30 Nisan 2010 Cuma

*GAZEL-1


biz gamsız sarhoşlarız, aydın karanlıklarız
hem kadehle solukdaş, hem ayrılıklarız

sevgilinin kaşları eğdi kaderimizi
o günden bugüne dek düşmüş yaratıklarız

ey gülüm, sen daha dün parçaladın göğsünü
ama biz ta doğuştan kızıl şakayıklarız

lale gibi ortada yalnız kadehi görme
şu yaramıza da bak, gör nasıl aşıklarız

şiirdeki renge, hayale bakma hafız
sadece boş levhayız, dokundukça çınlarız 

Şirazlı HAFIZ

*MIRILDANDIKLARIM


Kırdın mı incittin mi birilerini
Kimleri kazandım, yitirdiklerim kimler.
Kendimi yeniledim mi yazdıklarımda?
Yeniden düşünmeliyim
Dostluklarımı, ilişkilerimi
Gözlerim çocukluk fotoğraflarında mı kaldı
Yitirdim mi yoksa masumiyetimi?
Borçlarımı ödedim mi?
Doğru seçtim mi soruların fiillerini?
Tırnaklarım kesilmiş, dişlerim fırçalanmış, saçlarım taranmış,
giysilerim ütülü, odam düzenli mi?
Geri verdim mi aldıklarımı:
Aşkları, dostlukları, sevgileri, güvenleri, bağları,
Kitaplara, sayfalara, satırlara borcumu ödedim mi?
Yokladım mı duygularımı
Hala sevebiliyor muyum insanları?
Ovmalı gümüşleri, bakırlarımı; cila geçmeli ahşaplarıma
ovmalı umutları
Saklı tutmalı gelecek inancını, yarınları eksik etmemeli ağzımızdan
Ey uzak akrabalarım, üvey aşklarım
Mevsim sonu dostlarım, işporta malı ayrılıklar
Arkadaş ölümleri, dost hançerleri, talan ettiğimiz zulalar
Gece telefonları, ıssız konuşmalar
Mağrur incelikler, vurgun yemiş ilişkiler
Uçurum duygusuyla yaşadığımız hayat ey
O kadar çok anlattım ki
Kendime kaldım anlatmaktan...
Bunaldım kendisiyle boğuşmasını
Başkalarında çözmeye çalışan insanlardan
Usandım sözcük oynamalarından, tılsımlı sıfatlardan,
Ofset duyarlılıklardan
Kaç zamandır duru, yalın, çalışkan, iyi insanlar özlüyorum
"içtenliğin" ya da "dünya görüşünün" kirletmediği
Kendime bir yeni yıl kartı yazarak bunları diliyorum
Aranıp duruyorum adresini yitirdiğim insanları
vitrin camlarına yansıyan yüzlerde
Bilmiyorum kalmış mıdır adresini yüzlerinde taşıyan insanlar
Hala bir umut var mıdır
Çıkmaz bir sokağa benzeyen bu avare avunması vitrinlerde
Ne çıkmaz sokaktayım ne de mutsuz
Sadece rüzgarlardan daha güçlü olmak istiyorum o kadar
Açık denizlerde nice yolculuklara yelken açarken
Kış güneşinin mutlu ettiği bir kedi gibi mutlu, emin, tasasız
Sere serpe ve keyifli olmak tek isteğim ve dileğim
senin ve benim, yani bizim için...

Murathan MUNGAN

28 Nisan 2010 Çarşamba

*AŞK VE KALP


Bir kalb ki onun sevmesi aldanması yok
Tutkunluğu yok , bir güzele yanması yok
Bin kez yazık olsun sevisiz yüreğe
Aşksız geçecek günlerin faydası yok

HAYYAM

*SEN

Ressam:Mine ERDİNİ-İst.

Benim GÖKYÜZÜMSÜN
Benim EN SEVDİĞİM TEPESİN
Benim SICAK YATAĞIMSIN
Benim FIRTINADA SIĞINDIĞIM LİMANSIN
Benim EN DEĞERLİ ARMAĞANIMSIN
Benim EN DUYGUSAL ANIMSIN
Benim SONSUZA DEK EN YAKIN ARKADAŞIMSIN
Benim İLHAM KAYNAĞIMSIN
Benim KADERİMSİN
Benim PARILDAYAN IŞIĞIMSIN
Benim GECEM, GÜNDÜZÜMSÜN
Benim YÜREĞİMİN İLACISIN
Benim ÖFKEMİN GİDERİCİSİSİN
Benim AĞRI KESİCİMSİN
Benim BAHAR ATEŞİMSİN
Benim NADİR BULUNAN MÜCEVHERİMSİN
Benim DUALARIMIN YANITISIN
Benim KALBİMSİN, RUHUMSUN
Benim HAYATIMI HAYAT YAPANSIN
Benim KUTSALIMSIN
Benim MORALİMİ DÜZELTENSİN
Benim EN BÜYÜK ŞANSIMSIN
Benim SON DANSIMSIN
Benim EN İYİ VURUŞUMSUN
Benim ENERJİMSİN
Benim İŞTAH AÇICIMSIN
Benim SABAH GÜNEŞİMSİN
Benim AKŞAM EĞLENCEMSİN
Benim DANS PARTNERİMSİN
Benim KALBİMİN BEKÇİSİSİN
Benim KAHKAHALARIMIN KAYNAĞISIN
Benim SONSUZUMSUN
Benim YANAN ATEŞİMSİN
Benim EN BÜYÜK ARZUMSUN
Benim RUHUMUN EŞİSİN
Benim İNANCIMSIN
Benim RÜYALARIMSIN
Benim HERKESTEN ÖNCE GELENİMSİN
Benim GÜVENCEMSİN
Benim SAĞDUYUMSUN
Ölene kadar SEBEBİMSİN
BELKİ,
BİLMİYORSUNDUR...

