31 Mart 2010 Çarşamba

* SAKIN GEÇ KALMA ERKEN GEL



Usulca gir kapıdan, zile basma.
Hiç telaşlanma, ben daha dönmemişsem.
Yoldayımdır, nerdeyse yokuşun dibinde,
Suların kararmasını bekliyorumdur,
Tuğla harmanlarından gelen yanık havanın
Bahçedeki akşamsefalarına sinmesini.
Güç bela dizginliyorumdur içimde
Dörtnala sana koşan küheylanları.

Bütün gün kâğıttan dağlar arasındaydım,
Nabzım ileri giden bir saat gibi işledi durdu.
Dilekçeler, kararlar, tozlu makbuzlar:
Hep adını okudum silinmiş satırlarda.
Pencerede kuleler, minareler, kirli gök.
Durmadan kuşlar uçtu bir bacadan.
Rüzgâra karışan saçlarını gördüm
Bulutlu aynalarda.

Balkonun kapısını aç, su ver saksıdaki çiçeğe.
Geyikli örtüyü ser masaya, dinlen biraz.
Sessizlik şaşırtmasın seni, ürkütmesin.
Şehrin gürültüsü dolacak az sonra odaya,
Karanlık bir yankıya dönüşecek karşı dağlard

Cevat ÇAPAN

*İÇİNDEN DOĞRU SEVDİM SENİ


İçinden doğru sevdim seni
Bakışlarından doğru sevdim de
Ağzındaki ıslaklığın buğusundan
Sesini yapan sözcüklerden sevdim bir de
Beni sevdiğin gibi sevdim seni
Kar bırakılmış karanlığından.

Yerleştir bu sevdayı her yerine
Yüzünde ter olan su damlacıklarının
Kaynağına yerleştir
Her zaman saklamadığın, acısızlığın son durağına
Gül taşıyan cocuğuna yerleştir
Ve omuzlarına daracık omuzlarına
Üşümüş gibisin de sanki azıcık öne taşırdığın
Tam oraya işte, uçsuz bucaksız bir düzlükten
Bir papatya tarlasıyla ayrılmış göğüslerine yerleştir
Ve esmerliğine bir de, eski bir yangının izlerinin renginde
Saçlarının yana düşüşüne, onları bölen ikiliğe
Alnından başlayan ve ayak bileklerinde duran
Yani senin olmayan, seni bir boşluk gibi saran hüzne 

Yerleştir onu bir kentin parça parça aklında tuttuğun
Kar taneleri gibi uçuşan
Ve her gün biraz daha hafifleyen semtlerine
Yerleştir bu sevdayı her yerine.

Ekledim ben tattığım her şeyi denizlere
Bildiğim ne varsa onlar da hep denizlerden
Sen de bir deniz gibi yerleştir onu istersen
Sevdayı
Ve köpüklendir
Ve yaşlandır ki işte kederi anlamasın
Ama dur, her deniz yaşlıdır zaten
Öğrenmez ama öğretir mutluluğu
Bizim sevdamız da öyledir, iyi şiirler gibi
Biraz da herkes içindir. Ve gelinciğin ikinci tadına benzemeli
Var eden kendini birincisinden
Yani bir sevdayı sevgiye dönüştüren.

Ben şimdi bir yabancı gibi gülümseyen
Tanımadığın bir ülke gibi
İçinde yaşamadığın bir zaman gibi
Tam kendisi gibi mutluluğun
Beni bekliyorsun
Ve onu bekliyorsun beni beklerken.

Edip CANSEVER

30 Mart 2010 Salı

*İSTERSEN HİÇ BAŞLAMASIN




İstersen hiç başlamasın
Bu hikaye eksik kalsın
Onca yaraların ardından
Yeni bir aşk yaratamazsın
Örselenmiş bir çocukluk
İşte benim bütün hikayem
Kaç sevda geçse de yüreğimden
Bu yıkıntıları onaramazsın

İstersen hiç başlamasın
Geç kalmışız birbirimize
Yanlış kapılarla geçmiş bunca yıl
Dönemeyiz artık ilk gençliğimize
İstersen hiç başlamasın
Söz verelim kendimize.

