31 Ocak 2012 Salı

*GELİRİM



Şimdi uzak bir kenttesin
Ve yağmur yağıyorsa,
düşüyorsam yüreğine tane tane

Gelirim, serilirim sular gibi kıyılarına
Gelirim, karışırım martıların çığlıklarına
Gelirim, sokulurum derin seher uykularına.

Çok uzaklarda bir kadın
Yüreğinin perdelerini sımsıkı kapatmıştı.
Belki de bu perdelerden bunalmıştı
Karanlığa alışan gözleri
Yüreğinin kaynarında yanıyordu
İçinde köpekbalıklarının boğulduğu
Bir kızıldeniz saklıyordu.
Kirpiklerinin kıyısındaydı
İlk damla ayrıldı buluttan
Sonra ikincisi, üçüncüsü...
Issız sokaklarda kırmızı kiremitlerden
Toz yükseliyordu.

Hangi kaçış uğultusunu dindirebilir
içinizdeki mavi karlı ormanın?
Hangi çınar dallarının kırıldığı yerden inlemez?
Sonunda dağlayanı olmuşsa ömrünüzün
O sağnaktan arda kalan.
Sargılar sarabilir mi yaralarınızı,
O liman, yürekte değilse eğer
artık neye sığınır insan?

Bir ırmağın sesini alıp
Gitmek istiyorum, sevdiğim hoşçakal.
Bak; işte akşam oldu.
ve suskunsa tüm sokaklar
camlardaysan şehir ışıklarında

Gelirim, serilirim sular gibi kıyılarına
Gelirim, karışırım martıların çığlıklarına
Gelirim, sokulurum derin seher uykularına.


Aydın ÖZTÜRK

30 Ocak 2012 Pazartesi

*KUŞLAR

Süzülün uçuşun beni de beni de atın götürün
Bir okyanus ortasına ya da bir senri yanına
Kanat kanat yelken olup götürün beni kuşlar
Bir dalganın içine ya da kör bir kuyuya
Sevda çok uzaklarda yıldızların da ötesinde
Bilmem nasıl yakalarım kuşlar kuşlar kuşlar
Ya umutlar biterse
Gidemem gidemem gidemem o kadar uzaklara gidemem
Tek çarem sonsuzluğa atın beni kuşlar

Yetişin nefesim bitiyor yetişin bana kuşlar
Ya özgürlük adına ya da sevda hatırına
Bir dalı kırık ağacım söküp beni koparın
Bir deli orman içine bırakın beni kuşlar


Edip AKBAYRAM şarkısı


28 Ocak 2012 Cumartesi

*BİR İNATLA


duyuşlarında bölüşüp
aldım avuç içlerinden öpüşleri
saçından kokuyu
ellerinden sıcaklığı
sen
bildiğince yaşa


Ramazan AKBALIK

*AŞINIYORUM



İki dağ arasına sıkışmış
Vadi ıstırabı yalnızlığım
Anılar aktıkça içimden
Biraz daha aşınıyorum.

Ürkek bir şiir mavisi gözlerin
Dudakların titrek ilk adım
Küçük bebek ayaklarıyla
Ağır ağır yaklaştıkça hedefe
Biraz daha aşınıyorum.

Gece garip hüzün karanlığı
Bulut arkasına saklanmış ay, çekingen
Savaş mızrağı gibi
Dik kafam karışık
Güneş hırsızı ayın ışığı vurdukça yüzüme
Biraz daha aşınıyorum.

Gururlu kurt uluması
Duygularımın bağırışı
Anlık bir kaçamak zamandan
Gözlerinin gözlerimle buluşması
Anlık bir duygu patlaması
Senlisiz ya da sensizli  geçmiyor zaman


Şakir ÖZÜDOĞRU

27 Ocak 2012 Cuma

*MARIA VETSERA



Arşidük Rudolph'un mezarını görünce
Maria Vetsera'yı düşündüm bütün gece


O talihsiz kahramanları yasak bir aşkın
Mayerling'de bir oda, her yer darmadağın


Aşk, çaresizlik ve geceyi yırtan iki kurşun sesi
Taptaze iki ömrün aynı anda bitmesi


Beyaz çarşaflarda kıpkırmızı kan
Dışarda vahşi bir gece, vahşi ve uluyan

Arşidük Rudolph ve halktan bir kadın
Cezası ölüm kadına asil olmamanın


Ölümden sonra da ayrılık, uzak mezarlar
Öyle bir ayrılık ki sürecek kıyamete kadar


Krallar mezarlığında Rudolph'un mezarı
Kinle ve nefretle sıkılmış avuçları


Açık gözleri hala babasına yalvarıyor
Açık, mavi gözleri hala sevdiğini arıyor

Maria'nın vücudu şimdi bir kemik yığını
Geç de olsa öğrenmiş asil olmadığını


Ümit Yaşar OĞUZCAN

*BOŞLUK



ansızın
nasıl da soyunmuştu
ağaç, coğrafyanı keşfederken
sabırsızca.
cama tutunmaya
çalışıyordu
bir kelebek, dudaklarım
alırken kokusunu
dudaklarının.
sesin,
bir alışkanlıktı çocuk
kulağımda

boşluğu öğrenmem
için, ayak izlerinin
kaybolması gerekiyormuş
odalarda

oysa dönmemek
için gemileri
yaktığım ateşimdin
sen.

Melih ELHAN

26 Ocak 2012 Perşembe

*GİDERAYAK



Kalkıyorum.
Yolcu yolunda gerek.

Bana şöyle
eski yüzlü,
epey hırpalanmış,
yamalı da olsa,
bir sevgi bulsanız.

Bütün istediğim
Bu soğukları çıkartmak.

Ahmet CEMAL

25 Ocak 2012 Çarşamba

*ÇOCUKLARINIZ SİZİN ÇOCUKLARINIZ DEĞİL



Çocuklarınız sizin çocuklarınız değil,
Onlar kendi yolunu izleyen Hayat'ın oğulları ve kızları.
Sizin aracılığınızla geldiler ama sizden gelmediler
Ve sizinle birlikte olsalar da sizin değiller.
Onlara sevginizi verebilirsiniz,düşüncelerinizi değil.
Çünkü onların da kendi düşünceleri vardır.
Bedenlerini tutabilirsiniz,ruhlarını değil.
Çünkü ruhlar yarındadır,
Siz ise yarını düşlerinizde bile göremezsiniz.
Siz onlar gibi olmaya çalışabilirsiniz ama sakın onları
Kendiniz gibi olmaya zorlamayın.
Çünkü hayat geriye dönmez,dünle de bir alışverişi yoktur.
Siz yaysınız,çocuklarınız ise sizden çok ilerilere atılmış oklar.
Okçu,sonsuzluk yolundaki hedefi görür
Ve o yüce gücü ile yayı eğerek okun uzaklara uçmasını sağlar.
Okçunun önünde kıvançla eğilin
Çünkü okçu,uzaklara giden oku sevdiği kadar
Başını dimdik tutarak kalan yayı da sever.