David L. WEATHERFORD

*TELLİ KAVAK



Bir telli kavak büyürdü,
Daday'ın Çiydere köyünde usuldan usuldan.
Yerin karanlığından azad olmuş,
Aydınlık sular yürürdü ayaklarının ucundan.
Kendi halindeydi telli kavak.
Geceleri gökyüzüne bakarak,
Samanyolunu düşünürdü yaprak yaprak.
Başka şey de dilemezdi.
En uzak rüzgârlara kaptırmıştı başını;
Ona konmayan kuşa kuş,
Ona değmeyen rüzgâra rüzgâr da denmezdi.

Gel zaman git zaman,
Kızını everecekti Çiydereli Halil
Cebindeki yetmezdi.
Bir gece sabaha karşı;
Ver yansın ettiler baltayı ayak bileklerine Telli'nin.
Uyanıverdi ilk vuruştan
Aman, dedi telli kavak; kıyman!
Sular bulandı ayaklarının ucundan,
Yapraklar yalvardı hep bir ağızdan; vurman!

Aman zaman dinler miydi Çiydereli Halil
Kızını everecekti, cebindeki yetmezdi.
Yıkılıverdi telli kavak,
Ortasına gecenin boylu boyuncak.
Oldu mu ya, dedi telli kavak
Böğründe duran baltaya;
Yaşayıp gidiyorduk şunun şurasında.
Kim gönderecek şimdi selamını suların,
Samanyoluna yaprak yaprak?
Ne olacak şimdi rüzgâr?
Kuşlar nereye konacak?

Ordan oraya atıldı telli kavak
Elden ele satıldı.
Boynuna dört demir takıldı
Çankırı'ya beş mavzer atımı uzak,
Bir tepenin duldasına çakıldı.
Telefon direği oldu telli kavak.
Vınladı durdu telefon telleri boynunda.
Samanyoluna baktı geceleri.
Suları düşündü ayaklarının ucunda,
Yapraklarını düşündü,
Rüzgârı düşündü avcunda,
Gözleri dolu dolu oldu.
Bir türkü tutturdu en sonunda:
"Telefonun tellerine kuşlar mı konar?
Herkes sevdiğine cicim, böyle mi yapar?"

Aydın GÜN

*TISPE VE PIREMEUS "KARADUT'UN HİKAYESİ"


Bir zamanlar birbirlerine aşık iki genç vardı. Kızın adı, Tispe; delikanlınınki ise Piremus idi. Bunlar, yanyana evlerde otururlardı. Birlikte büyüdüler ve çocukluklarından beri birbirlerine karşı aşk beslerlerdi. Fakat aileleri, görüşmelerini istemezler, birbirlerine uygun olmadıklarını düsünürlerdi. Oysa onlar, birbirlerini ölesiye seviyorlardı. İki evin arasinda gizli bir çatlak vardı. Aileleri, bunu bilmezlerdi. Onlar da geceleri burda buluşur, o aradan birbirlerine seslerini duyurur, aşklarını dile getirirlerdi.

Bir gece, ormandaki agacın altında buluşmaya karar verdiler. Tispe, ağaca Piremus'tan önce varmıştı. Gittiğinde avını yeni yemiş, ağzından kanlar akan kocaman bir alanla karşı karşıya geldi. Korkarak bir mağaraya doğru koşmaya basladı. Farkında olmadan yolda boynundaki eşarbını düşürmüştü. O sırada Piremus geldi. Gördükleri karşısında donup kalmıştı.

Kocaman aslan, ağzında kanlarla birlikte biricik sevgilisi Tispe'nin esarbını parçalıyordu. O an aklına gelen ilk ve tek şey, aslanın Tispe'yi öldürerek yediğiydi. Tispe'siz yaşayamazdı. Aklından geçen, sadece aşkı uğruna canına kıymaktı.

Belinden hançerini çıkardi ve göğsüne sapladi. Kanlar içinde cansız bedeni yere düştü. Tispe ise korkusunu bir kenara atıp bir an önce aşkını görmek için mağaradan çıkmaya karar vermişti. Ağacın altına geldiğinde o korkunç sahneyle yüzleşti. Piremus'un cansız vücudu yerdeydi ve elinde Tispe'nin düşürdüğü eşarbını tutuyordu.

İlk önce genç kız, olanlar karşısında ağlamaktan hiçbir şeyi anlayamamısti. Ama eşarbı ve uzaklaşan aslanı görünce anladı. Bir an mağarada düsündüğü o korkunç şey başına gelmişti. Ve onun öldüğünü düşünen Piremus, aşkı uğruna canına kıymıştı. Tispe, bir an bile düşünmeden hançeri aldı ve göğsüne götürdü. Onların aşkı ölesiye bir aşktı ve ölüm bile onları ayıramazdı. Eğer Piremus aşkı uğruna ölümü göze aldıysa, o da hiç çekinmeden canına kıyabilirdi ve hançeri sapladı.

Birden vücudu Piremusun bedeninin üstüne yığıldı.

O anda tanrılar, bu yüce aşkı ölümsüzleştirmek istediler ve bu çiftin üstünde duran ağacı, bunların aşkına adadılar. Piremus'un kanını bu ağacın meyvelerine, Tispe'nin gözyaşlarını ise ağacın yapraklarına verdiler.