Murathan MUNGAN

*NİHÂLCE-4

http://sukriyegocer.com/

İNFAK NEYMİŞ ÖĞRENELİM  HEP BİRLİKTE ALİ' DEN

Günün son dersinin sonuna gelinmişti. Öğrenciler çıkmak için sabırsızlanıyordu. Defter ve kitaplarını çantalarına koydular.Zil çalar çalmaz, dışarı çıkmak için hazırdılar. Yalnız, Ali hazırlanmamıştı. Gecikmek için de elinden geleni yapıyordu. Nihayet zil çaldı. Öğrenciler bir anda kapıya yöneldi. Ali, yerinden kalkmadı. Ağır ağır eşyasını topladı. Bir yandan göz ucuyla öğretmenine bakıyor, bir yandan da arkadaşlarının gitmesini bekliyordu.
Öğretmeni, onun bu halini fark etti:
- Hayrola Ali, dedi. Eve gitmeyecek misin?
Ali, son arkadaşının da çıktığını görünce cevap verdi:
- Sizinle konuşmak istiyordum öğretmenim.
- Peki, dedi öğretmeni. Ne söyleyeceksin bakalım?
- Ahmet arkadaşımız var ya…
- Evet, ne olmuş Ahmet'e?
- Durumları pek iyi değil galiba. Annesi, beslenme çantasına pekiyi şeyler koymuyor.
- Eee?
- Ona yardim etmek istiyorum. Ama benim yardim ettiğimi bilirse üzülür. Günde bir simit parası biriktirip her hafta size versem, siz de ona verseniz?

Cebinden bir avuç bozuk para çıkarıp öğretmenin masasının üzerine koydu. Nurhan Öğretmen, paraya dokunmadı. Sandalyesine oturup düşündü. Ali hakkındaki bilgilerini yokladı. Bildiği kadarıyla ailesinin durumu pekiyi değildi. Bu çalışkan ve sevimli öğrencisi, ne kadar da iyi niyetli ve düşünceliydi. Zengin bir ailenin çocuğu değildi. Buna rağmen yardim etmek istiyordu. Üstelik yardım ettiğinin bilinmesini istemiyordu.

Nurhan Öğretmen:
- Dur bakalım Ali, dedi. Bildiğim kadarıyla sizin de maddî durumunuz pekiyi değil. Yanlış mı biliyorum?
- Doğru biliyorsunuz öğretmenim. Babam gündelikçi. Çoğu zaman iş bulamıyor. Ama ben de çalışıyor, para kazanıyorum.
- Nerede çalışıyorsun?
- Simit satıyorum.

Nurhan Öğretmen yine durup düşündü. İyiliğin bu kadarına ne demeliydi şimdi? Bunun gerçekleşmesi zordu. Onu, bundan vazgeçirmek için bir çare bulmalıydı. Bunu yaparken, sevimli öğrencisini de kırmamalıydı. Onunla biraz daha konuşursa, belki bir yolunu bulurdu.

Nurhan Öğretmen, Ali'ye dondu:
- Büyüyünce ne olmak istiyorsun, diye sordu.
- Çok zengin bir işadamı…
- Niçin?
- İnsanlara daha çok yardım etmek için…
- Güzel, dedi Nurhan Öğretmen. Bak simdi Ali, Ahmet'in ailesinin durumu pekiyi değil, bu doğru. Ama sizinki de bundan pek farklı değil. İstersen acele etme. Çok zengin olduğun zaman insanlara yardim edersin. Olmaz mı?
- Olmaz, dedi Ali. Şimdi yapmalıyım.
— Neden olmaz?
— Üç sebepten dolayı olmaz.

Birincisi: Bu para zaten benim değil. İyilik ettiğim için Allah, beni insanlara sevimli gösteriyor. İnsanlar da bundan etkileniyor, daha çok simit alıyorlar. Bu sayede gün boyu çalışanlardan bile fazla simit satıyorum. Hele mahallede Hasan Amca var, her gün iki simit alıp güvercinlere veriyor.

İkincisi: 'Ağaç yas iken eğilir.' deniliyor. Şimdiden iyilik yapmayı öğrenmezsem büyüdüğümde hiç yapamam. Şimdiden iyilik yapmayıp bunu zenginlik günlerime ertelersem, zengin olduğum günlerde de daha zengin olduğum günlere erteler kendimi kandırmış olurum.

Üçüncüsü ise daha önemli: Büyüdüğüm zaman çok zengin bir işadamı olmak istiyorum. Zamanında yatırım yapmayanlar büyük işadamı olamazlar.

Nurhan Öğretmen, karsısında büyük biri varmış gibi dinliyordu:
- Bu sonuncusunu pekiyi anlayamadım, dedi.