Khalil Gibran

Çeviri:Şebnem KOZAN
Özel Adana Gündoğdu Lisesi
Almanca Öğretmeni

23 Ocak 2012 Pazartesi

*AKLIM KARAKIŞ



ben seni yaralarından tanıdım
ecelime son kurşundun deli davalım
n'olur bulutsuzluğuma darılma
dudağında bizi gül
kıyametime adım kala
beni senden alma

aklım kara kış
ellerim seni üşüyor
bugün günlerden soğuk
ben aysız gecelerde
çocukluğuma mektup yazardım
ah çocukluğum kağıt gemilerim
düşlerim dudaklanıyor

sesin kokuma gizli
yıldızları sönük gecelerde
dilime yağmursun

gözlerini uyuyorum her gece
bu kent içimin bahçesi
gemilerim çözülüyor yüreğine
ellerinle okşuyorsun
bilmiyorsun
kendi bakışlı kız
ömrümün kırçıl masalısın
uçurumlar vaadetme bana
yaralısın...

Kahraman TAZEOĞLU

22 Ocak 2012 Pazar

*BİZE VERMEKTEN BAHSET


 
"sahip olduklarinizdan verdiginizde,
çok az sey vermis olursunuz;

gerçek veris, kendinizden vermektir.
çünkü sahip olduklariniz, yarin ihtiyaciniz olabilir
diye saklayip korudugunuz seylerden ibaret degil mi?

ve yarin, kutsal sehre giden hacilari takip ederken, kemiklerini,
iz birakmayan kumlara gömen fazla uyanik bir köpege ne getirebilir?
ve ihtiyaç korkusu da, ihtiyaçtan baska birsey degil midir?

kuyunuz tamamen doluyken susuzluktan korkmak,
tatmin olamayan bir susuzluk göstermez mi?

çok fazla seye sahip olup, çok az verenler, bunu
gösteris isteyen gizli arzulari için yaparlar,
ki bu da armaganlarini yararsiz kilar.

ve bazilari vardir ki, çok az seye sahiptirler ve hepsini verirler.
bunlar hayata ve hayatin definesine inananlardir,
ve kasalari hiç bos kalmaz.

bazilari sevinçle verirler, bu sevinç onlarin ödülüdür.

bazilari ise istirap içinde verirler ve bu aci onlarin vaftizidir.

ve bazilari vardir ki, ne vermenin acisini hissederler,
ne sevinç ararlar, ne de bir erdemlilik düsüncesi tasirlar;
onlar, su vadideki mersin agacinin kokusunu salisi gibi verirler.

böyle kisilerin ellerinde tanri dile gelir ve
onlarin gözlerinden tanri, dünyaya gülümser.
istendigi zaman vermek güzel bir davranis olabilir; fakat
istenmeden, ihtiyaci hissederek vermek çok daha anlamlidir.

ve cömert olan için, verecek kimseyi aramak,
veris olayindan daha fazla sevinç getirir.

vermekten alikoyacaginiz herhangi bir sey olabilir mi?

sahip oldugunuz her sey bir gün verilecektir.

öyleyse simdi verin ve vermenin hazzini
mirasçilariniz degil siz yasayin..

çogunlukla söyle dersiniz:
'verecegim, ama hak edeni bulabilirsem.'

ne koruluktaki meyve agaçlari böyle düsünür,
ne de çayirdaki sürüler.

onlar, saklandiginda çürüyecek olani, yasayabilsin diye verirler.

herhalde kendisine günler ve geceler verilmesini hak eden
bir kisi, sizden gelebilecek seyleri de hak eder.
ve hayat okyanusundan içmeye hak kazanmis bir insan,
sizin küçük irmaginizdan da bir bardak su alabilir.

faydasindan öte, kabul etmenin gerektirdigi cesaretten ve
güvenden daha büyük bir deger var midir?

ve siz kim oluyorsunuz da, onlarin gögüslerini yirtarak
gururlarini korunmasizca ortaya seriyor, sonra da
onlarin degerlerini örtüsüz ve gururlarini
utanmasiz olarak degerlendiriyorsunuz?

önce kendinizi vermeye hak kazanmis ve
verme olayinda bir araci olarak görün.

çünkü gerçekte herseyi veren hayattir
ve siz kendinizi bir verici olarak belirlediginizde,
sadece bir tanik oldugunuzu unutuyorsunuz.

ve siz alicilar, ki hepiniz bu gruba dahilsiniz,ne kendinize
ne de size verene bir boyunduruk yüklememek için,
hiç bir minnet hissi tasimayin.

bunun yerine, armaganlari kanat yaparak,
verenle beraber yükselin;

çünkü borcunuzu gereginden fazla abartmak,
annesi özgür yürekli dünya,
babasi evren olan cömertlik olgusundan
süphe etmek demektir..."

Khalil Gibran

Çeviri: Şebnem KOZAN
Özel Adana Gündoğdu Lisesi Almanca Öğretmeni


21 Ocak 2012 Cumartesi

*SUSKUN



Sus, kimseler duymasın.
Duymasın ölürüm ha.
Aydım yarı gecede
Yeşil bir yağmur sonra...
Yağıyor yeşil.

En uzak, o adsız ve kimselersiz,
O yitik yıldızda duyuyor musun?
Bir stradivarius inler kendi kendine,
Yayı, reçinesi, köprüsü yeşil.
Önce bendim diyor ve sonra benim...
Ölümsüz, güzel ve çetin.
Ezgisidir dolaşan bütün evreni,
Bilinen, bilinmeyen ıssızlıkları.
Canımı, tüylerimi sarmada şimdi
Kendi rüzgarıyla vurgun...
Sarıyor yeşil.
Rüya, bütün çektigimiz.
Rüya kahrım, rüya zindan.
Nasıl da yılları buldu,
Bir mısra boyu maceram...
Bilmezler nasıl aradık birbirimizi,
Bilmezler nasıl sevdik,
İki yitik hasret,
İki parça can.
Çatladı yüreği çakmaktaşının,
Ağıyor gök kuşaklarının serinliğinde
Çağlardır boğulmuş bir su...
Ağıyor yeşil.
Yivlerinde yeşil güller fışkırmış,
Susmuş bütün namlular...
Susmuş dağ,
Susmuş deniz.
Dünya mışıl-mışıl,
Uykular derin,
Yılan su getirir yavru serçeye,
Kısır kadin, maviş bir kız doğurmuş,
Memeleri bereketli ve serin...
Sağıyor yeşil.
Aydım yarı gecede,
Neron, çocuk kitaplarında çirkin bir surat,
Ve Sezarsa, bir ad, yıkıntılarda.
Ama hançer taşı sanki
Koca Kartaca!
Hani, kibrit suyu vermişlerdi üstüne
Bak nasıl alıyor, yigit,
Binlerce yıl da sonra
Alıyor yesil.

