Bu Blog'da,beğendiğim ve dostlarımdan gelen şiirler, denemeler,kısa öyküler,gazeller, şah beyitler, Atatürk ile ilgili yazı ve fotoğraflara ulaşabilirsiniz.
Bir telli kavak büyürdü,
Daday'ın Çiydere köyünde usuldan usuldan.
Yerin karanlığından azad olmuş,
Aydınlık sular yürürdü ayaklarının ucundan.
Kendi halindeydi telli kavak.
Geceleri gökyüzüne bakarak,
Samanyolunu düşünürdü yaprak yaprak.
Başka şey de dilemezdi.
En uzak rüzgârlara kaptırmıştı başını;
Ona konmayan kuşa kuş,
Ona değmeyen rüzgâra rüzgâr da denmezdi.
Gel zaman git zaman,
Kızını everecekti Çiydereli Halil
Cebindeki yetmezdi.
Bir gece sabaha karşı;
Ver yansın ettiler baltayı ayak bileklerine Telli'nin.
Uyanıverdi ilk vuruştan
Aman, dedi telli kavak; kıyman!
Sular bulandı ayaklarının ucundan,
Yapraklar yalvardı hep bir ağızdan; vurman!
Aman zaman dinler miydi Çiydereli Halil
Kızını everecekti, cebindeki yetmezdi.
Yıkılıverdi telli kavak,
Ortasına gecenin boylu boyuncak.
Oldu mu ya, dedi telli kavak
Böğründe duran baltaya;
Yaşayıp gidiyorduk şunun şurasında.
Kim gönderecek şimdi selamını suların,
Samanyoluna yaprak yaprak?
Ne olacak şimdi rüzgâr?
Kuşlar nereye konacak?
Ordan oraya atıldı telli kavak
Elden ele satıldı.
Boynuna dört demir takıldı
Çankırı'ya beş mavzer atımı uzak,
Bir tepenin duldasına çakıldı.
Telefon direği oldu telli kavak.
Vınladı durdu telefon telleri boynunda.
Samanyoluna baktı geceleri.
Suları düşündü ayaklarının ucunda,
Yapraklarını düşündü,
Rüzgârı düşündü avcunda,
Gözleri dolu dolu oldu.
Bir türkü tutturdu en sonunda:
"Telefonun tellerine kuşlar mı konar?
Herkes sevdiğine cicim, böyle mi yapar?"
Bir zamanlar birbirlerine aşık iki genç vardı. Kızın adı, Tispe; delikanlınınki ise Piremus idi. Bunlar, yanyana evlerde otururlardı. Birlikte büyüdüler ve çocukluklarından beri birbirlerine karşı aşk beslerlerdi. Fakat aileleri, görüşmelerini istemezler, birbirlerine uygun olmadıklarını düsünürlerdi. Oysa onlar, birbirlerini ölesiye seviyorlardı. İki evin arasinda gizli bir çatlak vardı. Aileleri, bunu bilmezlerdi. Onlar da geceleri burda buluşur, o aradan birbirlerine seslerini duyurur, aşklarını dile getirirlerdi.
Bir gece, ormandaki agacın altında buluşmaya karar verdiler. Tispe, ağaca Piremus'tan önce varmıştı. Gittiğinde avını yeni yemiş, ağzından kanlar akan kocaman bir alanla karşı karşıya geldi. Korkarak bir mağaraya doğru koşmaya basladı. Farkında olmadan yolda boynundaki eşarbını düşürmüştü. O sırada Piremus geldi. Gördükleri karşısında donup kalmıştı.
Kocaman aslan, ağzında kanlarla birlikte biricik sevgilisi Tispe'nin esarbını parçalıyordu. O an aklına gelen ilk ve tek şey, aslanın Tispe'yi öldürerek yediğiydi. Tispe'siz yaşayamazdı. Aklından geçen, sadece aşkı uğruna canına kıymaktı.
Belinden hançerini çıkardi ve göğsüne sapladi. Kanlar içinde cansız bedeni yere düştü. Tispe ise korkusunu bir kenara atıp bir an önce aşkını görmek için mağaradan çıkmaya karar vermişti. Ağacın altına geldiğinde o korkunç sahneyle yüzleşti. Piremus'un cansız vücudu yerdeydi ve elinde Tispe'nin düşürdüğü eşarbını tutuyordu.
