28 Nisan 2013 Pazar

*TAKDİM

 
 
Özlemekten yorulmuşum, kapında durdur beni
Ucu sana dek ulaşan bir zincire vur beni

Beni çöllerden sorma, ki sonra Mecnûn yerinir
Aşksızlıktan taş kesilmiş şehirlere sor beni

Karanlık yerlerimi bir bir soyundum asfaltlara
Şimdi yüreğim üşüyor, giyindir ey nûr beni

Ben Leyla'ma gidiyorum, çekil önümden Leyla
Gayri, cennet olsan durmam, bak çağırıyor beni

Toprağımın gözlerinden çöllerin yanağına
Süzülen bir damlayım yâr, kabul buyur beni

Hangi denize attımsa tutuştu saçlarından
Bir kez bak, yoksa bu yürek yarı yolda kor beni
 
 
Mustafa İSLAMOĞLU


26 Nisan 2013 Cuma

*BEN SENİ ÖYLE BİR SEVDİM Kİ...

 
 
Ben seni öyle bir sevdim ki; Devrim oldu gözlerimde
Kışın soğuğunda hiç üşümedim
Güneşin yangınında hiç yanmadım
Çok tufanlar biçti yüreğim
İlahlar bile göz kırptı gece yağmurlarıyla döşüme
Çiçekler açarken ilham verdi deli gönlüme

Ben seni öyle bir sevdim ki; Devrim oldu gözlerimde
Sen varken içimde, saatlerin tik tak vuruşları sustu
Sen varken içimde, limanımdan kalkan vapurlar okyanuslarla buluştu
Sen varken içimde, Tanrı Tanrılığını unutup benim yoldaşım oldu
Ben seni öyle bir sevdim ki; Devrim oldu gözlerimde

Ben seni öyle bir sevdim ki;
Tatlı, tatlı bakan gözlerin, baktıkça yüreğime batıyor
Ben seni öyle bir sevdim ki;
Babil in asma bahçeleri gibi kalbimde aşkın olgunlaşıyor
Ben seni öyle bir sevdim ki;
Kemiklerimin ucundan ilahlarca için, için aşka çekilen iliğim
Anadolu topraklarında yanık sevdalarla gezinen şu bıçkın yüreğim
Hitit aşklarıyla, Selçuklu, Osmanlı sevdalarıyla kol kola dolaşıyor
Ben seni öyle bir sevdim ki; Devrim oldu gözlerimde

Ben seni öyle bir sevdim ki;
Gecenin gündüze her mevsimde hasret beklentisine
Ayı, yakan arsız güneşin suya düşen özlemi akis ine
Ben seni öyle bir sevdim ki;
Nehirlerin denizlere kıvrıla, kıvrıla akarken kavuşması hasretine
Toprağın her baharda aşık olduğu çiçeklerin köklerine sıkı sıkıya sarılması misaline
İşçi bir arının binlerce çiçekten toplayıp da kraliçesine ürettiği bal şerbetine
Ben seni öyle bir sevdim ki; Devrim oldu gözlerimde

Ben seni öyle bir sevdim ki;
Peşimden gece tükürürken uykuları boşadım gözlerimden senin şerefine
Ben seni öyle bir sevdim ki;
Sinek kuşlarının metre bölü saniyede kanatlarını her çırpış mesafesine
Ben seni öyle bir sevdim ki;
Kulaç, kulaç gömdüm parçalanmış yüreğimin içine
Ben seni öyle bir sevdim ki; Devrim oldu gözlerimde

