31 Ocak 2011 Pazartesi

*ANILAR DEFTERİNDE GÜL YAPRAĞI

Anılar defterinde gül yaprağı
Gibi unutuldum kurudum
Başıma düştü sevda ağı
Bir başıma tenhalarda kahroldum
Sen kim bilir rüzgârlı eteklerinle
Kim bilir hangi iklimdesin, ben
Sensiz bu sessizlikle
Deliler gibiyim sensiz
Bu sessizlikle

Ayrılıkla başım belada
Gözlerini çevir gözlerime
Yoksa sensiz bu sessizlikle
Deliler gibiyim
Sensiz bu sensizlikle

30 Ocak 2011 Pazar

*VAR MIYDIN?


Hayal meyal geliyorsun aklıma
Uzaklardaan, uzaklardan...
Unutmuşum
Yaz mıydın, bahar mıydın.

Bir haz kaplıyor içimi
Seni düşününce
Sadece arkadaşım mıydın,
Yoksa yar mıydın?

Hatırlayamıyorum...
Olmadık bir şey istesem
Olmadık bir zamanda
Yapar mıydın?

Kimdin sen?
Düş gücümle mi yarattım seni,
Yoksa sen,
Gerçekten var mıydın?

Ümit Kilislioğlu ÖZGER


*KIRIK DEĞİRMEN


Bir içimin alacakaranlığında dayanmak meselesi,
Bir bu fena İstanbul akşamını yaşamak
Nice odaların kapanmış penceresi
Gene bana iniyor yalnızlığıma sığınmak.

Gene benim, şimdi tek başına, sonra beraber.
Bir yanım mağrur sağlam, bir yanım gücüme gider.
Bir yanımda karşı koyma, bir yanımda ezilmeler.
İkili tutkular gibi canıma okuyacak.

Her şeyler devam eder bu bildiğim gidişte.
Evli evine giderken yolcu yoluna.
Ne rüzgârlar yapacağını yapmış ki bana
Kırık değirmenler gibiyim, dönemiyorum işte.

29 Ocak 2011 Cumartesi

*ÇOK ÜŞÜMEK


Bir kalır uzun resimlerde anısı sakallarımızın
Urban içinde üşüyüp üşüyüp kaldığımızın

Bir Kalır yanık yağlar kokusu şehirlerde
Uzun nehirlere binip uzaklaşmadıkça

Bir Kalır yabancı yataklarda o oteller
Meydanlar heykeller sizin olmadığınız o her yer

O çok yalınç gerçekli gelip gitmeler

Bir kalır uzun duvarlar ve onların dipleri
Bir kalır yılgın adamların hep "Evet" dedikleri

Çok üşürdük hep üşürdük üşümekti bütün yaşadığımız
Üşürdü ellerimiz aşkımız sonsuz uzun sakallarımız

Tükenir dağınık diriliği kaşıntımızın bir gün
Bir kalır uzun kitaplarda anısı çok üşüdüğümüzün

*ASLINDA BU DENLİ GÜZEL KOKMAZ


Aslında bu denli güzel kokmaz hiç bir karanfil,
Onda seni kokladığımdan bunca güzel.
Aslında bu denli güzel olmaz hiç bir Sarıyer,
Orda seni öptüğümden bunca güzel.
Aslında bunca güzel olmaz hiç bir dünya,
Seni sevdiğim için dünya da böyle güzel.
Aslında bu denli deli değildim sor kime istersen,
Sevince seni delilik bile bak ne güzel.
Aslında sen dünya güzeli değilsin,
Sevdiğim için dünyada tek güzelsin...

Aziz NESİN

28 Ocak 2011 Cuma

*BU GECE UYUYAMAZSIN SEN

Bu gece uyuyamazsın sen!
Çetin bir sızı sarar odanı,
sen şimdi ağlarsın da...
Umutsuzca akıtırsın göz yaşlarını.

Radyonu açmış şiirler dinliyorsun,
elinde kalem... Kadere sitem ederek
yalnızlığına dizeler arıyorsun
şarkımızı söyleyerek...

Bu gece üşüyeceksin biraz
anılar gelip seni vuracak, üzüleceksin.
Isınmak için güneşi bekle
bazı geceler soğuk eserim ben, bilirsin.

Gece sana emanet...
Bu şehri bir kez daha terk ediyorum,
gelemediğin bir yer vardı hani
İşte oraya. Yine gurbete düştü yolum...

Ve bu gece seni uyku tutmaz
Biliyorum....

Okan SAVCI

*NUYAGEVA


Doruktan uzattıkça mercan bakışlarını
Bazen güneşe bakan gülleri hatırlarım
Yaprakları en ücra yıldız kanatlarından
Ezgiler sağnak sağnak iner dudaklarından
Bazen fosforlu bir gemi belirir ufukta
Köpürür ülkemin siyah koylarında
Aralayıp susamış mekan bulutlarını
Doruktan uzattıkça mercan bakışlarını
Bazen bir kapı açılır rüyalarımda
Sonsuzluk çiçek tozu, dökülür avuçlarıma...

O nasıl maceraydı, o nasıl düştü
Çevresine ihtilal kuzgunları üşüştü
Ay görünce düzenli ışıyan gözlerini
Hıçkırıklı bir mendil gökten kıyıya düştü
Öyle maktül bir esaret boşaldı ki doğudan
köleler ata bindi, sultanlar yaya düştü
Nuyageva bir gümüştü, tılsımlı bir gülüştü...