O günden beri kara dut ağacının meyvesinin çıkmayan lekesini (Piremus'un kan lekesini), dut ağacının yaprakları (Tispe'nin gözyaşları) temizler.. (Bilir misiniz dut ağacının meyvesinin lekesi çıkmaz; ama elinize ağacın yaprağımı alır avuşturursanız, lekenin gittiğini göreceksiniz)


Paylaş

27 Nisan 2010 Salı

*KORKARAK YAŞIYORSAN



Öyle bir hayat yaşadım ki;
Cenneti de gördüm cehennemi de

Öyle bir aşk yaşadım ki,
Tutkuyu da gördüm, pes etmeyi de.

Bazıları seyrederken hayatı en önden
Kendime bir sahne buldum oynadım.

Öyle bir rol vermişler ki;
Okudum, okudum anlamadım.

Öyle bir hayat yaşadım ki;
Son yolculukları erken tanıdım

Öyle çok değerliymiş ki zaman
Hep acele etmem bundan anladım.

Kendi kendime konuştum bazen evimde
Hem kızdım, hem güldüm halime.

Sonra dedim ki,
Söz ver kendine!

Denizleri seviyorsan,
Dalgaları da seveceksin.

Sevilmek istiyorsan,
Önce sevmeyi bileceksin.

Uçmayı seviyorsan,
düşmeyi de bileceksin

Korkarak yaşıyorsan,
Yalnızca; hayatı seyredersin...


Şebnem FERAH

26 Nisan 2010 Pazartesi

*TÜRKÜLER DOLUSU




Kirazın derisinin altında kiraz,
Narın içinde nar,
Benim yüreğimde boylu boyunca
Memleketim var.
Canıma ciğerime dek işlemiş
Canıma ciğerime,
Sapına kadar.
Elma dalından uzağa düşmez,
Ne yana gitsem nafile.
Memleketin hali gözümden gitmez
Binbir yerimden bağlanmışım,
Bundan ötesine aklım ermez.

Yerliyim yerli olmasına
ilmik ilmik, damar damar
Yerliyim.
Bir dilim Trabzon peyniri,
Bir avuç tiftik,
Bir çimdik çavdar,
Bir tutam şile bezi gibi,
Dişimden tırnağıma kadar
Ressamım.
Yurdumun taşından toprağından şurup gelir nakışlarım,
Taşıma toprağıma toz konduranın
Alnını karışlarım.
Şairim şair olmasına,
Canım kurban şiirin gerçeğine, hasına.
İçerisine insan kokusu sinmiş mısralara vurgunum,
Bıçak gibi kemiğe dayansın yeter,
Eğri büğrü , kör topal kabulum.
Şairim,
Zifiri karanlıkta gelse şiirin hası,
Ayak seslerinden tanırım.
Ne zaman bir köy türküsü duysam,
Şairliğimden utanırım.
Şairim,
Şiirin gerçeğini köy türkülerimizde bulmuşum,
Türkülerle yunmuş yıkanmış dilim,
Onlarla ağlamış, onlarla gülmüşüm.

Hey hey, yine de hey hey,
Salınsın türküler bir uçtan bir uca,
Evelallah hepsinde varım,
Onlar kadar sahici,
Onlar kadar gerçek,
insancasına, erkekçesine,
'Bana bir bardak su' dercesine,
Bir türkü söylemeden gidersem yanarım.

Ah bu türküler,
Türkülerimiz,
Ana sütü gibi candan,
Ana sütü gibi temiz.
Türkülerde tüter dağ dağ, yayla yayla
Köyümüz, köylümüz, memleketimiz.
Ah bu türküler,
Köy türküleri,
Dilimizin tuzu biberi,
Memleket ahvalini onlardan sor,
Kitaplarda değil, türkülerde ara Yemen'i,
Öleni, kalanı, gidip gelmeyeni..
Ben türkülerden aldım haberi.

Ah bu türküler, köy türküleri,
Mis gibi insan kokar, mis gibi toprak,
Hilesiz hurdasız, çırılçıplak,
Dişisi dişi, erkeği erkek,
Kaşı kaş, gözü göz, yarası yara,
Bıçağı bıçak .
Ah bu türküler, köy türküleri,
Karanlık kuyularda açılmış çiçekler gibi,
Kiminin reyhasından geçilmez,
Kimi zehir, kimi zemberek gibi.

Ah bu türküler, köy türküleri,
Olgun bir karpuz gibi yarırılır içim,
Kan damlar ucundan, mürekkep değil.
İşte söz, işte ses, işte biçim:
'Uzun kavak gıcım gıcım gıcılar'
iliklerine kadar işlemiş sızı,
Artık iflah olmaz kavak ağacı,
Bu türkünün yüreğinde sancı var.

Ah bu türküler, köy türküleri,
Ne düzeni belli, ne yazanı,
Altlarında imza yok ama
içlerinde yürek var.
Cennet misali sevişen,
Cehennemler gibi dövüşen,
Bir çocuk gibi gülüp
Mağaralar gibi inleyen.
Nasıl unutur nasıl
Ömrunde bir kez olsun
Halk türküsü dinleyen?

Bedri Rahmi EYÜBOĞLU ( 1913 - 1975 )

Teşekkürler Yeşim TOPLUGÜL

*ŞU ANDA KİMSEN O OL....

Bazı şeylerin gitmesine izin vermek işte bu nedenle çok önemlidir !..Onları serbest bırakmak, gevşek olanı kesmek..! İnsanların hiç kimsenin işaretli kağıtlarla oynamadığını anlaması gerekiyor !..Bazen kazanırız ve bazen de kaybederiz ; Hiçbir şeyi geri almayı bekleme, yaptıkların için takdir edilmeyi bekleme, ne kadar zeki olduğunun keşfedilmesini bekleme ya da aşkının anlaşılmasını..Daireyi tamamla, gururlu, yetersiz ya da kibirli olduğun için değil, sadece artık onun senin yaşamında yeri olmadığı için ; Kapıyı kapat, plağı değiştir, evi temizle, tozdan kurtul..!
Geçmişte olduğun kişiyi bırak ve şu anda kimsen ' O ' ol...