Ben seni öyle bir sevdim ki;
Deprem oldu koptum dalımdan sarsıldı gönlüm yerinden
Ben seni öyle bir sevdim ki;
Sensiz alabora olup çıkamadım arşın yedi bin kat dibinden
Ben seni öyle bir sevdim ki;
Bir deli olup ta aklımı üşüttüm dudaklarının tenimde izi kalan öpücüklerinden
Ben seni öyle bir sevdim ki;
Öyle bir sevdim, öyle bir
Devrim oldu kalbimde
Bir sabahın kuşluk vaktinde devrimine yakalanıp ta uyandım
Ben senin devriminde yüz yıllardır aşka yasaklandım
Ben senin devriminde bir tek sana tutsak landım
Ben sana bir devrim sevdasıyla sevdalanıp, devrim olarak mayalandım,
Ve ben sana baharlarda toprağa düşen cemre gibi her gün yeniden
Yeniden en baştan sevdalandım

Ben seni öyle bir sevdim ki;
Öyle bir sevdim, öyle bir
Devrim oldu kalbimde
 

Kibar TAVASAF


24 Nisan 2013 Çarşamba

*BASİT YAŞAYACAKSIN

 
 
basit yaşayacaksın. basit
mesela susayınca su içecek kadar basit...
dört çıkacak, ikiyi ikiyle çarptığında.
tek düğmesi olacak elindeki cihazın;
tek bir düğme, tek bir cümle gibi...
sevince lafı dolandırmadan söylediğin
'seni seviyorum' gibi.
basit bir öpücük yetecek sana...
basit, sıcak bir öpücük;
ve o öpücükle dolacak tüm günlerin,
tüm düşlerin.
o öpücük için yapacaksın hayatının kavgasını,
öpücük için yiyeceksin hayatının dayağını.
kabak çekirdeği verecek sana
rakamların veremediği mutluluğu.
el yazısıyla yazılmış eğri büğrü bir mektup olacak
en değerli kağıdın -hep yanında taşıdığın, atmaya kıyamadığın.
iki harekette giyiniverecek,
iki harekette soyunuvereceksin.
kısacık olacak uyanman,
ve yola çıkman arasında geçen süre;
kısacık olacak sıcacık kollara dolanman ve
yolculuklara çıkman arasında geçen süre.
kendin bile anlayabileceksin yazdıklarını;
bakışların bile anlatabilecek kendini.
beklentilerin de basit olacak:
kaf dağı'nın önünde bekleyecek mutluluklar.
bir ıslıkta bulabileceksin en uzun dostluk romanını;
ya da bir damla gözyaşı yaşatacak sana en ucuz
aşk romanını.
pankreasının sağlığına dua edeceksin
kapatırken gözlerini.
zafer işareti yapacaksın tuvaletten çıkarken.
bir kaşarlı tost olacak aradığın
nasıl oturacağını
bilemediğin sofrada,
parmakların en kıymetli çatalın.
yine, aynı parmaklar çözecek en karmaşık
denklemleri.
iskender'in kılıcı duracak avukat rehberinin yanında.
bir filarmoni orkestrası veremeyecek sana
kontrplak bir gitarda doğru basılmış bir 'fa diyez'in
mutluluğunu.
makyajı ilk 'a' sına kadar bilmen yetecek.
temizlik kokacak en pahalı parfümün.
'bilmiyorum' diyebileceksin bilmediğinde ve
çok normal olacak 'onu da' bilemeyişin.
tek dereden su getirmen yetecek,
bir 'istemiyorum' diyebilmeye,
ne durduğu fark etmeyecek abanın altında.
saatin, sadece saati gösterecek,
telefonunu sadece telefon etmek için kullanacaksın,
küçük bir not defteri olacak 'bilgini' en hızlı 'sayan'.
basit yaşayacaksın, basit.
sanki yaşamın bir gün sona erecekmiş gibi
basit...
 
Düş hekimi (Yalçın ERGİR)  

*GÜL KOKUSU

 
Gül kokusu kalır sana dokunanın elinde,
Sanma ki kalp yaşar yalanların himayesinde
Zulümler diken olur hercai hevesinde
Unutma dikenin güzelliği yalnız gül sayesinde...
 
 
alıntı


20 Nisan 2013 Cumartesi

*BU AYRILIK

 
 
Kusuruma bakmayın benim, dostlar,
bağışlayın beni.
Ben davullara, bayraklara aldırmayan
bir padişahın yoluna düşmüşüm,
deli divane olmuşum.
Çok uzaklardan yürüyen bir adam gibiyim ben,
çok uzaklardan geçen bir hayal gibi.
Ama yok da sayılmam hani,
var olan bir şeyim ben.