Nurullah GENÇ

*EY GÖZLERİ DÜŞ RENGİ


Ne söylersen onu yapıyorum elimde değil verdiğin güle
dokunmamak
gözlerin neredeyse bedenim orada oluşuyor yeniden
rüzgârların eğilip kulağıma fısıldadıkları oluyor söylediklerin
dilim tutuluyor sanki buruk bir yemiş tatmışçasına
sessiz bir başına yokolarak yeniden yaşıyorum yanında
hiçliğin tadına bakıyorum
varlığını biraz biraz duydukça
bedenim bedenine kapanıyor yavaşça
sırtında büyük sırmalı bir harmaniyle karşılıyorsun beni

bir bulut gelir hani kanatları yağmur rengidir
uzun yol yorgunudur sonra başka türlü
bir yüzdür gökyüzü
onu yaşıyorum yanında
kış sabahının açmış tüm çiçekleri elinde
elimde değil senin yanında ırmakların sesini dinlememek
birden bire allak bullak oluyorum gelişinle
kollarımdan uç veren zeytin dalları
ipek bir sedire yatırıyorum duygularımı
seni ey yağmur kaçkını
sabah yeli tadı
sen güneşin ışıkdamlası ayışığı dansı
sen geceyarısı beyazı
kasırgada deniz denli tutkunu olduğum sen
yemişlerin zehir tadı
evrenim tuzum dağyelim
yaşamım
ve yanıbaşımda soluk alıp veren deniz gibi sen.

Gülseli AKIN

27 Ocak 2011 Perşembe

*OMUZUMDA SEVDA YÜKÜ


Omuzumda sevda yükü
Yollarda Seni aradım.
Beste beste, türkü türkü
Tellerde Seni aradım.

Girdim yeşilden sarıya
Sordum ölüye, diriye
Çiçeği verdim arıya
Ballarda Seni aradım.

Aşk yalımı girdi cana
Gönlüm döndü gülistana
Gece-gündüz yana yana
Küllerde Seni aradım.

Yorulup demedim, yeter
Hasretin gözümde tüter
Keremden, Mecnundan beter
Çöllerde Seni aradım.

Bahçem çiçek, bağım gazel
Birleşir ebedle, ezel
Ayırmadım çirkin, güzel
Kullarda Seni aradım.

Ulaşmak için rahmete
Katlandım binbir zahmete
Karışıp söze, sohbete
Dillerde Seni aradım.

Abdurrahim KARAKOÇ

*HÜZÜNBAZ ELVEDALAR


Gözlerimiz hüzne
Yüreğimiz sevdaya mahkûm
Dudaklarımızda alıntı sevinçler...
Efkârı dem almış gecelerde
Karanlığa yenik düşmek değildir elbet
Gözlerimizde hüzünbaz elvedalar
Yorgun ayaklarımızda yılların yaşı
Aldırmayız ya aldırmalarımıza
Sorgulamayız ya sorularımızı
Yalnızlığın ellerinden tutup
Gömeriz ya
"Belki"lerin sığ sularına sevdayı
Efkârı dem almış gecelerdeki
Bendeki sensizliktir ve sendeki bensizliğindir
Telaşı

İşte...
Bu gece iki ayrı şehirde
Acının palazlanmış kanatlarına takılıp
Uçacağız hayallere
Bir sensizlik bir de bensizlik
Dolanacak yalanlara bulanmış dudaklarda
Bir de belirsizlik

Şimdi sen söyle
Ya da bana sor?
Hasretin vardiyasında
Tek bir gülümsenin kalbe vurduğu
Göz göze gelindiği anda
Kim ömrünü bağışlamaz
Kim geçmez hayatından
Bir anlık mutluluğun kalpte durduğu

Sığınacağız yine yalnızlığa
Sevdanın ömre sığmayan vaktinde
Giydirip kuşatacağız
Parçalanmış sevdamızı
Delikanlı bakışlarımızla
Görmeye çalışacağız
Sakin, suskun bir gecede
Bir sensiz bir bensizlik ötesinde
Yüreği sevdaya mahkûm
İki ayrı şehirde
Hüzünbaz elvedalar ülkesinde kavuşacağız.

Yurdagül ÖZAY

26 Ocak 2011 Çarşamba

*ALMİRA


Şimdi aynı şehirde olsaydık seninle Almira
Yine aynı sokaklarda birlikte yürüseydik hayata
Ve adımızı yeniden yazsaydık
Buluştuğumuz bütün duraklara
Unutup gitseydik bütün çirkinliklerini dünyanın
Ve bütün acımasızlığını
Sorgulayıp bütün yasakları
Sorgulayıp bütün günahları
Seninle yeniden başlasaydık bu sevdaya
Seninle yeniden Almira

Şimdi aynı okulda olsaydık seninle Almira
Yine aynı sınıfta, yine aynı sırada
Birlikte göz atsaydık o kırmızı kaplı kitaplara
Tarih gibi, fizik gibi, matematik gibi
Ölümsüz aşkları sorsaydık hocalara
Ölümsüz aşkları Almira

Şimdi bir kır kahvesinde olsaydık seninle
Yine aynı masada, yine aynı köşede
Yeniden düşler kursaydık seninle
Dağlar gibi sıra sıra
Ve yeniden yaratsaydık kendi dünyamızı
Ve de birlikte söyleseydik ikimizlik kendi şarkılarımızı
Meydan okuyup ayrılıklara
Hem de teslim olmadan
Yıllara, yollara, yalanlara
Teslim olmadan Almira

Ne var ki;
Bir kara eylüldü
O kara üzüm gözlerine son bakışım
Yanışım ve de yıkılışım
Üstümden bütün trenler geçti o gün
Bütün otobüsler
Ve bütün gemilerim battı sen gideli
Şimdi bütün umutlarım alabora
Anlıyorsun değil mi
Anlıyorsun Almira

Şimdi bir düşün
Kim itti bizi bu kör olası ayrılığa?
Kim itti bizi bu pişmanlıklar denizine?
Kim yaktı bizi kim?
Hem de sırtımızdan vura vura
Görüyorsun değil mi görüyorsun
Bir ikimiz sığamadık bu koca dünyaya
Bir ikimiz Almira
Ve işte o gün
Koca bir son yazıldı bu aşkın son sayfasına
Dönüşü olmayan bir yolda kaldık
Dönüşü olmayan bir yolda Almira...