Vurur dağın doruğundan
Atmacamın çalkara,
Yalın gölgesi.
Kuş vurmaz, tavşan almaz,
Ama aç, azgın
Köpek balıklarıydı parçaladığı
Bak, Tiber saygılı, suskun.
Bak nilüfer dizisi zinciri.
Bunlar bukağısı, kolbağlarıdır,
Cihanın ilk umudu, ilk sevgilisi,
Ve ilk gerillası Spartakus'un.
Susuyor yeşil.

Sus, kimseler duymasın,
Duymasın, ölürüm ha.
Aymışam yarı gece,
Seni bulmuşam sonra.
Seni, kaburgamın altın parçası.
Seni, dişlerinde elma kokusu.
Bir daha hangi ana doğurur bizi?

Ruhum...
Mısra çekiyorum, haberin olsun.
Çarşılarin en küçük meyhanesi bu,
Saçları yüzümde kardeş, çocuksu.
Derimizin altında o olüm namussuzu...
Ve Ahmedin işi ilk rasgidiyor.
İlktir dost elinin hançersizliği...
Ağlıyor yeşil.

Ahmed ARİF

20 Ocak 2012 Cuma

*BEKLE



Elbet bir gün, bütün çiçekler beyaz açar
Hür ve mes’ut bir şarkı halinde
Penceremizden uzanır nur.
İstediğimiz şekilde doğar gün,
Dilediğimiz gibi yağar yağmur.

Gök yüzüne hayranlığımız biter;
Kapımıza çırılçıplak gelen bahar,
Bir tohum halinde toprağa düşer.
Bizim için başka türlü eser rüzgâr
Bahçelerin aşinalığı artar.
Herkes gibi biz de doyasıya yaşarız hayatı

Yıldızlar dilimizle konuşur.
Elbet bir gün, bizim de sevgilim
Köyümüzde beyaz badanalı, bir evimiz olur.

Yaşar KEMAL

18 Ocak 2012 Çarşamba

*CİHANI HİÇE



Cihanı hiçe satmaktır adı aşk
Döküp varlığı gitmektir adı aşk

Elinde sükkeri ayruğa sunup
Ağuyu kendi yutmaktır adı aşk

Bela yağmur gibi gökten yağarsa
Başını ona tutmaktır adı aşk

Bu alem sanki oddan bir denizdir
Ana kendini atmaktır adı aşk

Var Eşrefoğlu Rumi bil hakikat
Vücudu fani etmektir adı aşk


Eşefoğlu RUMÎ

17 Ocak 2012 Salı

*ATLAR, KADINLAR VE RİVAYET



çeşme başında kadınlar
aşktan kesilmiş sütten kesilmiş
gümüşün biçimlediği bileklerinde
suya tutmanın hüneri
bitti dediğin yerde bir melanet
-hayır ağlamaktan gözleri fırat-
her birinde bir direnme öyküsü
eleşkirt'ten çıldır'a her biri bir mezar
aralarında uzak akrabaları var

atları ovaya saldım atlar
çocuklar ve kelimeleri
merakımı çıldırtan her uçurumda
mucizesini doğuran bir kadın var

suya girip su çıkıyoruz
kapılardan çeşmelerden odalardan
kira evlerde böyle bağır bağır
saatini düşürmüş çocukluğunu
gibi bağır bağır
yer altı çarşısı gibi içler kalabalık
bilmiyorum kaç adım yürümüşüm
ileri kaç geri kaç adım
parmaklarım saçlarımın arasında
tırnaklarım etimde ve
köşe başında gördesli üç kadın
gördesli iç kadın kim
kim bu böyle yook yook
kalbi kar sesinden okuyan yook yook


gözleri hep giysilerimde
ince yüz hatlarımda bildiklerimde
hayatı zor ediyorum
kökleri havalandınyor bardakları diziyorum
dizi dizi dizilmişler
şu telaşlı terzi şu çırak şu kalfa
köy yolu tutulmuş
akpınar' da bir kadın aşka yardım ve yataklıktan
ömre avuç açan elleriyle divane
atları içeriye aldım

kanıtları rivayetleri
evin hayatından çekilmiş her arzuda
kusura bulanmış
bir kalp var

Betül TARIMAN

*ULUKIŞLA'DA SAAT BEŞ



Saat beş. Yoğurt vuruyor analar,
akşam
kaçak tütün gibi koyu, yumuşak,
alev almış göçebe bir kurt sesi
kalaysız bakraca, buzlayan ovaya yansıyan,
yok tipiye gem vuran
ve narayı hançer gibi kullanan atlılar,
toprak suskun
anaların güz bahçesi kesilmiş gözleri
zehrini içine akıtıyor çıkrıklar.

Saat beş. Zonkluyor belleğimde
Aksaray yolunda gördüğüm
gülgillerden bir bitki
Şemdinli'de ırmak gibi akıp geçen
yemyeşil sıbyan ölümleri,
alınları dövmeli kadınların
uçurumlardan daha yabanıl
söylediği ağıt mıydı, ninni mi?

Bir pişmanlık mıdır yaşananlar?
Elini bir an suda unutup gitmesi,
bakarken ardından ağbani hırkaların.
İnsanınkine benzer kederi
yalnız kalan tahta köprülerin.
Gün kaydını düşer çıplak çocuklarla
bellek körelir düşürülmüş bir elmas gibi
kurumuş bir dere yatağında.
Yaralı tavşan ne bırakır ki
ardında kan izinden başka?
Isparta'da koku yapılır gülden
Aksaray'da bıçak gibi yalnızlık
Hakkari'de efsane.
Balkıyan bulutu görür başak
mavilik gülümseyiş gibi titrediğinde,
ben erken ölümü gördüm
Ulukışla'da saat beşte
Yalınayak suya basıyordu bir çocuk.


 AHMET OKTAY
 
 

15 Ocak 2012 Pazar

*BUGÜN PAZAR

Bugün pazar.
Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar.
Ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün
bu kadar benden uzak
bu kadar mavi
bu kadar geniş olduğuna şaşarak
kımıldamadan durdum.
Sonra saygıyla toprağa oturdum,
dayadım sırtımı duvara.
Bu anda ne düşmek dalgalara,
bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım.
Toprak, güneş ve ben...
Bahtiyarım...

Nazım HİKMET
"Nazım 110 Yaşında"

13 Ocak 2012 Cuma

*RAUF DENKTAŞ


 “O iyi insanlar, o güzel atlara binip gittiler”

Kıbrıs'ta Türkler özgürce yaşıyorlarsa bunu Rauf Denktaş'a borçludurlar...Türk Dünyasının bu son lideriyle  tanışma ve konuşma fırsatı bulduğum için kendimi çok şanslı hissediyorum.
Mekanın cennet olsun Kıbrıs Türkleri'nin Başbuğu Rauf Denktaş



*SELAM


Selamın geçiyor besbelli,
yeşerdi telgraf direkleri;
seneler sonrası, ormanından ayrı.