İlk önce genç kız, olanlar karşısında ağlamaktan hiçbir şeyi anlayamamısti. Ama eşarbı ve uzaklaşan aslanı görünce anladı. Bir an mağarada düsündüğü o korkunç şey başına gelmişti. Ve onun öldüğünü düşünen Piremus, aşkı uğruna canına kıymıştı. Tispe, bir an bile düşünmeden hançeri aldı ve göğsüne götürdü. Onların aşkı ölesiye bir aşktı ve ölüm bile onları ayıramazdı. Eğer Piremus aşkı uğruna ölümü göze aldıysa, o da hiç çekinmeden canına kıyabilirdi ve hançeri sapladı.
Birden vücudu Piremusun bedeninin üstüne yığıldı.
O anda tanrılar, bu yüce aşkı ölümsüzleştirmek istediler ve bu çiftin üstünde duran ağacı, bunların aşkına adadılar. Piremus'un kanını bu ağacın meyvelerine, Tispe'nin gözyaşlarını ise ağacın yapraklarına verdiler.
O günden beri kara dut ağacının meyvesinin çıkmayan lekesini (Piremus'un kan lekesini), dut ağacının yaprakları (Tispe'nin gözyaşları) temizler.. (Bilir misiniz dut ağacının meyvesinin lekesi çıkmaz; ama elinize ağacın yaprağımı alır avuşturursanız, lekenin gittiğini göreceksiniz)
Bazı şeylerin gitmesine izin vermek işte bu nedenle çok önemlidir !..Onları serbest bırakmak, gevşek olanı kesmek..! İnsanların hiç kimsenin işaretli kağıtlarla oynamadığını anlaması gerekiyor !..Bazen kazanırız ve bazen de kaybederiz ; Hiçbir şeyi geri almayı bekleme, yaptıkların için takdir edilmeyi bekleme, ne kadar zeki olduğunun keşfedilmesini bekleme ya da aşkının anlaşılmasını..Daireyi tamamla, gururlu, yetersiz ya da kibirli olduğun için değil, sadece artık onun senin yaşamında yeri olmadığı için ; Kapıyı kapat, plağı değiştir, evi temizle, tozdan kurtul..!
Geçmişte olduğun kişiyi bırak ve şu anda kimsen ' O ' ol...
Ağır ağır ölür alışkanlığının kölesi olanlar, her gün aynı yoldan yürüyenler, yürüyüş biçimini hiç değiştirmeyenler, giysilerinin rengini değiştirmeye yeltenmeyenler, tanımadıklarıyla konuşmayanlar.
Ağır ağır ölür tutkudan ve duygulanımdan kaçanlar, beyaz üzerinde siyahı tercih edenler, gözleri ışıldatan ve esnemeyi gülümseyişe çeviren ve yanlışlıklarla duygulanımların karşısında onarılmış yüreği küt küt attıran bir demet duygu yerine “i” harflerinin üzerine nokta koymayı yeğleyenler.
Ağır ağır ölür işlerinde ve sevdalarında mutsuz olup da bu durumu tersine çevirmeyenler, bir düşü gerçekleştirmek adına kesinlik yerine belirsizliğe kalkışmayanlar, hayatlarında bir kez bile mantıklı bir öğüde aldırış etmeyenler.
Ağır ağır ölür yolculuğa çıkmayanlar, okumayanlar, müzik dinlemeyenler, gönlünde incelik barındırmayanlar.
Ağır ağır ölür özsaygılarını ağır ağır yok edenler, kendilerine yardım edilmesine izin vermeyenler, ne kadar şanssız oldukları ve sürekli yağan yağmur hakkında bütün hayatlarınca yakınanlar, daha bir işe koyulmadan o işten el çekenler, bilmedikleri şeyler hakkında soru sormayanlar, bildikleri şeyler hakkındaki soruları yanıtlamayanlar.
Deneyelim ve kaçınalım küçük dozdaki ölümlerden, anımsayalım her zaman: yaşıyor olmak yalnızca nefes alıp vermekten çok daha büyük bir çabayı gerektirir.
Yalnızca ateşli bir sabır ulaştırır bizi muhteşem bir mutluluğun kapısına.
Hayal Hatun rüyasında kendisini yıllar önce Erzurum’da çocukluk akşamlarından birinde başını dizine koyduğu annesinden Aşkname’deki şu öyküyü dinlerken görmüştü….