Paulo COELHO

25 Nisan 2010 Pazar

*YALNIZLIK SENFONİSİ



Anladım sonu yok yalnızlığın, hergün çoğalacak
Herzaman böyle miydi bilmiyorum
Sanki dokunulmazdı çocukken ağlamak
Alışır her insan alışır zamanla kırılıp incinmeye
Çünkü olağan yıkılıp yıkılıp yeniden ayağa kalkmak
Yalnızlığım yollarıma pusu kurmuş beklemekte
Acılar gözlerini dikmiş üstüme nöbette
Bekliyorum bekliyorum bekliyorum
Hadi gelin üstüme korkmuyorum

Bulutlar yüklü hayatı hayata üstümüze hasret
Yokluğunla ben başbaşayız nihayet

Sertab ERENER

*KUŞ BAKIŞI


O göçebe kuşları da merak ederdin sen,
yılın hangi ayında geldiklerini,
gelirken hangi enlemlerden geçtiklerini,
yuvalarını nerelerde yaptıklarını...
Turuncu, altın sarısı, siyah tüylü o kuşlar.
Onları anlatırdım sana kış geceleri,
aştıkları lacivert denizleri,
adlarını uydurduğum kimsesiz adaları.
Arslanlar kükretirdim geride kalan ormanlarda,
filler dolaştırır, timsahlar dövüştürürdüm
çamurlu ırmaklarda.
Derken kızıl kiremitler görünürdü bir kıyı
köyünün dağınık damlarında.
Ve bahar yağmurları yağdıran bulutların
arasından süzülür bir gölün kıyısına konarlardı kuşlar.
Dönüşlerini anlatmamı istemezdin hiç.
Hep kalsalar, derdin, o gölün kıyısında
ya da yuvalarını yaptıkları saçak altlarında.
Kışa doğru, geceler uzar, koyulaşırdı karanlık.
Sen büyürdün, büyürdü göçebe kuşların
giderken aramıza bıraktıkları sessizlik

Cevat ÇAPAN

*AĞIR ÖLÜM


Ağır ağır ölür alışkanlığının kölesi olanlar, her gün aynı yoldan yürüyenler, yürüyüş biçimini hiç değiştirmeyenler, giysilerinin rengini değiştirmeye yeltenmeyenler, tanımadıklarıyla konuşmayanlar.

Ağır ağır ölür tutkudan ve duygulanımdan kaçanlar, beyaz üzerinde siyahı tercih edenler, gözleri ışıldatan ve esnemeyi gülümseyişe çeviren ve yanlışlıklarla duygulanımların karşısında onarılmış yüreği küt küt attıran bir demet duygu yerine “i” harflerinin üzerine nokta koymayı yeğleyenler.

Ağır ağır ölür işlerinde ve sevdalarında mutsuz olup da bu durumu tersine çevirmeyenler, bir düşü gerçekleştirmek adına kesinlik yerine belirsizliğe kalkışmayanlar, hayatlarında bir kez bile mantıklı bir öğüde aldırış etmeyenler.

Ağır ağır ölür yolculuğa çıkmayanlar, okumayanlar, müzik dinlemeyenler, gönlünde incelik barındırmayanlar.

Ağır ağır ölür özsaygılarını ağır ağır yok edenler, kendilerine yardım edilmesine izin vermeyenler, ne kadar şanssız oldukları ve sürekli yağan yağmur hakkında bütün hayatlarınca yakınanlar, daha bir işe koyulmadan o işten el çekenler, bilmedikleri şeyler hakkında soru sormayanlar, bildikleri şeyler hakkındaki soruları yanıtlamayanlar.

Deneyelim ve kaçınalım küçük dozdaki ölümlerden, anımsayalım her zaman: yaşıyor olmak yalnızca nefes alıp vermekten çok daha büyük bir çabayı gerektirir.

Yalnızca ateşli bir sabır ulaştırır bizi muhteşem bir mutluluğun kapısına.

Pablo NERUDA

24 Nisan 2010 Cumartesi

*AŞKNAME


Hayal Hatun rüyasında kendisini yıllar önce Erzurum’da çocukluk akşamlarından birinde başını dizine koyduğu annesinden Aşkname’deki şu öyküyü dinlerken görmüştü….

Hikaye:
“Bir genç, mahallesinden bir kızı sevmişti. Sonra yolları ayrıldı ve genç gurbete gitmek zorunda kaldı. Aradan uzun yıllar geçti, içindeki aşktan zerre miktar eksilme olmadı. Geri dönebildiğinde sevgilisi ona sitem etmiş ve şöyle demişti.

- A gönlüme hükmeden!.. Bunca yıl geçti, yolunu gözledim. Ne birhaber, ne bir mektup?!... Meğer ne kadar vefasızmışsın?!...

Hakiki aşık başını yere eğdi, gözlerinden yaşlar boşandığı sırada cevap verdi:

- Ey Sevgili! Yüzünü görmek benim için uğruna ölünecek bir hasret iken, o şerefi postacıya mı bağışlasaydım?!...”


