28 Şubat 2013 Perşembe

*BİRGÜN ÖZLEYECEKSİN...



Bende elinin tersi ile ittiğin ne varsa, zamanla yüreğine saplanacak bir kurşun olacak yokluğum. Yürüdüğümüz sokaklarda beni göreceksin önceleri, odanın bir köşesinde, gittiğin her yerde. Sonraları beynini kemirecek yokluğum kalbinde hissetmeye başladığın acı vücuduna bir kanser gibi dağılacak. Saçlarına dokunumuşu hissedeceksin, parmaklarım saçlarında dolanmadığı için saçlarından ilk defa o zaman nefret edeceksin. Parmak uçlarımı yanağında hissedeceksin, sözlerim aklına düşecek, bu hayatta ilk defa annen dışında bir kızın yokluğunu düşünmek seni yıkıcak belki de.
 Neden yıkıldığını düşüneceksin, seni annen gibi koruduğum, gerektiğinde sırdaş, gerektiğinde yoldaş, gerektiğinde arkadaşın olduğum aklına gelecek.
Yarım kalacaksın, çok yarım. Beni hatırladığın gün buz gibi olacak hayat sana, ellerin donacak, ayakların üşeyecek neden biliyor musun? Ben senin için ağlarken nasıl öyle soğukkanlı durup beni öylece bırakıp gidişini hatırladığın için, kanın donucak belki de. Belki de kendinden nefret edeceksin. Benim istediğim şeyleri yapmadığın için belki de dolacak o ağlamayı bilmez gözlerin. Ufak bir sarılışında bayramlık çocuk sevinci yaşadığım aklına gelecek, işte o zaman benim bu hayatta fazla bir şey istemediğimi anlayacaksın.
Sıkılıp gitmeyi aklından geçirdiğin her güne lanet edeceksin, kendimi değersiz hissettirdiğin her güne, yanımda olmadığın her saate, her dakikaya. Ve sen ağlarken ilk defa sarmayacak seni kollarım. Sana yazdığım satırlar aklına gelecek, sana okumama izin vermediğin her mısra yüreğine bir mızrak gibi saplanacak.
Korkma sevgilim, ben seni hep hatırlayacağım. Sen bana erken gelip fazla erken giden çocuk, bir gün beni anlayacaksın. Bir sahil kenarında, soğuk bir oda da, birinin yatağında, başka birinin hayatında. Belki kızının ismi olacak ismim, belki başını yalnız koyacaksın yastığa ve gözyaşların akarken karanlık geceye bana hiç söylemediğin o güzel sözleri mırıldanacaksın.
Pişman olacaksın sevgilim, hayatında ben olmadığım için değil beni üzdüğün, sevgimi hiçe saydığın için.
Pişman olacaksın ve ben olmayacağım. Dertlerimi dinlemediğin için pişman olacaksın, beni bir yük gibi gördüğün için, o sokakları geçerken elimi tutmadığın için, her yağmurlu gün beni hatırlatıcak sana. Yağmuru ne kadar sevdiğimi hatırlayacaksın. Duyduğun şarkı beni anlatacak sana ve sen ilk defa bir şarkıda korkmadan bağırarak ağlayacaksın. İlk defa incineceksin bu hayatta, incittiğin insanlar aklına gelecek, insanları düşüneceksin ve sonra tekrar beni. En çok benim canımı acıttığın aklına gelecek ve sevgilim ilk defa canın bu kadar acıyacak. İlk defa bir ayrılık seni yok edecek.
 Bir gün pişman olacaksın sevdiğim, işte o zaman çok geç olacak...
 
A.Melisa GEMİCİ

27 Şubat 2013 Çarşamba

*GÜZ

sarı yaprakları ağaçların
kanatları kırık bir kuş gibi düşüyor
ta buradan duyuluyor gürültüsü
kalbimde dehşetli bir keder üşüyor
kuru yaprakları ağaçların
kanatları kırık bir kuş gibi düşüyor
 
içerde vakitsiz basıyor keder
gözlerimi kapatıp seni düşündüm
seni su başında bir karaca gibi
en güzel yüzünü verirken suya
bir tüfeğin aynasında gördüm
tam altı bahar altı koca kış
kesik bir dal gibi titredim kıyasıya
bir tüfeğin aynasında gördüm seni
en güzel yüzünü verirken suya
 
içerde vakitsiz basıyor keder
yasak bir kitap gibi yakılmayıp bu güz de
sensizliğe mahkum edilirsem eğer
hasretin beni duman edecek
içimde seni sevmek telaşı
alıp başını gidecek
 
