30 Haziran 2010 Çarşamba

*NE OLUR BİR SABAH KAPIM ÇALINSA


Ne olur bir sabah kapım çalınsa
Açınca gülüşün içime dolsa
Belki bir meyhane biraz da rakı
Sen türkü söylesen ben eşlik etsem

Bakmayın çekilen perdelerin
Aydınlık oluşuna bu şehirde
Renk renk desenlerine kanmayın
Saklısında kimbilir kaç yüreği
Bu ayrılıklar boğar
Kimbilir ardına kadar susmuş ömürleri
Paslanmış ne çok kapı bekler

Hasretin gibi çarpıyorum kapıları
Soluk soluğa atıyorum kendimi sokağa
Taşlarında izmaritlerimi ezdiğim kaldırımlar
Sicim bir yağmur altında
Bir yanıtım yoktur
Seni soran açelyalara

Bir meyhane bulur beni
Beyaz kefeni kirlenmiş masalar
Yorulmuş bir rakı alır beni
Kalbime seni sorar
O an duracak zannederim bu gevezeyi
Sol kolumda bu aşkın uyuşmuş ağrısı
Otuzbeşlik ne ki
Meyhaneci yetmişlik getir
Tek başına gitmiyor bu zıkkım
Kavunun tadı zehir
Sen yoksun boynu bükük saatlerin
Bu akşam "Dürüyemin güğümleri kalaylı"
Gitmiyor be abla, değiştir şu bantı

"Bu ne sevgi ah bu ne ızdırap
zavallı kalbim ne kadar harap"
Çalmıyor artık
Öyle ya çoktan göçmüş Abdullah Yüce

Geceye su gibi dökülse sesin
Bizimle hüzünlü şarkılar gülse
Ellerin elimi bulsa ansızın
Kalbimden kalbine çiçekler koşsa

Geceye su gibi dökülse sesin
Bizimle hüzünlü türküler gülse
Ellerin elimi bulsa ansızın
Kalbimden kalbine çiçekler koşsa

Ne olur bir sabah kapım çalınsa
Açınca gülüşün içime dolsa
Belki bir meyhane biraz da rakı
Sen türkü söylesen ben eşlik etsem

Aydın ÖZTÜRK

*HE


vurma kazmayi
ferhâaad

he'nin iki gözü iki çeşme
âaahhh

dağın içinde ne var ki
güm güm öter
ya senin içinde ne var
ferhâaad

ejderha bakışlı he'nin
iki gözü iki çeşme
ve ayaklar altında yamyassı

kasrında şirin de böyle ağlıyor
ferhâaad

Asaf Halet ÇELEBİ

*OĞLUM CENK BARIŞ'A


Bugün doğum günün olduğu için farklı ve özel olduğunu mu sanıyorsun sen? Oysa sen bizim için sadece bugün değil her gün farklı ve özelsin.. Dostluğunun, arkadaşlığının ve varlığının verdiği keyfi sana anlatmam çok zor. Kalbimiz hep seninle. İyi ki varsın.. Birlikte daha nice yaşlara...

29 Haziran 2010 Salı

*ŞAH BEYİTLER-61


Yüzüne benzerem dermiş acebdir hâleti şemin
Baş ortaya koyup söyler ne gelirse zebânına

Necati 

"Şu mumun ne şaşılacak halleri var; senin yüzüne benzediğini iddia ediyormuş.
Başını ortaya koyup diline geleni söylüyor."
Mum ortaya konur ve tepesinden – başından – yakılır.
Mumun bu alev ve ışık saçan kısmına dil derler.
Beyitte geçen zebân kelimesi de dil demektir.
Başını ortaya koymak deyimi gerçek anlamda mumun aydınlatması için
orta yere konulması şeklinde kullanılırken mecazi anlamda
ölümü göze almak anlamını taşır.
Mumun daha fazla ışık vermesi için fitilini – başını- keserler.
 Başını kesmek ise idam etmek demektedir.
Mum, sırf biraz ışık veriyor diye kendini sevgilinin
yüzüne benzetmeye kalkıyor.
O halde ölümü göze almış olmalı.
Yoksa böyle bir küstahlığa kalkışabilir mi?


 
Hazırlayan: İbrahim Cemal TORUN
Özel Adana Gündoğdu Koleji
Türk Dili ve Edb. Öğretmeni

*UYANIŞLARIN EN GÜZELİ..



Gülüm bu gece birden bire yüreğimde sıcak bir mermi gibi hissettim yokluğunu.Bu gece yaz havası gibi etimdesin.
Dişlerinle ısırdığın kızılcığa doyamadığım,karabardos sesi geliyor dere boylarından.
Bu gece ayrılığımızın bin kere bininci gecesi galiba
Tütün gibi tükendi zaman
Oysa ben seni erken yaşayıp hiç kaybetmemek için,taze,hudutsuz,sevdim.
Yüreğimin yenilmez aşk tanrıcası
Galiba bu gece yazık ve özlemlerin gecesi
İnsanlar kapı önlerinde ki ayakkabılarını içeriye almayı öğrendiği tarihlerde
Biz Bolivya Dağlarında dolaşıyorduk
Minik ellerin avuçlarımda,sonsuz ufuklarda ki insanlığa,hürrüyet kadar sevdiğimiz
İnsanlara doğru
Galiba bu gece ölümsüzlüğün gecesi
Bu gece çık Boztepe'ye gülüm seyredeyim seni tepeden tırnağa
Sağ taraftan Değirmen Dere'nin kurak kalçalı bir kız gibi denize katılışını seyret,
Seni hissettim.
Sol taraftan Akçaabat'ın tütün kokusunu çek ciğerlerine,
Seni imrendim.
Hiç bir şey yapmıyorsan gülüm güneşin Boztepe eteklerinde yayılışını seyret,
seni kıskandım.
Bense Bolaman virajlarında uzun saçlarının yerinde çay içmekteyim.
Az kaldı düşerim o sahillere
Yelkenleri rüzgariçmiş Süremene takası gibi sarhoş,açık denizlerinden.
Seni özledim.
Ağzımda yarım kalmış bir öpüşme gibi Sadık Gazioğlu hocamızın bize söylediği
Türkiye sana geliyorum;
"ben bu kadar içmezdum
derdumden içeyirum
ağlayın beni kızlar
yandum da tüteyirum"
Gerisini sorma,o günlerden belleğimde bir tek sen kaldın lekesiz (bembeyaz) ve tertemiz gerisini unuttum.
Daha sonraları ise ayrı düşmeyi ve sesini duyup gece yatağımdan fırlamayı öğrendim.
Sen benim korkum,yutkunuşum uyanışlarımın en güzelisin.
Sen benim,insanlığın bütün zaman ve mekanlarda peşinden koşup da bilemediği bildiğimsin.
Galiba,galiba bu gece yağmurda gökkuşağı misali gülerken ağlamanın zamanı...