Bir sevinçtir aldı kırlangıçları,
rastgele öpüştüler;
düşünmeden günahı, öbür dünyayı.

Ben deli-divane olsam,
çok mu görülür?..


Niyazi AKINCIOĞLU

*BÖRKLÜCE MUSTAFA


biz ki sevdamızı, alaca
kıl bir heybe gibi sunduk
aba terlikle denizi yürüyenlere
şavkımız dağlara vurunca

börklüce mustafa, yonca
ve hançerlerin piri
ölümü masmavi bir hamayıl
gibi boynunda taşıyıp
gözleriyle bir acıya kalebent
olmanın korkunç şiiri

dövülüp tavını bulunca

serez çarşısına, ince
kıvrık ve celâlî
bir ayışığı gibi girmek
ve sesiyle şayağa ve tunca
sancağı buğdaysı, türküsü ebruli
bir isyân diye işlenmek

ve devrilmek, birbiri ardınca

biz ki, sevdamızı, alaca
kıl bir heybe gibi sunduk
aba terlikle denizi yürüyenlere
gölgemiz dağlara vurunca


HİLMİ YAVUZ

12 Ocak 2012 Perşembe

*BU KENT ÖLDÜRÜLDÜ DİYORLAR




Bu kent öldürüldü diyorlar
Kurşuna dizildi bir gece yarısı
Hayaletler geziniyormuş şimdi
Sokak aralarında ve caddelerde
Baykuş tüneği olmuş alanlar
Ve yarasalar uçuşuyormuş...
Silah ve esrar kaçakçıları
Altın çağını yaşarlarken
Artıyormuş bir yandan da
Kumarhaneler,meyhaneler
Borsa oyunları hileli iflaslar
Birbirini kovalayıp dururken
Nasıl çıkmışsa pek bilinmiyor
Yaygınmış şimdilerde rus ruleti
İntiharların sayısı bilinmiyor
Çoğalıp duruyormuş fahişeler
Ve artık bunların hiç biri
Olay bile sayılmıyormuş şimdi
Bu kent öldürüldü diyorlar
Bahar gelmez artık buraya
Bir kent nasıl öldürülür göz göre göre
Ben inanmıyorum kim ne derse desin
Sodon ve Gomore efsanelerde kaldı
Yaşanan bir başka tarih şimdi
Şöyle bir dokunsak toprağa yalın ayak
Duyacağiz belki tarihin akışını
Baharda gecikebilir unutmayalım
Böyle okuduk tarihin kitaplarından
Hele vakit gelsin,sevda dal versin
Uzanacağiz bir sabah çiçekli bir ağaca
Unutmayalım aşkın sımsıcaklığını
Suskun bekleyişlerini varoşların
Kitapları,fabrikaları unutmayalım
Unutmayalım dağların öyküsünü
Zincirlerini kırmasını bilir bir kent
Aovrayı unutmayalım
Kışlık saray ne kadar dayanabilir
Hayatı kollamasını bilenlere
Ölüm suretini gezdiren serseriler
Sızıp kalacaklar birazdan
Ve bir tül gibi yırtılırken çevren
Bu kent yeniden yaşanacaktır
Bir kent nasıl öldürülür göz göre göre
Ben inanmıyorum kim ne derse desin.

Ahmet TELLİ

Teşekkürler Portakal Çiçeği ve Fısıltı

11 Ocak 2012 Çarşamba

*GÖZLERİN



Derdinden del’oldum inan vallahi
Ne yaman mestane bakar gözlerin
Derdi veren dermanını vermez mi
Ab-ı revan olmuş akar gözlerin

Hüsnün mushafından kamil ders alır
Menakıp ilmini okuyan bilir
Cevahir taşının kıymeti m’olur
İnciyi mercanı döker gözlerin

Gönül bir Kabedir bir taşın yıkma
Tığ-ı gamzelerin sineme çakma
Mevlayı seversen hışmile bakma
Korkarım cihanı yıkar gözlerin

Gahi şad-ı hürrem gah gönül gamda
Sen güler oynarsın sevdan var bende
Zühre yıldızının nişanı sende
Bu Veli abdalı yakar gözlerin

Aşık VELİ

 

10 Ocak 2012 Salı

*DUDAĞINDA YANGIN VAR DEMİŞLER...

Dudağında yangın varmış dediler,
Tâ ezelden yayan koşarak geldim.
Alev yanaklara sarmış dediler,
Sevdâ seli oldum; taşarak geldim.

Kapılmışım ak oduna bir kere,
Katlanırım her bir cefâya, cevre
Uğraya uğraya devirden devre
Bütün kâinatı aşarak geldim.

Yapmak, yıkmak senin bu gamlı ömrü.
Ben gönlümü sana verdim götürü.
Sana meftûn olduğumdan ötürü
Sarhoş oldum Neyzen, coşarak geldim

Neyzen TEVFİK


Üstadım Mehmet Zeki Yollu hocama teşekkürler.

8 Ocak 2012 Pazar

*HAYAT GÜL KOKULU BİR SAĞANAK YİNE


gözlerimin önünde ıslak dağların kabaran yalnızlığı
ne varsa uçurumlar eşiğinde
hüzünlerle yalpalayan ne varsa
gözlerimin önünde

ve hayat gül kokulu bir sağanak yine
birşeyler anlatmak istiyor hayat
ve alıp götürmek bir şeyleri kurt sofralarına
gün batıyor
gün batıyor bukağısı paslı bir sevinç oluyor yalnızlığım

unutuyorum sevgilim suretini
durgunluğun “niçin”di unutuyorum

gün batıyor ürkek yıldızlar dolanıyor yalnızlığıma
umurumda değil ne yağmur ne ayaz
ne de kerpiç kokusu havada
unutuyorum/sabaha/kadar/ gün batıyor
sonra bir akasyayı okşuyor gözlerim
geciken sabahlara koşuyor kuşlar
gözlerimin önünde
ve hayat gül kokulu bir sağanak yine

Yılmaz ODABAŞI



*İLK GÜNÜN ARDINDAN



Mutluyum
Oturduğun semti
Ev arkadaşını öğrenmekten yaşını
İşlerini
Okulunu
Zamanı nasıl geçirdiğini
 Hepsi düşündüğüm gibi çıktı
Uzaktan güzel bir çiçektin
Yanına geldim
Çiçekten bir insan gördüm
Yüzündeki beyazlık
Bahar sabahlarının ıslakçiği
Doğduğun kentin dağlarındaydı o saflık
Çamların dibinde açmış fulyaların yüzünde
Bir de sende gördüm
Gözlerinin derin göller gibi durduğu
Temiz
Beyaz
O insan yüzünde
Mutluyum
Bir saat karşında durup
Yüzüne bakabildiğime
Hayatta tek isteğim buydu
Mutluyum seni sevdiğime.