alıp başını gidecek seni sevmek telaşı
her kuleden uzanıp açıp her mazgalı
karanlık bir kuyu gibi bakacak düşman gözü
ve ben duyarak hissederek bu gözü
yasak bir ıslık kıvırıp dudaklarımın ucuna
delip de geçemezsem gözü
kırlangıçlar uykumu basacak
gözlerime vuracak
kanatlarında uçurdukları ayın
çıplak ve ölü yüzü
kırlangıçlar uykumu basacak
gözlerim deli deli bakacak
üçe beşe çıkacak nöbetçi sayısı
yasak bir ıslık dudaklarımı yakacak
felaketim olacak
 
felaketim olacak biliyorum
bu vakitli vakitsiz bastıran keder
bu kalbime sürtünen cehennem telaşı
voltamın ucunda savrulan bu sapsarı hüzün
bu senin tüfeklerin menziline düşen güzelim yüzün
ülkemin yüzü kentlerin dağların yüzü
bu işkence bu ayrılık bu zulüm
sonra bu diz boyu yaprak ölüsü
göçüp giden bu kuşlar..
ağlamak ayıp değil işin kötüsü
alaca bulaca yürüyor üstüme bulut
gözlerime değerse duramam
sevgilim sevgilim ellerimi tut
 
 
Nevzat ÇELİK

26 Şubat 2013 Salı

*DÜŞLERİM SONSUZLUĞA (1)




 Sevdanın ayak izleri kalmış yüzünde
Umudun mavi kokusu,
Ezberimdeki büyülü nefesi
...İçkin bakışlarının…

Sen bilinmeze döndün yönünü
Bense umuda.
Uzatılan bir eldi hayallerimde
İçten ve dostluk sunan...

Kuru bir dal gibi kaldı hislerim önünde,
Uzayıp giden bir yalnızlığım sayende,
Gözlerini biraz mavi, biraz yeşil sevmiştim…

Varlığın bir mürşid-i aşktı aleme,
Ben de kapıldım o sevdanın rengine.
Az gittim uz gittim,
Vardığım yer yalnızlıkla hepmekan,
Anladım ki bana vefalı bir mürşit gerek…

Yıldızları toplar dururum şimdi
Bir çocuk çiçek toplar gibi
İçimin umut bahçelerindeki maviden.
Sevgi güneşi aydınlatır gökyüzümü…

Bir sevda arabası sanki bedenim
Umut atlarına koşulu.
Yol uzun, yüküm ağır,
Bilmem bu hızla gücüm nereye varır…

Gel artık!
Ağaç oldum yaş(s)lı penceremin önünde
Yalnızlığın güvertesinden baka baka yollarına
Sessizliğin ayak sesleri duyulurken
Eprimiş güz sokağımda…
 
Durmuş Ali ÖZKALE-ADANA

 

21 Şubat 2013 Perşembe

*BİR YALNIZLIK İŞARETİ


Bir cam gibi önünde
Yüzümü elinle sil,
Hohlayarak üstüne.
Seyret boş bir sokağa
Hüzünle yağışını yağmurun.
Sonra kaplasın yavaşça,
Ilık buğusu soluğunun
Yüzümü baştanbaşa.

Ve bırakıp gittiğinde
Bir küçük boşluk kalsın
Alnını dayadığın yerde;
Bir yalnızlık işareti
İşleyen ta içime.

Metin ALTIOK

20 Şubat 2013 Çarşamba

*AUSCHWITZ'DEN SONRA

 
Öfke,
kara bir orak gibi,
kuşatır beni.
Her gün,
bir Nazi
götürürdü, sabah saat 8'de, bir bebeği
ve kahvaltı için hafif ateşte
pişirdi tavasında.

Ve ölüm bakar ilgisiz bir gözle
ve kazır tırnak diplerindeki kiri.

İnsan şeytandır,
Bağırırım avaz avaz.
İnsan bir çiçektir
yakılmamalı,
Bağırırım avaz avaz.
İnsan
çamurlara bulanmış bir kuştur,
Bağırırım avaz avaz.

Ve ölüm bakar ilgisiz bir gözle
ve kaşır kıçını.

İnsan minik pembe ayakları ile,
olağanüstü parmakları ile
bir tapınak değildir
ama bir keneftir.
Bağırırım avaz avaz.
İnsan, bir daha asla bardak kaldırmasın.
İnsan, bir daha asla kitap yazmasın.
İnsan, bir daha asla ayakkabısını giymesin.
İnsan, bir daha asla gözlerini açmasın
bu tatlı Temmuz gecesinde.
Asla.Asla.Asla.Asla.Asla.
Bağırırım avaz avaz bütün bunları.

Yalvarırım Tanrı işitmesin beni.
 