Ahmet Selçuk İLKAN

*DOĞDUĞUM EVİN PENCERESİ


bir çam vardı önünde
doğduğum odanın
çöpten yapraklarında
güneşi
rüzgârla sallayıp
kafesten
içeri dolduran bir çam

sedirinde iskambilden kuleler yıkılmış odada
loş ve sessiz ikindilerin acısıydı
sızan

gözlerim dalardı
kafesten
duvara
ve duvardan
kafese
seyretmeyi
güneşi
yüz bir güneşti
kafesin her deliğinden
giren
susmuş bir çocukla şaka eden
yüz ikindi güneşi

Asaf Halet ÇELEBİ

24 Ocak 2011 Pazartesi

*SÂKIYÂ CÂMINDA NEDİR BU ESRAR


Sâkıyâ câmında nedir bu esrar
Kıldı bir katresi mestane beni
Şarab-ı lâlinde ne keyfiyet var
Söyletir efsane efsane beni

Ref' et nikabnı ey vech-i enver
Zulmette gönlümüz olsun münevver
Şarab-ı lâlinin lezzeti dilber
Gezdirir meyhane meyhane beni

Âşıkın çok belâ gelir başına
Tahammül gerektir adu taşına
Şem-i ruhsârına, aşk ateşine
Yanmakta seyretsin pervane beni

Bakmazlar Dertli'ye algundur deyu
Hakikat bahrine dalgundur deyu
Bir saçı Leylâ 'ya Mecnun'dür deyu
Yazmışlar defter-ü divana beni

DERTLİ
PAYLAŞ

*MELEK


Annesi dün Zeynebe
"Melek yavrum!" diyordu,
İşitince bu sözü
Kız merak etti, sordu:

-Melek yavrum ne demek?
Doğrusu anlamadım.
Melek kanatlı olur;
Hani benim kanadım?

Cevap verdi annesi:
- Üç yavrum daha vardı,
Onlar kanatlanarak
Elimden uçmuşlardı.

Hepsi yalnız bıraktı,
Bu talihsiz kadını,
Bari sen uçma diye
Kopardım kanadını!

Faruk Nafiz ÇAMLIBEL

23 Ocak 2011 Pazar

*SANA BİR BEN GEREK BİR BEN


Canım sen güzel olmağa
Sana bir ben gerek bir ben
Âşıkın gönlün almağa
Sana bir ben gerek bir ben

Ben hocamdan okurum da
Bülbül gibi şakırım da
Al yanağın çukurunda
Sana bir ben gerek bir ben

Mustafa'm der çaresi ne
Merhem eyle yarasına
İki kaşın arasına
Sana bir ben gerek bir ben

Kayıkçı Kul MUSTAFA

*DALYAN


Dalyan deltası...
Kafam biraz karışıktır oldum olası
Denize doğru yüzlerce yol var
Ama hangisi doğru, hangisi çıkmaz?
Aman, sen bir yana
Ben bir yana
Ayrı düşmüşüz yan yana
Karşımız deniz;
Yardım et yoksa gidemeyiz
Kıyıda bir saz gibi yalnızlık olmaz
Dalyan deltası
Yaşamın ta kendisi
Düğümdür dokusu
Öyle kolay çözülmez
Aman, sen bir yana
Ben bir yana
Ayrı düşmüşüz yan yana

22 Ocak 2011 Cumartesi

21 Ocak 2011 Cuma

*ŞAH BEYİTLER-72


Gönül diler ki ayağına yüz süre heyhât
Bu arzuya ol erince ben gubâr oluram
Hümâni

"Gönül, senin ayağının toprağına yüz sürmek ister;
 ama ne yazık ki o bu arzusuna kavuşuncaya kadar ben toz, toprak olurum."

Sevgilin ayağına yüz sürmek her âşığa nasip olmayan bir durumdur.
 Bu ona bir nebze de olsa kavuşmuş olmanın ifadesidir ona göre.
Beyit iki şekilde yorumlanabilir:
1) Sana kavuşmadan toprak olurum, kavuşma ümidim hiç kalmaz.
2) Bu arzuya erişebilmek için toprak olmayı bile göze alırım.
 Bu sayede bastığın yer olabilirim.

Hazırlayan:İbrahim Cemal TORUN
Özel Adana Gündoğdu Koleji Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni

20 Ocak 2011 Perşembe

*SANDIK ODASI



gün ışığıyla yıkanmış küskün bir yıldız
gibi akıp geçtin
sessizliğimizin üstünden
oyalanacak bir şey bile bırakmadın
tozlanmış,dalgın bakışlarımıza
ne zaman,nerede bir şey yitirsek
burada bulacağımızı sanırdık
bu sandık odasında
mümkünmüş gibi
balkonda unuttuğumuz nice yazlardan sonra...

19 Ocak 2011 Çarşamba

*ŞEHRE YAĞMUR YAĞIYOR VE SEN UZAKLARDASIN


Ressam Zeynep BOLCA

Kalbim bir yanardağdır, göğe savrulur külüm
Bu özlem ateşinde sen hiç yandın mı gülüm?

Efkâr bir daha yıkar, kent bir daha kurulur
Çığ düşer uçuruma, düş aynası kırılır!