İskender PALA- Aşkname 

Teşekkürler Nazan Meltem AKTAŞ

22 Nisan 2010 Perşembe

*UNUTURSUN MİHRİBANIM



Unutmak kolay mı deme
Unutursun Mihribanım
Oğlun kızın olsun hele
Unutursun Mihribanım

Hayat böyle bu gemide
Eskiler yiter yenide
Beni değil kendini de
Unutursun Mihribanım

Yıllar sineme yaslanır
Hatıraların paslanır
Bu deli gönül uslanır
Unutursun Mihribanım

Zaman erir kelep kelep
Meyve dalda durmuyor hep
Unutturur bir çok sebep
Unutursun Mihribanım

Gün geçer azalır sevgi
Değişir herşeyin rengi
Bugün değil, yarın belki
Unutursun Mihribanım

Süt emerdin gündüz gece
Unuttun ya büyüyünce
Bu işte tıpkı öylece
Unutursun Mihribanım

Abdurrahim KARAKOÇ

*YENİK SERÇE


I
yaban
ve asi
dağlara dağılan taylar gibi
ve yangın
gençliğinin alazında ışıltılı bıçaklar gibi

adana'da yollara dizilmiş garlarda
çığlık çığlığa peronlarda
çocuklar gibiydi gözleri

/adı nevin
şarap içer, rüzgâr giyerdi geceleyin.../
II
o, kanadı kırık bir kuştu
beyaza vurulmuştu
kimseler görmnedi bir başka renk sevdiğini
kimseler
görmedi kimseler kirlendiğini...

/adı nevin
hüzün kokar ve korkardı geceleyin.../
III
kendini martılarla bir tutma derdim; senin kanatların yok. düşersin, yorulursun, beni koyup koyup gitme ne olursun!

o, kanadı kırık bir kuştu
gülümserken vurulmuştu
kimseler görmedi uçtuğunu
kimseler
görmedi kimseler öpüştüğünü...

/adı nevin
özlem tüter ve ç(ağlardı) geceleyin./
IV
ışığın diyordu: kırılıp düştüğü yerlerden geliyorum; karanlık kördü ve acımasız... ellerimle kırdım ben de kalan kanatlarımı; kanatlarımı kanatmaktan geliyorum...

V
o bir yenik serçeydi sıkılınca ağlamaya çıkardı. sonra da çift çıkardık; kar yağardı, biz dinlemez, çıkardık! o kentte bütün sokaklar biz yan yana yürümeyelim diye dar yapılmıştı, insanlar dar yapılmıştı, çıkardık!

kar durmazdı, üşüşürdü saçlarına ve hep bir şeylere ağlardı o karlı havalarda... avurtlarına çarpan kar taneleri, gözyaşlarının sıcaklığına çarpıp erirdi... erirdi... biz yan yana, yana yana... yana yana!

/o bir yenik serçeydi sıkılınca ağlamaya çıkardı
ben yürüsem bütün yollar ona çıkardı.../

VI
gitti... kanatları yüreğimdeydi
kalan, elimde minyatür bir kuş şimdi
yitirdim o aşkın kimliğini
hükümsüzdür...

/adı nevin,
ihaneti tutuşturduk bir sabahleyin!/

Yılmaz ODABAŞI

*ESKİDENDİ ÇOK ESKİDEN



Hani erken inerdi karanlık,
Hani yağmur yağardı inceden,
Hani okuldan, işten dönerken,
Işıklar yanardı evlerde,
Eskidendi, çok eskiden.

Hani ay herkese gülümserken,
Mevsimler kimseyi dinlemezken...
Hani çocuklar gibi zaman nedir bilmezken,
Eskidendi, çok eskiden.

Hani hepimiz arkadaşken,
Hani oyunlar tükenmemişken,
Henüz kimse bize ihanet etmemiş,
Biz kimseyi aldatmamışken,
Eskidendi, çok eskiden.

Hani şarkılar bizi bu kadar incitmezken,
Hani körkütük sarhoşken gençliğimizden,
Daha biz kimseye küsmemiş,
Daha kimse ölmemişken,
Eskidendi, çok eskiden.

Şimdi ay usul, yıldızlar eski
Hatıralar gökyüzü gibi gitmiyor üstümüzden
Geçen geçti,
Geçen geçti,
Geceyi söndür kalbim
Geceler de gençlik gibi eskidendi
Şimdi uykusuzluk vakti.

Murathan MUNGAN

*SEZAİ KARAKOÇ VE MONA ROZA EFSANESİ


Sezai Karakoç 1933 Diyarbakır doğumludur. İlkokulu Diyarbakır, ortaokulu Kahraman Maraş ve liseyi Gazi Antep’te bitirir. Ankara Siyasal Bilimler Fakültesini kazanıp 21 yaşında Ankara’ya gelir. Asıl hikâye zaten burada başlar. Sezai Karakoç üniversiteye devam ederken bir muhacir(göçmen) kızına ilk görüşte âşık olur. Bir süre bu aşkı kendisi ve Allah’tan başka kimse bilmez. Fakat zaman geçtikçe bu yük ona fazla gelmeye başlar ve artık bu kıza açılmaya karar verir. Büyük ihtimalle olumsuz bir cevap alacağını biliyordur ama artık bu yükün hafiflemesi için başka çare kalmamıştır.

Sezai Karakoç bir gün bu muhacir kızına zorda olsa açılır. Kız olumsuz bir cevap vermiştir. Bundan çok etkilenen Sezai Karakoç bir süre daha aşkını içine gömer. Daha sonra tekrar cesaretini toplayıp tekrar kıza açılır ve yine aynı şekilde cevap alınca artık dünyası yıkılmıştır. İçine kapanır ve o göçmen kızına Mona Roza ismini takarak şiirler yazmaya başlar.