 
Anne SEXTON
 
Çev: Tuğrul Asi BALKAR
 


19 Şubat 2013 Salı

BİR GÜLÜ SULAMA ZAMANI

 
Açık mı yüreğinin kapısı sevgilere
Duyuyor musun çağıltısını yaşamın
Yürüyorsa o özsu hücrelerinde
Kaçıncı baharında olursan ol
Vakit hep bir gülü sulama zamanı

Gecikmiş değilsin dinlemeye
Tenin tene sevgiyle her dilden
Söylediği o coşkulu türküyü
Bulur bir gün nerede olsan seni
Sürüp gelir bir yangının izlerini

Tut elinden sokaklara çıkar hüznü
Yoksa büyür sığmaz olur odalara
Konuş onunla havadan sudan söz et
Kuşlardan çiçeklerden istersen
Sadece bir merhaba desen de olur

Gülümse ona bir gün karşılaşınca
Tükenir paylaşılınca yalnızlıklar
Biliyorsun yurtsuz nicedir sevgiler
Geçit verirsen gözlerinin çölünden
Gelir sığınır bir yerinden yüreğine


Bedrettin AYKIN


14 Şubat 2013 Perşembe

*SUSTUM

 
 
Herkes konuştuğunu yazar,bense sustuklarımı

Herkesin konuştuğu bir dünyada
ben sustum!
ne kadar susulacaksa o kadar sustum!
kendimle konuşuyorum şimdi yalnız...
yalnız yüreğimle dokunuyorum sesime
kimse duymuyor...

Sustum!
Bin ah sürüp dudaklarıma
ne kadar susulacaksa o kadar sustum!
sustu benimle deniz,
sustu deli dalgalar, sustu martılar...
umutlarımı sarıp rüzgarlara
uzaklara savuruyorum her gece
yıldız yapıp serpiyorum gökyüzüne
kimse görmüyor...

Sustum!
Tam acılarımı haykıracaktım ki,
sustum
ne kadar susulacaksa o kadar sustum!
bir çığlık kanıyor demedim, en derininde yüreğimin...
içimdeki volkanları boğarak sustum!
açmadım kimselere yüreğimi
hançeri sadece kendime sapladım
sapladım ve sustum!
hüznü yüzümde,
acıları gözlerimde topladım sustum! ..

Sustum!
sustu dudağımdaki şarkı,
gözlerimdeki şiir
yaraları yalayan rüzgar
sokaklarında kahrolduğum şehir
gözlerim konuşuyor yalnız!

Saçı ağarmış hayaller
nemli kirpiklerle
bulutlandığında gözlerim
gökte şimşek olup çakıyorum
kimse görmüyor...

Sustum!
tuz basıp yaralarıma!
ne kadar susulacaksa o kadar sustum!
içinde volkanlar taşıyan bir derviş gibi
yaslanıp yalnızlığın duvarına
gül döküp kalabalıklara her gece
kimsesiz geziyorum gönül ülkemi
kimse bilmiyor...

Sustum!
tam sevdiğimi haykıracaktım ki, sustum
sustu benimle gök, sustu dağ, sustu toprak
acılar konuşuyor şimdi yalnız
yaralı gönlümün sızıları konuşuyor
tutup öldürüyorum içimdeki sevdaları bir bir
atıyorum uçurumlardan
kimse görmüyor

Ne zaman
dudaklarından öpmeye kalksam hayatı
saçlarını koklasam rüzgarların
içimde incecik bir sevgi ürperiyor
sarı hüzünler dökülüyor gönül bahçeme
gelmiyor beklediğim bahar
yaralar merhem tutmuyor
gözyaşı olup dökülüyorum kaldırımlara
kimse silmiyor
yağmur dinmiyor
sevdiğim bilmiyor

Sustum!
sustu benimle sarı sabır,
sustu hasret, sustu zaman
yalnız gözlerimle dokunuyorum hayata
kimse duymuyor

Sustum!
İçimde dalgalar kabardıkça volkanlar gibi
sustum
sustu dudağımdaki şiir
gözlerimdeki nehir
gönlümdeki yara
bulutlar haykırdı isyanımı
şimşekler haykırdı
sadece ben duydum
sadece ben

Ey beşiğini sallayıp boğduğum hayat
ey kucağımda büyütüp öldürdüğüm sevgi
yaralar merhem tutmuyor
geceler avutmuyor
ben sustum
acılarım konuşuyor yalnız
yaralı gönlümün sızıları konuşuyor

Ben sustum!
susmuyor yüreğimi kavuran kasırga
pencereme vuran yağmur damlaları
susmuyor dışarda inleyen rüzgar
yıldızlar küs
ay üzgün
yağmur dinmiyor
içimde binlerce şiir kanıyor her gece
kimse bilmiyor
kimse duymuyor

sustum!
sustu benimle sarı sabır, sustu hasret,
sustu hayat, sustu zaman
acılar konuşuyor yalnız
acılarım konuşuyor
kimse duymuyor...
duymuyor...
duymu...
duy...