Volkan KONAK

*SIĞINAK


Sözün yine hep aşktan yanaysa
sevgilim sen sakla bir kaçağı
belki yorgun ve yaralıdır hâlâ
ölüm basmıştır son sığınağı
Sus ve sadece dinle sessizliği
perdeleri çek ışıkları söndür
bir selam bir haber gönderir belki
sesleri hiç duyulmayan dostlar
Bir cigara sar bitlis tütününden
bir çay demle sonra, anısı kalsın
bekle başında onun sabaha dek
Belki benim sana böyle sığınan
yapayalnız ve öylesine yorgun
kimliği duvarlarda kalan bir kaçak

Ahmet TELLİ

*SUSSAM YALNIZLIK,KONUŞSAM AYRILIK...



Yıkılmış ve geç kalınmış viraneleriz.
Şimdi ne senin gözlerinde haranın suya hasret yangınları var
Ne de benim gözlerimde şiir…
Yaz dedin, oysa kışlar yaşıyorum her mevsim
Açmak üzereyken papatyalar yeni karlar yağıyor üzerine
Üşüyorum…
Evet hala üşüyor ellerim..
Hüzün kapımızı çalalı beri bin günü aştı
Bin ömür, bin soluk, bin yıkılış yaşadım
Ömrünün arka sayfalarında altı çizilmiş satırlarımı okumaya başladım
Sığınışlarını, susuşlarını ve haykırışlarını işittim maviadadan
Korunaklı bir liman olamadım sana
Ve arkama bakmadan giderken
Haykırışlarını duymamak için kapattım yüreğimin kulaklarını
Şimdi, bin ömür geçmiş ömrümden
Ben bir rüyadan uyanmak istercesine çırpınıyorum
Hani zaman ilacı olurdu her şeyin?
Hani zamana bırakmalıydık?
Atalar yine yanıldı…
Bir günün sonunda binlerce tükenişle ölürken ben
Zaman zehrini içerken yudum yudum
Artık bitsin istiyorum ataların ilaç dedikleri yoksuzluğun..
Bitsin…
Bitmezlerin bilincinde diyorum diye
Yıkılmış ve geç kalınmış viraneleriz.
Şimdi ne senin gözlerinde haranın suya hasret yangınları var
Ne de benim gözlerimde şiir…
Şimdi kendini yok edişlerini dinliyorum
Susuyorum…
Susuşlarımın öznesi sen oluyorsun hep
Şehrine gidiyorum…
Yokluğun açıyor kapıları
Yıkılan şehirlerarası bir otobüs terminalinde ayak izlerimiz duruyor
Hala haklısın

Kokun sinmiş soğuk duvarlarına şehrin
Herkesin gözünde seni arıyorum
Yoksun…
Yokluğunu salıp gitmişsin
Gidişle bırakıldığın bu kentte…
Susuşlarına bile yandığım soğuk dağlarımın eşkıyası
Bağışlama dilemiyorum, gel demiyorum, sev demiyorum
Haykırışların yankılanıp boşlukta kaybolmadı bilesin
Sığındığın maviadada yaktığın ateşi görüp
Yanaştırabilirsem gemilerimi
Tutacağım ellerinden…
Şimdi yanıyorum, kanıyorum
ve yıkılışların altında tekrar eziliyor bedenim
geç kalınmış bir soluk mu bir günün sonunda
yoksa çaresizliklerimin son çırpınışları mı bilmiyorum
kayıp adresten yazıyorum son kez
sussam yalnızlık, konuşsam ayrılık
dönsem yıkılış, dönmesem yokoluş...
şimdi ben susuyorum, yalnızlığa talip
sende sus bana
sus ki, bir daha ölmeyeyim…

Kahraman TAZEOĞLU

28 Haziran 2010 Pazartesi

*NAZAR DEĞER

 
yüreğim bir volkan
yüreğim yanardağ
adın dolmuş taşıyor/ konuşsa dil
anlatsa nazar değer...

yüreğim oynaşır yıldızlar altında
en müstehcen raksında
iki kişilik dans seyirciye kapalı
izlense nazar değer...

yüreğim deniz altı
büyülü okyanuslarda
yarışır balıklarla en derinlere
yarış sonu söylense nazar değer...

yüreğim sevgili
yüreğim sevgiliye sevdalı
sakınılır adı sanı / boyu posu
gizlenir yaşananların mutluluğu
dillense nazar değer...

Münevver ERDOĞMUŞ

*DOST


Bir gece habersiz bize gel
Merdivenler gıcırdamasın
Öyle yorgunum ki hiç sorma
Sen halimden anlarsın
Sabahlara kadar oturup konuşalım
Kimse duymasın
Mavi bir gökyüzümüz olsun kanatlarımız
Dokunarak uçalım.

insanlardan buz gibi soğudum,
işte yalnız sen varsın
Öyle halsizim ki hiç sorma
Anlarsın.