- Açıklayayım öğretmenim, dedi Ali. Şimdi, çok zengin olmadığım için, ancak günde bir simit parası kadar yardım edebiliyorum. Bundan fazlasını veremem. Allah, Cennet'i gücü kadar iyilik edene veriyor. Şimdi gücüm bu olduğuna göre, Cennet'in fiyatı birkaç simit parası kadardır. Eğer zengin olmadan ölürsem birkaç simit parasıyla Cennet'e girebilirim. Bundan daha karlı bir yatırım olur mu?

Nurhan Öğretmen'in gözleri dolmuştu. Başını 'Evet' anlamında sallarken Ali'yi evine yolladı.

Sınıfa geri dönerken okulun boşaldığını fark etti. Eşyalarını toplamak için masasına döndüğünde Ali'nin bıraktığı paraların masa üstünde kaldığını fark etti. Sandalyesine gayri ihtiyari oturdu ve paraları eline aldı.
Hiçbir para ona bu kadar kıymetli gelmemişti. Sanki elinde dünyanın en kıymetli incilerini, yakutlarını, elmaslarını tutuyordu. Hatta bu paralar onlardan bile kıymetliydi. Bu paralar, bu bozuk SIMIT paraları, Cenneti satın alabilecek paralardı. Sanki hiç bırakmak istemeyen bir duygu ile sımsıkı kavradı bu bozuk simit paralarını.

Oturduğu yerden kalkamadı Nurhan Öğretmen. İçinin dolduğunu, Tarif edilemeyen duygulara boğulduğunu hissetti. Birden boşalan sağanak yağmurlar gibi ağlamaya başladı. Ağladı… Ağladı… Ağladı.

Kendine geldiğinde aksam olmuştu. Yavaş adımlarla sınıftan çıkıp okuldan ayrılırken bekçi Sadık 'Bozuk Simit paraları ile cenneti satın almak, Bozuk Simit paraları ile cenneti satın almak' diye Nurhan öğretmenin sayıkladığını duydu. Bekçinin hayretler içinde, 'Ne dediniz hocam?' demesini bile duymayan Nurhan öğretmen, bekçinin şaşkın bakışları altında akşamın alaca karanlığına karışıvermişti
Hikayeyi beğenmişseniz ve Ali'den utanmışsanız, maddi durumunuz iyi değilse bile, iki tane ekmek alıp bölgenizdeki bir fakirin kapısına bırakın.
Bir okul önünde biraz bekleyip yırtık ayakkabısı olan bir çocuğa ayakkabı alın.

Maddi ihtiyacı olan bir akrabanıza yardım edin.

Yeter ki boş durmayın!

Ekmeği paylaşmak ekmekten daha lezzetlidir.



*ŞAH BEYİTLER-48


Fotoğraf: Esra AYDEMİR

Kalem kec dil mürekkep rû siyeh kâğıt dü-rû bilmem
Kimi etsem o şûha arz-ı hâlim yazmada mahrem

Nâbi

Kalemin ağzı bozuk, mürekkebin yüzü kara, kâğıt iki yüzlüdür. O sultana halimi belirteceğim yazıda kimi sırdaş edeyim?
"Kalemin ağzı bozuk olması demek:
1) Kamış kalemin ucunun liflenmesi. Kalemin ucu liflenince yazı güzel olmayacaktır.
2) Ağzı bozuk, edebe aykırı konuşmak. Kötü şeyler yazmaktan endişe duymaktadır.

Mürekkebin yüzünün kara olması:
1) Mürekkep siyahtır.
2) Yüzünün kara olması, mecazi anlamda yüz karalığının, utancın, suçun işaretidir. Bu nedenle yüzünü kara çıkarabilir.

Kâğıdın iki yüzlü olması:
1) Kâğıt iki taraflıdır.
2) İki yüzlü olma. Mecazi anlamda güvenilmez olması" anlamlarına gelir.
                                                                      Hzl. İbrahim Cemal Torun    
                                                                                    Paylaş

28 Mart 2010 Pazar

*SENİ SEYREDERDİM


Saçların uçuşurdu rüzgardan.
Yanından seni seyrederdim.
Güneş yakardı,deniz yanardı..
Sen konuşurdun,dinlerdim.

Gülerdin..
Susardın,düşünürdün.
Benimle el-ele yürüdün..
Yol biterdi.