Nuri CAN

*KENDİNE BENİM İÇİN BİR GÜL VER

 
kendimin ellerinden tutunca
içimden nehirler gibi akmak geliyor
yollara çıkmak,yolculuklara bakmak geliyor
buralardan böyle ceketsiz kaçmak geliyor
 
bak,Palandöken dağlarında karlar erimiş
teknelerde kol kola bahar sulara inmiş
dağlar için,sular için bana bir gül ver
avuttuğum düşler için bana bir gül ver…
 
yıllarım sırılsıklam yağmurlar giymiş
günlerin avlusuna yeni yeni çocuklar inmiş
dağlar için, sular için bana bir gül ver
avuttuğum düşler için bana bir gül ver
ben bütün yeşillerimi inatçı ayazlara çaldırdım
sen kendinin ellerinden tut
kendine benim için bir gül ver
 
Yılmaz ODABAŞI

13 Şubat 2013 Çarşamba

*HANGİMİZ GEÇ KALDIK...


Bahara yetişmek isterken hazana takılı kaldık
Hangimiz ellerini uzatmadı
Nerdeydi birbirini bulmak isterken ellerimiz?
Yakalanmaktan mı korkuyordu çare tüten cümlelerimiz?
Hangimiz birlikte uyuduğumuz düşlere geç kaldı?
Uzakları yakın kılamaz mıydı hayallerimiz?
Güzele talipken kötü yazılmış senaryoları oynar olduk.
Hangimiz gönül almaya geç kaldık?
Kalplerin camdan olduğunu unuttuk.
Hiç kırılmaz sandık…
Hangimiz samimi hatır sormalara geç kaldık?
Yitirilen zamanda kazanılan anılarımızın hatırına sevemez miydik?
Karşılığı olmayan bir kaç cümleyi kuramadık.
Yurtsuzluğumuzu,kimsesizliğimizi hesaplamadan kırdık,kırıldık
Barışa dair eylemlerde el ele vermek için hangimiz geç kaldık?
Gecikmişliğimizi hesaplayamadık,
Yenilmişliğimizi,
Birlikteliğin gücünü,
Yalnızlığın çaresizliğini
Parçalanırken bütünün azametini es geçtik
Sustuk
Suskunluğumuzu öfkelerimizle beslerken
Konuşmaya hangimiz geç kaldık?
Hiç tükenmeyecek sandık zamanı
Bir kuş kanadı çırpnışı ürkekliğinde zamanlara
Hangimiz geç kaldık?
Girerken emek verdiğimiz gönülden çıkmanın anlık olabileceğinin
Hesapsız kırılganlığında
Hangimiz anlayışa geç kaldık?
Güvenilmek ve güvenmek için verdiğimiz sınavları geçtiğimizi sanırken
Şıklarda kaydırma mı yaptıkta
Güvenden uzağa düştük?
Sevmek yeter mi sandık?
Hoşgörmeyen sevginin kendi kendini tuzağa düşürdüğünü bilemedik.
Seviyorum derken güvenmeyi beceremedik.
Hangimiz geç kaldıkta elendik?

Özlem AYRAL

*ŞAH BEYİTLER-98



 
Kâşki sevdiğimi sevse kamu hâlk-ı cihân
İşimiz cümle heman kıssa-i cânân olsa
 
Taşlıcalı YAHYA
 
” Keşke yaratılmış ne varsa hepsi benim sevdiğimi sevse de
 işimizin tamamı hemen sevgiliyi konuşmak, onun yaptıklarını söyleşmek olsa"
 
Bu beyitte Taşlıcalı Yahya "Sevgiliyi" derken yüce yaradanı kast etmektedir.

12 Şubat 2013 Salı

*İZMİR MARŞI

 
söyle bana
adını ne zaman öğrendim smyrna
tarih kadar eski de değilim oysa
ilk hangi kızı öptüm
hangi agorada sattılar seni
bu yüzden mi aşkların ağlamakta her sokakta
hayıttan sapanlarla vuruldu badem çiçekleri
delikanlı çağında
bundan mı ağıttasın
biliyorsun
bir zamanlar güzel batardı güneş
esmerliğinin ucunda
karaburun’da
belki hâlâ ordasın
ilk yangına usulca ağlamaktasın
peki ağla
ama adını unutturma
 
Selahattin ÖZAKIN


11 Şubat 2013 Pazartesi

*VAKİT TAMAM


 

gece bıçak sırtıdır
yoktur şahidi
zula sevdanın
inatçı bir şarkı
gelir bulur.

