28 Eylül 2010 Salı

*ŞAH BEYİTLER-67


Kasr-ı cefâyı yapmağa şâhân-ı mülk-i hüsn
Ferhâdı taşlara beni toprağa saldılar
Hâyâli

"Güzellik ülkesinin sultanları cefa köşkünü bina etmek için Ferhad’ı taşlara beni toprağa saldılar."

Bina inşaa etmek için taş ve toprak gereklidir. Güzellik ülkesinin sultanları Ferhat’ı taş getirmekle, şairi ise toprak taşımakla görevlendirirler.

Fuhat, “Ferhat ile Şirin” hikâyesinin kahramanıdır. Sevgilisi Şirin’e kavuşmak için dağları delmiş, kayaları oymuştu. Bu yüzden taş getirmekle görevlendirilmiştir. Şair ise kendini Ferhat’la çalışma ortağı olarak nitelendirip görevinin toprak getirmek olduğunu belirtmiştir.

“Taşa ve toprağa salmak ölmek anlamında da kullanılmıştır:
Fuhat, kendini dağa-taşa- salarak,
Şair ise toprağa gömülerek öldüğünü belirtmiştir.

Cefâ ülkesinin binasının inşaatı için onların ölüp taş ve toprak olmasına bağlıdır.

 Hazırlayan: İbrahim Cemal TORUN

25 Eylül 2010 Cumartesi

*BENİ ARTIK SEVMEYİN


(bir şarkıdan geçerken..masal perisi*)
“..elini son defa yanağıma koy../..istemiyorsan giderim..giderim..”

inandığım değerleri kaldırdım çeyiz sandığıma
sakladım../..kenarlarını tığla ördüğüm umutlarımın arasına
parmaklarımda naftalin kokusu
alışamadım unutulmaya

kaç yaşında sevdim ben bu yalnızlığı.?
hangi yürek öncüsü oldu ezinç taşkınlıklarımın..?
bana düşen artık susmaktır
toplamından taşıyorum iç acılarımın

defterimin arasında kurutulmuş anılar
yüzlerinde palyaço gülüşleri
kimbilir../..hangi sevdadan kalma

“..serin bir sonbahar akşamında söz../..ismini unutur silerim..silerim..”

isyan perdesini indirdi gece, suya yansıdı öksüzlüğüm
şehrin kapılarını tutsun bütün yıldızlar,
yoksa firar edip kaçacak hüznüm

sevdiğim erkekler geliyor aklıma
bir çocuk gibi usulca sokulup,
bir nehir gibi akıp giden erkekler

ama sen
son vurgunum../...en çok vurulduğum

veda mektubun hala cüzdanımda
biraz yırtıldı ve buruştu ama
tek kanıtı biten bir aşkın
yoksa../..kimse inanmıyor ayrıldığımıza

“..tuttuğun kalem olsa yüreğinin elleri.../..bir defa daha yazsa bebeğim...bebeğim..bebeğim..”

ah bu ben
grameri bozuk bir hikayenin içinde,
yüklemini kaybetmiş bir cümle gibiyim
sindire sindire yaşamalı ayrılıkları da
belki de bu yüzden../..hala aşık gibiyim

hangi kırgınlığın içinde boğuldu gülüşlerim...?
iğnesi kırılmış bir plak gibi dönüyorum olduğum yerde
ve şarkılarımı kusamıyorum
gücenik makamından eserler dinleyemediniz,
hepinizden özür diliyorum

“..eğer bir masal perisi girerse rüyalarına../..öldü dersin gül güzeli, tılsımını kaybetti..”