Cahit KÜLEBİ

*YAŞAM UÇLAR ARASINDA GÜZELLEŞİR


...Bir zamanlar kötü geçen bir hasattan şikayet eden bir çiftçi vardı: "Allah hava durumunu kontrol etmeme izin verse her şey daha iyi olurdu."
Allah ona dedi ki: "Bir yıl boyunca havanın kontrolünü sana bırakacağım. Ne istersen hemen yerine gelecek.
Zavallı adam çok mutlu oldu ve hemen dedi ki "şimdi güneş istiyorum" ve güneş çıktı. Sonra dedi ki "şimdi yağmur yağsın" ve yağdı. Bir sene boyunca önce güneş açtı ve sonra yağmur yağdı. Mahsül hiç bu kadar bol, hiç bu kadar yemyeşil olmamıştı.
Sıra hasata geldi. Çiftçi buğdayı biçmeye koyuldu ama yüreğine indi. Başakların içi bomboştu. Allah sordu: "Nasıl mahsülün?"
Adam şikayet etti: "Kötü efendim, çok kötü".
"Peki sen havayı kontrol etmedin mi? İstediğin her şey olmadı mı ?"
"Evet! Ben de işte bundan dolayı şaşkına döndüm. İstediğim güneşi ve yağmuru elde ettim ama hiç mahsül yok."
"Peki hiç rüzgar, fırtına, kar ve buz istemedin mi? Bunlar havayı temizleyip kökleri güçlü hale getiriyor. Mahsülün de içi doluyor. Hep iyi havayla olur mu hiç? Elinde bu yüzden mahsül yok"

Yaşam, hem iyi hava hem kötü hava, hem zevk hem acı, hem yaz hem kış, hem gece hem gündüz varsa yaşanır. Hem üzüntü, hem mutluluk, hem rahat, hem rahatsızlık olmalı.Yaşam işte böyle uçlar arasında güzelleşir..
Teşekkürler Dr.Emine KAFES -KETEM Bşk.Toros Dv.Hst.MERSİN


26 Haziran 2010 Cumartesi

*DERT AĞACI


Eski çiftlik evimizi restore etmek için tuttuğum marangoz, işteki ilk gününü zorlukla tamamlamıştı. Arabasının patlayan lastiği onun işe bir saat geç gelmesine neden olmuş, elektrikli testeresi iflas etmiş ve şimdi de eski püskü pikabı çalışmayı reddetmişti.

Onu evine götürürken yanımda adeta bir taş gibi oturuyordu. Evine ulaştığımızda beni, ailesiyle tanışmam için davet etti.

Eve doğru yürürken küçük bir ağacın önünde kısa bir süre durdu, dalların uçlarına her iki eliyle dokundu.

Kapı açıldığında; adam şaşırtıcı bir şekilde değişti. Yanık yüzü tebessümle kaplandı, iki küçük çocuğunu kucakladı ve eşine kocaman bir öpücük verdi. Daha sonra beni arabaya yolcu etmeye geldiğinde; ağacın yanından geçerken merakım daha da arttı ve ona eve giderken gördüğüm olayı sordum.

"O, benim dert ağacım," dedi. "Elimde olmadan işimde bazı sorunlar çıkıyor, ama şundan eminim ki o sorunlar, evime, eşime ve çocuklarıma ait değil. Bunun için bu sorunları her akşam eve girerken o ağaca asıyorum. Sabahları tekrar onları oradan alıyorum. Ama komik olan ne biliyor musunuz? Ertesi sabah onları almaya gittiğimde, astığım kadar çok olmadıklarını görüyorum..."
Alıntıdır . Teşekkürler Derya Özaltin Yaman

*DUYDUM Kİ BİZİ BIRAKMAYA AZMEDİYORSUN...ETME




 
Duydum ki bizi bırakmaya azmediyorsun etme
Başka bir yar başka bir dosta meylediyorsun etme

Sen yadeller dünyasında ne arıyorsun yabancı
Hangi hasta gönüllüyü kasdediyorsun etme

Çalma bizi bizden bizi gitme o ellere doğru
Çalınmış başkalarına nazar ediyorsun etme

Ey ay felek harab olmuş alt üst olmuş senin için
Bizi öyle harab öyle alt üst ediyorsun etme

Ey makamı var ve yokun üzerinde olan kişi
Sen varlık sahasını öyle terk ediyorsun etme

Sen yüz çevirecek olsan ay kapkara olur gamdan
Ayın da evini yıkmayı kastediyorsun etme

Bizim dudağımız kurur sen kuruyacak olsan
Gözlerimizi öyle yaş dolu ediyorsun etme

Aşıklarla başa çıkacak gücün yoksa eğer
Aşka öyleyse ne diye hayret ediyorsun etme

Ey cennetin cehennemin elinde olduğu kişi
Bize cenneti öyle cehennem ediyorsun etme

Şekerliğinin içinde zehir zarar vermez bize
O zehiri o şekerle sen bir ediyorsun etme

Bizi sevindiriyorsun huzurumuz kaçar öyle
Huzurumu bozuyorsun sen mavediyorsun etme

Harama bulaşan gözüm güzelliğinin hırsızı
Ey hırsızlığa da değen hırsızlık ediyorsun etme

İsyan et ey arkadaşım söz söyleyecek an değil
aşkın baygınlığıyla ne meşk ediyorsun etme

Mevlana Celaleddin RUMİ

*GÖNÜL NİKAHI



İlk görüşte başlar, kalplerde telaş
Çok erken kıyılır gönül nikahı
Sevgiyi yudumlar, göz yavaş yavaş
Bakarken kıyılır gönül nikahı...

Beklenen karşına çıkar bir sabah,
Belki yeşil gözlü, belki simsiyah,
Daha ilk görüşte yürekten bir ah,
Çekerken kıyılır gönül nikahı...

Neler uydurursun gör daha neler
Nice mazaretler, ne bahaneler
Kederli gözlerden billür taneler,
Dökerken kıyılır gönül nikahı...

Alnında sevecek yazdıktan sonra
Eninde sonunda senindir sıra
Bir vesile olur kibrit sigara
Yakarken kıyılır gönül nikahı

Düşürür sevdaya yaşı onüçü
Tanımaz günahı, kanunu, suçu
Gururun belini sevginin gücü
Bükerken kıyılır gönül nikahı...

Cemal SAFİ

*YAĞMUR KAÇAĞI


elimden tut yoksa düşeceğim
yoksa bir bir yıldızlar düşecek
eğer şairsem beni tanırsan
yağmurdan korktuğumu bilirsen
gözlerim aklına gelirse
elimden tut yoksa düşeceğim
yağmur beni götürecek yoksa beni

geceleri bir çarpıntı duyarsan
telâş telâş yağmurdan kaçıyorum
sarayburnu'ndan geçiyorum
akşamsa eylül'se ıslanmışsam
beni görsen belki anlayamazsın
içlenir gizli gizli ağlarsın
eğer ben yalnızsam yanılmışsam
elimden tut yoksa düşeceğim
yağmur beni götürecek yoksa beni

Attila İLHAN

*ŞAH BEYİTLER-60


Dağıt benefşe saçları gül yanağ üstüne
Saçgıl abir ü anberi gülzâre ey sabâ

Ahmedi


"Ey sabah rüzgârı, o menekşe saçları gül yanaklar üstüne dağıt.
Böylece çok güzel kokuları gül bahçesine saç".


