31 Mayıs 2012 Perşembe

*YANLIŞ DURAK



kendime gitmek için bekliyorum
son duraktayım
saatler geçer, günler aylar...
ve ömrümün yarısı
bekliyorum yıllardır
sabırdayım

gözler geçer önümden
yeşil mavi siyah
yaşlı gülen, gülünce güller açan
hiç biri benden geçmez
kör karanlıktayım

ve sözler sırayla
aşk der biri, bir diğeri sevda
anılarım der, ilk gözağrılarım
kaybolmak geçer hızla hiç duraksamadan
ben el sallarım ardından
kayboluştayım

çocukluğum geçer sonra
zemherilerde saçımı okşayan,
yarım masallar -o hiç tamamlanmayan
bir rüzgâr geçer ardından ve bir ölüm!
yaslardayım

hiç geçmez dediğim, gençliğim geçer
yüreğinde umutlar, elinde özgürlük bayraklarıyla
ve başının üstünde dolaşan âsi bulutlar
dağılır tam ben binerken
yasaklardayım

dönüp dönüp sen geçersin her saat başı
gecelerin yıldızlarınla gündüzüme inat
özlemin deler geçer yokluğunda
bir tek sözüm geçmez yüreğime
sevdandayım

kendime gitmek için bekliyorum hala duraktayım
günlerim aylarım ve ömrüm geçer
bir ben geçmem kendimden
anladım
ben yanlış zamanda ve yanlış duraktayım

30 Mayıs 2012 Çarşamba

*KEZBAN



Sen Çukurova’nın gülü gibisin
Sırma saçlarını öreyim Kezban
Nisan yağmurunun seli gibisin
Kalbime bir ak da göreyim Kezban

Saçlarının rengi samani sarı
Her çiçeğe konmaz bal yapan arı
Çukurova sıcak yağmaz ki karı
Seni yaylalarda dereyim Kezban

Seni bir tanımak bilmek isterim
Kötü kaderini silmek isterim
Seninle ağlayıp gülmek isterim
Gönlümü önüne sereyim Kezban

Bir kahvenin kırk yıl hatırı varsa
İçin sıkıntılı yüreğin darsa
Bana gönül vermek sana bir ar’sa
Ben sana gönlümü vereyim Kezban

Baki YILDIRIM— Ceyhan, Adana

*ÇİÇEĞİN SUYA AŞKI

Günün birinde bir çiçekle su karşılaşır ve arkadaş olurlar. İlk önceleri güzel bir arkadaşlık olarak devam eder birliktelikleri, tabii zaman lâzımdır birbirlerini tanımak için. Gel zaman, git zaman çiçek o kadar mutlu olur ki, mutluluktan içi içine sığmaz artık ve anlar ki, su’ya aşık olmuştur. İlk kez aşık olan çiçek, etrafa kokular saçar, “Sırf senin hatırın için ey su” diye… Öyle zaman gelir ki, artık su da içinde çiçeğe karşı birşeyler hissetmeye başlamıştır. Zanneder ki, çiçeğe aşıktır ama su da ilk defa aşık oluyordur.

Günler ve aylar birbirini kovalalar ve çiçek acaba “Su beni seviyor mu?” diye düşünmeye başlar. Çünkü su, pek ilgilenmez çiçekle… Halbuki çiçek, alışkın değildir böyle bir sevgiye ve dayanamaz. Çiçek, suya “Seni seviyorum der. Su, “Ben de seni seviyorum” der. Aradan zaman geçer ve çiçek yine “Seni seviyorum” der. Su, yine “Ben de” der. Çiçek, sabırlıdır. Bekler, bekler, bekler… Artık öyle bir duruma gelir ki, çiçek koku saçamaz etrafa ve son kez suya “Seni seviyorum.” der. Su da ona “Söyledim ya ben de seni seviyorum.” der ve gün gelir çiçek yataklara düşer.
Hastalanmıştır çiçek artık. Rengi solmuş, çehresi sararmıştır çiçeğin. Yataklardadır artık çiçek. Su da başında bekler çiçeğin, yardımcı olmak için sevdiğine… Bellidir ki artık çiçek ölecektir ve son kez zorlukla başını döndürerek çiçek, suya der ki; “Seni ben, gerçekten seviyorum.” Çok hüzünlenir su bu durum karşısında ve son çare olarak bir doktor çağırır nedir sorun diye…

Doktor gelir ve muayene eder çiçeği. Sonra şöyle der doktor: “Hastanın durumu ümitsiz artık elimizden birşey gelmez.” Su, merak eder, sevgilisinin ölümüne sebep olan hastalık nedir diye ve sorar doktora. Doktor, şöyle bir bakar suya ve der ki: “Çiçeğin bir hastalığı yok dostum… Bu çiçek sadece susuz kalmış, ölümü onun için” der.

Ve anlamıştır artık su, sevgiliye sadece “Seni Seviyorum” demek yetmemektedir.