çok erken susturuldum
bu yüzden bu üç boyutlu sarhoşluklar
fasl-ı şahane yıkılışlar
alnımda eksik bir veda busesi,
mümkün değil../..sevilemez ayrılıklar

sol göğsüm../..yanık göğsüm
nasıl da zor sevgi aramak resimlerde
bir çocuk olsam kolaydı ama../..büyüdüm

“..uğruna döktüğüm gözyaşları için../..yağmurdan özür dilerim..dilerim..”

beni artık sevmeyin
tuza yatırdım gönlümü../..düşlerimin yanına
gözlerimde esrik bir sızı,
alışamadım unutulmaya

* Leman Sam, şarkısı

Pelin ONAY
Teşekkürler Arzu Trak

*SENİ İÇİMDEN TERKEDİYORUM



Binmediğim hiç bir otobüs
Beklemediğim hiç bir durak kalmadı bu şehirde
Gittikçe azalıyor hayat
Neyi erken yaşadıysam
Hep ona geç kalıyorum
Sana göçüyorum her sonbahar
Yolların çıkmıyor aşkıma
Unuttuğun yağmurların adı saklımda
Seni içimden terk ediyorum

Susmaktan yoruldum
Kuşlar ve şarkılar bu şehri terk edeli beri
Efkar demliyorum gözlerimde
yaşlarımı, yanağıma varmadan öldürüyorum
Tam sancağımdan yaralıyorum kendimi
Alnını yüreğime dayadığın güne bakıp
Seni içimden terkediyorum

Ne unutacak kadar nefret ettin
Ne hatırlayacak kadar sevdin
Yıkık bir duvar kadar bile pişman değilsin biliyorum
Beni hep bulmamak için aradın
Yanılgımdın
Yandığımdın
Yangındın

Sensizliğe yenilmek
Sana yenilmekten zor olsada
Ardımda bir sürü "belki"ler bırakarak
Seni içimden terk ediyorum

Şimdi
İçimde öldürecek bir anı bile bulamayan
İki yarım kaldık
Tamamlayamadık bizi
Elinden tutamadık yanlızlığımın
Saçlarımıda uzaklarına gömdün

İçimin mavisi senin okyanusundandı
Al! geri veriyorum.
Kilitleri hep yanlış kapılara vurdun
Devrilmiş vagonlara dönerken gözlerim
Sana bensizliği terkediyorum

"Yârime uzanmayan bütün dallarım kırılsın" demiştin
Aşk içinde doğmuşsa nereye kaçabilirdi?

Ne tuaf değil mi?
İçimi acıtanda sendin
Acımı dindirecek olanda
"Ya öldür beni"dedim
Ya da git benden
İçi bulanık bir sevdanın ucunda
Seni kaybettim
Aldırmadın aldırmalarıma
Bir gecede yakıp yârini
Şafaklara sattın ihanetini
Küllerime basanlar bile utandı yaptığından
İşte soluk bir ömrün son nefesi

Benden
İçimden
Terkediyorum

Kahraman TAZEOĞLU

24 Eylül 2010 Cuma

*ŞEN OLASIN HALEP ŞEHRİ


Hiç kimse yakıştırmamıştır hüznü kendine
hüzünler ki aşkın ve şiirin
yıllanmış şarabıdır
damıtılmış acıların imbiğinden
hüzünler ki şairlerin yüreğinde uçuşan
sararmış çiçek tozlarıdır

biraz da şairlere özgüdür hüzün

Bozkırın yalımına direnen
solgun bir gül gibi yüzün
Acının sabrın ve yalnızlığın
sessizliği sararıyor
yorgun güzünde alnının
ve artık bir şey bırakamıyorsun
bekleyişlerden başka kendine

biraz da şairlere özgüdür bekleyiş

Hiç kimse senin kadar
alışkın değildir ayrılıklara
ayrılıklar ki nişanlısıdır hasretin
acılar ve türkülerle çeyizlenir
bekleyişlerin sararan güzüne
ve hasret kızıl bir güldür
ayrılıkların mendiline nakışlanmış

biraz da şairlere özgüdür hasret

Ahmet TELLİ

23 Eylül 2010 Perşembe

*BİR RESİMDE ATATÜRK




İzmir' e girişini Atatürk' ün
Bir kahve duvarındaki resimde gördüm
Bir ılık güz öğlesinde
Şanlı haki urbası üzerinde
Koymuştu kılıcını içine kınının
Yürüyordu arasına sevgili halkının
Ayağında Anadolu' dan getirdiği toz
Bir inanç gözlerinde tükenmez
Alabildiğine insan kalabalığı ardı
Bir aydınlık geleceğe bakıyordu
Işıktı sevinçti türküydü
Görseydiniz o resimde Atatürk' ü