Adlanmamış duygular durur gül tenhasında
Arşa erişir hüzün aşkın müntehasında

Sevdamı tılsım gibi ıssız dağlara asın
Şehre yağmur yağıyor ve sen uzaklardasın!

Olcay YAZICI

18 Ocak 2011 Salı

*ACEB BU DERDÛMÛN DERMANI YOK MI


Aceb bu derdümün dermânı yok mı
Ya bu sabr itmegün oranı yok mı

Yanaram mûmlayın başdan ayağa
Nedür bu yanmağun pâyânı yok mı

Güler düşmen benüm ağladığıma
‘Aceb şol kâfirün îmânı yok mı

Delübdür ciğerümi gamzen okı
Ara yürekde gör peykânı yok mı

Gözi hançerlerin boynuma çaldı
‘Aceb ol zâlimün im’ânı yok mı

Su gibi kanumı toprağa kardun
Ne sanursın garîbün kanı yok mı

Cemâl-i hüsnüne mağrûr olursın
Kemâl-i hüsnünün noksânı yok mı

Begüm Dehhânî’ye ölmezdin öndin
Tapuna irmeğe imkânı yok mı

Hoca DEHHÂNÎ

16 Ocak 2011 Pazar

*HAYAT GÜZELDİR



Köy sakinleri yağmur duasına çıkmışlardı. Bütün köy ahalisi toplandı.
İçlerinden birinde şemsiye vardı.
Bu inançtır.

Babalar bebeklerini havaya hoplatır, çocuklar gülmekten bayılır.
Yere düşeceklerini akıllarına bile getirmezler. Çünkü babaları onu tutacaktır.
Bu güvendir.

Yatağımıza girerken yarın uyanıp yaşamaya devam edeceğimize dair garantimiz yoktur.
Ama yine de ertesi güne dair planlar yaparız.
Bu ümittir.

Bu üçü varsa hayat güzeldir.

15 Ocak 2011 Cumartesi

*KALDIRIMDA


Her şeyin sahtesi var
Bu şehir de
Çok ucuz
Hayatlar bile

Öncel İPEKÇİ

PAYLAŞ

*DENİZ KIYISINDAKİ KADIN



ezbere biliyorum bütün gizlerini
rüzgar gülünün imbatı tanıdığı kadar

ekmeğin adı susuzluğun adı açlığın adı
dorukları olgunlaştıran baş dönmesi
senin çıplak gövdeni yoğunlaştıran

açık suyun tanığı uzun kolların
toprağın yalnızlığı bacaklarının arasında
doğumun ve ölümün yalnızlığı

yatmışsın orada acı bir öykü gibi tıpkı
mutlu çağların destan kabartmalarında
sıcak çakılların yakıcı kumların arasında
isyanın gerçekliği senin duruşun

büyüyen bir çayırdır yaşamın senin
karanlığın üstüne iner her gece
örter onu tül perde duruluğuyla
deniz kıyısındaki kadın
benim uzak sevgilim
güneş işte böyle doğar darağacında

Özdemir İNCE
www.celaliboylu1.blogspot.com

13 Ocak 2011 Perşembe

*GÜNEŞE KULUM BEN


Mademki ben güneşe kulum,
güneşten söz açmalıyım size.
Mademki gece değilim ben,
mademki karanlığa tapmıyorum,
düşten dem vurmak nafile.

Mademki tıpkı güneşe benziyorum,
elimi eteğimi çekmeliyim üzerinden
ferah, mâmur olan yerin.
Mademki tıpkı güneşe benziyorum,
doğmalıyım ortasında harabelerin.

Gerçi bugün bir kuru elmayım,
ama değerim ağacımdan çok.
Gerçi sarhoşum, yıkılmışım ama
doğru lâf etmedeyim,
erkekçe konuşmadayım.

Benim gönlümün kokusu
yöresindeki topraktan gelir.
Ben o topraktan utanırım da
nedense bir tek söz söyleyemem
suya dair.

Güzel yüzünden kaldır perdeni,
böyle konuşmayı yakıştırma bana.
Taş gibi kaskatıysa senin kalbin,
bak benim kalbim yanmış, ateş haline gelmiş.
Bir iyilik eder, şişeyi alırsan eline,
bir de bakacaksın ki kadehle şarap bende dile gelmiş.

Mevlana Celaleddin RUMÎ

*İSTANBUL'U DİNLİYORUM


İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı
Önce hafiften bir rüzgar esiyor;
Yavaş yavaş sallanıyor
Yapraklar, ağaçlarda;
Uzaklarda, çok uzaklarda,
Sucuların hiç durmayan çıngırakları
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.

İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Kuşlar geçiyor, derken;
Yükseklerden, sürü sürü, çığlık çığlık.
Ağlar çekiliyor dalyanlarda;
Bir kadının suya değiyor ayakları;
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.

İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Serin serin Kapalıçarşı
Cıvıl cıvıl Mahmutpaşa
Güvercin dolu avlular
Çekiç sesleri geliyor doklardan
Güzelim bahar rüzgarında ter kokuları;
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.

İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Başımda eski alemlerin sarhoşluğu
Los kayıkhaneleriyle bir yalı;
Dinmiş lodosların uğultusu içinde
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.

İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Bir yosma geçiyor kaldırımdan;
Küfürler, şarkılar, türküler, laf atmalar.
Birsek düşüyor elinden yere;
Bir gül olmalı;
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.

İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Bir kus çırpınıyor eteklerinde;
Alnın sıcak mı, değil mi, bilmiyorum;
Dudakların ıslak mi, değil mi, bilmiyorum;
Beyaz bir ay doğuyor fıstıkların arkasından
Kalbinin vurusundan anlıyorum;
İstanbul'u dinliyorum.