29 Mayıs 2012 Salı

*AŞK



Bir başka vücüda
Kendi ruhundan maya çalmak
Biraz o olabilmek
Fazlasıyla her şeyde onu bulabilmek
Ama her şeyin onu yapamayacağını da bilmek
Yegane olanı güle, çiçeğe balığa benzetip
Balığın, gülün, çiçeğin o olamayacağını bilmek
Gül olup o olmak
Balık olup o olmak
Çİçek olup o olmak
Onu her an yaşamak
Ama onsuz da yaşayamamak
O balık olup okyanusa açıldığında
Onunla olabilmek
Çiçek olup tomurcuklandığında
Korumak gözetmek
Gül olduğunda
Gonca halini görüp gülümseyebilmek
Birlikte bir güle dönmek
Biri güldü, diğeri güldü
Bir çift güle döndü dedirtebilmek
Balık olduğunda sırf onun için
Gölü okyanusa tercih edebilmek
Çiçek olduğunda
Meyveye dönebilmek
En lezizinden
Sırf onun için
Gül olduğunda
Gül bahçesi aramak
Velhasıl biraz daha yaşamak
Daha mutlu yaşamak
Biraz balık olup yaşamak
Biraz gül
Sonra çiçek olup mutluluk dağıtmak
Onun için yaşamayı sevmek

Arif ÖZGÜR
 
 

*BİR GÜN SABAH SABAH



Bir gün sabah vakti kapıyı çalsam,
Uykudan uyandırsam seni:
Ki, daha sisler kalkmamıştır Haliçten.
Vapur düdükleri ötmededir.
Etraf alacakaranlık,
Köprü açıktır henüz.
Bir gün sabah sabah kapıyı çalsam...

Yolculuğum uzun sürmüş oldukça
Gece demir köprülerden geçmiştir tren.
Dağ başında beş on haneli köyler,
Telgraf direkleri yollar boyunca
Koşuşup durmuş bizle beraber.

Şarkılar söylemişim pencereden,
Uyanıp uyanıp yine dalmışım.
Biletim üçüncü mevki,
Fakirlik hali.
Lületaşından gerdanlığa gücüm yetmemiş,
Sana Sapancadan bir sepet elma almışım..

Ver elini Haydarpaşa demişiz,
Vapur rıhtımdadır pırıl pırıl,
Hava hafiften soğuk,
Deniz katran ve balık kokulu
Köprüden kayıkla geçmişim karşıya,
Bir nefeste çıkmışım bizim yokuşu...

Bir gün sabah sabah kapıyı vursam,
-Kim o ? dersin uykulu sesinle içerden.
Saçların dağınıktır, mahmursundur.
Kimbilir ne güzel görünürsün sevgilim,
Bir gün sabah vakti kapıyı çalsam,
Uykudan uyandırsam seni,
Ki, daha sisler kalkmamıştır Haliçten.
Fabrika düdükleri ötmededir.



Turgut UYAR

28 Mayıs 2012 Pazartesi

*KADIN VE SALINCAK

Kanadında yetim korkular taşıyan kadın
Umudunu rüzgâra bağlayan
Ruhunda özlemin kekremsi tadı
Taştıkça cezveden
Ağlayan

Işığı isimsiz
Sevdası demsiz
Koklarken solgun anıları
Olmaz feryadını duyan

Kadın,
Biraz çocuk, biraz adam

Yağmuru kurşuna benzer
Bahçesi hazan
Yaprak döker papatyası sorulmadan
Fallar yalan

Üstünde sayısız gözler
ilmek atar ağaca
Sallanır başı
Yüzerken gökmavisinde
Pullanır insan

Dökülür duvardan kırlangıç yuvası
Ortada ateş, ihanet çıplak et
Sobelenir
Kıyıda zebil zaman

sorgular yanlışları nihayet

Kadın
Biraz annem, biraz babam

Şahika GÜRAY

*ÇAĞRI




Küçük, tombul bir çocuğun sevinci
Nasıl sönerse
Öyle çekilir hayat yüzümden
Sen gidince
Gelsen
Şu kışkırtan bahar sıcağına uysam
Sana soyunsam
Bilirsin hiçbir yürek yaşlı değildir
Aşk için
En büyük kuraklıklarda bile
Çatlatabilir onun tohumunu
Hadi, bana açıl
Boş bir kağıt gibi bembeyaz
Çağır beni
Sana birikeyim.