Turgay FİŞEKÇİ

5 Ocak 2012 Perşembe

*GÖZLERİMDE CEYLAN GÖZLERİN



Gözlerin yolda sevdiğini arar gibisin
Göçmen kuşlardan Şehzade'ni sorar gibisin

Sabahın seherinde cıvıl cıvıl kuşlarla
Yıldız yıldız özlediğini anar gibisin

Pembe kelebek kanadında umut olmuşsun
Ateşiyle yana yana sevdiğini koklar gibisin

Özlem ateşleri yüreğinde alev alev
Hiç sönmeyecek yanardağda yanar gibisin

Susamış dudaklarında en güzel şiirler
Aşk iksirini yeni baştan içer gibisin

Okyanusu kurutayım, dağları aşayım
Geleyim diye tek sözüme bakar gibisin
Ömrümün tek çiçeği canım, bir tanem
Gözlerimde ceylan gözlerin coşar gibisin

Rüyâ müya gördüğüm yok yanı başımdasın
Ellerin sımsıcak saçımı okşar gibisin

Sensiz bir hiçtim, seninle doğdum sevdiceğim
Yorgun kalbimi besleyen ilkbahar gibisin.

Oyhan Hasan BILDIRKİ

*TANRININ ELLERİ


Bir melek işliyor ismini ince bir dantel gibi kalbime
Hissediyorum kaderimin üstünde gezinen
Yumuşak uçlu parmaklarını.
Küçük bir kum parçası karışıyor denize uzakta bir yerde
Ve gözyaşların değiyor avuçlarıma
Ağlama…
-Cem Adrian-

Tanrının elleri, nasırlı ve şeytandan uzak…
Ve eldivensiz.
İnsan orta yaşa gelince ne yapar? Tanrının ellerini daha mı çok bekler?
Küçük bir çocukken şimdiki ben yaşta birini gördüğümde “ ne çok yaşamış, nasıl geçirmiş ki onca zamanı” derdim. Düş kırıklıklarının arta kalan zamanlarında; bin bir coşku ve bin bir savsaklama arası geçiştirilen onca yılın sonunda.
İşte şimdi burada;
Hayata sığdırılmaya çalışılan iki- üç hikaye; bir dilim sevgi, bir dilim neşe, bir dilim aşk, bir dilim huzur ve koca bir bütün: “yalan.”
Yavaş ve sakınımlı;
Tıpkı annemden gizli sürdüğüm, ilk rujum gibi. Ne sevmiş ne de vazgeçmiştim, o günden beri ruj sürmekten. Çantamda, çekmecemde, banyo dolabında, araba koltuğunda… Rujlar, yalnızlıklar…
Yavaş, ve sakınımlı;
Ne severek, ne vazgeçerek. En keskin ve en derin yerinde. Uzatarak ellerimi;

Ve güneş batarken, çocuklar uyurken
Baş uçumda bekleyen yorgun bir melektir
Ve her gece sabret diye
Saçlarımda dolaşan Tanrının elleridir…

Küçük bir çocukken, oyun alanımı ne kadar geniş tutarsam o kadar kendim oluyordum. Orta yaşın eşiğinde ise, ne kadar daraltırsam o kadar ben… Korkarım yakında bu alana, kahverengikarelibattaniyemvegözlüğümü bile sığdıramayacağım.

******

Az önce yağmuru, eski ve tanıdık bir şarkıya eşlik etmesi için, herkesten gizli içeri aldım. Yemek kokuyordu evim, bir anlığına mutlu oluverdim. Allah kimseyi yemek kokusu olmayan bir evde- orda burada okunmuş kitaplar, dergiler hatta reçeteler, sağa sola atılmış boy boy terlikler, sifon gene çekilmemişse, gene diş macunu orta yerinden sıkılmışsa, dağınıksa yataklar, yani yaşamın izleri varsa- yaşamak zorunda bırakmasın.
Yağmurun sesi, yemek kokusu, şarkım. “Yaşamak bu olmalı” dedim, bu olmalı. Varsın ve buradasın…
“Yüreğimdeki kum saatini, o göz açıp kapayıncaya kadar geçen "sen" den, sanki asırlarca tükenmek bilmeyen "sensizliğe" tersyüz ederek giden(ler)in” ardından buradasın. Geçmişi sevmeyi öğrendiğim, “şimdi” nin daha yorgun; ama daha kayıtsız yaşanmadığı günlerdeyim.
Çocukluğumda, tek katlı evimizin bahçe duvarını sessizce aralayan demir kapının, parmaklıklarına astığım gramafon güllerin, ağlaya- ağlata ( anladım ki; tek başına ağlanmıyor, ağlayan ağlatıyormuş ancak) renklerini solduran kuzey yağmurlarını, şimdi özleyerek anımsıyorum. Özlüyor ve seviyorum.

******
Uzun saçlarını beceriksizce toplamış, sakalı ağarmaya yüz tutmuş bir erkek; saçlarını şahit etmiş de ömrüne,” feriğim, yeşil eriğim” i ünlüyor. Yaşlanmış göbekte yapmış hani… Ama gözleri… Gözleri aynı bakıyor, aynı seviyor. Değişmeyen, sevgiliye avaz edilen, bir gözler mi kalıyor, orta yaşın eşiğinde?
“ Değişmeyen bir gözlerim kaldı sana”

Yaşlanmanın etin sarkması, alnın kırışması, saçların beyazlaması olmadığını,
yaşlanmanın;
kendinden başka kimseyi sevmemek olduğunu,
yaşlılığın;
ölümden ve aşktan korkmak olduğunu,
avaz eyleyen kuzey yağmurum; ağla ağlayabildiğin kadar ve soldur ağlatarak gramafondan gülleri.

Geçmişi sevmeyi öğrendiğim, “şimdi” nin daha yorgun; ama kayıtsız yaşanmadığı günlerimdeyim, - günlük, haftalık, aylık sevinçlerin- kişisel ego masturbasyonlarının çürüğe çıkarıldığı, biriktirdiğimin değil de dağıttığımın benim olduğunu anladığım, tepeden tırnağa kuzey yağmurlarını özlediğim, özlediğim ve sevdiğim, üstelikte ana avrat sövebilmeyi becerebildiğim! günlerimdeyim
Tanrının elleri, nasırlı ve şeytandan uzak…
Ve eldivensiz.