Seneler geçer ve 4 senelik fakülte bitmiştir. Veda töreninde fakülte gayet kalabalıktır. Sunumlar yapılır ve sıra Sezai Karakoç’un kendi yazdığı şiiri okumasına gelir. Anons yapılır ve alkışlar eşliğinde Sezai Karakoç kürsüye çıkar. Şöyle bir kalabalığı süzer. Gözleri birisini aramaktadır. Ve sonra şiirine başlar…


MONA ROZA

Mona Roza, siyah güller, ak güller
Geyvenin gülleri ve beyaz yatak
Kanadı kırık kuş merhamet ister
Ah, senin yüzünden kana batacak
Mona Roza siyah güller, ak güller

Ulur aya karşı kirli çakallar
Ürkek ürkek bakar tavşanlar dağa
Mona Roza, bugün bende bir hal var
Yağmur iğri iğri düşer toprağa
Ulur aya karşı kirli çakallar

Açma pencereni perdeleri çek
Mona Roza seni görmemeliyim
Bir bakışın ölmem için yetecek
Anla Mona Roza, ben bir deliyim
Açma pencereni perdeleri çek...

Zeytin ağaçları söğüt gölgesi
Bende çıkar güneş aydınlığa
Bir nişan yüzüğü, bir kapı sesi
Seni hatırlatıyor her zaman bana
Zeytin ağaçları, söğüt gölgesi

Zambaklar en ıssız yerlerde açar
Ve vardır her vahşi çiçekte gurur
Bir mumun ardında bekleyen rüzgar
Işıksız ruhumu sallar da durur
Zambaklar en ıssız yerlerde açar

Ellerin ellerin ve parmakların
Bir narçiçeğini eziyor gibi
Ellerinden belli oluyor bir kadın
Denizin dibinde geziyor gibi
Ellerin ellerin ve parmakların

Zaman ne de çabuk geçiyor Mona
Saat onikidir söndü lambalar
Uyu da turnalar girsin rüyana
Bakma tuhaf tuhaf göğe bu kadar
Zaman ne de çabuk geçiyor Mona

Akşamları gelir incir kuşları
Konar bahçenin incirlerine
Kiminin rengi ak, kimisi sarı
Ahhh! Beni vursalar bir kuş yerine
Akşamları gelir incir kuşları

Ki ben Mona Roza bulurum seni
İncir kuşlarının bakışlarında
Hayatla doldurur bu boş yelkeni
O masum bakışlar su kenarında
Ki ben Mona Roza bulurum seni

Kırgın kırgın bakma yüzüme Roza
Henüz dinlemedin benden türküler
Benim aşkım sığmaz öyle her saza
En güzel şarkıyı bir kurşun söyler
Kırgın kırgın bakma yüzüme Roza

Artık inan bana muhacir kızı
Dinle ve kabul et itirafımı
Bir soğuk, bir garip, bir mavi sızı
Alev alev sardı her tarafımı
Artık inan bana muhacir kızı

Yağmurlardan sonra büyürmüş başak
Meyvalar sabırla olgunlaşırmış
Bir gün gözlerimin ta içine bak
Anlarsın ölüler niçin yaşarmış
Yağmurlardan sonra büyürmüş başak

Altın bilezikler o kokulu ten
Cevap versin bu kanlı kuş tüyüne
Bir tüy ki can verir bir gülümsesen
Bir tüy ki kapalı gece ve güne
Altın bilezikler o kokulu ten

Mona Roza siyah güller, ak güller
Geyve'nin gülleri ve beyaz yatak
Kanadı kırık kuş merhamet ister
Aaahhh! Senin yüzünden kana batacak!
Mona Roza siyah güller, ak güller

Şiir bittiğinde meydanda derin bir sessizlik vardır. Herkes şiirden çok etkilenmiştir. Ve orta sıralardan bir kız çıkıp kürsünün önüne doğru gelir. Kürsüden inmek üzere olan Sezai Karakoç’a seslenir. “Seni kabul ediyorum…” Evet, o göçmen kızı Muazzez Akkaya’dır... Sezai Karakoç biraz şaşkın biraz değil kürsüye geri döner ve “Bu kez de ben seni kabul etmiyorum” der… 25 yaşındaki bu duygusal gencin gururu aşkının üstüne çıkmıştır. 4 yıldır şiirler yazdığı ve ömrünün sonuna kadar sevecek olduğu Mona Roza’yı o anda ret etmiştir.

O günden sonra Muazzez Akkaya’nın intihar ettiği söylenir ve kimse bir daha onu göremez. Sezai Karakoç ise şu yıllarda 77 yaşındadır ve hala evlenmemiştir. O hala karşı pencerede gördüğü muhacir kızına âşıktır. Ve belki de ölene kadar başkasını düşünmeyecektir…

Teşekkürler Nazan Meltem AKTAŞ
21 Ocak 2010
Paylaş
yorumlarınızı bekliyorum

*DA VINCI'NİN 7 TEMEL PRENSİBİ



1-CURIOSITA: (Merak) Yaşama doymak bilmeyen bir merak ve öğrenmeyle bağlı olmaktır. Hiçbir konu hiçbir dal ayrımı yapmaksızın çevremizdekilerin düşünecek ve söyleyeceklerinden çekinmeden merakımızı kaybetmeden sormak araştırmak öğrenmek gereklidir.

2-DIMOSTRAZIONE: (Ispat) Bilgiyi deneme yolu ile test etme sebatkarlık ve hatalardan ders alma arzusu anlamına gelir. Öğrenilen her şey mutlaka denenerek test edilmeli doğruluğuna ondan sonra karar verilmelidir.

3-SENSAZIONE: (Hissetme) Duyguların özellikle hayati deneyimlerin bir aracı olan görüşün devamlı olarak rafine edilmesi anlamına gelir. Müzik dinlemeli resim çizmeli müzeler gezmeli kitap okumalıyız. Değişik yiyecek ve içecekler tatmalı çevremizdeki her şeye dokunmalıyız.