Hüseyin YURTTAŞ

 

27 Mayıs 2012 Pazar

*SEVGİ YASASI



Gönül etten duvar,kalp ise kasa
Sevgi orda saklı kitli duruyor
Ne bir kanun dinler ne de bir yasa
Sevgi silah gibi kalbi vuruyor

Sevgi kutsal varlık hürmet etmeli
Seven sevdiğine koşup gitmeli
Karşılık olmayan sevgi bitmeli
Sevgi gül misali bir gün kuruyor

Sevgi duygu işi,his varsa olur
Yürekten seversen o BAKİ kalır
Sevgiyi koparan vebali alır
Sevgi yargıç olup hesap soruyor

Baki YILDIRIM
(https://www.facebook.com/baki.yildirim3/posts/228052387311516?ref=notif&notif_t=share_reply#!/baki.yildirim3)

*ADAMLAR



Adamlar; yolağzında çömelekalmış,
Alınları, elleri çizgi çizgi;
Zincirlenmiş gibi düşüncelerden
Kaygılar içinde yüzleri.

Yüreklerindeki ateşten habersiz,
Gözlerinde toprak özlemi,
Yıllar yılı çağlamış
Başı boş sularca elleri.

Adamlardan güneşi içinde bulan,
Dumandan sıyrılmış dağ gibi;
“Bize uyuşukluk yakışmaz” diye
Doğrulup gürleyiverdi.

“Yaşamak için geldik dünyaya,
Yaratabiliriz iyiyi, güzeli.”
Günlük güneşlik kesildi yol
Kararlı gözleri.

Oğuz TANSEL

 

*YEŞİL ÇAĞ



Sizin yaşınızda olmak ne iyi çocuklar
Ne iyi
Asıp düşünceyi bulutlara
Özgür kelebekler gibi

Sizin eliniz ne ince çocuklar
Ne ince
Solmasın umutlarınız
Deli gibi bir rüzgâr değince

Sizin umutlarınız ne büyük çocuklar
Ne büyük
Değdikçe zamanın eli
Sizin de yaşantılarınız bölük

Sizin gözleriniz ışın ışın çocuklar
Işın ışın
Duymayın körpe yüreklerinizde
Endişesi kışın

Yalnız sizin sevginiz gerçek çocuklar
Yalnız sizin
Sizde mavisi sizde rüzgârı
Gök ve denizin


Mustafa İlhan GEÇER

 

25 Mayıs 2012 Cuma

*ARMAĞAN



Senin gözlerini
Dağlardaki çocuklara vereceğim;
Çayır çimen kokusu rüzgarlar dolusu
Ocaklarda tüten hayal
Yıldızlı bir pencere bozkırın yoksulluğunda
Haran’a açılan balıklı göl
Biraz anne,biraz kardeş
Çokça sevgili
Gözlerini senin,çocuklara
Sevsinler diye birazcık kendilerini…


Senin gözlerini
Çocuklara vereceğim kentlerdeki;
Onurlu ve uzak
Hilesiz ve çıplak
Bir su damlasından korunaksız
Ay ışığına ilmekler atan
Ebruli,derin
Bal kıvamındabir gizem
Biraz dost, biraz sitem
Çokça sevgili
Çocuklara, gözlerini senin
Sevsinler diye birazcık başkalarını…


Senin gözlerini
Evlerdeki çocuklara vereceğim;
Bulanık,huysuz
Kirpikleri odalarda kıvrım kıvrım yollar
Halkalanmış acı su


Bir kısılmış bir çözümsüz rüzgar
Biraz öfke,biraz naz
Çokça sevgili
Gözlerini senin, çocuklara
Sevsinler diye birazcık ömürlerini

Şükrü ERBAŞ

24 Mayıs 2012 Perşembe

*REGÂİB KANDİLİ

Kalpler vardır sevgiyi paylaşmak için,
 insanlar vardır dostluğu yaşatmak için,
kandiller vardır kutlamak ve af dilemek için..
Regaib kandiliniz mübarek olsun.

22 Mayıs 2012 Salı

*SÖYLENEMEYEN

www.celaliboylu1.blogspot.com

Ben, sana ne söyleyebildim ki bunca zamandır? ..

Yağmur bırakmadan geçen bulutlar gibiydi zihnimdeki düşünceler;
dilime düşmeyen, sözcüklere dönüşmeyen! ..
Ben, sana ne söyleyebildim ki bunca zamandır? ..

Her zaman fazla oldu söyleyemediklerim, söyleyebildiklerimden! ..
Her zaman; bir bilinmez lisandaki çözülmez şiirleri koklayıp, hissettirmeye çalıştım sana...
Her zaman biraz daha zaman kolladım seslenmek için sana, ve her zaman hayıflandım;
Ben, sana ne söyleyebildim ki bunca zamandır? ..

Kendi karanlığında; güneşe görünmek için karar veren bir tohum gibiydim...
Zordu çıkmak gömüldüğüm çamurdan;
Ama güzeldi!..

Sen güzeldin ve ben, güzelleşiyordum seni düşündüğümde!..
Kendi karanlığında; güneşe görünmeye karar verip yeşillerini giyen bir tohum gibiydim...

Boyutları değişiyordu hayatımın...
Yani, değiştiren sendin boyutlarını hayatımın; büyüyordum, gelişiyordum, genişliyordum...
Söyleyebildiklerimden çoktu her zaman, söyleyemediklerim; bu yüzden kelimelerimin arası açılıyordu!..

