev!
Varsa kederini de sev!
Üzülme hastalıklarına
Gör, hangi günahlarına kefaret olacak
Terk edildin diye de üzülme
Demek ki sevebilecek bir yüreğin var
Geçmişi unut, hiç yaşanmamış gibi davran
Buluttan nem kapma!
Döküver kirpiklerinden sonbaharı
Bir gün ama bir gün mutlu tebessümlerle kol kola gireceksin
Koklayacaksın yağmur sonrası toprakları
Yükleyeceksin ruhunu kelebek kanadına
Uçacaksın semalara sevdiklerinle can!
Kim demiş ebemkuşağı yedi renk?
Bakmakla görmek arasındaki farkı çözdüğünde
Anlayacaksın ne demek istediğimi can!

Sana tanınan süre üzülmeye değecek kadar uzun değil
Herkes gibi sende sonsuzluğa gün gelip kanat çırpacaksın
Hayatın telaşından insan pek farkında olmuyor ama
Kum saati alta doğru hızla akıp gidiyor
Henüz aşılmamış çok yolların var
Hiç mi güzellik yaşamadın?
Ufacık bir hatırımda mı yok yanında?
Hayatın ellerini bırakma! Küsme!
Hadi mavilerini giyin çık dışarı!
Denizle cilveleşen martılar gibi hayata kur yap!
Yitirdiğin güneş için sevda türküleri söylemeye devam et!
Ölümlüde olsa hayat, ölümsüz bakışlarla bak!

Kaçmakla kurtulamazsın ki;
Yalnızlıktan, hüzünlerden, hayattan
Ayakta kalman gerek, yaşaman gereken can!
Hayat seni de içinde görmek istiyor
Hadi yaklaş!
Unutma ki
“Yapmadıklarının kazası yok!”
Ve yine unutma ki
“Aydınlık geceye hiçbir zaman yenik düşmedi” can!

Mehmet Orhan DURDU

*VURDUN BENDEKİ SENİ


Kendini,özenle hedefe aldın..
Yavaş yavaş ve kibirle yürürken,
Omuzların dik,kendinden emindin..
Son kez baktın hedefine…..
Ateş etmek için hazırdın…
Silahı çektin…….
Ve….
Bir kez ateş ettin kendine..
Muhteşem bir atıştı.
Aniden gönlümden düşüverdin.

Saniye EROL

*FARKINDA MISIN?


Gecenin tadı yok farkında mısın?
Saçların bambaşka karanlıkta
Ve sanki unutmuş göz bebeklerim
Huzuru en eski hatıralarda

Sırrını kaybettik mesafelerin
Bilmem uzakta mı, yakında mısın?

Gecenin tadı yok farkında mısın?
Bakışların garip, mahzun, ümitsiz
Söylediğin bütün şarkılar yarım
Artık bu bahçede mesut değiliz
İşte son daveti hatıraların

Geriye dönecek çağında mısın?
Gecenin tadı yok farkında mısın?

Nurettin ÖZDEMİR

16 Kasım 2010 Salı

*YANSIMAYANLAR


aynalarda tınlamaz bu musiki
boşuna bakma
aynalar şarkı söylemez ki
bir tek bende dalgalanır bu deniz
başkası anlamaz ki.

15 Kasım 2010 Pazartesi

*ELVEDA


Diyorum;
Sefası bitti ömrümün,
Şimdi dağa çıkarım, düze elveda.
Düze duman çöker, düze kar yağar,
Bahara elveda, yaza elveda...

Bahtiyar;
Derinde sızlayıp yaran,
Kalbini dağlayıp üzer herzaman.
Göze hüzün çöker, göze yaş dolar,
Sevince elveda, düşe elveda...

Şimdi özkökünden süzülen benim,
Özge budaklara dizilen benim,
Şimdi ne sen sensin ne de ben benim,
Biz ki biz değiliz bize elveda.