Hikaye:
“Bir genç, mahallesinden bir kızı sevmişti. Sonra yolları ayrıldı ve genç gurbete gitmek zorunda kaldı. Aradan uzun yıllar geçti, içindeki aşktan zerre miktar eksilme olmadı. Geri dönebildiğinde sevgilisi ona sitem etmiş ve şöyle demişti.
- A gönlüme hükmeden!.. Bunca yıl geçti, yolunu gözledim. Ne birhaber, ne bir mektup?!... Meğer ne kadar vefasızmışsın?!...
Hakiki aşık başını yere eğdi, gözlerinden yaşlar boşandığı sırada cevap verdi:
- Ey Sevgili! Yüzünü görmek benim için uğruna ölünecek bir hasret iken, o şerefi postacıya mı bağışlasaydım?!...”
kendini martılarla bir tutma derdim; senin kanatların yok. düşersin, yorulursun, beni koyup koyup gitme ne olursun!
o, kanadı kırık bir kuştu
gülümserken vurulmuştu
kimseler görmedi uçtuğunu
kimseler
görmedi kimseler öpüştüğünü...
/adı nevin
özlem tüter ve ç(ağlardı) geceleyin./
IV
ışığın diyordu: kırılıp düştüğü yerlerden geliyorum; karanlık kördü ve acımasız... ellerimle kırdım ben de kalan kanatlarımı; kanatlarımı kanatmaktan geliyorum...
V
o bir yenik serçeydi sıkılınca ağlamaya çıkardı. sonra da çift çıkardık; kar yağardı, biz dinlemez, çıkardık! o kentte bütün sokaklar biz yan yana yürümeyelim diye dar yapılmıştı, insanlar dar yapılmıştı, çıkardık!
kar durmazdı, üşüşürdü saçlarına ve hep bir şeylere ağlardı o karlı havalarda... avurtlarına çarpan kar taneleri, gözyaşlarının sıcaklığına çarpıp erirdi... erirdi... biz yan yana, yana yana... yana yana!
Sezai Karakoç 1933 Diyarbakır doğumludur. İlkokulu Diyarbakır, ortaokulu Kahraman Maraş ve liseyi Gazi Antep’te bitirir. Ankara Siyasal Bilimler Fakültesini kazanıp 21 yaşında Ankara’ya gelir. Asıl hikâye zaten burada başlar. Sezai Karakoç üniversiteye devam ederken bir muhacir(göçmen) kızına ilk görüşte âşık olur. Bir süre bu aşkı kendisi ve Allah’tan başka kimse bilmez. Fakat zaman geçtikçe bu yük ona fazla gelmeye başlar ve artık bu kıza açılmaya karar verir. Büyük ihtimalle olumsuz bir cevap alacağını biliyordur ama artık bu yükün hafiflemesi için başka çare kalmamıştır.
Sezai Karakoç bir gün bu muhacir kızına zorda olsa açılır. Kız olumsuz bir cevap vermiştir. Bundan çok etkilenen Sezai Karakoç bir süre daha aşkını içine gömer. Daha sonra tekrar cesaretini toplayıp tekrar kıza açılır ve yine aynı şekilde cevap alınca artık dünyası yıkılmıştır. İçine kapanır ve o göçmen kızına Mona Roza ismini takarak şiirler yazmaya başlar.
Seneler geçer ve 4 senelik fakülte bitmiştir. Veda töreninde fakülte gayet kalabalıktır. Sunumlar yapılır ve sıra Sezai Karakoç’un kendi yazdığı şiiri okumasına gelir. Anons yapılır ve alkışlar eşliğinde Sezai Karakoç kürsüye çıkar. Şöyle bir kalabalığı süzer. Gözleri birisini aramaktadır. Ve sonra şiirine başlar…
MONA ROZA
Mona Roza, siyah güller, ak güller
Geyvenin gülleri ve beyaz yatak
Kanadı kırık kuş merhamet ister
Ah, senin yüzünden kana batacak
Mona Roza siyah güller, ak güller
Ulur aya karşı kirli çakallar
Ürkek ürkek bakar tavşanlar dağa
Mona Roza, bugün bende bir hal var
Yağmur iğri iğri düşer toprağa
Ulur aya karşı kirli çakallar
Açma pencereni perdeleri çek
Mona Roza seni görmemeliyim
Bir bakışın ölmem için yetecek
Anla Mona Roza, ben bir deliyim
Açma pencereni perdeleri çek...