PORTAKAL ÇİÇEĞİ VE FISILTI

*BENDEN ÖTE BENDEN ZİYADE

Bu akşam yine garip bir hüzün çöktü üstüme
Hücrem soğuk bir tek sen varsın düşlerimde
Demir kapı yine kapandı ağır ağır üzerime
Kelepçeler yine vuruldu kilit kilit yüreğime
Derin derin soluyorum seni gecelerce
Duvarlara kazıdım ismini her köşeye
Dudakların şeker gibiydi
Baldan öte baldan ziyade
Pembe pembe yanakların
Gülden öte gülden ziyade
Sabret gönül sabret
Sakın isyan etme
Bir gün elbet bitecek bu çile
İsyan etme
Dört kitaptan başlayalım istersen gel söze
Orda öyle bir isim var ki
Kuldan öte kuldan ziyade
O'nu düşün o'na sığın
O senden öte benden ziyade
Bir sabah elbet güneş de doğacak penceremde
Ama bil ki ateşin hala yanacak yüreğimde
Gözyaşlarım akıp gidecek
Selden öte selden ziyade
Bir canım var vereceğim
Baldan öte baldan ziyade
Sabret gönül sabret
Sakın isyan etme
Bir gün elbet bitecek bu çile
İsyan etme
Dört kitaptan başlayalım istersen gel söze
Orda öyle bir isim var ki
Kuldan öte kuldan ziyade
O'nu düşün o'na sığın
O senden öte benden ziyade
Bir ben var ki benim içimde
Benden öte benden ziyade
Bir sen var ki senin içinde
Senden öte senden ziyade
Bir ben var ki benim içimde
Benden öte benden ziyade
Bir sen var ki senin içinde
Senden öte senden ziyade

Barış MANÇO

4 Ocak 2012 Çarşamba

*BİR OSMANLI SEDASIDIR MISRALARDA




rivayet olunur ki
Doksan Üç Harbi zehiri zemheri
serhat şehri Silistre ve kalesi Mecit Tabiye o gün
bir mütareke terekesi tevekkül
teslim olur Urus'a ağlıya ağlıya
ve yağız atlı süvarileri
çıkıp da Çayır Kapı'dan çekilirken Uşumnu'ya
derler
'breeey ağalar
zamanı mı ağlamanın?
tez olun
atların gözlerini bağlayın
kara gözde kara bezler kuzguni
süvari atları görmesin bu hüznü
ve askeri mızıka durmasın çalsın
çalsın Tuna yalısında üzgün üzgün
kal selâmet kömür gözlüm...'

II

rivayet olunur ki
bu bulutlar ezelden beri
Tüter Kaya'dan kalkar da duman duman
bizim Akpınar'da dururlar yağmura
ve biraz sonra
cami-i şerif'i arasında bir Ömer Usta
kırmızı gülün alı kulağında
kesme şekerler kuşagı arasında
her cuma namazı sonrası
mutlaka bir Osmanlı edası olmalı
yine şeker dağıtacak çocuklara...

çocuklar büyüdü
büyüdüler neredeyse
güneş altında,sel yollarında
Ömer Usta öldü
öldü Ömer Usta
kırmızı gülün alı kulağında
kesme şekerler kuşağında...

III

rivayet olunur ki
ana baba Bulgar doğumlu
bir Nikola Osmanlılı soyadlı
şehri Silistre ve pazarı şahanede
bir şeyler satar olmalı
ve bin dokuz yüz seksen beş yılı
bir vaka-i şerri mucibince
'soya dönüş' gereğince
sicilinde
Osmanlılı soyadını silmedikçe
Silistre pazarında mal satması haramlı
hasbelkader ana baba Bulgar doğumlu
bir Nikola Osmanlılı soyadlı
yasaklı...
IV

rivayet olunur ki
şu ecdat diyarı
Küçük Kıpçak Bozkırı Dobruca'da
başında güneş,ayağında deniz Balçık şehrinde
Kırım'dan dönerken türkülerin Sinan'ı
bir Kırım Muharebesi sonraları
Ortadoks Urum,Bulgar cemaatler arasında
dini kavgalar sinsi sinsi
ve Urumlar'ın yıktığı o Bulgar kilisesi
Devlet-i Âliyye-i Osmaniye
yüce fermanı ile acilen
inşa edilir yeniden
aynı ebatta, aynı yerde denize yakın
külli masrafı karşılanır hazineden...

ve bugün Balçık müzesinde
mermere kazınmış o fermanın levhası
anlatırken bize o geçmiş günleri şahane
Hakk'a devşirir bir Osmanlı sedası
kiliseden yayılan hazin çan sesinde...


Galip SERTEL

3 Ocak 2012 Salı

*ARTIK CENNET DÜŞLERİ YENİ CEHENNEMLER DOĞURUYORLAR


Çocukluğumda bana kocaman gelen pencereler vardı. Onlara annem sarı sim ipliklerle işli, oldukca ağır, koyu kahverengi kadife perdeler takardı. Şimdi gülüyorum; o zaman kendimizi saraylı falan sanıyordum. "Yaşasın Cumhuriyet " şiirini çok severek okuyordum bütün yirmi üç nisanlarda; oysa ben bir saraylıydım. Annem de bana "prensesim" diyerek bunu perçinliyordu. Ne kadar yakışıyordu ki bu sıfat, eli yüzü her zaman yaptığı bir yaramazlığa bulanmış, saçları kısacık, minicik burnunu durmadan oraya buraya sokan ve ağlamak için hiç zamanı olmayan bana... Çocukluğumda ağlamak için geceyi ve yatağımı beklerdim. Gözyaşlarımı içime akıtmayı becerebiliyordum o günlerde, şimdi asla olmuyor. Olur olmaz doluyor göz pınarlarım. Pencereye kuş konmuş; Serap ağlasın. Gökyüzü masmavi; Serap ağlasın. Anneler günü yarın, ama onların annesi yok; Serap ağlasın!

Kaldırılsın anneler günü. Babalar günü de... Pencereler de kaldırılsın... Artık annem asmıyor o perdeleri. Kimse bana prensesim demiyor. Garp icadı bu günler. Bütün Garp icatları gibi, atom bombası gibi, dinamit gibi, uzaya atılan füzeler gibi faydasız ve emici. Sürekli emici ...
Dünyanın uzaydan çekilen fotoğrafları durdurabildi mi bebek ölümlerini? Ayda yaşam var mı, bana ne? Açlıktan ölürken bir anne- memesine yapışmış yavrusuna anasütü yerine anakanını içirirken- balinalar konuşuyormuş.
Hey!.. İnsanlık için ne büyük kazanç!.. Duyun; ama " öldürmeyin " diye seslenen yalvarmalara hiç aldırmayın!..

İnsan, hırsının ve alışkanlıklarının nasıl da kölesi olmuş. Sırça saraylardaki melanetlere ev sahipliği yapıyor bu kölelik. Artık eşyalarla fazla uğraşmaktan yana değilim. En iyisi onları kendi hallerine bırakmak. Dev alışveriş merkezlerine girdiğimde eşyalara eskisi gibi bakmıyorum, hatta hiç bakmıyor, aralarından onlar yokmuş gibi geçip gidiyorum. Nereye? Yaşamımı sağlayacak ihtiyaç maddelerinin olduğu yere; ekmeğe, suya, tuza...