Benefşe (menekşe) dağınık ve güzel kokulu
olması bakımından saça benzetilir.
Abir ve anber güzel kokular yayan maddelerdir.
Sevgilinin saçlarıyla bir açıdan ilgi kurulmuştur.
Sevgilinin yanağı kırmızılığından ve hoş kokusundan
dolayı gül bahçesine benzetilir.
Âşık, sevgilinin menekşe saçlarının gül yanaklar üzerine dökülmesini
ve sabah rüzgârının her iki kokuyu birbirine karıştırıp
kendine getirmesini istemektedir.

Hazırlayan: İbrahim Cemal TORUN
Özel Adana Gündoğdu Koleji
Türk Dili ve Edb. Öğretmeni


*ALİŞİM



Kasnağından fırlayan kayışa
kaptırdın mı kolunu Alişim!
Daha dün öğle paydosundan önce
Zileli’nin gitti ayakları.
Yazıldı onun da raporu:
“İhmalden! ”
Gidenler gitti Alişim,
boş kaldı ceketin sağ kolu...
Hadi köyüne döndün diyelim,
tek elle sabanı kavrasan bile
sarı öküz gün görmüştür,
anlar işin içyüzünü!
Üzülme Alişim, sabana geçmezse hükmün
Ağanın davarlarına geçer...
Kim görecek kepenek altında eksiğini
kapılanırsın boğazı tokluğuna.
Varsın duvarda asılı kalsın bağlaman
beklesin mızrabını.
Sağ yanın yastık ister Alişim,
sol yanın sevdiğini.
Ama kızlar da, emektar sazın gibi,
çifte kol ister saracak!

Rıfat ILGAZ


*YİTİRİLMİŞ NE VARSA



Çirkin çiçeklerle dolu katil bahçelerinde dolaştım,
Dalgındım,
Bıçak sırtı yaşamalarım, penceresizliğim
Ve öksüz düşlerim vardı ceplerimde,
Uğultusuzluğumu özlemiştim,
Hala bir ceylan ağlıyordu içimde,
hiç yoktan vurulan..

Senin şehirlerin uyurken,
Benim gözlerimi bıçakladılar.
Kör bir balıkçıyım şimdi,
Denizlere sarılıyorum
Hiç görmediğim vapurlara el sallıyorum
Rüyalarım da yaşlanmıyor

Kaybolan eylül gemilerimi,
Sonbahar sesiyle çağırsam gelir mi?
Ah vurulası yüreğim
Süpüremedin kapından yalnızlığı
Örselenmiş paslı yüreğim

Ellerim yumuk orman karanlıkları omuzlarımda
Ve ardından ağlayan ezgisiz türkülerdi gözlerim
Senin gözlerinin pusuna saklanıp
Senden kalan bu yıkıntılar arsında
Bizi büyüten ellerini aradım,
Öpülesi ellerini

Susuşlara prangalı dil
Kanlı düşler kuyusunda
Ölüm çığlıkları atabilir

Gözyaşı göllerinde durulanmalar vaktinden geliyorum
Sonunu hep unuttuğum
Dilsiz şarkılarım vardı inleten
Şimdi o şarkılar beni unuttu

Yıkık kentler konuşmaz bilirim
Cam kırıkları ve kırık dallar var
İncinen yüreğimin yaralarında
Ve bilir misin?
Güller hiç uyanmaz bu vadide
Gözlerin düşer aklıma
An gelir şavkın vurur yüzüme
O zaman vakit ölüm olur dudağımda
Kaçsam yakama yapışır gözlerin

Yılları ve yolları
Ödünç aldım
Yastığımdaki çukura dolan korkulu geceden
Düş düşkünü çocukluğumu çalmış namlı sevdalılar
Üstüne üstlük sensizim
Yani gölgesiz dolaşıyorum
Artık intiharlarda öldürmez beni
Yüreğimde konaklayan hüzünler
Senden gelir

Al dün gece seninle yoğurdum bu şiiri
Ekmek buğusu mübarekliğinde
Sıcacık
Nasıl olsa sana çıkmayan yol yok
Kaybolabilirim kuytularda
Dalıp dalıp giderim başka diyarlara
Bir gün dönmeyiveririm

Ama sen
Yine de biriktir gözyaşlarını
Belki bir gün
Tutuşturur seni bensizlik
Belki bir gün
Sende beni ağlarsın
Hoyratım benim

Şafaklar düşmüş alnına
Kırlangıçlar uçmuş koynuna
Bak
Hala aynı şarkıda irkiliyoruz

Bu aşkın adresi dursun sende,
Kelepçeli kuşlar
Yuva karmadan gözlerimize,
Belki geri döneriz
Ve geri veririz birbirimize
Yitirilmiş ne varsa

Kahraman TAZEOĞLU

25 Haziran 2010 Cuma

*AŞK BİZE KÜSTÜ



I
biz bu kentlere sığdık da
bu kentler bize sığmadı âsiya
ve bir çığlık gibi günlerin çarmıhında
arttıkça yalnız, sustukça silik...

ay ışığı gölgeleri büyüttü
son kuşlar da vuruldular dağlarda
yakamozları söndü sahillerin, ışıkları evlerin
çağın vebalı gövdesinde
bir hayalet gibi gölgemizde yalnızlık

kaldık... kırık bardaklar gibi
içilmiş sulardan geride buruk bardaklar gibi...
II
düşler artık ölü çocuklar doğuruyorsa
sevgiler boğduruluyorsa kürtajlarda
ve daha eskimemiş tüfeklerle
ordusu bozguna uğramış askerler gibi kalıp
bozuk paralar gibi yuvarlanıyorsak kaldırımlarda
bir bedeli vardır elbet cennetini çaldırmanın
ömrünü piç bir bebek gibi
bırakmanın
bulvarlara
bozgunlara
ve yanlış yalan aşklara;
bir bedeli
bu kuşatmaların, ilkyazları kurşunlatmaların...

biz bu kentlere sığdık aslında
bu kentler bize sığmadı âsiya
ah son kuşlar da vuruldular dağlarda!
III
ay ışığı gölgeleri büyüttü
mutluluk oyununa geç kalan ölü kuşlarla geldim
geldim... kırık bardaklar gibi
içilmiş sulardan geride buruk bardaklar gibi

ve ömürlerimizde bin kasvetle upuzun
sefalet seferlerinin ayazı
belki de yalnız geçireceğiz artık kimbilir
batan gemiler gibi yiten aşklardan geride
kalan her kışı, güzü ve yazı

ay ışığı gölgeleri büyüttü
ayrılıklar eskidi... biz eskidik

aşk bize küstü âsiya...