4-SFUMATO: (Puslu "iç ışığını gözlerinden yansıtan inisiye hayvan Kurt Puslu havayı sever !...) Belirsizliği paradoksu ve kararsızlığı kucaklama arzusu anlamına gelir. Gelişen dünyada başarılı olmak için belirsizlikler altında çalışmaya alışmalıyız. Paradoksla karşılaştığımızda sükunetimizi koruyarak etkili ve sağlıklı bir zihne sahip olabiliriz.

5-ARTE/SCIENZA: (Bilim ve sanat) Mantık ve hayal arasındaki dengenin geliştirilmesi anlamına gelir. Her insan doğuştan her türlü yeteneğe sahiptir.

6-CORPORALITA: ( Vücûdî olma) Zerafet; her iki eli de aynı şekilde kullanabilmenin filtresi ve dengenin sağlanması anlamına gelir. Başarı için kişinin öncelikle kendisiyle barışık olması gerekir. Bunu sağlayacak bir etkende insanın sağlıklı zarif ve dengeli bir vücuda sahip olmasıdır. Bunun için kişinin sahip olduğu fiziki yapısını geliştirmesi gerekir. Bunu sağlamak amacıyla kişi; stresten uzak durmalı zihnini şen tutmalı dengeli bir beslenme yapmalı uykusunu düzenli olarak almalı zarafetine dikkat etmeli ve sağlığını korumalıdır.

7-CONNESSIONE: (Ilişkilendirme) Bütün olanların ve her şeyin ilişkisini anlamak ve değerlendirmek sistemli düşünme anlamına gelir. Kısaca yaşadığımız herşeyin birbiriyle olan ilişkisini anlamaya çalışmalı her şeyi bir arada değerlendirmeliyiz.

Teşekkürler Nazan Meltem AKTAŞ
-ALINTI-

Paylaş
yorumlarınızı bekliyorum

20 Nisan 2010 Salı

*SEN NE ZAMAN VARSAN BEN O ZAMAN VARIM

Kalbimi geveze bir masal kurbağasına çeviren ilah, dut yemiş bülbül ruhu bulaştırma kalbime; korkma. Kaçışların kadar uzak değil aşkım, boğacak kadar derin değil, beklentilere hapsedecek kadar kapalı değil, bezdirecek kadar ısrarcı değil; korkma. Elinde bir çiçek sapıyla dişlerini kaşıyan bir çocuk gibi masum, kaf dağında anka gibi masalsı, elini uzattığıdığında sıcaklığına dokunabileceğin kadar gerçek; korkma. Hiçbir şey edemiyorsa bu kalbi senin 'Naber'in kadar mutlu, hiçbir el titretmiyorsa dokunduğunda, bu kadar kaçak olma; korkma. An 'Dünyanın en rahat yeri'ne başımı koyduğumda başlar ve bir adım ötende biter, beni ansız bırakma; korkma. Masalsa istediğin masal, gerçekse gerçek, herneyse istediğin o olsun, sen ol, sende bi vıraklık hakkım olsun, ne bağlanalım, ne çözülelim, ne ayrılalım, ne birleşelim; hayatı koy suya solmasın, bunun sonu karmaşık düşüncelerin günahıyla yanan bir zaman dilimi olmasın. Sen nezaman varsan ben ozaman varım; sen sadece aşkımdan korkma...(Arzu Zu)

*ULUSAL EGEMENLİK HAFTASI'NIN 90.YILI KUTLU OLSUN


“Bir millet varlığı ve hukuku için bütün kuvvetiyle, bütün fikrî ve maddî güçleriyle alâkadar olmazsa, bir millet kendi kuvvetine dayanarak varlığını ve bağımsızlığını temin etmezse şunun, bunun oyuncağı olmaktan kurtulamaz. Millî hayatımız, tarihimiz ve son devirde idare tarzımız, buna pek güzel delildir. Bu sebeple teşkilâtımızda millî güçlerin etken ve millî iradenin hâkim olması esası kabûl edilmiştir. Bugün bütün cihanın milletleri yalnız bir egemenlik tanırlar: Milli Egemenlik... ” 1920 (Nutuk III, s. 1185)



19 Nisan 2010 Pazartesi

*BENİ YAKIŞINA


O esrarlı yangına bu can nasıl dayandı?
Sahile vurdu kalbim,su yandı,kum da yandı.
Bir mum gibi eriyip aktı uykusuzluğum,
Ölüme başkaldıran dertli uykum da yandı.

Yurdundan mahrum edip dolaştırdın Cem gibi.
Ruhumla söndü alev,sonra ruhum da yandı.
Kül oldu bir yiğidin figanıyla her umut.
Bülbülün küllerine konan puhum da yandı.

Böylesi bir yangını görmedi Nemrut bile.
Kaktüsün gölgesinde nazlı âhım da yandı.
Âhımdır zannederdim en belalı kıvılcım,
Kirpiğine dokunan kanlı âhım da yandı.

Bir damla su ver bana ey çöl! Bari sen küsme.
Kalmadı hiçbir şeyim bak,günahım da yandı.
Yenilgiler bir tufan gibi çöktü üstüme.
Ülkem yıkıldı heyhat!
Ordugâhım da yandı.

Köleleri her akşam duman kıldı gözlerin,
Başıma tâc ettiğim padişahım da yandı.

İlk defa böylesine tutuştu gökkuşağı.
Renklerim siyah oldu ve siyahım da yandı.
O'ndan başka ne varsa yandı,
Yandık sen ve ben.
O'nu göreyim diye,kıblegâhım da yandı.

Nurullah GENÇ

*ŞAH BEYİTLER-52


Gözün sedefinden nice dürdane dökersin
Şol dişi güher dudağı mercân ere umma

Dehhani

"Gözünün sedefinden boşa gözyaşı döküyorsun;
çünkü dişleri inciye,
dudağı mercana benzeyen sevgili hiç gelmeyecektir."