-nereden sevdim o zalim kadını-

güneş, düşmeye görsün yedi tepenin ardına
yansır bardaklara
bakır rengi akşamın
bir beyazlık sarar
masayı inceden
anason kokusu keser düşleri
vakitlerden kerahat
sevdiğin ve düşlerine sardığın,
çocukluğunun incitilmiş horoz şekerleridir
bayram kalabalığında yalnızlık yaşadığın

hoyrat ellerin söz dinlemez,
kalk gidelim, bekletmeyelim amansız ayrılığı
gece devriyelerinin düşleri bekler masayı
bilirim bir sen beklemezsin
bir de kavakların son vapuru
düdük çaldı, son yolcu atladı
çözüldü halatlar palamardan
vakit tamam.

Tayfun IŞILDAR

9 Şubat 2013 Cumartesi

*EFENDİM

 
Her neyi gördükçe kaşların yıkma
Ne suçum var ise bildir efendim
Hata eyledimse kusura bakma
Düştümse elim tut kaldır efendim

Nedir bu keman kaş nedir bu gözler
Açtığın yaralar durmadan sızlar
Hatırdan çıkmıyor o şirin nazlar
Ya kurtar yahut da öldür efendim

Gün güne arttırdın derdi sızımı
Açmaz oldum hiçbir yana gözümü
Kış eyledin baharımı yazımı
Bilmem ki bu nice haldır efendim

Gayrilere sırrım açamaz oldum
Bal şerbet verseler içemez oldum
Kırdın kanadımı uçamaz oldum
İster ağlat ister güldür efendim

Sensiz gam kederdir her gene günüm
Niçin işitmezsin feryad u ünüm
Benim Kabem sensin imanım dinim
İbreti kapında kuldur efendim



Aşık İBRETÎ

7 Şubat 2013 Perşembe

7 ŞUBAT DÜNYA GAMZE GİZEM GÜNÜ

 
Sarı Papatyam,

Artık genç kız oldun ama hala büyüyorsun,hem de öyle güzel büyüyorsun ki,sana baktıkça şükrediyorum Tanrıya,böyle bir güzelliği bana bahşettiği için. Gözlerinde geleceği görüyorum dünyanın en güzel ela sı olsa da gözlerin,mavi mavi parlıyorlar. Çünkü mavi umudu anlatır ve ben senin gözlerinde o bitmeyen,tertemiz ve en saf haliyle sevgiyi görüyorum. Önünde upuzun bir hayat var. Hüznü de,sevinci de doya doya yaşayacağın, ağlayıp güleceğin, seveceğin, sevileceğin bir hayat. İçinde binlerce sürprizin,binlerce seçeneğin olduğu bir hayat.
 
Biliyorum yüreğinle yaşayacaksın hayatı. Çünkü bana benziyorsun. Duygularının gösterdiği yoldan ayrılmayacaksın biliyorum. Asla zayıflık değildir duygularla yaşamak. Aksine duygularını bilen, onların sesine kulak verebilen ayakta kalır, hayatın acımasızlığında. Zaman zaman tökezlesende yine sarılacaksın duygularına ve onlara tutunup kalkacaksın ayağa. Duygularına sahip çıktıkça yüzündeki o eşsiz gülümseme hiç terketmeyecek seni. Bunca yıl nasıl bu kadar çabuk geçtiyse bundan sonrasıda öyle hızlı akacak ve sen her gününü sanki bu hayattaki son gününmüş gibi yaşayacaksın.
 
Ertelemeyeceksin hayatı,ertelemek en büyük yanılgısıdır insanların. Sen bu yanılgıya düşenlerden olmayacaksın. Yarını unutmayacaksın ama yarına bağlı kalmayacaksın. Söylemek istediğin herşey, yapmak istediğin an gerçekleşecek. Sen "keşke" diyenlerden olmayacaksın. Unutma birtanem, en büyük pişmanlık yapmak isteyipte yapamadığın şeyler için duyulan pişmanlıktır. Büyüyorsun birtanem, yüreğinde büyüyor. Kimler girecek o yüreğe sen seçeceksin. Sevgini sadece hak edene vereceksin. Duygularını hor kullanmak isteyenlere dur diyeceksin. Sen aşk çocuğusun. Aşkla doğdun,aşkla büyüyorsun. Bu yüzden herzaman sahip çıkacaksın aşka. Senin kadar değer vermiyorlarsa eğer, uzak tutacaksın onları. Senin dünyan öylesine büyük ki, küçük düşünceli insanlar algılayamayacak o büyüklüğü. Kaçacaklar. Kovalama sakın! Korkaklar sana göre değil..
 
Büyüyorsun bebeğim bende seninle büyüyorum. Bak yirmi üç sene geçti bile, çocukluktan çıkmış olsan bile kaybetme içindeki çocukluğu. Bırak seninle birlikte yaşasın o da ömrünün sonuna dek. Senin içindeki meleğindir o,en sıkıntılı anında bir tek içindeki çocuk yardım edecektir sana..
Ben her yıl olduğu gibi bu yılda içimdeki sevgiyi hediye ediyorum sana..
Kızım, canım, doğum günün kutlu olsun.
Ve sana söz birtanem bu evrende asla ama asla yalnız yürümeyeceksin.
Önce Tanrım sonra ben hep gözetecek,koruyacağız seni, çünkü sen her şeye değersin.
Seni çok Seven,
Baban
 


6 Şubat 2013 Çarşamba

*YAŞLILIK...