IV
belki de uzun sürecek bu bozgunun saçağında
sen şarkılarını sesine yasla
ve bırak beni de usulca
bir apansız yalnızlığa!

ay ışığı gölgeleri büyüttü
büyüdü ölüm
ve biz küçüldük âsiya...

Yılmaz ODABAŞI

*GÖZLERİNİ GETİR ÖLEYİM


gözlerini getir, yarı umutsuzluğumun
yaprak gibi döküleyim önüne
solayım beter olayım
gözlerini getir, öleyim…
bilmeden çocukca sevildiğini
ve bayram sabahınca beklendiğini
kafdağı’ndan güneş getirir gibi
gözlerini getir
getir gözlerini, öleyim…
kimsesizim, ilk kez bu kadar suskunum
sana söylemiyorum
yıldızlara uzanmışım her akşam
ve bağlanmış, ve kınanmış
ve karşında yitirilmişim
ne olur, gözlerini getir
ustam; getir gözlerini, öleyim…
ben biraz şairim, biraz divane
çarmıha gerseler öldüremezler
sırrım sazımda değil, yüreğimdedir
istersen dost, istersen düşman gibi
gözlerini getir
ustam; getir gözlerini, öleyim…
ben yine kaybettim, görmüyor musun?
şafak yangınından yaralı çıktım
ve ben ustam;
gözlerinle yıkılası bir şiire başladım
kaçtıkça sana döndüm
ve artık gülü bıraktım,
menekşe yaprağını, kitaplarımı,
bu şiir bitsin…
bana peşini bıraktığım bir hayatı değil,
gözlerini getir
ustam; getir gözlerini, öleyim

Arif NAZIM

24 Haziran 2010 Perşembe

*GÖZLERİM GÖZLERİNDE



Hep böyle çocuksu mu bakar senin gözlerin?
Hep böyle içinde uzak bir ışık mı yanar?
Bakışlarında beni dinlendiren bir şey var;
Kıyısındaymış gibi en sakin denizlerin...
Bir yelkenliyim şimdi ben senin limanında
Fırtınalardan geldim sende dinleniyorum.
Bu huzur, bu sessizlik hiç bitmesin diyorum;
En eşsiz dakikalar sürsün senin yanında...
Hiç yumma gözlerini, ışığın eksilmesin,
Gündüzüm aydınlığım, ipek böceğim benim!
Güz bahçemde açılmış o son çiçeğim benim!
Yorgun kalbim seninle elem nedir bilmesin;
Ayırma gözlerimden çocuksu gözlerini,
O sakin o yalansız, o kuytu gözlerini

Ü.Yaşar OĞUZCAN

23 Haziran 2010 Çarşamba

*BENİ BAĞIŞLA SENİ SEVİYORUM


Beni bağışla Aşkım,
aşkımı hoşgör artık
Beni hoşgör, beni bağışla,
Seni seviyorum.

Yolsuz yordamsız bir kuş gibi öksendeyim
Yüreğim tir tir, örtüsünden kurtulmuş
Şimdi yoksul, şimdi çırılçıplak, şimdi soyunuk
Acını esirgeme benden,
ko sarınsın yüreğim
Ko giyinsin, ko kuşansın,
ko örtünsün.
Sonra
beni bağışla Aşkım,
beni hoş gör,
Seni Seviyorum.

Eğer bir lokmacık bile sevemezsen beni,
Hiç mi hiç sevemezsen eğer
Acımı bağışla, beni hoşgör,
Seni seviyorum.

Bana öyle eğri bakma, ırak durma ellerden
De, kuytuma çekilirim,
de karanlığa kavuşurum
Sımsıkı tutarım ellerimle utancımı
Sarıp sarmalarım, dürüp bükerim
O an yüzün eğ benden Aşkım,
kaçır benden
Beni hoşgör, beni bağışla,
Seni seviyorum

Gün gelir, hayalin erişir karanlık yiter
Meyil verirsin bana, gün gelir
Şimdi çaresizim, yalnızım,
kolum kanadım kırık
Beni bağışla Aşkım,
beni hoşgör,
Seni seviyorum

Seni seviyorum,
yüreğim mutluluk selinde
Kapıp koyveriyor kendini gurbetlere varıyor
Gülme bu korkulu gidişime,
Gülme bağışla Aşkım
Beni bağışla, beni hoşgör,
Seni seviyorum.

Rabindranath TAGORE


*SANA SEVMEYİ ÖĞRETTİM




Sana sevmeyi öğrettim… Ama sen beni sevmedin…
Bir Eylül günü… Susmak için yazıyorum bu sefer…
Şehrin ortasında kalan yanımdan bahsediyorum…
yani senden yani bizsizlikten çoraklaşmış kelimelerimden…
Yani buruşturulmus kirli bir peçete gibi burusturdugun adımdan
yani sevdama ağıtlar yakan çocuk yüreğimden
yani ellerimle mezara koydugu yanakları al al kızımdan
yani gidişinin tamda eylül tadından…

Kırgınım üstelik sana…

Beni geceye mahkum eden her faniye olduğundan daha çok…
Kendimi ararken kör karanlıkta
elma dedim ölüm çıktı karşıma…
Oysa sen “işte bu sana ölümlerine bedel” dediğim “mucizemdin”
hafızamda aşk var
karıştırıyorum galiba…
Mucizeler güzel bitmez miydi?