Bahtiyar VAHAPZADE

14 Kasım 2010 Pazar

*SEN OLMASAN...


Sen olmasan...
Seni bir lâhza görmesem yâhut,
Bilir misin ne olur?
Semâ, güneş ebediyyen kapansa, belki vücud
Bu leyl-i serd ile bir çâre-i teennüs arar,
Ve bulur;
Fakat o zulmete mümkün müdür alıştırmak
Bütün güneşle, semâlarla beslenen rûhu,
Bu rûh-ı mecrûhu? ..

Sen olmasan...
Seni bulmak hayâli olsa muhâl,
Yaşar mıyım dersin?
Söner ufûlüne bir lâhza kaail olsa hayâl;
Soğur, donar, kırılır senden ayrılınca nazar
Ne hazin
Gelir hâyât o zaman hem vücûda hem rûha,
Yaşar mıyız seni kaybetsek âh ben, kalbim,
Bu kalb-i muztaribim?

Sen olmasan...
Bu samîmî bir îtirâf işte;
Sen olmasan yaşayamam:
Seninle rabıtamız hoş bir îtilâf işte;
Fakat bu râbıta hâlî mi rûhu ezmekten? ...
Akşam
Gurûba karşı düşündüm sükûn içinde bunu:
Fenâ değil sevişip ağlamak, fakat heyhât,
Bükâya değse hayat! ..

T.FİKRET

13 Kasım 2010 Cumartesi

*SÜRMELİ


 
Bir güzel şûha dedim iki gözün sürmelidir.
Dedi:Billahi seni Hind'e sürmelidir.
Dedim:Ey Mehlika bir gece al bezme beni
Dedi:Beyhude yorulma kapılar sürmelidir.
Dedim:O hâl i siyehler ne belâdır câna.
Dedi:Bir tanesine yüz sene çift sürmelidir.
Dedim:Ebruların yayına kurban olayım
Dedi:Bak Lütfi kıyarım cânına sürmelidir

(Lutfî)

8 Kasım 2010 Pazartesi

*EY HAYAT


(Ey hayat, sen şavkı sularda bir dolunaysın.
Aslında yokum ben bu oyunda,
ömrüm beni yok saysın...)

Yaşam bir ıstaka;
gelir vurur ömrünün coşkusuna.
Hani tutulur dilin,
konuşamazsın...

Tırmandıkça yücelir dağlar.
Sen mağlupsun sen ıssız
ve kalbinde kuşların gömütlüğü;
tutunamazsın!

Eloğlu sevdalardan dem tutar,
aşk büyütür yıldızlardan;
senin ise düşlerin yasak,
dokunamazsın...

Birini sevmişsindir geçen yıllarda.
Açık bir yara gibidir hâlâ.
Hâlâ ne çok özlersin onu,
ağlayamazsın...

Yolunda köprüler çürür.
Sesin, sessizlik sanki bir uğultuda.
Savurur hayat kül eyler seni,
doğrulamazsın!

Yapayalnız bir ünlemsin
dünyayı ıslatan şu yağmurlarda.
Her şey çeker ve iter,
anlatamazsın...

Yaşam bir ıstaka,
gelir vurur işte ömrünün coşkusuna.
Sesinde çığlıklar boğulur ama
bağıramazsın...

Sonra vakt erişir, toprak gülümser sana;
upuzun bir ömrün ortasında
ne hayata ne ölüme
yakışamazsın...

Yazdırmalısın mezar taşına:
Ey hayat, sen şavkı sularda bir dolunaysın,
aslında hiç olmadım ben bu oyunda
ömrüm beni yok saysın...