Orhan Veli KANIK

12 Ocak 2011 Çarşamba

*ANLATSALAR GÜLERDİM



Dolanıp sokaklarda, arıyordum kendimi.
Tılsımın ne bilmedim, bana sen öğrettin sevmeyi.
Acılardan geçerken ne hissederse insan.
En fazla öyle bildim, ağlamaklı gülmeyi.

En uzak derinlikler dizlerimi geçmezmiş.
Anlatsalar gülerdim.
Aynı denizden yine geçsem,
yine aynı yolu seçerdim.

En uzak yıldızlar, gözlerinden geçermiş.
Anlatsalar gülerdim.
Bir daha gelsem bu dünyaya,
ben yine seni isterdim.

Her şeyim sensin,
her şeyim seni sevmemden geçer benim.

Erhan GÜLERYÜZ

*MARMARA'YA


Ah ey deniz, güzel deniz, ey nazlı Marmara!
Bilsen ne hasretim var o mahmur ufuklara,
Bilsen ne özledim seni?.. Hicrinle kaç sene
Bir münzevî hayatı geçirmekteyim yine.
Tütmektedir gözümde hayalin, derin derin
Daldım, yüzünde aksini gördüm ezellerin...
Ma'şûka seyr eder gibi daldım uzun uzun;
Gel dinle iştiyâkımı, sevdamı, derdimi...
Rabbim! Nedir o sendeki efsanevi füsûn?
Sen bir yığın sudan mı ibaretsin? Öyle mi?

Yok yok... Yegane Mübdi'in en saf ü nâzenin.
En şâirane, en güzel, en şûh gözleri
Ondan yaratmış olduğu bir madde var... Senin
Katmıştır işte rühuna tekmîl o cevheri.

Sevdalı bir kadın gibisin, hisle dopdolu;
Her hali, her kıyafeti cazib ve... korkulu.
Hülya zamanlarında ser-â-pâ bediasın.
Sen coştuğun zamanda da fevk-at-tabiasın.
Hep sevk u neşve cilvesi, yahut hışım, haşem
Olsaydı mâlikane-i hüsnünde bir köşem
Ben başka yolda şâir olurdum.. Ne boş hayâl!
Sevdalı bir kadın... Bunun izâhı güç, muhâl:
Bir raz ü rûh-ı nâ-mütenahi demektir o,
İnsan kıyafetinde ilahi demektir o.

Duydum sedânı kaç senelik bir mesâfeden!
Ey bin bir ibtihalime, hülyama âşinâ,
Asrın şu hasta rühunu temsîl eden bana
Dünyada şimdi tek bir emeldir gülümseyen:
Dil-ber deniz! Budur dileğim, sen de et duâ.
Bir gün gelir nihayeti elbet bu hasretin.
Olsun sonunda ecri bu hicrin, bu mihnetin
Âsûde bir kıyında da bir müddet inzivâ.

11 Ocak 2011 Salı

*HATIRLA AMA



 Bir tatlı ömür gibi gitmeye niyetlendin,
ayrılık atına eyer vurdun inadına.
Ama bizi unutma, hatırla ama.

Sana temiz dostlar, iyi dostlar, bağdaş dostlar
yeryüzünde de var. gökyüzünde de var.
Eski dostla ettiğin yemini, hatırla ama.

Sen her gece ay değirmisini
başına yastık edince yollarda,
dizimde yattığın geceleri hatırla ama.
Sen ey, hüsrev'i kendine kul,
Şirin gibi bir nice güzeli esir eden,
aşkının ateşiyle tıpkı Ferhat gibi benim
ayrılık dağını delmede olduğumu, hatırla ama.

Bir deniz kesilen gözlerimin kıyısında
bir aşk ovasını görmüştün hani;
sarfan dallarıyla, ağustos gülleriyle sarmaşdolaş.
Bunu unutma, hatırla ama.

Ey Tebrizli Şems,
dinim aşktır benim, senin yüzünü gördüm göreli,
benim dinim senin yüzünde övünür, ey sevgili.
Bunu unutma, hatırla ama.

 Mevlana Celaleddin RUMİ

*BAHAR OLACAKTIN


Çizebilseydim,
Bahar olacaktı yüzün...
Yazabilsem,
En uzunu şiirlerin...
Olmadı, beceremedim...
Adını duvarlara yazacak çağım da
Çoktan geçti benim.
Yasak sevdamın
Gözaltı tarafı...
Çaresiz,
Seni yüreğimde erittim.

Tayfun TALİPOĞLU

10 Ocak 2011 Pazartesi

*USUL USUL


Özlem rıhtımında gün akşam oldu
Sarıl küreklere gel usul usul
Güzelim leylâklar saçını yoldu
Dağıt hüzünleri gül usul usul

Odalar şenlensin ayak sesinle
Aynı saksılarda büyü benimle
Mutluluğa dönük şarkını söyle
Kopsun sevincinden tel usul usul

Yağmur ol göklerden yağ ellerime
Ayışığı gibi vur yollarıma
Nazlı kuşlar gibi kon dallarıma
Sevda sepetime dol usul usul

Katmer katmer açıl gönül bahçemde
Bir ipek çevre ol fakir bohçamda
Mecnun'um Leylâ'sın dertli bahçemde
Kapımı yeniden çal usul usul

İlhan GEÇER

9 Ocak 2011 Pazar

*ASAFIN MİKTARIN BİLMEZ SÜLEYMAN OLMAYAN



Asafın miktarın bilmez Süleyman olmayan
Bilmez insan kadrini alemde insan olmayan

Zülfüne dil vermeyen bilmez gönül ahvalini
Anlamaz hali perişanın hali perişan olmayan