Her hangi iki insanın karşılaşamayacağı gibi karşılaşmıştık seninle.
Birbirine kıyısı olmayan kentleri komşu yaptık önce.
Ve sonra daldım gözlerine.
Gri kentlerin beyaz çocukları kadar siyahtı gözlerin…
ellerin üşürdü ağlardım… ellerin üşürdü yanardım…

Kırgınım sana…

Bir oyunun tamda ortasındaydım.
Saklanıyordum içimden.
Kaçıyordum…
Sobelemeye hiçte niyetim yoktu üstelik.
Adım geceydi ve gece saklıyordu yara izlerini.
Sonra gökyüzünden bir cemre düştü ışıl ışıl.
Aydınlandım yakalandım sobelendim…
Artık yaralarım belli oluyordu…

Gözyaşı ile karışık bir acıma tadında uzattın ellerini…
Anne tarafına denk gelmiştim sanırım.
Kabuklarım vardı ya; kan oldu şimdi…

Masal dedim olsa olsa masal dedim sana.
Çünkü hiçbir şefkat bu kadar acıtmıyordu canımı
ve hiçbir şehir ben olmuyordu sen olmayınca.
Mekansızdım yani ama geceydim.
Bütün şehirlerin üstüne seriliyordum her günbatımında
ama senin şehrine gün olan başkaydı
gün tadındaydı ve gece lüzumsuzdu…

Kırgınım sana güzel insan…

Bir tek sen bilirdin yarımlığımı.
Beni sahiden leyleklerin getirdiğini
ve en az bir leylek ailesi kadar yuvaya sahip olduğumu bir sen bilirdin.
Anne ve baba diyemeyişimi leyleklerin dilsizliğine verdiğimi bir sen bilirdin.

Gene saçmalıyorum sanırım.. öyle ya seni ne kadar sevdiğimi de bilirdin…

Hani koşarak kaçarak gelirdin bazen…
Neden demezdim; öylesine derdin.
Anlat derdim; Susardın.
Susma derdim; ağlardın.
Ağlama derdim. Niye derdin.
Boğuluyorum derdim; Susardın…
Niye sustuğunu bilirdim ağlardım…
çaresizdim.

Kırgınım sana işte…
Neden deme…
Kırılacak kadar olan hiçbir şeyim yokta onun için.
Beyaz sen kadar kimseye yakışmıyor ;
onun için aynalar canımı acıtıyor
gece artık beni saklamıyor ve kızım
Kardelen’im ölüler ülkesinde karlar altında üşüyor onun için.

Hadi yüzüne o maskeyi tak şimdi.
Çehren değişsin.
Bana yabancı olduğun maskeyi tak.
Adım yine önemsiz bir harf dizilimi olsun.
Hadi tak o maskeyi şimdi.
Gözündeki izlerimi silsin.

Belki de kırgınım sana.

Öyle bir gittin karanlık daha bir kör buralarda.
Faili belli bir intiharsın şimdi.
Avazım çıktığı kadar bağırsam ne değişir.
İç kanamalı susmalar düştü payıma.
Darağacındaki kelimelerim intikam peşinde yüreğimden
ve sen ne de olsa bir şehrin her hangi bir yerinde
kimsenin görmediği kan izleriyle elindeki resmi yırtıp rüzgara bırakan
gözyaşı Kızıldeniz bir yabancısın şimdi…

Şairin dediği gibi : Nerden baksan tutarsızlık nerden baksan ahmakça…

Ve yazacaklarım bitmedi… Ölürsem belki…!!

Kahraman TAZEOĞLU

teşekkürler Zu zu


22 Haziran 2010 Salı

*O AKŞAMDI



ışıklı tellerine takıldı ayaklarım..
karşımda alev alev duran kirpiklerinin..
kapattın yüreğimi karanlık evlerine
bana kim olduğumu soran kirpiklerinin..
o akşam yakamozlar gibiydi bakışların..
akdeniz gözlerinin damlasıydı o akşam..
sağnak sağnak boşaldın çorak topraklarıma
tebessümün göklerin cilasıydı o akşam..
bir anda kelepçeli buldum ellerimi
varlığın gurbetimin sılasıydı o akşam
dağları birer birer devirip sana gelmek
gönlümün en ateşli duasıydı o akşam..
sakıncalı saatler yaşadım yollarında..
yüzün sanki sonsuzluk şuasıydı o akşam..
aldandım bulutlara uzanan ellerine
bu sevda ömrümün son sevdasıydı o akşam..
gülleri, sümbülleri kıskandıran endamın
merhametsiz derdimin devasıydı o akşam..
oysa anlayamadım ızdırap olduğunu
içimde bir heyula,bir serap olduğunu
her lahza çöktüğünü ve harap olduğunu..
bilemedim ne deniz ne mehtap olduğunu..
meğer kalbin kalbimin belasıydı o akşam..

Nurullah GENÇ

*ÖZLEDİM SENİ..


özledim seni...
ayrılık yüreğimi uyuşturuyor karıncalandırıyor nicedir.
beynimi uyuşturuyor özlemin...
çok sık birlikte olmasak bile
benimle olduğunu bilmenin
bunca zamandır içimi ısıttığını
yeni yeni anlıyorum
Yokluğun,
Hatırladıkça yüreğime saplanan bir sizi olmaktan çıkıp
mütemadiyen bir boşluğa
Sabahları seni okşayarak başlamaları
aksamları her isi bir kenara koyup
seninle baş başa konuşmaları özlüyorum;
oynaşmalarımızı,
yürüyüşlerimizi,
sevimli haşarılığını,
çocuksu küskünlüğünü...
Nasılda serttin başkalarına karşı
beni savunurken;
ve ne kadar yumuşak
bir çift kısık gözle kendini
ellerimin okşayışına bırakırken
Gitmeni asla istemediğim halde
buna mecbur olduğunu görmek
ve sana bunları söylemeden
'git artık' demek
'beni ne kadar çabuk unutursan, o kadar çabuk
kavuşacaksın mutluluğa'
demek sana nede zor
seni görmemek ve belki yıllar sonra
karsılaştığımızda
bana bir yabancı gibi bakmanı istemek senden...
yeni bir sevdayı yasakladığım kalbime söz geçirmek....

Can YÜCEL

*SENİ DÜŞÜNMEK..