Sığdıramadığım her duygu; iki kelimemin arasındaki boşlukta gizli...
O yüzden, yazdıkça parmaklarım,,, ve işte yine o yüzden söyledikçe dilim topallıyor!..
Toparlayamıyorum zihnimi...
Seni özlüyor, ve terliyorum özledikçe;
Seni koklamak için...
İçimdesin!

Muammer ERKUL

21 Mayıs 2012 Pazartesi

*EY AKIL...


Bu âşıklar diyârında ne işin var ey akıl?
Aramıza sığamazsın, incelsen, kesilsen kıl
Güneş doğdu, bu ışıkta mum bir işe yarar mı?
Sen git karanlık bir yer bul, akranlarınla takıl


MEVLÂNÂ


Ey akıl, var git, burada hep aşıklar var. Tek akıllı bile yok.
Sen kıl kesilsen, yine burada sığacak yer bulamazsın.
Gündüz oldu, gündüz yakılan her ışık, uyandırılan her akıl mumu,
aşk güneşi karşısında hiçbir işe yaramaz, rezil rüsva olur.




20 Mayıs 2012 Pazar

*TOPAL KUŞLAR

www.celaliboylu1.blogspot.com

Bir gün, bir bilge, kendi türleriyle uçmayı reddeden iki ayrı cins kuşa rastlar yol kenarında. Hayli merak eder bu iki farklı yaratığın nasıl olup da kendi aileleriyle, ait oldukları yerlerde yaşamak istemediklerini, nasıl olup da bir 'yabancı'yı kendi kardeşlerine yeğlediklerini. Biri karga, biri leylek... O kadar farklıdır ki kuşlar, ihtimal veremez birbirlerini sevdiklerine, kardeşleriyle değil de birbirleriyle uçmayı yeğlediklerine. Öyle ya, karga dediğin kargalarla uçmalıdır, leylek dediğinse leyleklerle. Yaklaşır ve merakla inceler kuşları. Ta ki her ikisinin de topal olduğunu keşfedinceye kadar.
O zaman anlar ki, birlikte kaçar, birlikte uçar, birlikte yaşarlar beklenenlerin yanında
 tutunamayanlar.
O zaman anlar ki, sahip oldukları değil, sahip olmadıklarıdır kimilerini birbirlerine yakın kılan.
Topal kuşlar birbirlerinin 'arıza'larını bilir ve sömürmek ya da örtmek yerine kabullenirler öylesine.
 En sahici dostluklar ortak varlıklar üzerine değil, ortak yoksunluklar üzerine kurulanlardır.
 Aynı şekilde zengin, aynı şekilde mesut olanların ortak paydaları sabun köpüğü gibidir uçar,
 söner.
Ortak acı, ortak hüzün, ortak pürüzdür esas yakınlaştıran, yaklaştıran...MESNEVİ

 

19 Mayıs 2012 Cumartesi

*19 MAYIS ATATÜRK'Ü ANMA VE GENÇLİK VE SPOR BAYRAMI


Ulusal bir mücadelenin başladığı tarihtir 19 MayısAtatürk’ün Samsun’a ayak basmasıyla başlar şanlı bir kurtuluş tarihi… Atatürk’ün Samsun’a ayak bastığı tarih olan 19 Mayıs aynı zamanda “Gençlik ve Spor Bayramı” olarak kutlanmaktadır. Atatürk Millî Mücadele sıralarında Türk milletini ileri sürecek olanların ve köhnemiş fikirlere karşı gelecek olanların genç fikirler olduğunu görmüştü. Bu nedenle de “gençlik” kavramı Atatürk için ayrı bir önem taşımaktadır. Atatürk gençlerden sık sık bahsederken, yaş sınırı dışında fikri olarak gençliği yani, fikirde yeniliği ifade etmiştir. O’nun şu sözü çok anlamlıdır: “Genç fikirli demek, doğruyu gören ve anlayan gerçek fikirli demektir.”

17 Mayıs 2012 Perşembe

*HİTİT YAKARIŞI


Tanrım beni yavaşlat ! Aklımı sakinleştir, kalbimi dinlendir.
Günün karmaşası içinde, bana sonsuza kadar yaşayacak tepelerin sükunetini ver. Sinirlerim ve kaslarımdaki gerginliği, belleğimde yaşayan akarsuların melodisiyle yıka.
Anlık zevkleri yaşayabilme sanatını öğret; bir çiçeğe bakmak için yavaşlamayı, güzel bir köpek yada kediyi okşamak için durmayı, bir kitaptan birkaç satır okumayı, balık avlayabilmeyi, hülyalara dalabilmeyi öğret.
Her gün bana kaplumbağa ve tavşanın masalını hatırlat. Hatırlat ki yarışı her zaman hızlı koşanın bitirmediğini, yaşamda hızı artırmaktan çok daha önemli şeyler olduğunu bileyim.
Heybetli meşe ağacının dallarından yukarıya doğru bakmamı sağla. Bakıp göreyim ki onun böyle güçlü ve büyük olması yavaş ve iyi büyümesine bağlıdır.