Rıskına kani gerdune minnet eylemez
Alemin sultanıdır muhtac-ı sultan olmayan

Kim ki haktan korkmaz ondan korkar erbab-ı ukul
Her ne isterse yapar haktan harasan olmayan

İtiraz eylerse bir nadan Ziya hamuş olur
Çünkü bilmez kadr-ı güftarı suhendan olmayan

 Ziya Paşa

*ORADA DURAN


Dün gece gördüm seni
Ay doğarken oradaydın
Bir içim suydu çocukluğun
Keşke o gün içseydim seni

Dün gece ay doğarken
Ormanda ışıkla oynaşan
Bir mor menekşeydi çocukluğun
Keşke o gün koklasaydım seni

Ay ışığı saçılırken geceye
Oradaydın saçların omuzlarında
Fırınlanmış bir meşe tahtasında
Yıkasalardı seni yeşerirdi

Keşke o gün öpseydim seni

Vecihi TİMUROĞLU

*AŞKA VE TERKE DAİR


Bazen öyle bir ilişkiye tutulursunuz ki, ne sevebilir, ne terk edebilirsiniz. Kör kütük bağlanmışsınızdır aslında...
En güzel yıllarınızın, acı tatlı hatıralarınızın ortağıdır; iç çekişlerinizin sebebi, yazılarınızın ilhamı, sohbetlerinizin konusudur.
Göz yaşlarınızda, bilinçaltınızda, kahkahanızdır. Korkunca saklandığınız bir sığınak, coşunca öptüğünüz bir bayrak...
Sevdanız riyasız, çıkarsız, karşılıksızdır. Sınırsız ve nihayetsiz; "Ölmek var, dönmek yok"tur.
Lakin gün gelir anlarsınız içten içe bir şeyin kanadığını...
Tutkulu sevdaların gizli hançerleri başlar parıldamaya... Şurasından burasından eleştirmeye koyulursunuz: "Şöyle görünse, öyle demese, değişse biraz ya da eskisi gibi olsa..."
Başkalarını örnek göstermeye, "Bak onlar nasıl yaşıyor" demeye başlarsınız.

Hem birlikte yaşayıp, hem özgür olmanın yollarını ararsınız. Aşkınızın gözü kör değildir artık, yanlışını görür düzeltmek istersiniz. "Eskiden böyle miydi ya..." diye başlayan sohbetlerde açılır eleştirilerin kapısı; açıldıkça bastırılmış itirazlar yükselir bilinçaltından.
Böyle süremeyeceğini bilirsiniz. Değişsin istersiniz.
O, sevgisizliğinize yorar bunu. İhanete sayar. Tutkulu ilişkilerde ihanetin bedeli ölümdür.
"Ya sev böyle ya da terk et" diye gürler...

Bir zamanlar bir gülücüğüyle alacakaranlığı ışıtan o rüya,bir kabusa dönüşür birden... Kapatır gönlünün kapılarını, yasaklar kendini size... Hoyrattır, bakmaz yüzünüze...
Zehir akar dilinden, konuşturmaz, suçlar, yargılar, mahkum eder.
Mühürler dudaklarınızı, yırtar atar yazdıklarınızı, siler sizi defterden...
"İyiliğin içindi hepsi, seni sevdiğim için..." dersiniz, dinletemezsiniz. Ayrılırsanız yaşayamayacağınızı bilirsiniz, lakin böyle de sevemezsiniz.

İhanetten kırılmıştır kaleminiz; severek, terk edersiniz...
"Madem öyle"nin çağı başlar ondan sonra...
Madem ki siz böylesine tutkunken, o hep başkalarını seçmiştir, madem ki kıymetinizi bilmemiştir, o halde günah sizden gitmiştir.
Lanet ederek bu karşılıksız aşka, çekip gitmeleri denersiniz. Aşkın göçmenlik çağı başlar böylece...

Daha özgür olacağınız limanlara demirlersiniz bir süre... Ne var ki unutamaz, uzaktan uzağa izlersiniz olup biteni. Etrafı bir sürü uğursuzla dolmuş, kurda kuşa yem olmuştur. Deli kanlılar, eli kanlılar, uğruna ölenler, sırtına binenler sarmıştır çevresini...
Gurur duyar onlarla, koynunda besler gözünü oysunlar diye...

Uğruna kan dökenleri sever, yoluna gül dökenlerden fazla... "Bana ne... Kendi seçimi" diye omuz silkmeye çabalarsınız bir süre. Ama sonra... Ansızın kulağımıza çalınan bir şarkı ya da bir kapı aralığından süzülüp gelen bir koku, hatırlatır onu yeniden...
Yaban ellerde, başka kollarda ondan bahseder ağlarsınız. Kokusunu özlersiniz, türküsünü söylemeyi, şarkısını dinlemeyi, yemeğini yemeyi, elinden bir kadeh rakı içmeyi...

Karşı nehrin kıyısından hasret şiirler haykırırsınız, sular kulağına fısıldasın diye...
Dönüp "Seni hâlâ seviyorum" diye bağırmak geçer içinizden... Dönemezsiniz. Göremedikçe bağlanır, uzaklaştıkça yakınlaşırsınız.
Anlarsınız ki bir çaresiz aşktır bu, ne onunla olur, ne onsuz... Hem kollarında ölmek, kucağına gömülmek arzusu, hem "Ne olacak sonunda" kuşkusu...

Böyle sevemezsiniz, terk de edemezsiniz.

Sürünür gidersiniz.