Sabahattin Kudret AKSAL


Saygıdeğer meslektaşım Emekli Tarih Öğretmeni Aysel SIR Hanımefendiye saygılarımla

22 Eylül 2010 Çarşamba

*DÜŞKAVURAN


Gittiğine inansam dönmeni beklerdim
Köhne gemiler geçiyor içimden
Hangi sokağa dalsam hangi kapıyı açsam
Ardında sen

Hep sesine bir kulaç kala boğuluyorum
Bilmem
Sen mi erken demir alıyorsun
Ben mi geç kalıyorum

Ellerimi bıraktığın yerden
Çığlar yuvarlanıyor ta şurama
Her gece fırlatıp denizlere
Yitirilmiş tebessumleri
bir cigarayla parmak uçlarımı öldürüyorum
çürümüş rüyalardan arta kalan mirasınla
yolcusuzu yollara döndüm
alnımdaki girdaplar şimdi kan tarlası

fırtınalar kopuyor demişsin
yüreğinin en rüzgarsız yerlerinde
oysa ben
bin mevsim sana fırtınalandım
sen bilmedin
gittiğine inansam dönmeni beklerdim
Kahraman TAZEOĞLU

21 Eylül 2010 Salı

*ŞAH BEYİTLER-66


Kadd ü haddin gösterir yârin çemende ser ü gül
Gonca oldur kim utanıp ağzını ebsem tutar

Cemâlî

"Bahçedeki servi ile gül, sevgilinin boyunu ve yanağını gösteriyor.
 Gonca da bu durumdan utanıp ağzını kapatıyor, sesini çıkaramıyor."

Sevgilinin boyu, uzunluğu ve endamıyla serviye; yanağı ise parlaklığı ve kırmızılığı bakımından güle benzetilmiştir; fakat gonca bu benzerliği haklı bulmuyor. Sevgilinin boyu ve yanağı karşısında ‘’dilini yutmak’’ deyiminin anlattığı şekilde hayran ve şaşkındır.
Gonca, gülün açmamış halidir. Kapalı olması ve konuşamaması arasında ilgi kurulmuştur.

Hazırlayan:İbrahim Cemal TORUN
Özel Adana Gündoğdu Koleji T.Dil.Edb.Öğr.

*GİTMELİYDİM



Korkuyordum
Yaralarım diye seni
Serseri mayın tesirli sözlerimle…
...Sınır dışı edilmiş merserize serinliklerimde
Titrersin diye
Korkuyordum!

Tek şeritli bir otobanda
Kaza süsü verilmiş bu ilişki
Daha fazla sürmezdi
Biliyordum…

Bu ten bu beden yoracaktı
Bu coğrafya bu iklim bozacaktı
Bitki örtülerim sarmaşık kılığında boğacaktı elbet seni!
Biliyordum başından beri
Biliyordum adım gibi…

Yarı ıslak çırılçıplak küflü bir kırgınlık sızarken gölgemden
Biliyordum takvimsel uyuşmazlık
Ya da şiddetli betimsizlik bahanesiyle
Tedavülden kaldırılmak üzereydi bu ilişki zaten!

Şimdi göğsümde köpüren köprücük sularımda
Tüketiyorum ömrünü kelebek yüzmelerin…
Küreksizim nefessizim!
Bir körünki kadar ağır adımlarım
Bir sağır kadar dilsizim!