Ve hepsinden önemlisi: TANRIM, BANA DEĞİŞTİREBİLECEĞİM ŞEYLERİ DEĞİŞTİRMEK İÇİN ‘CESARET’, DEĞİŞTİREMEYECEĞİM ŞEYLERİ KABUL ETMEM İÇİN ‘SABIR’, İKİSİ ARASINDAKİ FARKI BİLMEK İÇİN ‘AKIL’ VE BENİ AŞKIN KÖRLÜĞÜNDEN VE YALANLARINDAN KORUYACAK ‘DOSTLAR’ VER.

www.celaliboylu1.blogspot.com

*MUSTAFA KEMAL SABAHI


Sabah yürüyüşüne çıkmıştım
Baktım bahçede bir erkenci
Biraz yaklaşınca gördüm
Mustafa Kemal'i
Eli şakağında
Tanyerinde gözleri
Düşündüm bir an
Verdiği cesaretle sabahın
Bir yürüyüş önerip
Atam açılırsınız demeyi
Öyle bir duruşu vardı ki Mustafa Kemal'in
Sen yürü çocuk
diyeceğini sandım
Bahçenin bir köşesinde ben
Bir köşesinde Mustafa Kemal
Ah sanki sabah olmayacak
Geceyle kurulu geceden
Öyle bir tuzak
Duyar mı
Duyacak bilirim
Dizlerine uzanmış
ellerini karanlığın

Uyanın uyanın ha
Sesleriyle uyandım sabaha
Başucumda Ankara
Kavradım tabancamı sımsıkı
İmalât-ı Harbiye yapımı
Şafak söküyordu
Kavgaya tutuşmuştu
aydınlıkla karanlık
Nefer yazdılar beni
aydınlığın safına

A. Kadir PAKSOY



15 Mayıs 2012 Salı

*GELİNCİK TARLASINDA


hasreti çocuk kalbine sor
sevdayı paletindeki boyalara
ayrılığı kuruyan dudaklarına
bedenini saran acılara sor beni
hasreti benimle paylaş
saçlarına değerken kuşlar
yüzün sevda gelinciği

güneş doğabilir siyah saçlarında
gözlerin denizi taşırken balkona
yağmurlar hasret yağmış ellerine
martı konmuş sevda şarkılarımıza
yüzümü büyüler gelincik yüzün
tuvalinde ölümsüzleşir sevdan
yeni bir insanı yaratırken

insan sevdikçe yalnızlaşır içinde
odandaki kırık aynaya sor hasreti
kuşlar hüzün getirdi buğulu gözüne
deniz şarkılarıyla çağırdım seni
yanan kalbimize teslim oldu gece
kendimi eskittim seni severken
yüzün bir düşten uyanır gibi

çocuk yüzün bana açılan bir pencere
sevdalı güvercinler uçuyor aramızda
kalbin ateşliyor paletindeki boyayı
yazamadığım bir şiir gelincik yüzün
acıları kalbine sor ah kalbine
severken kendimi tanımıyorum
ellerin ellerimde yanıyor

yanan ellerine sor sevdanın kaynağını
büyülü bir ayna var ikimizin arasında
kalbimi kuşatıyor paletindeki renkler
sevişen kuşlara sor gelincik tarlasında
hasreti sevdayla yanan dudağına
sevdayı hüzünlü yüzüne sor
ben bir kuşum sen gelincik


Ayhan CAN

14 Mayıs 2012 Pazartesi

*SEVGİLİ



bir selam kadar uzaksın şimdi
bir gül atsam perçemin bozulur
sevdiğin türkülere çiy düşer
çoğalır avuçlarının kınası

dağlardan bir yel eser
çeşmelere seni doldurur
sular seni bekler serviler seni
bir yaprak düşer kalbinin üstüne
bin yıl öteye özlem sızar

şimdi hangi koyaklardasın
nerelerde biledin aşkını kim bilir
ne kirli gömleklerin yıkandı
ne yüzün okşandı onca zaman
kırağılar taradı saçlarını
yivli bir kurşun gibi
bir kuş gözlerinden ağladı
sustun yüreğin yalnız bir abdal
sustun öptüm seni


Hidayet KARAKUŞ

13 Mayıs 2012 Pazar

*RADYO



Rüzgarların önünde durma...
kapatma gönül pencerelerini,
şarkıları dinle, hisset aşkları
sevmeyi öğren, hicran duygularını..