Haydi ben bensiz geleyim,
sen sensiz gel.
Ne varsa şu ırmağın içinde var,
soyunalım iki can,
dalalım şu ırmağa, hadi.
Bu kupkuru yerde yakınmadan gayri ne gördük,
bu kupkuru yerde ne gördük zulümden gayri.

Bu ırmakta ne ölmek var bize,
bu ırmakta ne gam var, ne keder var, ne dert.
Bu ırmak alabildiğine yaşamaktan,
bu ırmak iyilikten, cömertlikten ibaret.

Durma, çabuk gel, gelmem deme.
Ne evet demek yaraşır sana, ne hayır, dostum,
senin şânına sadece gelmek yaraşır.
 
 
MEVLÂNA


16 Nisan 2013 Salı

*KİLİT

 
 
Bir renk karanlığa adını çiziyordu.
Bir bakış sana adını çiziyordu.
Binlerce sevi geçiyordu geceden..
Biri durmuş, yalnızlığını çiziyordu.

Bir umud bir yarına adını çiziyordu.
Bir yarın bir olur’a adını çiziyordu.
Binlerce belki geçiyordu geceden..
Bir bekleyiş bir yitişe adını çiziyordu.

Bir adım bir gidişe adını çiziyordu.
Bir gülüş bir ezilişe adını çiziyordu.
Binlerce dudak geçiyordu geceden..
Bir öpüş bir gizlenişe adını çiziyordu.

Binlerce göz geçiyordu geceden
Bir geçiş bir yola adını çiziyordu.
Bir yol bir yalana adını çiziyordu.
Bir yer bir saklanışa adını çiziyordu..

Bir ışık bir kaçışa adını çiziyordu.
Adım bir aldanışa kendini çiziyordu
Bir söz bir yanlışa adını çiziyordu.
Binlerce oluş geçiyordu geceden.

Bir korku bir kırgınlığa adına çiziyordu
Bir saklanış bir olmazlığa adını çiziyordu
Bir umgu bir inanca adını çiziyordu
Binlerce düş geçiyordu geceden

Bir ölüm bir yaşama adını çiziyordu
Bir yaşam bir ölüme adını çiziyordu
Binlerce bir geçiyordu geceden
Bir ad bir ada adını çiziyordu

Bir yaşam bir yaşama adını çiziyordu.
Bir ölüm bir ölüme adını çiziyordu.
Binlerce eş geçiyordu geceden..
Bir gece bir göze adını çiziyordu.

Bir göz bir geceye adını çiziyordu
Bir el bir ele adını çiziyordu
Binlerce iki geçiyordu geceden
Bir sunuş bir duruşa adını çiziyordu.
 
 
Özdemir ASAF

4 Nisan 2013 Perşembe

*BİR ÇİÇEK SERGİCİSİ DER Kİ...