Görmezdim seni..
Zaman yıl yıl geçerdi.
Uzaktan,çok uzaklardan
Seni seyrederdim

Özdemir ASAF...

27 Mart 2010 Cumartesi

*DİNLE NEYDEN

Fotoğraf:Nihal YAVUZ

Dinle neyden
Dinle! Ayrılıklardan nasıl şikayet etmede şu ney, ve nasıl anlatmada ayrılıkları, dinle:
"Erkek - kadın herkes ağlayıp inliyor feryadımdan; ağlayıp inliyor herkes beni kamışlıktan kestikleri gün başladığım feryadımdan...
Özlemimi açmaya bir kalp istemedeyim oysa ben, ayrılıktan parça parça olmuş, beni anlayacak bir kalp istemedeyim. Hani vuslat zamanını arar ya aslından uzak düşmüş kişi, durmadan aslını arar ya hani!..
Her toplulukta ağladığım bu yüzden benim, her yerde inlediğim bu yüzden. İyilerle dost olmam da, kötülerle oturup kalkmam da bu yüzden. Herkes dostum oluyordu zannımca benim, kendine yakın buluyordu çokları. Ne çare, araştırmadı kimsecikler içimdeki sırları, ve kimse anlamadı ayrılıktan şikayetimi...
Oysa Sırlarım Çığlıklarımdan Hiç de Uzak Değildir Benim!
Keskin bakan görür, ve dikkatle dinleyen duyar onları. Yazık, yazık ki her gözde yok o nur, her kulakta yok o dikkat!.. Gizli değildir elbette ten candan; ve can tenden gizli değildir. Lakin canı görmek için izin çıkmadı kimseye...
Hava değildir neyden çıkan bu ses, ateştir söyledikleri, nefes nefes ateştir. Ve yok olsun her kimde yoksa bu ateş! Bir aşk ateşidir içini yakan neyin; hani bir aşk coşkusu gibi içine düşen meyin!..
Sevgiliden ayrı düşmüşü teselli eder bir ney, yoldaş olur ve musiki perdeleriyle yırtar aşığın sır perdelerini, sırdaş olur. Kim gördü ney gibi hem zehir hem tiryaki, hem dert hem derman başı? Kim gördü ney gibi hem özlemde, hem sarmaş dolaşı?
Kanla dolu yoldan bahsetmede hep ney; aşk yolunun, Mecnun'un gittiği yolun öykülerini dillendirmede hep. Hani akılsızdır ya sırdaş olan akla, hani zordur ya müşteri bulmak kulaktan gayrı dile; işte o haldeyiz ki zaman erimede üzüntümüzden bizim; anlar yolunu şaşırmada... Ve günler yanışlara yoldaş durmada.
Geçip gidiyorsa varsın geçsin günler; korkumuz yok ondan... Ey temiz yaratılışın biriciği, hemen sen yanımızda kal yeter! Günler uzadıkça uzadı nasibi olmayan için, ve suya kandı balık dışında her şey. (Bencileyin, bir balık kaldı susuz)
Pişkinin halinden ne anlasın ki ham...
Öyleyse sözü kısa kesmek gerek vesselam!..."
(Mesnevi I - B, 1 - 18)
Mevlana`dan

İskender PALA

*YİNE Mİ DÖNÜYORUM HÜZÜNLÜ SAATLERE?...