şimdi eski bir radyodayım
aç yıllara meydan okuyan dügmesini
çok derinlerdeyim sanki degil mi?
işte o benim, benim hüzün seslerim...

unutmadın değil mi? sihirli sözlerimi?
hani kalbini hoplatan nağmelerimi
kar yağacak diye beklediğimiz
o, ayaz gecelerin özlemlerini..

u n u t m a, aklından çıkarma beni..
açık kalsın radyo
hep düşündürsün
sana beni.....


Harun SÜREK

*ANALAR

Tüm Annelerin "Anneler Günü" nü Kutluyorum.

Ne güzel hayatı analarla yaşamak
Yürekleri temiz, alınları ak
Duyguları bile haramdan uzak
Sıcak analar bilirim.

Yurdumuzun, yuvamızın orta direği
Dünyadaki varlıkların en mübareği
Elimize diken batsa yüreği;
Yanacak analar bilirim.

Bendedir öksüzlerin çektiği çile
Gözyaşımı oya yaptım mendile.
Ağlasam sesimi yattığı yerden bile
Duyacak analar bilirim.


Yavuz Bülent BAKİLER


PAYLAŞ

11 Mayıs 2012 Cuma

*EŞEKLE GELEN AYDINLIK


Yıl 1943. Genç Mustafa'nın tayini kütüphaneci olarak Ürgüp Tahsin Ağa
Kütüphanesi'ne çıkar. Devlet memurluğu o dönemde süper bir şey, çünkü
özel sektör falan yok. Bizimki kütüphanede heyecanla okurları bekler;
bir gün olur, beş gün olur, gelen giden yok. Etraftakilerle konuşur,
herkese anlatır: "Bakın kütüphane bomboş duruyor, gelin kitap okuyun."
Gelen giden olmaz. Amirlerine durumu bildirir.

- Kardeşim otur oturduğun yerde, maaşını düzenli alıyon mu, almıyon mu?
- Alıyorum.

- Eee, o zaman ne karıştırıyon ortalığı, gelen giden olsa maaşın mı
artacak? Başına daha fazla bela alacan, o kütüphaneye yıllardır kimse
gelmez zaten.

23 yaşındaki genç memur "Ne yapayım, ne yapayım?" diye düşünür durur.
Sonunda aklına bir fikir gelir, eşine söyler. Eşi önce "Deli misin
bey?" der, ama kocasının bir şeyler üretme, işe yarama çabasını
yakından görünce fikri kabullenir.

O dönem devletteki amirlerinin çıkardığı tüm engellerin tek tek,
binbir güçlükle üstesinden gelir. Çünkü o zaman da şimdiki gibi, "Aman
bir şey yapmayalım da başımıza bir iş gelmesin. Çalışsan da aynı maaş,
çalışmasan da" zihniyeti aynen var.

O bıyıklı, kravatlı, asık yüzlü, sigara kokan, arkalarındaki Atatürk
resminden utanmayan, ama ülkesine gram faydası olmayan bürokratları
zorlukla ikna eder ve bir eşek alır. İki tane de sandık yaptırır. İki
sandığa, kalınlığına göre 180-200 kitap sığar. Sandıkların üstüne
"Kitap İade Sandığı" yazar.

Kitapları eşeğe yükler ve köy köy gezmeye başlar.

Kütüphaneye de bir yazı asar: "Sadece Pazartesi ve Cuma günleri
açıyoruz." Köydeki çocuklar şaşırır. Eşeğe bir sürü kitap yüklemiş bir
amca, o gariban çocukların küçücük ellerine kitapları verir. Düşünün,
Noel Baba gibi. Noel Baba yalan, Mustafa Amca ise gerçek. Geyikler
yerine eşeği var. Eşek de daha gerçek, Mustafa Amca da.

"Çocuklar bunları okuyun, aranızda da değişin. On beş gün sonra aynı
gün gelip alacağım. Aman yıpratmayın, diğer köylerdeki arkadaşlarınız
da okuyacak" der.

Mustafa artık Ürgüp'teki kütüphanede bir iki gün durmakta, diğer
günler eşeği Yüksel'le köy köy gezmektedir. Köylerdeki çocuklar Eşekli
Kütüphaneciyi her seferinde alkışlarla karşılarlar. Kalpleri küt küt
atar heyecandan, sevinç içinde yeni kitapları beklerler. Mustafa
Amca'nın ünü etrafa yayılır. Diğer devlet memurları makam odalarında
sıcak sıcak oturup iş yapmazken, Mustafa'nın eşeği Yüksel yediği otu
hepsinden fazla hak etmektedir.