Can DÜNDAR (Şiir Gibi Yazılar)


8 Ocak 2011 Cumartesi

*DİLA GÖR BU CİHAN İÇRE



Dila gör bu cihan içre
Güzellerde bir adet var
Ne aşk var aşıktan içre
Ne onlarda sadakat var

Ne dostane safa eyler
Ne cevr ile cefa eyler
Ne ağyara vefa eyler
Ne uşşaka inayet var

Biliriz işte dilbersin
Beni öldürmek istersin
Tutalım naz-perversin
Ne bu nazda letafet var

El-insaf Gevheri kemter
Nice sevsin seni dilber
Ne bahtım bir sa'd ahter
Ne tavr u ne kıyafet var

GEVHERİ

7 Ocak 2011 Cuma

*GÜNAYDINIM , NAR ÇİÇEĞİM, SEVDİĞİM


Efsaneye göre Cihangir Hanlığı'nın genç Prensi Salim Şah, birgün raksını görüp hayran kaldığı, Anarkali isimli genç ve güzel rakkaseye aşık olur. Zaman geçer ve Prens Salim Şah gönlünü çelen bu güzel rakkase ile evlenmek ister. Kurallar ise farklı.. Bir prensin halktan bir kızla evlenmesi yasak, hele bir rakkase ile evlenemesi akıldan bile geçmemesi gereken bir düşüncedir.
Zamanla bu aşk yasağa rağmen büyür, iyice alevlenir. Bütün Hanlığı sarar Anarkali ile Salim Şahın aşkı ağızdan ağıza anlatılır. Bu hâl prensin babası olan Han Akbar tarafında ise büyük bir rahatsızlık yaratır. Aşıkların birbirini görmesi yasaklanır.
Ama ferman dinlemeyen gönül, burada da ferman dinlemez Aşıkların ilişkisi sürer gider. Aşk hükmünü sürdürür. Efsane aşk iyice dillenir. Civar hanlıklara da yayılır. Bununla başedemiyeceğini anlayan Akbar Han çareyi sevdalıları ayırmada bulur.
Çözüm çok zalimcedir. Güzel Rakkase Anarkali ibret için kentin ortasında yapılan, pencesi olmayan dört duvardan ibaret dar bir odaya hapsedilir. Arkasından giriş kapısı da duvarla örülüp kapatılır. Ölüme terkediştir bu..

Prens şaşkın ve çaresiz, bu aşkı efsaneleştiren şehir halkı ise ağlamaklıdır. Her gün gelip bu hücrenin önünde, Hanın insafa gelip güzel Anarkali'yi affetmesini bekler. Bir müddet sonra umutlar kesilir. Artık duvarlar yıkılsa da güzeller güzeli Anarkali'nın sağ çıkma ihtimali yoktur. Halk yavaş yavaş çekilir. Bekleme duvarının önü boşalır. Ama Aşk mecnunu prens ,maşukunun çevresindedir hep. Gönüldeki sevda ve sevilen ölmemiştir. Gözleri kapının örüldüğü duvarda sesiz bir tevekkül ile beklemededir.

Mevsimler geçer bahar olur, tabiat canlanır. Bir gün o taş duvarda da bir kıpırtı başlar. Prensin gözünü hiç ayırmadığı o duvarda güzel Anarkali'nın girdiği kapının taş örgüleri arasından ince zarif bir dal filizlenmiştir. Bunu duyan halk tekrar toplanmaya ve hergün bu hayat izini izlemeye başlar.
Günler geçtikce yeni dallar ,yeni filizler çıkar o taşın bağrından ve tüm dallar tomurcuklarla yüklüdür, çiçek açacaktır aşk.

Bir sabah duvarın önüne gelenler. Duvarın baştanbaşa kırmızı nar çiçekleriyle kaplı olduğunu görürler. Hayranlık veren bir güzellik vardır. Adeta Güzel Anarkali'nin tüm güzelliği narçiçeklerindedir. Bir gecede bütün narçiçekleri açmıştır. Mevsimler boyu orada aşkın umuduyla bekleyen prens ise duvara yaslanmış Narçiçekleri arasında mutlu bir ifade ile ruhunu teslim etmiştir.. Aşk çiçekleri açmış aşıkın kalbi ise Anarkali'nin güzelliğini seyrettiği o çiçeklerin ihtişamına dayanamamıştır. Sevdalarıyla birlikte maşukunun yanındadır artık. Rivayet şu ki; O güzelim ateş rengi nar çiçeklerinin çıkış yeri Güzeller Güzeli Anarkali nin aşk dolu kalbidir. Taşları delip sevdiğine kendini göstermiştir.



Şavkıması, sana doğru yolların
Sana doğru, denizlerin çağrısı
Çırıl çırıl ötelerde bir güzel
Günaydınım, nar çiçeğim, sevdiğim.

Çıkmaz sokaklarda bu minyatür kim?
Bu göğüs kim, ya bu gözler, bu saçlar?
Uzak bir özlemde ayak seslerin
Günaydınım, nar çiçeğim, sevdiğim.

Kırk odanın kırkında da kırk güzel
Kırk aynada çengi çengi bir güzel
Çağlar ötesinde bir avuç nota
Günaydınım, nar çiçeğim, sevdiğim

Bu yıldızlar doğan günü çağrışır
Bu gündüzler gözlerini çağrışır
Ya kimlere verdin avuçlarını
Günaydınım, nar çiçeğim, sevdiğim.

Vurdum tellerine seni, sazımın
Sende anahtarı, alın yazımın
Yağmur yağmur serpil yalnızlığıma
Günaydınım, nar çiçeğim, sevdiğim.