Bir gün daha sensiz seni düşünmekle geçti buralarda
Bu özlem ne kötü bir şey,
Sesini duyup seni görememek,
Sesini duyup elini tutamamak,
Ne kadar acı bir şey
Ama bir avuntum var en azından
O da senin her zaman yanımda olduğunu hissetmek
Neden, ne için bilmiyorum ama
Seni daima özlüyorum
Sevgi de zaten uzakta olduğun zaman
Sürekli özlem içinde olmak değil midir?
Olsun senin hayalini kurup,
Seni düşünmek bile beni başka dünyalara götürmeye yetiyor zaten
Ama sana kavuşacağım günü iple çekiyorum
Şunu daima bilesin ki seni her zaman deliler gibi seveceğim

İlhan SELÇUK

*HOŞ GELEN



Hiçbir vakit şımartılmaya layık görülmemiş
Anlaşılmamış ve şahlanması hep ayıplanmış
Ve örselenmiş, parçalanmış kalbimi de alıp
Ölesim var şimdi giderek uzaklara
Öleceğim nasıl olsa o yabancı şehirlerde
Düşündüm; düşümdün...
Düşündüm; göze alamadım bir daha düşünmeyi
Düşünseydim yine koşacaktım sana...

Hiç düşünmedin, hiç düşünde olamadım
Oysaki ne düş dolusu sevmiştim seni
Ben düşlerimi taşırdım sen sabrımı
Gerçek bir kadın gibi sabırlıydım
'Bu kez' diye başlayan cümlelerimin katili
'O kez' ler hüsrana gömüldü sayende
'Madem öyle'lerimle ölesim var şimdi
Öleceğim ne de olsa oralarda...

Heybem dolu olmayacak gönlüm kadar
Gönül deli olmayacak şimdiki gibi
Şimdilerimi yakıp öleceğim
Öldürüp içimdeki seni yeniden doğacağım
O şehirlerde 'o kadın' olacağım
Şımartılmaya layık kalbiyle
Hoş gelen...
Arzu TRAK

21 Haziran 2010 Pazartesi

*YÜZ YILA MAHKUM


sende karlı dağların serinliği
sende mayıs rüzgarlarının ılıklığı var
sen denizlerimde bir büyük dalgasın
ben senin sonsuzluğunda bir kum tanesi
sen bir tanyerisin renkli camlar gibi
ben her sabah senin şafaklarında uyanıyorum
seni kimseler bilmeyecek benden başka
kimseler bilemeyecek seni sevdiğimi
ona yanıyorum

hiç bir şey beni kurtaramaz artık
jüri karar verdi suçluyum
işte ellerime kelepçe vurdular
alıp götürüyorlar beni
güneşe ve gökyüzüne son defa bakıyorum
zaman bir ateş oluyor yüreğime düşen
kendimi kadere ve sana bırakıyorum
yüz yıl sana mahkumum ben

Ümit Yaşar OĞUZCAN

*SENİ ÖYLESİNE DÜŞÜNDÜM Kİ



Seni öylesine düşündüm ki,
Öylesine, yaşama’dan önce.
Senden başka bir şey yok sanki.
Ama nasıl da varsın derim sana,
Düşüncelerimce.
...
Seni öylesine, buldum ki,
Öylesine, kendimden fazla.
Yalnız sensin gölgesiz,
Ayrılmamacasına, yanımda..
Akların arasında karan,
Karaların ortasında akınla.

Öylesine istedim ki seni,
Senden önce..
Öylesine, her şeyin içinde,
Öylesine dışında,
Gün, gece.

Seni öylesine yaşadım ki,
İnan..
Artık nereye baktığım belli değil,
Ne yaptığım belli değil,
Vardığım sonrasızlıktan.

Özdemir ASAF

20 Haziran 2010 Pazar

*BEN DEĞİLDİM


Bir akşam-üstü pencerenden bakıyordun
Ağır ağır, yollara inen karanlığa.
Bana benzeyen biri geçti evinin önünden.
Kalbin başladı hızlı hızlı çarpmaya..
O geçen ben değildim.

Bir gece, yatağında uyuyordun..
Uyanıverdin birden, sessiz dünyaya.
Bir rüyanın parçasıydı gözlerini açan,
Ve karanlıklar içindeydi odan...
Seni gören ben değildim.

Ben çok uzaktaydım o zaman,
Gözlerin kavuştu ağlamaya, sebepsiz ağlamaya.
Artık beni düşünmeye başladığından
Bıraktın kendini aşk içinde yaşamaya..
Bunu bilen ben değildim.

Bir kitap okuyordun dalgın..
İçinde insanlar seviyor, ya da ölüyorlardı.
Genç bir adamı öldürdüler romanda.
Korktun, bütün yininle ağlamaya başladın..
O ölen ben değildim..