Yılmaz ODABAŞI

7 Kasım 2010 Pazar

*GÖZLERİN


Ruhumda gizli bir emel mi arar
Gözlerime bakıp dalan gözlerin
Aklıma gelmedik bilmece sorar
Beni hülyalara salan gözlerin

Nigahın gönlümü -ey peri- peyker
Leyal-i hasretin hüznünü döker
Karanlıklar gibi yıkılır, çöker
İçimde yer edip kalan gözlerin

Huzurunda bazan benliğim erir
Tavrın hulusumdan şüphe gösterir
Bazan da ne olmaz ümitler verir
Sabr-u kararımı alan gözlerin

Gamzende zahir ey ömrümün varı
Füsun-ı hüsnünün bütün esrarı
Neşr eder aleme reng-i baharı
Koyu menekşeye çalan gözlerin

Sihirdir şüphesiz bütün bu şeyler
Bakışın zihnimi perişan eyler
Bana aşk elinden efsane söyler
Aşka inanmayan yalan gözlerin

Rıza Tevfik BÖLÜKBAŞI

*HIRSIZLAR KASABASI

Bir kasabada her gün hava kararınca, insanlar maymuncuklarını ve fenerlerini yanlarına alır, komşularının evlerini soymaya giderlermiş.

Fakat, gün doğarken geri döndükleri her seferinde kendi evlerini de soyulmuş durumda bulurlarmış. Ama ülkede kimse kaybetmezmiş, çünkü herkes birbirinden çalarmış.

Bir gün, nasıl olmuşsa, dürüst bir adam ortaya çıkmış. Geceleri, diğerleri gibi çantasını fenerini alıp hırsızlığa çıkmaktansa, evinde kalıp çalışmayı tercih edermiş bu adam. Hırsızlar da onun evinin önüne geldiklerinde içeride ışık yandığını görünce döner giderlermiş. Fakat bu durum böyle bir süre devam edince, ahali ona kızmaya başlamış:

“Çalmadan yaşamak senin tercihin, ama başkalarını engellemeye hakkın yok” demişler.
Bunun üzerine dürüst adam, geceleri ışığını söndürüp dışarı çıkmaya başlamış. Her gece, hırsızlık yapmadan orada burada dolaşır durur, sonunda yatmaya evine dönermiş. Fakat her döndüğünde evini soyulmuş bulurmuş. Sonuçta bir haftadan daha az bir sürede, yiyecek içecek hiç bir şeyi kalmamış ve memleketini terketmek zorunda kalmış.

Kasabada hırsızlıkta ustalaşıp giderek zenginleşenler kendileri için soygun yapmak üzere maaşlı hırsızlar tutmaya başlamışlar. Zamanla, zengin fakir ayrımı çoğalmış. Zenginler mallarını korumak için bekçiler tutmuşlar, hapishaneler kurmuşlar. Kendi mallarının çalınmasını da yasa dışı ilan etmişler! Ancak yoksulların mallarını çalmak hala serbestmiş!

Bir süre geçtikten sonra, artık kimse soymaktan ve soyulmaktan söz etmez olmuş. Çünkü, yoksulların çoğu ya açlıktan ölmüş ya da oraları terketip gitmişler. Zenginler ve maaşlı soyguncular ise ortada soyacakları kimse kalmadığından servetlerini yavaş yavaş yitirmeye başlamışlar.

Sonunda zenginler eski düzeni yeniden sağlamak için oraları ilk terkeden dürüst adamı başa getirmeye karar vermişler. Sora sora nerede yaşadığını öğrenmişler. Evine gittiklerinde kapıda yazılı bir kağıt görmüşler. Kağıtta şunlar yazıyormuş:

“Bir insan sadece dürüst olduğu için aranıyorsa, her şey için çok geç olmuş demektir...”

Bir millet uyuyorsa uyandırmak kolaydır. Ama uyumuyor da uyuyor gibi yapıyorsa ne yapsanız nafile, uyandıramazsınız.

Indra GHANDI

*YİNE SANA DAİR

"Bal-Böğürtlen"

Sende, ben, kutba giden bir geminin sergüzeştini,
sende, ben, kumarbaz macerasını keşiflerin,
sende uzaklığı,
sende, ben, imkansızlığı seviyorum.