Zeytin ağaçları söğüt gölgesi
Bende çıkar güneş aydınlığa
Bir nişan yüzüğü, bir kapı sesi
Seni hatırlatıyor her zaman bana
Zeytin ağaçları, söğüt gölgesi
Zambaklar en ıssız yerlerde açar
Ve vardır her vahşi çiçekte gurur
Bir mumun ardında bekleyen rüzgar
Işıksız ruhumu sallar da durur
Zambaklar en ıssız yerlerde açar
Ellerin ellerin ve parmakların
Bir narçiçeğini eziyor gibi
Ellerinden belli oluyor bir kadın
Denizin dibinde geziyor gibi
Ellerin ellerin ve parmakların
Zaman ne de çabuk geçiyor Mona
Saat onikidir söndü lambalar
Uyu da turnalar girsin rüyana
Bakma tuhaf tuhaf göğe bu kadar
Zaman ne de çabuk geçiyor Mona
Akşamları gelir incir kuşları
Konar bahçenin incirlerine
Kiminin rengi ak, kimisi sarı
Ahhh! Beni vursalar bir kuş yerine
Akşamları gelir incir kuşları
Ki ben Mona Roza bulurum seni
İncir kuşlarının bakışlarında
Hayatla doldurur bu boş yelkeni
O masum bakışlar su kenarında
Ki ben Mona Roza bulurum seni
Kırgın kırgın bakma yüzüme Roza
Henüz dinlemedin benden türküler
Benim aşkım sığmaz öyle her saza
En güzel şarkıyı bir kurşun söyler
Kırgın kırgın bakma yüzüme Roza
Artık inan bana muhacir kızı
Dinle ve kabul et itirafımı
Bir soğuk, bir garip, bir mavi sızı
Alev alev sardı her tarafımı
Artık inan bana muhacir kızı
Yağmurlardan sonra büyürmüş başak
Meyvalar sabırla olgunlaşırmış
Bir gün gözlerimin ta içine bak
Anlarsın ölüler niçin yaşarmış
Yağmurlardan sonra büyürmüş başak
Altın bilezikler o kokulu ten
Cevap versin bu kanlı kuş tüyüne
Bir tüy ki can verir bir gülümsesen
Bir tüy ki kapalı gece ve güne
Altın bilezikler o kokulu ten
Mona Roza siyah güller, ak güller
Geyve'nin gülleri ve beyaz yatak
Kanadı kırık kuş merhamet ister
Aaahhh! Senin yüzünden kana batacak!
Mona Roza siyah güller, ak güller
Şiir bittiğinde meydanda derin bir sessizlik vardır. Herkes şiirden çok etkilenmiştir. Ve orta sıralardan bir kız çıkıp kürsünün önüne doğru gelir. Kürsüden inmek üzere olan Sezai Karakoç’a seslenir. “Seni kabul ediyorum…” Evet, o göçmen kızı Muazzez Akkaya’dır... Sezai Karakoç biraz şaşkın biraz değil kürsüye geri döner ve “Bu kez de ben seni kabul etmiyorum” der… 25 yaşındaki bu duygusal gencin gururu aşkının üstüne çıkmıştır. 4 yıldır şiirler yazdığı ve ömrünün sonuna kadar sevecek olduğu Mona Roza’yı o anda ret etmiştir.
O günden sonra Muazzez Akkaya’nın intihar ettiği söylenir ve kimse bir daha onu göremez. Sezai Karakoç ise şu yıllarda 77 yaşındadır ve hala evlenmemiştir. O hala karşı pencerede gördüğü muhacir kızına âşıktır. Ve belki de ölene kadar başkasını düşünmeyecektir…
1-CURIOSITA: (Merak) Yaşama doymak bilmeyen bir merak ve öğrenmeyle bağlı olmaktır. Hiçbir konu hiçbir dal ayrımı yapmaksızın çevremizdekilerin düşünecek ve söyleyeceklerinden çekinmeden merakımızı kaybetmeden sormak araştırmak öğrenmek gereklidir.
2-DIMOSTRAZIONE: (Ispat) Bilgiyi deneme yolu ile test etme sebatkarlık ve hatalardan ders alma arzusu anlamına gelir. Öğrenilen her şey mutlaka denenerek test edilmeli doğruluğuna ondan sonra karar verilmelidir.
3-SENSAZIONE: (Hissetme) Duyguların özellikle hayati deneyimlerin bir aracı olan görüşün devamlı olarak rafine edilmesi anlamına gelir. Müzik dinlemeli resim çizmeli müzeler gezmeli kitap okumalıyız. Değişik yiyecek ve içecekler tatmalı çevremizdeki her şeye dokunmalıyız.