Sanki ikinci sınıf bir oyunun açılmayan perdesinde figüranca unutulan repliğin son hecesindeyim!
Ya da kılçık kıvamında boğaza düğümlenen ekmek arası etkisiz bir ünlemim!

Ama biliyordum
Çok açıktı
Aşacaktı seni parantez içlerim
Beş bilinmeyenli denklemlerim…
Yoracaktı gam küpüyle çözülmeyen formüllerim!
İç acılar toplamımı aşmadan yenilgilerim
Çekip gitmeliydim
Çekip gitmeliydim!

Ekvatora kırk derece eğriydim
Yazları kurak kışları kederliydim
Yer yer parçalıydım
Bulutluydum
Nemliydim!
Seni bu iklime hapsedemezdim!
İşte bu yüzden
Gitmeliydim
Gitmeliydim!

Kahraman TAZEOĞLU

19 Eylül 2010 Pazar

*2010-2011 EĞİTİM VE ÖĞRETİM YILI BAŞLIYOR...

Bir milli eğitim programından söz ederken, eski devrin boş inançlarından ve yaradılış niteliklerimizle hiç de ilgisi olmayan yabancı fikirlerden, doğudan ve batıdan gelebilen bütün etkilerden tamamen uzak, milli karakterimiz ve tarihimizle uyumlu bir kültür kasdediyorum. Çünkü milli dehamızın tam olarak gelişmesi ancak böyle bir kültür ile sağlanabilir. Herhangi bir yabancı kültür, şimdiye kadar takip edilen yabancı kültürlerin yıkıcı sonuçlarını tekrar ettirebilir. Kültür ( fikri kültür ) ortamla uyumludur. O ortam milletin karakteridir.
Çocuklarımız ve gençlerimiz yetiştirilirken onlara özellikle varlığı ile, hakkı ile, birliği ile ters düşen bütün yabancı unsurlarla mücadele lüzumunu ve milli duyguya dayanan düşünceleri büyük bir olgunlukla her karşıt düşünceye karşı şiddetle ve fedakârlıkla savunma zorunluluğu telkin edilmelidir. Yeni neslin bütün manevi gücüne bu özellik ve yeteneklerin aşılanması önemlidir. Sürekli ve müthiş bir mücadele şeklinde beliren milletlerin hayat felsefesi, bağımsız ve mutlu kalmak isteyen her millet için bu özelliği büyük bir şiddetle istemektedir. ( 1921 )

Çocuklarımızı aynı eğitim derecesinden geçirerek yetiştireceğiz.
Kesinlikle bilmeliyiz ki, iki parça halinde yaşayan milletler zayıftır, hastadır.
Çocuklarımıza ve gençlerimize vereceğimiz tahsilin hududu ne olursa olsun, onlara esaslı olarak şunları öğreteceğiz:
1 - Milliyetine,
2 - Türkiye Devleti'ne,
3 - Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne; düşman olanlarla mücadele lüzumu. Fertleri bu mücadele gerekleri ve vasıtalarıyla donanmayan milletler için yaşama hakkı yoktur. Mücadele, mücadele lâzımdır. ( 1922 )

*KIR ÇİÇEĞİ...


17 Eylül 2010 Cuma

*GÜLNARE


ben, yıpranmış sokaklar ortasında avare
sen, kırgın bir ülkenin süreyyası: Gülnare
honçalı novroz gelir; bir de siyah ve sarı
dalgalanır göklerde bir kuşun kanatları
her nağme, dudağında çarpılmış karanfil
sana tutkun atlılar şimdi yorgun ve sefil
göğsünde, kıskandığım bir rüyadır kırmızı
nerdesin, ey masallar ülkesinin son kızı

dokunmuyorsa kalbim o mazlum kitabeye
ayışığı düşer mi kanlı bir harabeye
sensiz çöl, ıssızlığın kahrıyla zehirlendi
yalnız bulutlar değil, vahalarda kirlendi
mahşeri bir serabın ardından yürüyorum
gözlerini kaybeden bir kervan görüyorum
geride, okunmayan silik izler kalıyor
kaktüs hala toprağı uykuda yakalıyor