Güneşli bir ormana dalar gibi dalmak gözlerine
ve kan ter içinde, aç ve öfkeli,
ve bir avcı istihasıyla etini dişlemek senin.

Sende, ben, imkansızlığı seviyorum,
fakat asla ümitsizliği değil...

Nazım Hikmet RAN

*YALAN


Hadi gidiyorsun
Yürekten kan gidiyor, sen gidiyorsun
Herşey gidiyor
Gökte bulut, dağda kar, düzde kervan gidiyor
Solgun bir gül oluyor insan
Bir demet kar çiçeği ölüyor, sen gidiyorsun
Ne ucuz yaşıyorsun, ne kolay
Bir kristal gibi ellerimden düşüyorsun
Bakma öyle
Ben kanıyorum sen üşüyorsun

Kolay değil bir yalan bu
Yaralayan koca bir yalan
Yalan işte
Sevdiğim yalan
Şarkılardan arta kalan ve sabah buğusu
Ve tarla faresi ve ekmek derdindeki işçi kalbi gibi
Yumuşacık sıcak bir yalan

Islak gözlerimle geçiyorum
Yaralı bir ceylanın kalbinden
Ceplerimde kül var
Bir yangından arta kalan

Sorduğum adreslerde kimse oturmuyor
Ve kimse olmuyor ben sorduğum zaman
Herşey bir yalan gibi yandığı zaman
Yalnız olduğunu anlıyor insan
Anladım ve geçtim
Yaralı bir ceylanın kalbinden

Aynamı kırdım, fotoğraflarımı yaktım
Nasıl da acımasızdım tafralarıma karşı
Nasıl da umarsız

Su gördüm düşümde
Karanlıktı ve gürültüyle çağlıyordu
Ceplerimde kül vardı ve yanıyordu
Sonra sabah oluyor
Ve bir ceylan kalbinde alem ağlıyordu

Hayır, diyordu bir dağ köylüsü
Hiç bir şey için geç değil
Ve geç değil
Birşey için hiçbirşey
Birşey vardı öyleyse, birşey
Beni çeken
Güneşin dağdasından uzağa
Kocaman çayırlara çeken birşey
Gümrah ırmaklara
Sonra sıcağa sonra acıya
Sonra yaralarıma merhem olmaya kapıma dayanan
birşey

Tutsana beni bırakmasana
Olsun, yaralasana
Olsun, ağrısa da
Yalan da olsa kalsana

Dağ köylüsü aşkın olduğu yerde ben varım
Sen olmasan da ben varım
Yağmur yağar, saçlarım filizlenir
Bir yıldız düşer omuzlarıma
Islık çalar, ıslanır, şarkılarımı söyler geçerim kapımdan
Camların buğusundan ve yağmurun kokusundan

Tanırlar beni
En iyi yalanlarını alırım onların
Adresler sorarım kimseler oturmaz orada
Ve kimseler olamaz ben sordukça

Dağ köylüsü
Şimdi gidersen
Şimdi git
Kalırsan şimdi

İbrahim SADRİ

6 Kasım 2010 Cumartesi

*TUT YÜREĞİMDEN USTAM



Ustam!
Aklım firarda.
Gözbebeklerimde müebbet hüzün,
Dilimde Ay kesiği bir yara,
Düşüm kırık dökük,
Umudumun boynu bükük,
Bir öksüzün omuzlarında sükut.
Yüreğim sana emanet sıkı tut.
Tut ki; kancık pusulara düşmesin.
Bir hain kurşunu gelip deşmesin.