Feyzi Halıcı

6 Ocak 2011 Perşembe

*GÜL KOKUYORSUN


gül kokuyorsun bir de
amansız, acımasız kokuyorsun
gittikçe daha keskin kokuyorsun, daha yoğun
dayanılmaz birşey oluyorsun, biliyorsun
hırçın hırçın, pembe pembe
öfkeli öfkeli gül
gül kokuyorsun nefes nefese.

gül kokuyorsun, amansız kokuyorsun
ve acı ve yiğit ve nasıl gerekiyorsa öyle
sen koktukça düşümde görüyorum onu
düşümde, yani her yerde
yüzü sararmış, titriyor dudakları
şakakları ter içinde
tam alnının altında masmavi iki ateş
iki su
iki deniz bazan
bazan iki damla yaz yağmuru
mermerini emerek dağlarının
şiirler söylüyor gene
ölümünden bu yana yazdığı şiirler
kızaraktan birtakım şiirlere
büyük sular büyük gemileri sever çünkü
ve odur ki büyüklük
şiir insanın içinden dopdolu bir hayat gibi geçerse
o zaman ölünce de şiirler yazar insan
ölünce de yazdıklarını okutur elbet
ve senin böyle amansız gül koktuğun gibi
yaşamanın herbir yerinde.

gül kokuyorsun, amansız kokuyorsun
bu koku dünyayı tutacak nerdeyse
gül, gül! diye bağıracak çocuklar bütün
herkes, hep bir ağızdan: gül!
ve herşeyin üstüne bir gül işlenecek
saçların, alınların, göğüslerin üstüne
yüreklerin üstüne
bembeyaz kemiklerin
mezarsız ölülerin üstüne
kurumuş gözyaşlarının
titreyen kirpiklerin üstüne
kenetlenmiş çenelerin
ağarmış dudakların
unutulmuş çığlıkların üstüne
kederlerin, yasların, sevinçlerin
ve herşeyin üstüne bir gül işlenecek.

bir rüzgar, bir fırtına gibi esecek gül
yıllarca esecek belki
ve ansızın dünyamızı göreceğiz bir sabah
göreceğiz ki
biz dünyamızı gerçekten görmemişiz daha
geceyi, gündüzü, yıldızları
görmemişiz hiç
tanışmaya komamışlar bizi güzelim dünyamızla.

öyleyse dostlar bırakın bu yalnızlıkları
bu umutsuzlukları bırakın kardeşler
göreceksiniz nasıl
güller güller güller dolusu
nasıl gül kokacağız birlikte
amansız, acımasız kokacağız
dayanılmaz kokacağız nefes nefese.

Edip CANSEVER

PAYLAŞ

4 Ocak 2011 Salı

*BİR SEN GÜZELSİN



Sen gözlerimin ufkunda tüterken
Hüzün yağmurları yağmazdı günlerime
Ilıman ikliminle dolardı içim
Nasıl da sokulurdu ellerin ellerime

İnce bir yapraktı saçların
Yaşlanmış ağacımın dallarında
En gür şafaklar sökerdi
Aşkımızın yollarında

Sen sıcak gülüşlerde yaşardın
Avuçlarında hep bahar yağmuru
Yirmi yaşın elleriyle okşardım seni
Uzandığımız gök maviydi ve deniz duru

Kaçıp sana sığınırdım
Geceler üstüme üstüme gelince
Sonsuz mutluluklar ormanında
Bir nazlı geyik gibiydin ince

Bir sen güzeldin benim için
Bir de yüzünde açan karanfil
Öyle çok esiyordun ki içimde
Bahar rüzgarı gibi efil efil

İlhan GEÇER

*BİZ BİRBİRİMİZİN HİÇBİR ŞEYİ


birbirimizin hiç bir şeyi olmakla başlamak lazım aşka
birbirimizin sahibi olmak için değil
yüzyıllık, destansı aşklara atmalı imza
sen, yaşamıma;
başkalarının paylaşamadığı ayrıcalıklar getirmelisin
ve bu yüzden özel olmalısın...
yalnızca benim olacaksın arzusundan uzak
ben, senin olacağım açgözlülüğünden arınarak
iki kişilik hapishanenin mahkumları olmadan
hiç bir şeyim olmalısın benim..
birbirimizin hiç bir şeyi olmaktan başlamalıyız ki;
bir ömür boyu '' herşeyimiz'' olalım...

Gül UBAY

2 Ocak 2011 Pazar

*AŞK İKİ KİŞİLİKTİR



Değişir yönü rüzgarın
Solar ansızın yapraklar;
Şaşırır yolunu denizde gemi
Boşuna bir liman arar;
Gülüşü bir yabancının
Çalmıştır senden sevdiğini;
İçinde biriken zehir
Sadece kendini öldürecektir;
Ölümdür yaşanan tek başına,
Aşk, iki kişiliktir.

Bir anı bile kalmamıştır
Geceler boyu sevişmelerden
Binlerce yıl uzaktadır
Binlerce kez dokunduğun ten;
Yazabileceğin şiirler
Çoktan yazılıp bitmiştir;
Ölümdür yaşanan tek başına.
Aşk, iki kişiliktir

Avutmaz olur artık
Seni bildiğin şarkılar;
Boşanır keder zincirlerinden
Sular tersin tersin akar;
Bir hançer gibi çeksen de sevgini
Onu ancak öldürmeye yarar:
Uçarı kuşu sevdanın
Alıp başını gitmiştir;
Ölümdür yaşanan tek başına.
Aşk, iki kişiliktir.

Yitik bir ezgisin sadece
Tüketilmiş ve düşmüş gözden;
Düşlerinde bir çocuk hıçkırır
Gece camlara sürtünürken;
Çünkü hiç bir kelebek
Tek başına yaşamaz sevdasını,
Severken hiç bir böcek
Hiç bir kuş yalnız değildir;
Ölümdür yaşanan tek başına,
Aşk, iki kişiliktir.

Ataol BEHRAMOĞLU