Gençlik bir hayat devresi değil, bir akıl halidir. Yıllar cildi buruşturabilir, ancak heyecanların bitişiyle ruh buruşur. İnsan, kendine olan güveni kadar genç, kuşkusu kadar yaşlı, cesareti kadar genç, bezginliği kadar yaşlıdır. Hiç kimse fazla fazla yaşamış olmakla yaşlanmaz. İnsanları yaşlandıran, ideallerinin bitmesidir. Kalbi sevdikçe, neşe duydukça, güzellikleri fark ettikçe, beyni yeni şeyler keşfettikçe, herkes gençtir. İnsanlar yaşadıkça yaşlandıklarını sanırlar, oysa yaşamadıkça yaşlanırlar. İnsan, yaşlı olmaya karar verdiği gün yaşlanır..!

W.E. Gladstone

2 Şubat 2013 Cumartesi

*ÜZÜLMEDİM DİYEMEM

 
Ey aşk, yaptığını beğendin mi
Yetimler gibiyim ziyafetten aç dönen
Ters yakılan sigara, hemencecik söndürülen
Yoksulluk ile vakit geçer mi…
Uyanmış kalmışım, nasıl bir şey bu
Toprağa baktım, yerinde yoktu;
Şiirden aşağıya attım kendimi
Düşerken düşündüm, ölmesem mi.
Anlatıyorum, hiç konuşmadan,
Buğdayın içini dökmesi gibi…
II
Bugün dalgınım, dün de dalgındım
Aç bile değildim aynaya bakmasaydım
Dünden kalmış yemekleri yerken ki gönülsüzlük
Gibi burdayım…
Burayı sevmiyorum, bahsetmişimdir.
Unufak olmak iyidir olmamaktan
Hiç böyle demedim, yarabbim bilir
Bu bozuk güzellik, kalbimi yoran…
Bir sandalye çektim zor günlerin altına
Ah ama,
Kimse yüz vermiyor bana, sandalye bile
Beni çağırıyor, yarım kalan ne varsa
Bana düşüyor, her yağmur tanesini
Suya götürmek, o serin ırmaklara
Öyle ya
Bir almanı herkes tanır, miğferi varsa
Moskofu da tanırlar, yatıp uyumamışsa
Bunları şunun için anıyorum burada
Kim tanır beni, şaşkınlığım olmasa
Bağırıp duruyorum denizin ortasında,
Su buradan ne kadar uzakta…
 
İbrahim TENEKECİ

*HİÇ KİMSEYE SÖYLEMEDİM

 
Hiç kimseye söylemedim;
ihtiyar taşa aşık olduğumu.
Kimin dudağı değse kenarına,
Kıskançlığımın zincir boyu,
Ayaklarıma takıldığını.
Nihayetinde bir takunyaydım,
Sesimden başka neyim ola…

 
 Hiç kimseye söylemedim;
Çirkin bir yaprağa aşık olduğumu.
Bulutları beklerken göğün mahrem yerinde
Sevgilimin tenine rüzgarların dokunduğunu.
Nihayetinde bir damlaydım,
Pıtırtımdan başka neyim ola…
 
Hiç kimseye söylemedim;
Eski bir kapıya aşık olduğumu.
Kuş kanadında sakallı adamların gelip,
Bir ekmeği bölerek pirleri gömdüğünü.
Ağzımı açıp "ah mine’l aşk" desem,
Aralıkları kapatıp, kalbime saklandığımı.
Nihayetinde bir kilittim,
Yasaklarımdan başka neyim ola…
 
Hiç kimseye söylemedim;
Bir adım ötedeki denize aşık olduğumu.
Uçanların gagasından ağıtlarımın döküldüğünü.
Bir yudum içmek için gönlünden
Uzayan köklerime, ömrümü verdiğimi.
Nihayetinde çıplak bir ağaçtım,
Yalnızığımdan başka neyim ola…
 
Hiç kimseye söylemedim;
Yarattığım çukura aşık olduğumu.
Yükseldikçe derinleşen benliğime,
Basamaklar ördüğümü kendimden.
Nihayetinde bir boşluktum,
Düşüşümden başka neyim ola…
 
Hiç kimseye söylemedim;
Duvarıma nakşedilen "vav"a aşık olduğumu
Kuyruğunda sabır çekerken
Alnımı nazif duygulara koyduğumu
Nihayetinde bir insandım,
Tanrımdan başka neyim ola…
 