Ustam!
Ne zaman o senin bildiğin zaman,
Ne sevda gördüğün masallardaki.
Eskiden,
Halı tezgahında dokunurdu aşklar,
Nakış nakış, körpe kız ellerinde.
Mendillere yazılırdı isimler,
Yüreklere kazılırdı gizlice.
Sevdalılar asil ve de yürekli
Sevdalar, kavgalar iki kişilik.
Oysa şimdi;
Çorak gönüllere ekiliyor sevdalar seher vakitlerinde.
Meşru sevdalardan,
Gayrı meşru acılar doğuyor kundaklara,
Günahkar gecelerden.

Beni herkes sevdaya asi sanır,
Oysa aşk, beni nerde görse tanır,
Hasret tanır,
Zulüm tanır,
Ölüm tanır,
Yüzüm yüzümden utanır.

Yorgunum ustam;
Ne katıksız somun isterim senden,
Ne bir tas su,
Ne taş yastıkta bir gece uykusu.
Var gücünle asıl sükunetime,
Çığlığım kopsun,
Uzat ellerini güneşe dokun,
Uyandır uykusundan,
Tut yüreğimden ustam tut,
Tut beni, sür güne...

Serkan UÇAR

*ŞAH BEYİTLER-70


Kaşın üzre târ-ı mûyinle cebinin gördüler
Nurdan kandil asılmış sandılar mihrâbda

Bâki

"Kaşının üstüne düşmüş saçlarının telini ve alnını görenler sanki mihraba nurdan bir kandil asılmış sanırlar."

Mihrab, şekliyle kaşa benzer. Mihrabın üzerine zincirle kandil asarlar ve böylece kandil ışığıyla etrafı aydınlatır.
Tasvire dayanan bu beyitte; sevgilinin kaşı mihraba, sülfü-saçı-zincire, alnı da etrafı aydınlatan kandile benzetilmiştir.


*O DURU ÇOCUK BİR MASAL BELKİ

o duru çocuksu alnın ölüme yüz sürmez
sır vermez bir gülüşle kıvrılır dudağın
inanma, karanlık geceleri süslemez güzel düşler
bir kent karartılmış mevsimleri yaşarken.

karartılmış mevsimleri yaşarken
bir yıldız kaysa biri ölürmüş hani
kaç yıldız kaydı bir bilsen
morartılmış gecelerde düşler kurarken

morartılmış düşler kurarken, otursana
yüzüne dallarının nakışı düşsün.
hep akasyalarla vardı o çocuk, sensiz
şarkılarda unutulmuş bir masal.
bir masal belki, sevdası terkisinde
atını değiştirmiş bir süvariyle giderken.

o süvariyle giderken hiç acı duyar mısın
bir yıldız kaysa ya da düşmese, ölümler
beklemiyor artık, bir bıçak saplanmış
gibi yüreğinde, her gün her gece.

her gün her gece acılıyım, söylemiştim
o duru çocuk alnına sürmez ölümü
ne karartılmış mevsimlerde
ne morartılmış gecelerde.

sürerse sözüm sürer, masal mı o çocuk şimdi.

Tuğrul Asi BALKAR

5 Kasım 2010 Cuma

*BİR AYRILIK GÜNÜNDE


Ne gariptir şu ayrılık günleri
Bir dosttan da, düşmandan da ayrılsan
Nedense bir tuhaf oluyor insan

Derin bir sızı giriyor içeri
Son bir defa bakarken caddelere
Dükkanlara, evlere, kahvelere

Hatıra yüklü kervanlar geçiyor
Dolu dolu gözlerinin önünden
Bu son yadigar mı bir ayrılık gününden

Ne unutulmaz zamanlar geçiyor
Ağır ağır biz farkında değilken
Gökler masmavi, yaprak yemyeşilken

Sen istediğin kadar unutulmaz de
Bu son dakika, bu vakitsiz yağmur
Unutulur, azizim unutulur

Başka ne yapılır böyle bir günde
Kapanan bavul, çivilenen sandık
Ve sonra kuru bir 'Allaha ısmarladık!'