Zamanla insanlar kütüphaneye de gelmeye başlar. Mustafa bakar ki
kütüphaneye kadınlar hiç gelmiyor. Zenith ve Singer'e mektup yazar:
"Bana dikiş makinesi yollayın, firmanızın adını kütüphanenin girişine
kocaman yazayım" der. Zenith dokuz tane, Singer bir tane dikiş
makinesi yollar (ilk sponsorluk faaliyeti). Salı günlerini kadınlar
günü yapar. Kumaşı alan kadın kütüphaneye koşar. On makine yetmediği
için sıra oluşur. Sırada bekleyen kadınların eline birer kitap verir,
beklerken okusunlar diye. Okuma-yazma oranının düşüklüğünü görünce
halkevlerine okuma yazma kursları vermeye gider. Halıcılık kursları
başlatır, bölgede halıcılığı canlandırır. Bu arada valilik Mustafa
hakkında dava açar, "kendi görev tanımı dışında davranıyor" diye. 50
yaşına gelen Mustafa Amca baskıyla emekli edilir.

Mustafa Amca köylüler arasında efsane olur, yıllar geçtikçe köylerdeki
çocuklarda okuma aşkı yerleşir. 2005 yılında Mustafa Amca vefat eder.

Tüm Kapadokya çok üzülür, aralarında toplanırlar. Ürgüp'e Eşekli
Kütüphaneci Mustafa Güzelgöz ve eşeğinin heykelini dikerler.

Girişimcilik ne biliyor musun?
Bulunduğun yere yenilik katmalısın.
Mutlaka adım atmalısın.
Yaptığın iş olduğu yerde durup duruyorsa, sende bir uyuzluk vardır arkadaş.
İnsan var, dokunduğu yere değer katar; insan var, dokunduğu yere değer
kaybettirir.

Bakın Nevşehir'den ve bu ülkeden nice müdür, amir, vali, bürokrat,
milletvekili, politikacı geçti; binlercesinin adını kimse hatırlamaz
ama Mustafa Güzelgöz ve eşeğinin heykeli var.
Alıntı...

10 Mayıs 2012 Perşembe

*SENİ BEKLERKEN



Seni beklerken
birtanem,
Bir tane düşündüm.

Gözlerin kadar güzel,
ışığın kadar aydınlık

Bulamadım.

Seni beklerken bir tanem
düşümü bekledim
gerçeğimi yaşadım.

En güzel beklemek
en güzeli beklemek
idi
seni beklemek.

Ve en güzel dut ağacının altında
beklerken seni bir tanem
dünü düşündüm
evvelsi günü

Dün Hiroşima
evvelsi gün tiner
ve sevgisiz eller.
Ellerini düşündüm bir tanem
seni beklerken
bir çocuk düşü kadar yumuşak
ve sevgi dolu

Beklerken seni bir tanem
bir tane düşledim
ellerin
bir gerçeğimiz
çocuklar
ve yüreğimizde
umutlar

Seni beklemek
sana kavuşmak bedelli
en güzel işti
yaptığım.


Abdullah ANAR

8 Mayıs 2012 Salı

*ESKİDEN



Ne güzel insanlar vardı eskiden.
Çocukluğumuzu kaplamışlardı.
Bize masal anlatırlardı
Cinlerden, perilerden.
Büyük anneler, büyük babalar vardı.
O zaman hepsi uzaktı ölümden.
Hem sevdirir hem korkuturlardı.
Acı hikâyeleri bile tatlı başlardı.
Demek bunun için gittiler hikâyelerden.
Ne güzel insanlar vardı eskiden.

Ne güzel şarkılar vardı eskiden.
Gençliğimizi donatırlardı.
Hep iyi şeyler hatırlatırlardı
Geçip gitmiş devirlerden.
Sevgi ve ümid yaratırlardı.
O zaman her şey uzaktı ölümden.
Yanık şarkılar bile neşeli başlardı.
İster istemez saadet taşardı
Gamsız günlerimizden.
Ne güzel zamanlar vardı eskiden.

Ne güzel şarkılar vardı eskiden.
Hayâl içinde yaşatırlardı.
Güldürür ağlatırlardı
Duymadan biz, düşünmeden.
Her an bir asır kadardı.
O zaman herkes uzaktı ölümden.
Candan sevdiklerimiz vardı.
Hepsi başka güzeldi, bizi tanımazlardı.
Bütün yollarımız geçerdi gül bahçelerinden.
Ne güzel zamanlar vardı eskiden.


Özdemir ASAF

 

7 Mayıs 2012 Pazartesi

*ATATÜRK'ÜN TİYATRO SANATÇILARINA HİTABI



Bursa’da tiyatro sanatçısı Raşit Rıza ve Muvahhit Beylere hitaben söylenmiştir:

"Sizleri çok takdir ederim. İnkılâbımızda sizin de çok önemli hizmetleriniz vardır. Şimdiye kadar gördüğüm temsiller içinde sizin temsilleriniz gibi düzenli ve sanatlısını seyretmemiştim. Sanatınızı meslek kabul ederek kararlılık göstermenizi, arkadaşlarınızla dostça geçinmenizi tavsiye ederim.