Hiç kimseye söylemedim;
Irak yalnızlıklarda kaybolurken gece gündüz.
Bir şehre nasıl sokak sokak benzediğimi.
Sokaklarımda târumar kalabalık,
İnsanların bir telaş içinde koşturduğunu.
Nihayetinde bir şehirdim,
İnsan’larımdan başka neyim ola…

Hiç kimseye söylemedim;
Derin bir arzu’yla bağlandığımı hayata.
Aşk’ın kuyusunda kaybolurken,
Nasıl da hayat bulduğumu ölüp-dirilirken…
Nihayetinde bir şairdim;
Kelimelerimden başka neyim ola…
 
Hiç kimseye söylemedim;
Nasıl da ağladığımı geceler boyu.
Arzu hâl’in nasıl da bu kadar vurduğunu.
Bir kaç resim birkaç sözdü oysa,
âh keşke hepsi sadece bu olsa;
Cân’ımdan başka neyim ola…
 
Adının yanına adımı yazıyorum;
Bitmemiş bir şarkı gibi öylesine sonsuz.
Kaç mevsim beklenirken sen,
Beşinci mevsimi yaşamaktadır gönül.
Kalbimi, kalbinin yanına koyuyorum.
Senden başka neyim ola…
 
Mustafa NAZİF

1 Şubat 2013 Cuma

*SANA SONBAHARIMDA KAL BİLE DİYEMEDİM

 
Diyemedim; evimde tutuklandı karanfil
Diyemedim; maviye kan damladı içimden
Bir hazân yıldızıydı mehtâbımda ellerin
Sevgi midir, ısırgan dudaklı dilberlerin
Gölgelerin kalbinde titreyen çiçekleri
Sevgi midir körlerin bakışlarında yatan
Rüzgârı, dalgaları, balıkları aldatan
Yoksa gülüşün müdür kâtil aynalar gibi
Sevecen bir ölümü öperek yanağından
Gittin; çığlıklarını dinledim denizlerin
Kaybolan martıları bul bile diyemedim
Sana son baharımda kal bile diyemedim.
 
Karanfil kokusuyla kuşatılan yüreğim
Yaralı bulutların yağmurunda köz olur
Merdiven kırılınca, tenhâlarda söz olur
Puslu lâmbalar gibi yakarım düşlerimi
Çalıntı bir kuşkuyu dağıtır bakışlarım
Toprak beni çağırır kucağına her akşam
Her gece bilinmeyen bir âyine başlarım
Her sabah yokluğunu düşürürsün peşime
Avuçlarım seninle doldururken gökleri
Gittin; bir defa bile bakmadan güneşime
Ruhumdan bu âteşi al bile diyemedim
Sana son baharımda kal bile diyemedim

Sevgi midir, kuşların göçerken aradığı
Aldatılan lâlenin rahminde solan umut
Sevgi midir, dirilen her ânı ölüm kokar
Tüylerinde karayel gezinen kumruların
Çöllerin dudağında inleyen şarkıları
Yaralı arslanların kanıyla filizlenir
Gözlerinde gizemli karartılar gizlenir
Mahzun olur kitâbın sayfasında hûriler
Yollarını beklerken ay bakışlı periler
Gittin de, intihara gömüldü çehreleri
Kaybolan yüzlerini bul bile diyemedim
Sana son baharımda kal bile diyemedim.
 
Balıklar her denizi sevdaya vatan bilir
Balıklar yalnız suyun kollarında sevilir
Göklerin tebessümü yayılır dalgalara
Rüzgâra tutunurken gemicinin yüreği
Gün batımı kırılır gemilerin direği
Ben yine tanyerinde boynu bükük ve mâsum
Bir kaptân-ı deryânın ufuklarında solan
Bir hülyânın yurdunda büyüttüm izlerini
Yosunların ardında ararken gözlerini
Gittin; deniz kızları kurtuldu kafesinden
Kıyılardan hüznümü al bile diyemedim
Sana son baharımda kal bile diyemedim.
 
Diyemedim; kalemler bana bakınca erir
Diyemedim; pusula mâverâyı gösterir
Bembeyaz kâğıtlara çizilen resimlerin
Kahır damlattığımız isyankâr saçlarında
Kaybolan, bir ressamın umudunun rengidir
Sessizlik, çiğdemlerin açtığı ânda biter
Dağların yarasına düşer alın terimiz
Bir bilgenin kabrinde yitik bir harfe benzer
Her gece yıldızları arayan ellerimiz
Gittin; kirpiklerimde çürüdü papatyalar
Kanayan feryâdımı bul bile diyemedim
Sana son baharımda kal bile diyemedim