Yine mi dönüyorum hüzünlü saatlere? Oysa geceye beş kala çağırışlarını duymuştum
Belki sensindir diye bir umut kapladı içimi
Nafile, sana uzanan bütün yollar kapalı öğrendim, evet geç de olsa
öğrendim bunu Çok geç olsa da
Uzaklardan bir ses olmak istedi bir dostum, uzaklardan bir el
Üşüme diye Olamadı, olamazdı, yokluğun her şeyden daha soğuktu
Yokluğun soğuk, yokluğun buz gibi
Hani; öyle üşürsün ki, artık hiç bir şey hissetmez uzuvların,
uyuşur kalır da manâsız bir donukluğun çizgileri oluşur, ardından
bir kabuk içindeki parçalanmayı döker, ezip de geçer tüm bedenini,
acısı en derinden gelir de yakar her yerini
İşte ben de öyle üşüdüm gece yarısını beş geçe
Manâsız buluyorum sanki artık her şeyi
Sevgi deseler sadece bir iç çekebilirim,
sonra gülüp geçerim gibi geliyor
Aşkı sorsalar, aynı dili mi konuşuyoruz diye
anlamsızca bakabilirim gözlerine
Anlatın derim durmayın, bırakın tüm şiirleri, şarkıları, masalları
Dokunabilir miyim aşka, dokunabilir miyim ellerimle diye sorarım,
geçer mi üşümesi yüreğimin, geçer mi üşümesi içimin
Aşk dediğiniz şey gelince ansızın, anlar mı beni aşkla gelen,
beni ben oldugum için mi, kendi var ettigi için mi ister
Varolanlara, benden kalanlara hoş geldin mi der,
yoksa bir iki zaman sonra herkes gibi o da mı çekip gider
Bakışlarım dondu sanki, yüreğim donunca Nasıl da manasız
bakıyorum etrafa Görmesin istiyorum hiç kimse gözlerimi,
görmesin hiç kimse hüzün tanelerimi
Susuyorum artık derin derin Nasıl da konuşmak istiyorum oysa
Saatlerce susmadan konuşmak istiyorum Tüm biriktirdiklerimi
en başından başlayıp sonuna kadar anlatmak istiyorum
Anlatmak yetmez biliyorum, anlaşılmak da istiyorum
Bir el istiyorum başımda
Saçlarıma dokunsun istiyorum, tüm bedenimden söküp alsın
yalnızlığımı tılsımıyla Bir el istiyorum dokunsun saçlarıma
yumuşacık ve alsın tüm donuklukları usulca
Bir göz istiyorum gözlerimde
Anlamsız bakan gözlerimin içini görsün, hâlâ arkalarda kalmış
ışık huzmelerinin içine dalsın, çıkarsın tüm umutlarımı
eski sandığın içinden, açsın da ışığı ile umut olsun yollarıma,
yolum olsun yordamım olsun istiyorum
Bir omuz istiyorum
Başımı yaslayıp uzun uzun ağlayabileceğim Yıllardır biriktirdiğim
hüzün tanelerini tek tek dökebileceğim bir omuz istiyorum
Ona yaslanınca her şeyi unutmak istiyorum, sıcacık olmak
İçimi huzur kaplasın istiyorum, hiç konuşmadan saatlerce
orada kalmak, hiç konuşmadan anlaşılabilmek istiyorum
Biliyorum, ne de çok şey istiyorum
Bunların sadece puslu bir hayal olduğunu da biliyorum
Seni bende var edişimi, aslında sadece bende olduğunu,
aslında sadece bir hayal olduğunu çok iyi biliyorum
Ama yine de seni çok özlüyorum,
yine de çok üşüyorum, ve yine de seni istiyorum
Ben, hüzünlerime geri dönüyorum

Teşekkürler,Semra KIRATLI AKSOY
Paylaş

*DOLUNAY



Katran karası bir geceyi haziran bulutlarının arasından yırtarak, avuçlarında kıpır kıpır yıl­dızlarla odamın penceresini tıklattı dolunay...

"Sana Samanyolu getirdim" dedi ve bütün gökkubbeyi yeryüzüne indirmiş gibi mağrur, gülümsedi koltuğumun başucunda...
Ayla yıkanmanın keyfini sürdüm bir müddet...
Sonra penceremi açıp onu içeri aldım.
Efsunlu ışıklar saçarak, eteğindeki aydınlığı kitabı­ma, rakı kadehime, can eriklerime doladı.
Gecikmiş bir bahar, çekirge sesleri ve iğde kokularıyla içeri daldı hemen peşisıra... telâşla...
Şiirler doldu odama, mısra mısra...
Feneralayları geçti aklımdan; uzak denizler ve göç yolları geçti...
Dolanıp dolunayın kanadına, uçmak istedim...

Lâkin bırakmadı hayat...
Duyduk ki, güvercinleri kurşuna dizmişler arka bahçede...
Gülleri kesip, dikenleri büyütmüşler korku be­lâsına...
Toprağın bire bin verdiği ülkede mayın döşemişler sevdaya giden yollara...
Aşklar uzak, sevişmeler tuzakmış.
Dişlerinde kalleş ışıkların pa­rıldadığı kurtlar, çeteler halinde boğazlayacak kurban arar olmuş­lar dolunay geceleri...