4-SFUMATO: (Puslu "iç ışığını gözlerinden yansıtan inisiye hayvan Kurt Puslu havayı sever !...) Belirsizliği paradoksu ve kararsızlığı kucaklama arzusu anlamına gelir. Gelişen dünyada başarılı olmak için belirsizlikler altında çalışmaya alışmalıyız. Paradoksla karşılaştığımızda sükunetimizi koruyarak etkili ve sağlıklı bir zihne sahip olabiliriz.
5-ARTE/SCIENZA: (Bilim ve sanat) Mantık ve hayal arasındaki dengenin geliştirilmesi anlamına gelir. Her insan doğuştan her türlü yeteneğe sahiptir.
6-CORPORALITA: ( Vücûdî olma) Zerafet; her iki eli de aynı şekilde kullanabilmenin filtresi ve dengenin sağlanması anlamına gelir. Başarı için kişinin öncelikle kendisiyle barışık olması gerekir. Bunu sağlayacak bir etkende insanın sağlıklı zarif ve dengeli bir vücuda sahip olmasıdır. Bunun için kişinin sahip olduğu fiziki yapısını geliştirmesi gerekir. Bunu sağlamak amacıyla kişi; stresten uzak durmalı zihnini şen tutmalı dengeli bir beslenme yapmalı uykusunu düzenli olarak almalı zarafetine dikkat etmeli ve sağlığını korumalıdır.
7-CONNESSIONE: (Ilişkilendirme) Bütün olanların ve her şeyin ilişkisini anlamak ve değerlendirmek sistemli düşünme anlamına gelir. Kısaca yaşadığımız herşeyin birbiriyle olan ilişkisini anlamaya çalışmalı her şeyi bir arada değerlendirmeliyiz.
Kalbimi geveze bir masal kurbağasına çeviren ilah, dut yemiş bülbül ruhu bulaştırma kalbime; korkma. Kaçışların kadar uzak değil aşkım, boğacak kadar derin değil, beklentilere hapsedecek kadar kapalı değil, bezdirecek kadar ısrarcı değil; korkma. Elinde bir çiçek sapıyla dişlerini kaşıyan bir çocuk gibi masum, kaf dağında anka gibi masalsı, elini uzattığıdığında sıcaklığına dokunabileceğin kadar gerçek; korkma. Hiçbir şey edemiyorsa bu kalbi senin 'Naber'in kadar mutlu, hiçbir el titretmiyorsa dokunduğunda, bu kadar kaçak olma; korkma. An 'Dünyanın en rahat yeri'ne başımı koyduğumda başlar ve bir adım ötende biter, beni ansız bırakma; korkma. Masalsa istediğin masal, gerçekse gerçek, herneyse istediğin o olsun, sen ol, sende bi vıraklık hakkım olsun, ne bağlanalım, ne çözülelim, ne ayrılalım, ne birleşelim; hayatı koy suya solmasın, bunun sonu karmaşık düşüncelerin günahıyla yanan bir zaman dilimi olmasın. Sen nezaman varsan ben ozaman varım; sen sadece aşkımdan korkma...(Arzu Zu)
“Bir millet varlığı ve hukuku için bütün kuvvetiyle, bütün fikrî ve maddî güçleriyle alâkadar olmazsa, bir millet kendi kuvvetine dayanarak varlığını ve bağımsızlığını temin etmezse şunun, bunun oyuncağı olmaktan kurtulamaz. Millî hayatımız, tarihimiz ve son devirde idare tarzımız, buna pek güzel delildir. Bu sebeple teşkilâtımızda millî güçlerin etken ve millî iradenin hâkim olması esası kabûl edilmiştir. Bugün bütün cihanın milletleri yalnız bir egemenlik tanırlar: Milli Egemenlik... ” 1920 (Nutuk III, s. 1185)
« Din bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanının emrine uymakta serbesttir. Biz dine saygı gösteririz. Düşünüşe ve düşünceye muhalif değiliz. Biz sadece din işlerini, millet ve devlet işleriyle karıştırmamaya çalışıyor, kaste ve fiile dayanan bağnaz hareketlerden sakınıyoruz. »
(1925) Mustafa Kemal Atatürk.. Tüm İslam aleminin kutlu doğum haftasını (14-20 Nisan) kutlarım.