tarihin her sayfası soluyor pare pare
karasevda burcunu yıkıyorsun, Gülnare
Azerbaycan ufkunda bir divanedir gönül
böylesi tarümar olmadı belki de gül
toprak, bir bakışınla kızıl renge büründü
yıldızlar ülfet için gündüz vakti göründü
gözlerin binlerce yıl ötesinden yadigar
nerdesin, ey Bakü’den, Gence’den esen rüzgar

yaldızlı perçemlerin ıslandıkça uzuyor
yalnızlık damla damla şakağından sızıyor
bazen öfke, kavgayı sevenlerin ardında
mahülya ve hüzün; bazen korku ve sevda
çiçeklerin yurdunda yalnız senin kokun var
bazen uzaktan uzak, bazen yakın bir duvar

karanlığa mahkumdur gökte sensiz, sitare
ruhumu zevalinle buuşturma, Gülnare
soluğun ab-ı hayat mıdır; filizlendi kül
siyah bir lale gibi aynaya düştü kakül
kırdın yüreğimdeki saatin akrebini
kuruttun düşlerimin hayal mürekkebini
hangi ırmağa baksam akıyorsun derinden
Hazar, acılarınla ağlıyor kederinden

kuduran bir denizde benziyorsun şikare
görebilseydi seni ejderhalar, Gülnare
gözlerinden fışkıran yanardağlar sönerdi
o ısırgan bakışlar balmumuna dönerdi
oysa şimdi su sarhoş; balıklar geldi dile
dalgalar son bir umut vuruyor sahile
Nahcıvan, hasretinle alevlenen sır çerağ
seninle firakını unutuyor Karabağ
göğsünde, kıskandığım bir rüyadır kırmızı
nerdesin, ey masallar ülkesinin son kızı
bırakıp gittin beni umarsız bir efkare
haber gönder, nerdesin, nerdesin ey Gülnare

Nurullah GENÇ

16 Eylül 2010 Perşembe

*İLE



Şimdi gitme
Biraz daha bekle...
Sonbahar gelince, saçlarıma aklar düşünceye kadar bekle.
Şimdilik bekle.
Biliyorsun, hayat hep böyle.
Acı, hüzün ve bekleyişle.
şimdilik...
GİTME

Nazan Meltem AKTAŞ

13 Eylül 2010 Pazartesi

*BAHAR GETİRDİM SANA....


"Neyi arıyorsan sen, O'sundur" der Mevlana.. Zulmün peşindeysen zalimsin, aşkı arıyorsan aşık....

Elinden tuttuğumuz her sevgili, bizi sürükleyip, kendi iç dünyamızın derinliklerinde bir keşif gezisine çıkarır.
Her ilişki, benliğimizde bir kazıdır aslında, her sevda ruhumuzun bir başka yüzü... Her aşkta kendimizi ararız, o yüzden bulduklarımız benzerimizdir.Resimlerini yan yana koyun sevdiklerinizin ve dikkatle bakın yüzlerine, onların suretlerinden kendi yüzünüz bakacaktır size...

Aşk denilen kaleydoskobun buzlu camına gözünüzü dayadığınızda, binbir cam rengarenk ışıklar saçarak döndüğünde, her seferinde bambaşka şekiller ördüğünü görürsünüz. Her camda, farklı bir renginiz vardır; her şekilde sizden bir parça... Aşklarınız hülasanızdır.

Sevdiğiniz her adam, beğendiğiniz her kadın farklı ruh hallerinizi ele verir; arada bir çevirdiniz mi kaleydoskobu, cam paralar yer değiştirip yeni şekiller alır; hepsi siz... Sevgilinizin gözlerindeki dolunay, sizdeki ışığın yansımasıdır aslında; dilindeki sizin ilhamınız, tenindeki sizin yansımanızdır. Yoksa halâ bir sevdiğiniz, o henüz kendinizi bulamadığınızdandır...