Dev alışveriş merkezlerinde öldürdüğüm onca zamanımın ve insan yanımın hesabını tutuyorum. Bu oyunda her ne kadar yalnızsam da (çünkü ejderhalar rüzgarı ve ateşi seçti özgürler) artık alış verişmerkezlerine gitmiyorum. Beton çatlağında köklenen minnacık bir ot o cicili bicili eşya ve mal yığınlarından daha çok ilgilendiriyor beni. Bundan dolayıdır ki en çok sen ilgilendiriyorsun beni. Seni benim fikrimde diğer insanlardan farklı kılan, o farklılığa beni ram eden ne ? Aşk mı? Aşksa, aşk... Bana öyle geliyor ki sadece aşk değil.

Uçsuz bucaksız bir karanlığı andırıyorsun. ''Ben bu adamda bir şeyimi yitirirsem bulamam'' düşüncesi ilginç ve çekici geliyor. Sende yitirdiğim ve yitireceğim her şeyin dönüp dolaşıp, eninde sonunda bana katılacağı inancı var bende. Saflığın, mahkumluğun çekiyor beni. Bende olmayan özeliklerin çekiyor beni. İç çatışmaların, sorunların, saldırıların, yarattığın eserler karşısındaki hayranlığın ve arayışını yitirmeyen o ürpetici yalnızlığın çekiyor beni. Keşfedemediğim yanlarımı senin keşfederek bana anlatacağını bilmek çekiyor beni.

Sesini özlüyorum bazen. Anılarımı ayağa kaldıran, beni olmayacak hayallere kahraman eden sesini...

Yorgunum. Nedeni belki de sensin. Ama biliyorum ki yorgunluğumun tadı sensin. Senden güç alıyorum... Mutlu muyum? Cevabım hayır... Ama iyiyim, iyi olduğumu biliyorum. "Mutlu insan yoktur, mutlu anlar vardır" demişti arabesk sanatcılardan biri. Sanırım bize kalan o anları çoğaltmaya çalışmaktır. Matematiksel bir işlem değil tabii ki bu, bir koydum beş almalıyım hiç değil. Nasıl olacak bu bilmiyorum "ama kısa boylu bir hayatı uzun boylu kederlerle acıyarak" yaşadığımızı farkediyorum. Yoruluyoruz telaşlardan. Çanına ot tıkamaya çalıştığımız hayat, bize çelme takıveriyorur ustaca. Sendeliyoruz, bir sığınak arıyoruz, sonra farkediyoruz. Bir beton çatlağında kök salmaya çalışan minnacık otu. Ona sarılıyoruz, o beton çatlağının içine birlikte sız(l)ıyoruz...

Biri bir şeyler anlatıyor, bir şair. Kulak ver:

"Artık cennet düşleri yeni cehennemler doğuruyorlar. Yoksullar yine varoşlarda beraber ve solo şarkılar söylüyorlar; yine kargalar pisliyorlar mezarlıklara. Hep incinen, ama incelemeyen kadınlar, her güne bir Prozac’la katlanıyorlar ve rüyalarına intihar süsü verilmiş çocuklar artık düşlerini gıcırdatmıyorlar... Bir düş bulsa yaslanacak çocuklar… Artık hayatlarımız düşlerinden sökülüp monte ediliyorlar ve düşenler yitiyor, kalanlar yürüyor-lar… Orospular uzun bacakları ve silikon memeleriyle caddeleri pervasız arşınlıyorlar. Artık en namus- lular orospular; bu yüzden yağmurlar şehri boşuna yıkıyorlar... Üstümüzde ne kuşlar ne dolunay... Böyle alkole batmış akşamlar, sersem sabahlar; gittikçe tuzak, sevdikçe ihanet, sevdikçe batak! Herkes kavramış da ötekini çaresiz-liğinden emeğinin tabutuna zar atıyorlar; sonra her gece alkolün esrik tadın-dan etin vahşi tadına sızıyorlar ve sokak çocukları her gece gökyüzüne eksik yatakların şarkısını söylüyorlar..." *

Bir yerlerde bir ses, tekrar, tekrar, tekrar ediyor bunları. Bütün ezberlerimi bozdum bu sese kulak veriyorum, yeni bir ezber ama çok çabuk unutuyorum. Artık ezberlemiyorum.

"Artık cennet düşleri yeni cehennemler doğuruyorlar. Yoksullar varoşlarda yine beraber ve solo şarkılar söylüyorlar; yine kargalar pisliyorlar mezarlıklara. Hep incinen, ama incelemeyen kadınlar... Artık cennet düşleri yeni cehennemler doğuruyorlar. Yoksullar yine varoşlarda beraber ve solo şarkılar söylüyorlar; yine kargalar pisliyorlar mezarlıklara... Üstümüzde ne kuşlar ne dolunay... Böyle alkole batmış akşamlar, sersem sabahlar; gittikçe tuzak, sevdikçe ihanet, sevdikçe batak! Herkes kavramış da ötekini... Artık cennet düşleri yeni cehennemler doğuruyorlar. Yoksullar yine varoşlarda beraber ve solo şarkılar söylüyorlar..."

Hayatı böyle bel-ledik. Cevabım sanadır üstadım. Bu cevap ne kadar benim istediğim doğrultuda olsa da, içimde beslediğim yanım galip gelecek...
Hep aynı nakarat... Yeter!

Aşk şarkıları dinliyorum son günlerde, aşk şiirleri de okuyorum üstelik. Bana uymuyor hiç biri, bütün şairler ve şarkılar kendi aşklarını yaşıyorlar. Oysa ben beton çatlağında kök salmaya çalışan o minicik ota aşığım...

Kendime senden gelmiş gibi bir not yazıp masama koyacağım:

"Çocuk, geldiğimde odanın tüm ışıklarını söndür, sükunetimi ve anaforlarımı gör gözlerimde. Terimi elinle sil, ellerinde kurusun terim. Bir şiir okumuştun; sesin kum taneleri çöl gecesinde, üstünde yıldızlı gökyüzü, içinde öten incir kuşu... Aklını ve aşkını arayan bir divaneyi anlatan. Onu bir daha oku bana. Aklım karmakarışık... Gamzeli aynanın önünde saçlarımı taramayı unutma. Haa, unutmadan yazayım, ellerinde kına olsun, avuc içlerinden öpeceğim."