Diyemedim; sokaklar yutuyor ışıkları
Diyemedim; evlerin kirli mahzenlerinde
Mahsur kalan, yağmurlu çocuk gülüşleridir
Bir yangını emziren semenderin kalbinde
Baharı kuşatırken anne hıçkırıkları
Saatleri kıskanan babalar deliriyor
Küfleniyor bir kızın gönlünün kırıkları
Çöllerin eşiğinde tükenir bulutlarım
Yalın bir akşam gibi gömülünce yasına
Gittin suyu karanlık bir nehrin kıyısına
Yanına cesedimi al bile diyemedim
Sana son baharımda kal bile diyemedim
 
Sen bütün nehirleri köle mi sanıyorsun
Yücesinde ruhumu görmedin mi dağların
Kıpkızıl seller akan vâdilerde ben varım
Ben yürürüm yolların yokuşunda gün boyu
Ben dururum yılanlı köşelerde çâresiz
Ân olur, ovaların sevdasıyla çağlarım
Ân olur, kuraklığın koynuna mahkûm deniz
Kaybolan bir cennetin hasretiyle bin pâre
Başımı taştan taşa vurur vurur ağlarım
Oysa gamsız gidişin kasırgaydı ansızın
Bahtımın esrârını bul bile diyemedim
Sana son baharımda kal bile diyemedim.
 
Say ki; bir avuç hüzün tohumudur gözlerim
Say ki, çam kokusudur bakışlarım her akşam
Uğursuz pelerinler vurulur evreninde
Say ki, destur isteyen haramidir geceler
Uyurken rüya görür bir cellâdın teninde
Sıram gelir, hasretin çerâğını yakarım
Sıram gelir, tutkular zindanını yıkarım
Yanılgı düğüm düğüm tıkanır boğazına
İyi ki, efkârımı bulaştırdın nazına
Bıraktığın mendilde unutuldu sûretim
İçimden bu azâbı al bile diyemedim
Sana son baharımda kal bile diyemedim
 
Usul usul yürüdüm gittiğin gün ansızın
Güneşin batışını beklemeden yürüdüm
Kapandım bir mâtemin tûfanında hücreye
Esâret, çıngıraklı bir korkudur, bilesin
Sevecen kırlangıçlar kurşunlanır ardımda
Bıyıkları terleyen delikanlı mıyım ben
Kanda mı boğulmuşum, eli kanlı mıyım ben
Bir başıma dağların arasına düşmüşüm
Çobanlarla ağlamış, hasreti bölüşmüşüm
Gittin; feryâd-ü figân sızdı yalnızlığıma
Yitik nağmelerimi bul bile diyemedim
Sana son baharımda kal bile diyemedim
 
O yerde parmakların bulutlara dokunsun
O yerde fırtınalar fısıldasın türkümü
Adımı birdenbire okusun çağlayanlar
Âh çekince, o yeri yakacak ağlayanlar
Farklıdır ötelerden bakışı bir tavşanın
Farklıdır böceklerin yörüngesinde âlem
Yazmalı, biliyorum, gittiğin ânı kalem
Hangi deprem ejderin fermanıdır, yazmalı
Kirpiklerinden isyan yağmurları sızmalı
Gittiğin ân, burcunda dâre çekildi şiir
Yanına bu sevdayı al bile diyemedim
Sana son baharımda kal bile diyemedim.
 
Nurullah GENÇ

*AŞK'IN MUTLULUĞU

 
"Mutlu aşk yoktur" - Louis Aragon

Aşka evet
Ama sürekli olanına hayır mı?

"Mutlu aşk yoktur"
Diyen de kim?
Dünya'nın
En büyük aşığı
Elsa'nın gözlerine vurulan
En güzel aşk şiirlerini yazan
Ünlü Fransız şairi
Louis Aragon değil mi?
O bile böyle düşündükten;
Bir yerde aşka ezildikten
Ve aşkla silindikten
Sonra, kim savunacak
Aşkın mutluluğunu,
Sonsuzluğunu ve de susuzluğunu?

"Bırakıp gittin beni" diyerekten
Yaşantıyı çöle döndüren
Sevgiliye gözyaşı döktüren
Kendini bir dalga kırandan
Daha yalnız gören
Bu nedenlerden midir, nedir
Aşkın mutsuzluğunda direnir?

Elsa'nın gözlerinin derinliklerinde
Bütün güneşleri eriten
"Göklerin en mavisi"nde
Tüm güzellikleri seven
Louis Aragon'da mutlu aşkı
Mutsuzluğa dönüştüren
Giz nedir ki?

Her aşkın öyküsü
Mutsuzluğun kapılarında mı
Sona erer ya da yolunu yitirir?

Eğer aşklar
Başladıkları gibi
Aynı heyecanla sürüp gitseydi;
Hangi aşk mutsuzlukla anılırdı ki?
Ve de aşksız yaşanırdı ki?
 
Necdet EVLİYAGİL