Aşk, narsizmdir.

Sevda, çevrildikçe içinizin farklı ışıklarını yakan eğlenceli bir kaleydoskop gibi başımızı döndürüyor. Ve biz, hep baharı takip ederek dünyayı gezen bir gezgin gibi içimizdeki eski baharları arıyoruz.

Narcissusu'u bilirsiniz; Öyle heybetli ve güzelmiş ki, bakmaya dayanazmazmış kendine... Gün boyu ayna karşısına geçip kara gözlerini, incecik burnunu, dar kalçalarını, kıvırcık saçlarını seyredermiş hayran hayran... Bir gün ırmak kenarında gezinirken, sudaki yansımasına ilişmiş gözü. Uzanıp, iyice bakmak istemiş. Tam gördüğünde kendisini, dengesini kaybedip düşüvermiş ırmağa, kapılıp gitmiş suya... Yeryüzünün en güzel
insanının öldüğünü duyan Tanrı, unutulmaması için O'nu her bahar açan güzel kokulu bir çiçeğe dönüştürmüş, Narcissus, nergis olmuş.

Kıssadan hisse, benden size tavsiye, taze bir nergis verin bugün sevgilinize...

Sonra da, nerede baharsa mevsim, rotasını oraya çevirip içinizdeki eski baharlara koşan bir gezgin gibi "Bahar getirdim sana" deyin. Baharın elinizde olduğunu unutmadan. Gözlerindeki ırmağa baktığınızda kendinizi göreceksiniz; dikkat edin de hayran olup düşmeyin... Düşüp bahar kokulu bir çiçeğe dönüşmeyin...

Can DÜNDAR

11 Eylül 2010 Cumartesi

*ANLAM

Çingene benleri, ne dersiniz, pembe olmalıydı değil mi?Ama dünyada her şey olması gerektiği gibi
olmuyor ki.....Can Yücel

Konusuz cümlelerle başlayan duygular anlamsız olabilir mi ?
Anlamı olan herşey duyguyu ifade edebilir mi ?
Çoğu kez anlam aradığım bu hayatta bulabildiğim tek şey büyük bir anlamsızlık oldu.Ama yaşadığım duyguları dünyaya verdiğim anlam tanımıyla eş tutabilmem imkansız.Mesela ansızın yok yere çözülürdü ruhum.Ağrıdan atamaz olurdu kalbim.Yaşamım biter gibi olurdu ama bir türlü ebedi bir terkedişi seçmezdi.Bu anlamsızlığın ve bunun verdiği ıstırabın benden başka bir sahibi varmıydı ?
elbette yoktu...
;Ama dünyada anlamsız bulduğum birçok şeyin bedelini birçok masum ödüyordu.Savaşlar anlamsızdı...kin ,öfke, nefret, ego bunlar hep anlamsız şeylerdi.Ama böyle bir anlamsızlığa bile anlam yükleyen iki gözlü iki kollu,iki bacaklı insan görünümlü varlıklar hep vardı.

Nazan Meltem Aktaş

*YİNE....


Yine aynı hatırayla kaldım...
Değişmeyen, değişmek bilmeyen
Farklı zamanlarda gelen
Ama
Yaşandıkça aynı sonla biten.....
Sahiden..
Aynı hatıraydı beni diriltip tekrar bitiren
Yine aynı şeyle başlayıp,
Yine aynı şeyle giden..

Nazan Meltem AKTAŞ

10 Eylül 2010 Cuma

*RUBAİ


"Saki Şarap sun, beni de unutma" Hafız böyle diyor
Şiraz'da, gül altında, "aşk kolay göründü, oysa çok zor"
Bir cezayir menekşesi senin aşkın, uzakta ve elinde değil.
Ey kör Gel de açıkla şimdi sana nasıl kolay görünüyor?