Özdemir ASAF

*BABA OLMAK HAYAL ETMEKTİR, KORKMAKTIR


Baba olmak, hayal etmektir, korkmaktır,
En çok da ölüm korkusunu hissetmektir,
Ya büyüdüğünü, okuduğunu, evlendiğini göremezsem diye hayıflanmaktır,
O 20 yaşındayken, ben 46 yaşında olucam diye hesap yapmaktır baba olmak,
Hasta olunca avazı çıktığı kadar bağırıp ağladığında, elinin ayağının birbirine dolaşmasıdır,
Doktoru aradığında, heyecandan elin titrerken, ilaç adını yanlış yazmaktır,
Ve acıdan susmadığında, onunla birlikte ağlamaktır baba olmak,
O gülünce dünyanın sahibi olmaktır,
Onunla boğuşacağın günlerin hayalini kurmaktır baba olmak,
Ya da maçlara görüteceğin günün hesabını yapmak,
İleride sevgilisi onu terk ettiğinde, karşılıklı ağlayıp, baş başa içtiğini hayal etmektir,
Gerçi her ne kadar baba demeyi öğrense de en başta,
Annesini görüpte kollarını açınca, kıskanmaktır baba olmak,
Herkes bilmese de, anne olmak kadar da zordur baba olmak.
Bu hafta babalar gününe özel birşeyler yazmak istedim. Yukarıda yazdıklarım da benim duygularım. Ebeveynlik konusunda da, hep anneler yüceltilir ama babalar avucunu yalar nedense. Tüm alkış annelere gider, babaların daha ketum ve duygusuz olduğundan dem vurulur. Bu durum da, bir baba olarak benim pek hoşuma gitmiyor. Annelerin gösterdiği özverinin, sevginin aynısını babaların da gösterdiği nedense, toplum da kabul görmez. Onun için kendimce buna bir dur demek geldi içimden.
Daha önce arkadaşlarıma gönderdiğim, Kuzey’in sitesinde yayınladığım bir yazı vardı. Aynı yazıyı, babalar günü dolayısıyla, bir kez de burada yayınlamak istiyorum. Ekşi sözlükte “itaatsiz” in babasına yazdığı bir yazı aşağıdaki. İnsan okuyunca, boğazına bir yumruk iniyor, gözleri doluyor. Onun için bu yazıyı herkesin okumasını ve babaların da, çocukları için ne ifade ettiğini ve ne güzel ifade edildiğini okumanızı tavsiye ederim.
baba
tarihin bir cilvesi olarak ilginç bir adamdır babam. makedonya’nın bir köyünden gelmiş izmir’e; 7 kardeş, 25 kuzeniyle. sonra ne olduğunu anlamadan, “ben neredeyim” diyemeden, askere gitmiş, muş’a. esnaf olmuş sonra. dört kuşaktır dedelerimin yaptığı işi yapmış. kumaş satmış. türkçe’yi, muş’ta asker arkadaşlarından, izmir’in yahudi esnaflarından öğrenmiş. çok şirin konuşur benim babam. tespi kele yakışır demişler. keldir benim babam. ifla olmaz cumuriyetçidir. eskiden solcuymuş, 12 eylül onu da benzetmiş kendine, yorgunluktan olsa gerek ben bebekken yani 80’de ürriyet gazetesine okur olarak yazılmış. ala da vazgeçmemiştir bundan. doğum tariimi, yaşımı, okuduğum okulların içbirini şimdi sorsan atırlamaz benim babam. ekşi sözlük nedir bilmez, internetten anlamaz, bu satırları eğer biri göstermezse asla okumaz benim babam. belki okursa diye ona itap edeyim bundan sonra.
atırlar mısın baba, doğum tariim yanlış yazılmış diye makemeye gitmiştik ama geç kalmıştık. sene 1986’ydı ve mübaşir pazartesi gelin demişti. 20 senedir bin pazartesi geçti gitmedik bir daa. gamsız babam benim. kara şimşek’in popüler olduğu yıllar maykıl nayt’ın siya deri montundan istemiştim bir umut, derici arkadaşına yaptırıp getirmiştin. bir dediğimi iki etmedin, arkadaşımda uzaktan kumandalı -kablolu- araba görmüş istemiştim, sen antenlisinden almıştın. belki de kendi yaşamadığın çocukluğunu, benden önceki üç kardeşime yapamadığın babalığı gerçekleştiriyordun. izmir’e mc donalds açıldığında beni oraya götürmüştün, aslında sen merak ediyordun orası nasıl bir yer diye… ilk çizburger yediğim gün o gündü.
bunu da kesin atırlarsın baba, bir gün kömürlüğü yakmıştım, alevler baçeden balkona yükselip evi biraz aşat etmişti. annem bana çok kızmış, “ben şimdi seni pataklasam da sinirim geçmez, akşam babana söylicem” demişti. akşam oldu korkuyla karşına çıktım, parmağını sallayıp, “çok ayıp bir daa olmasın bak kızarım” demiştin.
bmx bisikletleri yeni çıkmıştı, alamancı komşularımızda vardı, onlara artık nasıl baktıysam, sen de bunu gördün ki, annemin kolundan çıkarıp verdiği bileziğin üstüne ekleyip bana em de sarı kırmızı bmx bisiklet aldın. yetmedi ben büyüdüm, biançi bisikletleri çıkmıştı, vitesi şimano markaydı, 18 vitesliydi, gittin ondan aldın. ben bunları iç ama iç unutmuyorum baba.
lise son sınıfta “cemaat dersanesi”nin deneme sınavında birinci olmuştum. dersane ocaları eve gelip, beni ücretsiz kaydedeceklerini söylemişlerdi. 5 nisan krizinin ertesiydi, durumun sıkışıktı ama yine de “ben oğlumu parasıyla bildiğim dersaneye göndericem” demiştin. ama sonra ayatıma iç karışmadın. rejimine aslan, oğluna demokrattın. ilk rakıyı, ilk birayı, ilk likörü ep sen ikram ettin. sigarayı serbest bıraktın. gece eve gelme sınırını orta ikide kaldırdın. biliyorsun baba, şimdi ben ne içki içiyorum, ne de sigara tüttürüyorum. eve ise kuzu kuzu saatinde geliyorum. ne istediysem aldın, nereye istersem gönderdin. ben sana layık olamadım belki ama sen çok şey kazandırdın bana.
“eskişehir’e okumaya gidiyorum” dedim, “git” dedin. “okulum uzadı kusura bakma” dedim, “canın sağ olsun” dedin. “doğduğum köyü görmelisin” dedin beni memlekete gönderdin. sayende çok şey öğrendim baba.
bilgisayar dedim aldın, internet dedim bağlattın, dvd dedim getirdin, müzik seti dedim kaptın geldin, “trenle türkiye turuna çıkıcam” dedim destek çıktın. işten ayrılıp bütün param bitince gittiğim askerde bana baktın, askerden geldim, terbiyesizlik edip şansımı zorladım, senden bir de lap top istedim. önce “o ne” dedin, broşürde gösterince “televizyonlu esap makinasını ne yapacaksın” dedin. sonra ondan da aldın.
vakfettin yani kendini, başıma kakmadan, nasıl baba olmam gerektiğini de öğrettin, zırnık şımartmadan hem de.


yani diyeceğim, bu satırları okusan da okumasan da günün kutlu olsun baba. ellerinden öpüyorum. bu satırları okursan şimdiden söyleyeyim, entri ne demek sorma baba, hayvan ara’da hangi hayvanlar aranıyor onu da sorma baba. bu sözlük uzun hikaye baba. uzun hikaye. ne diyordum evet, günün kutlu olsun..! 

Esra AYDEMİR