Portakal Çiçeği Ve Fısıltı

2 Ocak 2012 Pazartesi

*SANA BAKMAK


 
Göğe bakmak gibi bir şeydi anlaşılan
Açık mavi bir göğe, gündüz yıldızları olan

Sana bakmak gölde kayık olmaktı
Kış günü köy evinde soba olmaktı bir de
Yaz günü bir ağacın gölgesinde uyumak
Elma soymak gibiydi, kavun kokusu
İçimdeki hastaneden taburcu olmak
Sana bakmak bana hep iyi geldi
Sanki saç örgüsüydün salkım söğütte
Sana bakmak güzel olan her şeydi
Sokak kedisine şefkat, baltalara merhamet
Sana bakmak ağaçlardan yana olmak demekti
Bahçe mahkemesinde nergisin tanıklığı
Yoksul öğrencilere defterlerdi, kalemdi

Heyecanını yitirmiş istasyondum belki de
Gelen hiçbir tren beklediğim değildi
Yalnızlığa sarılmaktan kurtuldum
Çünkü yüzüne baktım çünkü yüzün ay
Işıtıverdi birden içimdeki geceyi
Sana bakmak yastan çıkıp dörtnala
Lunapark şenliğine geçmekti bir bakıma

Teneffüs zili kadar sevimli derslerdi yüzün
Çiçekten karneyle eve dönmekti
Bitmiş gibi konuştum, şaşkınlıktandır
Sana bakmak iyi değil, pekiyi


Abdülkadir BUDAK

*HÜRRİYETE DOĞRU



Gün doğmadan,
Deniz daha bembeyazken çıkacaksın yola.
Kürekleri tutmanın şehveti avuçlarında,
İçinde bir iş görmenin saadeti,
Gideceksin
Gideceksin ırıpların çalkantısında.
Balıklar çıkacak yoluna, karşıcı;
Sevineceksin.
Ağları silkeledikce
Deniz gelecek eline pul pul;
Ruhları sustuğu vakit martıların,
Kayalıklardaki mezarlarında,
Birden
Bir kıyamettir kopacak ufuklarda.
Denizkızları mı dersin, kuşlar mı dersin;
Bayramlar seyranlar mı dersin,
Şenlikler cümbüşler mi?
Gelin alayları, teller, duvaklar,
Donanmalar mı?
Heeey
Ne duruyorsun be, at kendini denize:
Geride bekliyenin varmış, aldırma;
Görmüyor musun, Her yanda hürriyet;
Yelken ol, kürek ol, dümen ol, balık ol, su ol;
Git gidebildiğin yere...


Orhan Veli KANIK

1 Ocak 2012 Pazar

*KÜLÜN İÇİNDE BİR KÖZ GİBİYKEN HATIRALAR


Dün akşam;
yağmurun yağışını sığındığım kafede, pencere yanına iliştirilmiş, üstünde soğumuş bir fincan kahvenin durduğu masadan, gözlerimde keyifli bir ışıkla izledim. Yağmur dindiğinde, ıslak kaldırımlar yeniden hareketlenmiş, sağa sola koşturanlar artmıştı.

Kör bir adam karşı kaldırımda; ıslanmış ceketine aldırmadan, ellerinden beklemediğim bir hafiflikle keman çalıyordu. Onu izlediğimi biliyormuşçasına, görmeyen gözlerini bana doğru çevirdi. Ya da ben öyle sanmak istedim.
Kafeden çıktığımda, sokakta üşüyen sadece ellerim oldu; ama parmak uçlarımdan kocaman bir yalnızlığın yüreğime yerleşmesi düşüncesiyle, çokça üşümüş gibi titredim. Yalnızlığın bir kadının yüreğine oradan sızması... Alışıktım oysa.

Canım eve gitmek istemiyordu, öylesine alınmış bir kararla otobüs durağına yöneldim. İçimde ısrarlı bir bir ses var, sürekli “yapmalısın” diyor.

Yağmur sularının biriktiği çukurlardan, suları oraya buraya sıçratarak geçiyor taksiler. Nasibimi alıyorum, kızmıyorum. Okkalı bir küfür savuruyorum gülerek ve ani bir kararla elimi kaldırıyorum birine, az ilerde duruyor.
- Bildiğin bir çiçekçi var mı?
- Hemen abla, atla.

Önümdeki şöför koltuğunun arkasını tırnağımla çizmeye başladım, ne diye buradaydım ki? “Yapmalısın” dedi diye içimdeki ses. Yapmalı mıyım?
Yorgunum.

Üstelik sesin istedikleri bende yok; içtenlik, gerçeklik, arınmışlık ve kendini veriş…
Taksiye bindiğimden beri kendimi daha yaşlı ve yorgun hissediyorum. Gerçekten yapabileceğimi mi sanıyorum? Sesle benim aramda geçen bu mücadeleye şöförü suç ortağı yapmak istiyorum. Gündelik hayatın yavan ayrıntılarında gezinen tek tük tümcelerle, ne konuşacağımızı bilmeksizin konuşuyoruz

- Abla geldik, çiçekçi istemiştin.

Ne aldım, neydi çiçeğin ismi? Paranın üstünü aldım mı? Fark etmedim. Gündelik hayatın yavan ayrıntılarında gezinen tek tük tümcelerine bir yenisini daha ekledim.
-Sahile gidelim, Karaköy rıhtımına.

Yapabilir miyim?( külün içinde bir köz gibiyken hatıralar.)
“Senden başkasını sevmeyeceğim “demişti bir zamanlar adam ona.
Bir taksi koltuğunda anımsandığında arabesk bir şarkının başlığı kadar ucuz ve yalancı bir tümce. Oysa yürekten söylenmişti. Yürek her zaman kendi dilinde gerçeği söyler. Akıl onu yalanlar, başka bir dil konuşur. Yürek hep , “her zaman seninle der. “ Bir daha hiçbir zaman, başkasıyla asla “ der. Hayalci yürek… Kötü niyetli, içten pazarlıklı, bozguncu akıl…

Kaç defa yüreğimin haklılığına tutunarak ayakta kalmayı başardım. Kendi haklılığıma tutundum sımsıkı. Sana bakmamaya çalışarak. Şimdi sana buradan, karşı kıyıdan; aramıza sığdırılmış ayrı yaşanmış on yıllık iki hayatın paylaşılmamışlığından… Baktım. Suskunluğumu eriterek baktım. Bu buluşmayı ben hazırladım.

Yüreğimin küllerini eşeledim, yakalamaya çalıştıkça söndü közlerim. Yüreğimi karartan acı ve öfke söndü.
Elimde duran adı belirsiz çiçeği, sönmeye yüz tutmuş közlerle birlikte denize fırlattım. Gövdem boşalmış gibi. Anılarımın basıncı da üstümden kalkmıştı. Geriye kalan hayatımın en yaşanılası kısmında akmaya hazırdım. Mutlak yalnızlığın burukluğu ve tanımadığım bir özgürlüğün tadıyla.
- Hoşca kal.

Kadın gizli kalmış bir buz kristalinin keskin ve soğuk ışıltısını içinde taşıyarak yürüyüp gitti.

Adam bir başka kadına; aynı yürekle aynı gerçeklikle

PORTAKAL ÇİÇEĞİ VE FISILTI
 
 

*KİRLİBEYAZ



haylaz bir adamdan da başlanabilir sevmeye
Tertemiz kâğıtlara mürekkep dağıtır da
sonra gelip yıkanır teninle

kara bir adamdan da başlanabilir sevmeye
upuzun yola düşse gece korkar da
sonra gelip sığınır gölgene

ucuz bir adamdan da başlanabilir sevmeye
tepeden tırnağa yağma durur da
hep 'bi dostluk' kalır geriye

Enver ERCAN