Pas ve küf kokuyormuş eski­den nergislerin açtığı sokaklar...
Öylesine büyükmüş ki sis perdesi, ne yakamoz görüyor­muş gözler, ne çoban yıldızı...
Güneş ülkesi, çocuklarını gömüyormuş lanetli karanlığın koynuna... ve öfke büyüyormuş sevda toprağının ana rahmin­de...
Doğa ne kadar cömertse, ha­yat o kadar bencilmiş evlâtlarına karşı... Bolluk içinde aç, varlık içinde yoksul, denizler ortasında susuz yaşar olmuşlar.
Ve ülke, aldırmadan doğanın gözkamaştıran büyüsüne, doludiz­gin koşuyormuş ölüme..
Prangalar... savaş tamtamları... ve ağıtlarla...

Dolunay, Samanyolundan ışıklarla eteklerinde; "Haydi" diyordu penceremin dibinde; "Haydi... ebedi baharın ülkesine..."
Lâkin dolunaya inat; öylesine bitkin ve naçar ki ha­yat...
Kopamadım akşam haberlerden.... dünyevi keder­lerden... kelepçelerden...
Açıp penceremi, salıverdim dolunayımı, Cahit Külebi'den bir şiir fısıldayarak kulağına:
"Bir gün geleceğim / Alıp şu başımı / Bir gün gele­ceğim
"Belki de Haziran / Bulacak naaşımı / Belki de Ha­ziran..."
Haziran, bir ozanın naaşını kaldırırken, dolunay eteklerinden efsunlu yıldızlar saçarak uzaklaştı.
Bakakaldım peşinden...
Ne gözümü alabildim... ne göze alabildim...

Can DÜNDAR ..

26 Mart 2010 Cuma

*GİTTİN


Gittin...
Ben, arkandan sadece baktım.
Oysa; söyleyecek o kadar çok şeyim vardı ki...
"Gidersen iyiye dair ne varsa içimde yitireceğim hepsini.
Gidersen sönecek içimdeki ateş
ve bir daha hiç kimse yakamayacak.
Gidersen karanlığa mahkum edeceksin günlerimi
O karanlıkta yolumu kaybedeceğim" diyecektim sana.
Konuşamadım...
Gittin...
Gidişini görmemek için gözlerimi kapattım
Öylesine acıdıki içim, tutup koparsalardı kolumu
bacağımı bu kadar acı duymazdım.
Acım yaş olup akmalıydı gözlerimden.
Ağlayamadım...

Gittin...
Seni delicesine bir tutkuyla seviyordum oysa
Tutkum seninle olmaktı, tutkum teninde erimek,
tutkum hayatı seninle sadece paylaşmaktı.
Anlatamadım...

Gittin...
Gidişini önlemek için tutmak vardı ellerinden
Ellerim değil miydi her dokunuşumda seni ürperten?
Ürperdin yine biliyorum.
Bir kez dokunsam, bir kez tutsam ellerini
Gitmek için biriktirdiğin bütün cesaretin kaybolurdu.
Tutamadım.

Gittin...
Bir yıkım gibiydi gidişin
Sen adım adım uzaklaşırken benden
Çöküp kaldı bedenim olduğu yere
Nice terk edişlere dayanan yürek bu kez yenilmişti
Bu kadar zayıf değildim ben kalkmalıydım.
Kalkamadım...

Gittin...
Oysa geldiğin gün gideceğini biliyordum
Hazırdım gidişine,
Kaçak zamanları yaşıyorduk
Zaman bitecek ve sen gidecektin
Bense, gidişinin ertesi günü
Hayatıma kaldığım yerden yeniden başlayacaktım.
Başlayamadım...

Gittin...
Bir şey söyledin mi giderken?
"Kal" dememi istedin mi?
Son bir kez "seni seviyorum" dedin mi?
"Bekle beni döneceğim" diye umut verdin mi?
Beynim öylesine uğulduyorduki.
Duyamadım...

Gittin...
Nereye gittiğin önemli değildi
Binlerce kilometre uzakta da olsan,
iki metre ötemde de farketmiyordu.
Artık yoktun ve asıl bu düşünce beni felç ediyordu.
Kurtulmalıydım senden,
bu yokluk duygusundan kurtulmalıydım.
Kurtulamadım...

Gittin...
Unutulanların arasına katılmalıydım
Anıları bir sandığa koyup
hayatı bir yerinden yakalamalıydım.
Bu aşk noktalanmalıydı, bu sevdadan vazgeçmeliydim.
Yapamadım...