Ümit Yaşar OĞUZCAN

4 Kasım 2010 Perşembe

*ARTIK İLGİLENMİYORUM SENİNLE




Bunca yıkılmış dağlar üstüne
Kalbimin kanını buharlaştırdı gözlerin

Oysa kaç güvercin havalanmıştı içimden
Konarak pervazlarına gülüşlerinin
Kaç mermi sıyırmıştı ruhumu
Acımasız yürüyüşlerinin mevzilerinde
Dayanmıştım
Ağlamıştım saatlerce parçalanan düşlerime
Ta ki sevgilim
Kızaran bir gök bulutu
Ölümü
Bir yıldırımla düşürdüğün ana değin
Kalbimin haritasına

Artık ilgilenmiyorum seninle
Demiştin barut kokan kelimelerle
Demiştin de hayat ölü bir bıldırcın gibi
Tutuşup yanmıştı yanan bir tahta içinde
Tarla küllerle dolu, ortasında yumurta
Çatladıkça yeniden doğuruyor kanımdan
Fışkıran harflerle kalbim olan cümleyi:
Ben ancak bir tarih kitabı kadar
İlgileniyorum seninle...

Nurullah GENÇ

3 Kasım 2010 Çarşamba

*SUSKUNUM SANA


Hangi şiire başlasam suskunum sana
Dağ göğsünde bir kaya diliyle suskun
Güneşte kavrulan bir kum tanesi
Çatlayan dudaklarım oluyor her gece
Yağmura suskun yaşamaya suskun
Haykırabilsem
Belki bir nehir köpürebilir sesimde
Silinebilir kuraklığın bütün izleri
Upuzun çöller vadileşebilir içimde

Hangi güzelliği özlesem suskunum sana
Yürek boşluğunda bir of kadar suskun
Özlüyorum seni masmavi
Koşuyorum sana bembeyaz
Ve kahroluyorum bir anda kapkara
Ah oluyorum
Of oluyorum
Ve susuyorum
Oysa haykırabilsem
Işık yumağı bir pınar olur soluğum

Hangi türküye uzansam suskunum sana
Ağıt ağıt, özlem özlem suskun
Tut ki vurulmuşum
Aşktan ve kandan bir damla olmuşum
Bir saçlarının rüzgarına
Bir de ağzının kıyılarına konmuşum
Hangi dalga silebilir beni senden
Hangi kasırga koparabilir
Ben saç tellerinde bir ezgi olmuşum
Coşkuların her şahlanışında
Sana deprem deprem susmuşum
Ve sana susmaktan inan ki yorulmuşum

Yeter olsun gözlerinde ışık fırtınası
Sözlerinde baskı yasası yeter
Hangi kavgayı özlesem suskunum sana
Zafer sabahlarında gece kadar
Bayram sabahlarında yas kadar suskun
Böyle güzelliklere de
Böyle suskunluklara da lanet olsun
Al bu suskunluğumu al artık
Al ki
Bütün gürültüler kahrolsun

Adnan YÜCEL

*İSKELELER


iskeleler artı gemilerin pervanesinde
her limandan bir hatıra kalır
bulutlarla el ele
odun kulübeydi hayalimiz

saçlarımız defne, aşkımız çam kokacaktı
sen çorbamı pişirirken, ben odun kıracaktım
"çamurlu ayaklarınla girme, çamurlu ayaklarınla girmesene" diye bağıracaktın kulübeye..
ne bileyim kalbime bir gün balçık balçık çökeceğini

koca yemiş, karamuk avuçlarımda
ceplerimde sevgi getirecektim vadiden
kalbimde burcu burcu şefkat
gözlerimiz çarşafsız yatağın beyazında

rüzgarlar dolduracaktı maşrapamızı
huyu suyuna hasretim bak, sivrisinekli gölde
yalnız senin için yaşamak, yalnız seninle ölmek
tüm benim olasın derdim

iskeleler artı gemilerin pervanesinde
her limandan bir hatıra kalır...

Zeki MÜREN