Onat KUTLAR

*SARI LİRA GİBİ ÖMRÜMÜZ


Yaşamak değil bizi bu telaş öldürecek,
Bırakın Paris'te ılık rüzgarlarla
Taratmayı saçlarımızı
Sevgilimizle doyasıya sohbet bile edemedik biz,
Gözümüz saatte söyleştik hep,
Koşuşur gibi seviştik, yarışır gibi çalıştık.
Hep yetişilecek bir yerler vardı,
Aranacak adamlar, yapılacak işler,
Bir sonraki günün telaşı,
Bir öncekinin terine bulaştı,
Başkalarının hayatı bizimkini aştı,
Kör karanlıkta çalar saat sesi,
Kuşluk vakti kızarmış ekmek kokusu,
Veya yavuklu öpücüğü ile uyanma düşlerini,
Hababam erteledik,
20 li yaşlardan 30 lara kurduk saatin alarmını.
30 lardan 40 lara, sonra 50 lere
Öyle yanlış kurgulanmış ki hayat,
Kuşlukta uyuma imkanı sunduğunda size,
Artık uyku girmez oluyor gözlerinize,
Doyasıya söyleşmek, telaşsız sevişmek
İmkanına kavuştuğunuzda,
Söyleşecek sevişecek kimse kalmıyor yanınızda
Özenle yarına sakladığınız
Bir sarı lira gibi ömrünüz,
Vakti gelip te sandıktan çıkarttığınızda,
Birde bakıyorsunuz ki
Tedavülden kalkmış, , , ,

Erel BLEDA

8 Eylül 2010 Çarşamba

*DİVAN-I KEBİR'DEN



Dil ü canda nihansın gerçi her şey bîhaber senden
Cihan zatınla dolmuşken cihan da bîhaber senden

Nasıl bulsun seni can ve gönül senden ibaretken
Gönülde candasın amma ki can da bîhaber senden

Hayalin dilde nakşı varsa da bilmez hayal zatın
Dilimde gerçi namın ah, dilim de bîhaber senden

Bütün mahluk ise nam u nişanın gerçi bilmekde
Fakat gördüm ki ben nam u nişan da bîhaber senden

Ilahî künh-i zatın bilmeye sa'y eyleyen zümre
Yuvarlandı yakîn ile güman da bîhaber senden

Cihan durdukça şerh etsem seni mümkin degil zîra
Seni îzah ve şerh aciz, beyan da bîhaber senden

Sinek Cibrîl kanadından nasıl bahs eyler Allah'ım
Seni ta'rif eden ehl-i cihan da bîhaber senden

Divan-ı Kebir

3 Eylül 2010 Cuma

*GELİRSEM BİTER AŞK


Düş'tüm, dedim elinin tersinde.
Hayır dedi, kesince.
Düş olsan, fark etmezdim seni !

Sevgim sana güç veriyor mu, diye sordum.
Başını çevirdi, yüzünde kalmamış takatle.
Hayır dedi, inatla !
Öyle olsa, yıkılmazdım her 'Seni Seviyorum' deyişinde !

Özledin mi beni, dedim.
Sustu !
Nefesini en derinden aldı ve,
Özlenmez mi, dedi !

Git dedim !
Git !
Sen kalınca genişliyor bu dünya ve kayboluyorum uçsuz bucaksızlığında !
Hayır, dedi, sertçe!
Gidersem, kahraman olurum!
Kalırsam, senin!

Küserim, dedim, kırılgan çocukluğum sitemimde.
Hayır, dedi gülerek..
Küsmek, susmayı göze almaktır.
Ama sen korkarsın kendi sessizliğinden ve susamazsın!

Gel, dedim, o zaman!
sesim fısıltı gürültüsünde.
Gel..
Durdu!
Hayır, dedi,
Gelirsem biter aşk !!!