Gittin...
Bir okyanusun ortasında
tek küreği kaybolmuş sandalda
Dev dalgalarla boğuşan bir denizciyim şimdi.
Bil ki; sevmekten vazgeçmedim seni,
Bil ki; seninle birlikte sevdanı da taşıyacağım yüreğimde,
Bil ki; seni Unutamadım...

Mehmet CoOŞKUNDENİZ

*BİR DERVİŞTEN NASİHATLER



Emanete ihanet etmeyin..
Halinizden şikayet etmeyin..
Büyüğünüze emretmeyin..
Boş şeylerde israr etmeyin..
Cahillerle sohbet etmeyin.
Nefesinizi boşa tüketmeyin..
İnsanları bekletmeyin. .
Etrafınızı kirletmeyin.
Hayatınızı mahvetmeyin. .
Kimseye minnet etmeyin.
İnsanları yüzüne karşı methetmeyin. .
Kimseye küfretmeyin..
Kötülüge meyil etmeyin..
Malınızı boşa sarf etmeyin..
Sırrınızı açık etmeyin..
Her şeyi merak etmeyin..
Suçunuzu inkar etmeyin..
Şerefinizi kaybetmeyin. .
Vatanınızı terk etmeyin..
İyiliğe niyet edin..
Büyüklere hürmet edin..
Sıkıntıya sabredin.
Aza kanaat edin..
Sözünüzde sebat edin..
Bildiğinizle amel edin..
Hatanızı Kabul edin..
Yaramaz ise def edin..
Varken tasarruf edin..
Alimlerle sohbet edin..
Nefsinizle inat edin..
Sofranıza davet edin..
Zararlıysa men edin..
Seviyorsanız ifade edin..
Kalpleri fethedin..
Misafire ikram edin..
Muhtaca yardım edin..
Bilseniz de istişare edin..
Tehlikeye dikkat edin..
Hakkı teslim edin..
Unutacaksanız kaydedin..
Esirgemeyin lütfedin..
Gariplere merhamet edin..
Kazanmaya gayret edin..
Çalışanı takdir edin..
Başarıyı tebrik edin..
Mazereti Kabul edin..
Her an tevekkül edin..
Çocuğunuzu terbiye edin..
İyiliği emredin.
Kötülüğü terk edin.
Herkese tebessüm edin..
Güvenseniz de kontrol edin..
İnanmayana ispat edin..
Fakirleri gözetin..
Hayır için sarf edin..
Bu yazıyı yazana da yollayana da DUA EDİN :)

"OLANIN OLMAYANA, BİLENİN BİLMEYENE BORCU VARDIR.".
Türk Törelerinden

Teşekkürler Dr.Emine KAFES

Degerli ogretmenim, dervis nasihatlerine bu asirda cok ihtiyacimiz var. Devam edin lutfen.
(Paris'ten Yeni hacı olan) :Serif Karaca

25 Mart 2010 Perşembe

*HAYDAR

* SENİ DÜŞÜNÜRKEN


Ben, seni düşünürken,
yaşım ne olursa olsun
çocuk olurum.
O kolu sökük, el örgüsü kazak
ve lastik tokyalarıyla
salya sümük küfredip, ağlayan,
minicik elleriyle pencereleri kıran,
isyankar, hırçın, gözükara
bir çocuk olurum.
Ben seni düşünürken, aşkın ne olduğunu
ve neden yaşadığımı aramadan bulurum.


Erhan GÜLERYÜZ

*AŞK BİZE KÜSTÜ


I
biz bu kentlere sığdık da
bu kentler bize sığmadı âsiya
ve bir çığlık gibi günlerin çarmıhında
arttıkça yalnız, sustukça silik...

ay ışığı gölgeleri büyüttü
son kuşlar da vuruldular dağlarda
yakamozları söndü sahillerin, ışıkları evlerin
çağın vebalı gövdesinde
bir hayalet gibi gölgemizde yalnızlık

kaldık... kırık bardaklar gibi
içilmiş sulardan geride buruk bardaklar gibi...
II
düşler artık ölü çocuklar doğuruyorsa
sevgiler boğduruluyorsa kürtajlarda
ve daha eskimemiş tüfeklerle
ordusu bozguna uğramış askerler gibi kalıp
bozuk paralar gibi yuvarlanıyorsak kaldırımlarda
bir bedeli vardır elbet cennetini çaldırmanın
ömrünü piç bir bebek gibi
bırakmanın
bulvarlara
bozgunlara
ve yanlış yalan aşklara;
bir bedeli
bu kuşatmaların, ilkyazları kurşunlatmaların...