Sedef, istiridye olarak da biinen bir deniz ürünüdür.
Rivayete göre sedef; nisan ayında su yüzeyine çıkar,
 nisan yağmuru sedefin içine düşer
ve bu yağmur damlacığı daha sonra inciye dönüşürmüş.
Sedef şekli dolayısıyla insan gözüne benzer.
Ayrıca her ikisinin de kapağı vardır.
Sedefin içinde inci,
gözün içinde de inciye benzeyen göz yaşı vardır.
Sevgili âşığından hem inci hem de göz yaşı bekler.
Mercan ise kıymetli taştır.
Rengi ve kıymeti bakımından sevgilinin dudağı mercana benzer.
Şair ağlayarak sevgilinin vuslatını talep ediyor.
Bu vuslat karşısında kıymetli incilerini sunuyor.
 Sevgili bu talebi kabul etmiyor ;
çünkü onun inci ve mercan gibi kıymetli hazinesi var.

Haz.İbrahim Cemal TORUN

*KUTLU DOĞUM HAFTASI


« Din bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanının emrine uymakta serbesttir. Biz dine saygı gösteririz. Düşünüşe ve düşünceye muhalif değiliz. Biz sadece din işlerini, millet ve devlet işleriyle karıştırmamaya çalışıyor, kaste ve fiile dayanan bağnaz hareketlerden sakınıyoruz. »
 (1925) Mustafa Kemal Atatürk..
Tüm İslam aleminin kutlu doğum haftasını (14-20 Nisan) kutlarım.

*AYAKÜSTÜ YAŞANMIŞ AŞK HİKAYELERİ




1.
bildiğim kendimi bildim bileli aşık olduğum,
bildiğim ancak aşıkken var olduğum...
işte bu yüzden, benim için aşık olmak;
çoktandır hasretine katlandığım yokluğum.
'eğer aşktan söz edildiğini duymamış olsalar
hiçbir zaman sevemeyecek olan insanlar vardır, '
demiş La Rochefoucauld
benimse hep böylelerini severek başladı vurgunum...

2.
her durakta ölümsüz bir aşk edineceğim
bir bakıştan, bir duruştan,
çağrışımın sonsuz hızından
unutulmaz bir sevgili daha bırakacağım ardımda.
belki de yaşanabilecek en güzel serüveni
terk edeceğim
daha otobüsün ilk basamağında.
kim bilebilir ki?
sonrayı, sonrasını kim bilebilir?
gizli gizli veda edeceğim ona; görmeyecek
ve bu duyguyla burkulmuş yüreğim
otobüs camına bağrında bir ok ile
bir aşk levhası çizecek, ah min-el!
bu da ötekiler gibi,
kendisini ölesiye sevdiğimi bilmeden
yaşayıp gidecek..

3.
şimdi hemen kalksam buradan
hemen çıksam uzun sokaklardan birine
kiminle karşılaşabilirim
kime vurulurum ölesiye, eve dönmeden
geceme kuzguni bir cehennem gibi eklenen
bir ölümcül sevda hangi köşe başında
keser yolumu
bir tenhaya ulak olan
o suret avı
bırakır mı yakamı
haracı ödenmeden
bırakır mı yakamı
bir suretten, bir şiirden, bir hüzünden
ak kağıda düşürülmüş
imzasını görmeden

bırakmazlar yakamı, bilirim, ben ölmeden

4.
hangi aşk mümkündür aşığı öldürmeden
her aşk, her şiir
ardından uzun uzun bakılan adı bilinmedik sevgilerden,
küskün omuzlu terk edilmişliklerden,
perspektifinde hep bir sokak taşıyan
o sessiz
o faili meçhul cinayetlerden
resim altı sözcüklerden
aşk mümkün olsa idi ah, aşığı öldürmeden

bırakır mı yakamı kağıdın ölüm beyazı sureti
elle bilenmiş sözcükler,
yüreğime sokulan serüvenin hançer tadı
nabzımın atışına ayak uyduran vezninde
gece adımları şiirlerimin
bırakır mı yakamı yaşadıklarımı
dökmeden imgelerin giysilerine
hayatın maskelenmiş gerçekliğine
upuzun bir mesafeyle yeniden sokulmak için
yeniden ve yeniden.

Murathan MUNGAN

*AYIN GÜLE SERENADI


1
ey imtiyazlı güzel, uyan derin uykudan
hatırla bülbüllerin divane olduğunu

dün sabah seni görüp çarpılmış gökte güneş
önce anlayamamış ona ne olduğunu

gönderince kalbime ışığını bu gece
bildim bütün aşkların bahane olduğunu

şimdi ben de garip bir haldeyim, biçareyim
şaşırdım ayın kime pervane olduğunu

ll
rüzgarı senin için öpüyor dudaklarım
bal rengine boyuyor yolları senin için

dehlizlerin dumanlı, küflü karanlığından
aydınlığa çekiyor kulları senin için

misk-ü amber kokuyor çölün kalbinde zaman
sim-ü zerle süslüyor kumları senin için

senin için ırmağa karışıyor denizler
can meyvesi kırıyor dalları senin için

lll
bülbül yine mey’ustu; vatan virandı gülüm
uğrunda hayallerim bile yıprandı gülüm

Mecnun dahi Leyla’yı anmaz oldu yürekten
güzeller güzeliydi; hani sultandı gülüm

yaşamak, sonsuzluğu tattı avuçlarından
ölüm tomurcuklandı; kabir uyandı gülüm

bir kafdağı kalmıştı varlığından bihaber
seni görünce, o da tutuşup yandı gülüm

Nurullah GENÇ