 
Bin dokuzyüz on iki miydi, bin dokuz yüz elli iki miydi
Güneşli bir öğle miydi, çiçekler gölgesiz miydi
Ellerim kirli miydi
Neydi
Çiçeklere su mu serpiyordum, bir karanfil çok mu uzaklardan gelmişti
Bilmem ki
Benim bütün yaşamımda hep karanfiller olmuştur
Her zaman hatırlarım
Sanki bir karanfilden sürekli doğmuşumdur
Bin dokuz yüz on iki doğumlu bir karanfili
Karım göğsüme takmıştı. Şimdi ben çok yaşlıyım
Şimdi ben nedense çok yaşlıyım
Herkesi ayrı ayrı tanımam
Ruhi Bey'i İçerenköy'den tanırım
İçerenköy'ü iyi bilirim de ondan
Kaç yıl önceydi, şimdi unuttum
Babasını da tanırım
Kaç yıl önceydi, bilemem
Üryani eriği gibi gözleri vardı
Çizmeleri, kamçısı
Ruhi Bey, benden çiçek alırdı
O zamanlar sokak sokak dolaşırdım
Çiçek alanları iyi bilirdim
Ruhi Bey de çiçek alırdı
Nedense benden alırdı. Çünkü ben çiçekleri çok biçimli tutarım
Kuşkonmazları sevmem, kullanmam
Çiçeklerin aralıklarına bakarım
Sanki ben onları hep yeniden yaratırım, yontarım
Bin dokuz yüz kırk üçde biri öldü
Boynu değil, bir karanfilin sapıydı, yana düştü
Düşünce öldü
Bir ölülük sindi ellerime
Bir ölülük bana sindi
Ona sergimde her zaman bir yer ayırırım
Kimseler bilmez
Ben işte gizli gizli onu sularım
Karanlık bir karanfilliği
Yoklukta bir karanfilliği
O gün bugündür bütün çiçekler
Karanfildir benim için.

Bir gün de bir demet karanfilim yandı
Bir demet karanfilin penceresi, kapısı
Nedense yandı
Önce giyinik bir ev görünümündeydi, öyleydi
Takındı kırmızılarını sonra
Süslendi
Bir boşluk edindi orda kendine
Hemen oracıkta bir boşluk
Açtı şemsiyesini ve gitti.

Ben şimdi oğlumun yanında kalırım
Onun kırmızı yapraklardan yapılmış
Bir zamandışılığı vardır
Beni anlamaz
Anlamaz, niye anlasın
Anlaşılmak -değil mi ama- sanki kimsenin olamaz

Ben kendime bir karanfil mezarı satın aldım
Beni oraya gömecekler
Ruhi Bey cenazeme gelecek
Ama hangi Ruhi Bey
Doğrusu biraz şaşırdım
İçerenköy'deki Ruhi Bey gelmez
Osadece karanfil satın alır
Ölümü pek beğenmez
Şimdiki Ruhi Bey ölümedaha yatkındır
Yaşamaya da
Ölümle yaşam arasında bunalır bunalır
Ben bu kadarını anlarım
O gelir beni kaldırır
Bir karanfil kalabalığına arrtık katılır
Geçen gün gördüm
Acımayı unuttum
Sevinmeyi unuttum
Ben her şeyi artık unutuyorum
Ama ogeçerken ne yalan söyleyeyim şuramda birağrı duydum
Ağrı da değildi belki, hani, nasıl
Gövdemi yeniden buldum
Acılar acılara eklenince ağırlaşıyor
Gövdem de ağırlaşıyor
Ruhi Beyle kocaman bir demet karanfil oluyoruz
Şu üstümdeki boşluk kadar
Bir demet
Yok artık pek konuşmuyoruz
Benim sözlerim eskidi
Onunki de eskidi
Zaten kelimeler sonludur
Öyledeğil mi
Donuk donuk bakışıyoruz
Ben ölüme iyice yakın
O yaşamaktan uzak
Öyle bir gök içinde durmuş gibiyiz
Karanfiller ölürken
Karanfillerden bir deniz.
 
Edip CANSEVER


2 Nisan 2013 Salı

*LÂKELÂM


 
...ve o kuşun kanadından
bir mektup yazsın sevgili
son külasından...
sancıyı bir nefesle döksün
acılı divit dilinden
k/ağıda


sakın yazmasın hoyrattır turnalar
... ezalı sinemde çığrışacak sesin
geceye lâkelâm

      ...
o kuş bir uyku ki gözümde
ölümüne uyuyorum
safakkıran bir düş tomurcuğunda
güneşin ellerine ruhumu veren
yediverenler

ardından renklerin göğe
bıraktığı göğercin
göğüs kafesimde
gökkuşağının duasında


o kuş semada
semaha varmazsa
bir rumeli havası kırılsın şimdi
kınalı aynalarda...