Kahraman TAZEOĞLU

*GELECEĞİNİ BİLİYORDUM


Savaşın en kanlı günlerinden biri. Asker, en iyi arkadaşının az ileride kanlar içinde yere düştüğünü gördü.
İnsanın başını bir saniye bile siperin üzerinde tutamayacağı ateş yağmuru
altındaydılar. Asker teğmene koştu ve:
- Teğmenim. Fırlayıp
arkadaşımı alıp gelebilir miyim?..
Delirdin mi? der gibi baktı teğmen...
- Gitmeye değer mi?. Arkadaşın delik deşik olmuş. Büyük olasılıkla
ölmüştür bile.. Kendi hayatini da tehlikeye atma sakın..
Asker ısrar etti ve teğmen "Peki " dedi.. "Git o zaman.."
İnanılması güç bir mucize. Asker o korkunç ateş yağmuru altında arkadaşına ulaştı. Onu sırtına aldı ve koşa koşa
döndü. Birlikte siperin içine yuvarlandılar. Teğmen, kanlar içindeki askeri muayene etti.. Sonra onu sipere taşınan arkadaşına döndü:
- Sana değmez, hayatini tehlikeye atmana değmez,demiştim. Bu zaten ölmüş..
- Değdi teğmenim. dedi asker..
- Nasıl değdi? dedi teğmen. Bu adam ölmüş görmüyor musun?..
- Gene de değdi komutanım. Çünkü yanına
ulaştığımda henüz sağdı..
Onun son sözlerini duymak, dünyaya bedeldi benim icin..
Ve arkadaşının son sözlerini hıçkırarak tekrarladı:
- Jim!.. Geleceğini biliyordum!.. demişti arkadaşı... Geleceğini biliyordum..

YORUMSUZ....!

2 Eylül 2010 Perşembe

*NE ZAMAN GÖZLERİNİN İÇİNE BAKSAM


Ne zaman yüzüne baksam
yalnızlığın o mutlu gerilimi

O öksüz göl hızla derinleşir
biliyorum,acılarım hiç bitmeyecek,bu öyle bir
yeşil

Ne zaman gözlerinin içine baksam,biliyorum
ikimizi de aşar,o kapının ardındaki masal
bense yüreğimin bu hallerinden korkar,kalırım
bir hız trenine bindirilmiş küçük bir çocuk gibi
geçip giden yüzlerine bakar kalırım

Ömrün kısalığı çarpar camlara
ateş hızla yayılır içerilere

Akşam olur,evler dolar boşalır
acıyla erir,yüzüne aşık çocuk

Ne zaman gözlerinin içine baksam,bliyorum
İkimizi de aşar,o kapının ardındaki masal

Cezmi ERSÖZ

1 Eylül 2010 Çarşamba

*SEVDA ÜSTÜNE


Bütün kitapları yakmalı
Sevda üstüne ne söylemişlerse yalandır
Kitaplara göre insan
Karanlıkta yüzüne bin mumluk lamba tutulmuş
Gözleri, yüreği kamaşmış insandır
Aptaldır, hastadır, kahramandır
Bütün kitapları yakmalı
Sevda üstüne ne söylemişlerse yalandır.
İçinde bir tek suret yaşayan yüreğe yürek mi derler
Bir tek yaprak veren dalın boynun burarlar
Bir tek meyve veren dalı keserler
İnsan dediğin bir buğday tarlası gibi olmalı
Esti mi rüzgar bir değil milyonlar için esmeli
Bir tek meyve veren dalı kesmeli
İnsan dediğin derya misali
Üstünde milyonlarca dalga
İçinde kıyametler kopmalı
İnsan dediğin derya misali
Uçsuz bucaksız olmalı.

Gel çıkalım sevgilim gel
Gel kurtulalım birler hanesinden
Çekelim gidelim bir uçtan bir uca
Açalım yüreğimizin kapılarını sonuna kadar
Sevelim sevelim sevelim
Sevebileceğimiz kadar.

Bedri Rahmi EYÜBOĞLU