Sizin vatana en büyük hizmetiniz. Anadolu’muzu baştan başa dolaşıp halkımıza sanatın ne olduğunu anlatmanız olacaktır. Turnelerinize düzenli olarak devam ediniz." 10 Haziran 1926

Vakit: 11.06.1926, s.1

 

6 Mayıs 2012 Pazar

*TOMURCUK



Vazgeçmededir aşkın güzelliği
Boy atarken alabildiğine gür
Düzlerde ırmaklar örneği yürür
Yeşerirken ak bademin çiçeği

Güzelliği vazgeçmededir aşkın
Dur kapısında bu masal ülkenin
Suyun ışığı kokusu yeşilin
Bırak bir deli tomurcukta kalsın

Aşkın güzelliği vazgeçmededir
Bilmediğin suların yaman dibi
Başında ilk yazın ağaçlar gibi
Bir gün daha beter büyür güçlenir.


Sabahattin Kudret AKSAL

*ANLASANA BEBEĞİM



Sonra sen geldin...
Bir yerlerden çıkıp doğdun ansızın
Gözlerin sürgünüm oldu o anda
Bunca zaman nerelerdeydin?

O ilk anı aklımda tutuyorum
Yüzünün saflığında kayboluşumu
Ellerinin beyazlığında aklanışımı
Ve hiçbir şey onu silmesin istiyorum

Gitme olur mu hep yanımda kal
Uykumda yanımda ol konuş benimle
Sesinin buğusunu bozmasın zaman
Sana temiz bir yer açtım... oraya dal!

Ve hiç çıkma dinlen. Başını omzuma yasla
Kapa gözlerini düşlerde gezin
Bir şeyler ümit et içinde ben olayım
Küçücük yüreğimi al avuçlarına sakla!

Yağmurlar altında çılgınca dans edelim
Dağılsın saçların bu şehrin en kuytusuna
Bursa rengini gözlerinden almış
Sevda diyorum... anlasana!

Her sokakta sen kokmalısın
Tenin sinmeli butun caddelere
Oksijen gibi solumalıyım saflığını
Son sevdiğim sen olmalısın....!

Şimdi geç kalmışlığın burukluğu içimde
Ve rastlantıdan doğan aşkımsı yakınlık
Ne oldu bana hangi ormana düştüm? Ipıssız...
Yemyeşil gözlerin büyüyor git gide!

Seni sevmem an meselesi inan!
Sende bir şeyler var? bir öncekine benzemeyen...
Sesine tutuldum... gülüşüne...!
En güzel geçmiş'ler bile, seninle yalan....


Okan SAVCI

2 Mayıs 2012 Çarşamba

*OLAYDI



Sînemde bir tutuşmuş yanmış ocağ olaydı
Zülfün karanlı ğı nda bezme çerâğ olaydı

Meyhâneler kapusu baht ı m gibi kapansın
Rindâne bâde içmek sensiz yasağ olaydı

Deş t-i cünûn içinde gezmezdi böyle gönlüm
Giysûları n kemendi boynumda bağ olaydı

Terk-i cünûn ederdi Leylâ gam ı yla Mecnûn
Bir gün yüzün göreydi âlemde sa ğ olaydı

Gülş en-sarây- ı hüsnün bir âh ile yakardım
Kânûn- ı a ş k içinde cüz'-i mesâ ğ olaydı

Efsâneler yazardı m sevdâ-yı aşka dâ'ir
Gamdan dilimde Hayrî hâl-i ferâ ğ olaydı



Hacı HAYRÎ

*İLKBAHAR




Yüzümü bulutlara kaldırıp
Dua eder gibi mırıldanıyorum
Kuşlarla, otlarla yıkanıyorum
Rüzgârla, ilkbaharla

Güneş gözkapaklarımı ısıtıyor
Ah! Güvenilmez ilkbahar güneşi
Rüyada mıyım, gerçek mi bu
Hem var gibiyim, hem yok gibi

Bir güney kentinde, bir kıyı kahvesinde
Başakların sonsuz salınışı
Burada, kendimle başbaşa
Ömrümü böylece tamamlayabilirim

Bir kuşu dilinden hiç öpmedim
Belki bir gün öpebilirim
Belki bir gün rüzgâr olurum ben de
Eserim başakların üzerinden
Kalbim bir yaz gününe karışsın isterim
Bir kuş cıvıltısında doğmak için yeniden

Ataol BEHRAMOĞLU

1 Mayıs 2012 Salı

*KARDEŞLERİM



Kardeşlerim!
Size söylemek istediklerimi
Doğru dürüst söyleyemiyorsam eğer

Kusura bakmayın
Sarhoşum, başım dönüyor biraz
Rakıdan değil
Açlıktan hafif tertip

Kardeşlerim!
Avrupalım, Asyalım, Amerikalım,
Ben bu Mayıs ayında
Ne hapisteyim, ne açlık grevinde
Yatıyorum çimenin üstünde geceleyin
Gözleriniz yıldızlar gibi başucumda
Ve elleriniz bir tek el gibi avucumda

Nazım HİKMET

,