biz bu kentlere sığdık aslında
bu kentler bize sığmadı âsiya
ah son kuşlar da vuruldular dağlarda!
III
ay ışığı gölgeleri büyüttü
mutluluk oyununa geç kalan ölü kuşlarla geldim
geldim... kırık bardaklar gibi
içilmiş sulardan geride buruk bardaklar gibi

ve ömürlerimizde bin kasvetle upuzun
sefalet seferlerinin ayazı
belki de yalnız geçireceğiz artık kimbilir
batan gemiler gibi yiten aşklardan geride
kalan her kışı, güzü ve yazı

ay ışığı gölgeleri büyüttü
ayrılıklar eskidi... biz eskidik

aşk bize küstü âsiya...

IV
belki de uzun sürecek bu bozgunun saçağında
sen şarkılarını sesine yasla
ve bırak beni de usulca
bir apansız yalnızlığa!

ay ışığı gölgeleri büyüttü
büyüdü ölüm
ve biz küçüldük âsiya...

Yılmaz ODABAŞI

*BİLMECE

Bir güzel kız çocuğu var uzakta
Siyah gözlerinde nem
İsmi benim defterlerimde sık sık geçer
Ama size söyleyemem.
Bazen düşünürüm de geçen günleri.
Bir hoş olur ürperirim
"Ben çok kadın tanıdım ama
Onu fazla sevmiştim" derim.

O güzel kız çocuğu şimdi kadındır
Günleri hem aşksız, hem tasasız
Kocası, evi çocukları vardır.
Biri oğlan, biri kız

Kim olduğunu sormayın... Söyler miyim hiç
Dallar kuruyunca eğilmez
Defterlerim, şiirlerim bilir onu sevdiğimi
Kendisi bile bilmez

Şemsi BELLİ

*BİRAZ DÜŞÜNEBİLMELİ İNSAN...

Hayatın artıları vardır bazen, bazen de eksileri vardır çıkmaz sokaklara girerken. Zorluklar anında zordur düşünmek, düşünebilmek. İkili seçimlere düştüğünüzde hangi şıktan yana oy kullanacağınızı bilememek karamsar sonuçların habercidir çoğu zaman. Sanki bir sınavda gibi hissedersiniz kendinizi. "Ya yanlış şıkkı işaretlersem?" dersiniz. Çelişkiler içinde düşünürsünüz bütün şıkların doğruluk paylarını. Ama bilirsiniz ki tek bir şık doğruya götürür sizi. Ve bir şey daha var. Acaba yanlışlarınız doğrularınızı götürür mü? Sınavlarda olası bir gerçektir bu getir götür meselesi. Ama sınavlarda olmayan bir durum vardır ki; o da doğruların yanlışları azaltmasıdır.

İşte hayatın sunduğu avantajlar dizisinden bir örnek sizlere. Eğer doğru şıkkı işaretlersiniz hatalarınızın üstü kapanır, giderek yok olur. Ne kadar doğru yaparsanız o kadar yanlış silinir günlüğünüzün gizli sayfalarından. Tıpkı kar yağdığında akıp giden çamurları örttüğü gibi yanlışlar perdenin arkasına geçer yavaşça… Karşınıza çıkan bir problem olduğunda karmaşık denklemlere girmeden kısa yollarını bulursunuz. Bir öğrenci edâsıyla deneme yanılma yoluyla sizi ışığa götüren tünelin girişini aralarsınız. Ve problemin çözüm aşamalarını kullanarak umutla baktığınız geleceğe bir adım daha yaklaşırsınız.

Biraz soyutlayacak olursak şayet, düşmek istemediğiniz son durum ise aşk çıkmazıdır. Bazen insan bir anda düşüverir aşkın kollarına. Kışta yağmuru ararken baharda kelebeği buluverir. Ama kelebeğin ömrü bir günlüktür. Ya aşkı? O da mı bir günlüktür? Aşk olan şey kelebeği bulmak mı yoksa onu beklemek mi, özlemek mi? Varın siz karar verin aşkın tanımsız sürgünlüğüne. Ama aşk her ne olursa olsun bir çıkmaz sokak olmamalı hayatımızda. Bence aşk; gittiğinizde yolda karşımıza çıkan kırmızı ışıklar gibidir. Burda dersiniz ki, "Ona takılırsınız ve geçersiniz". Peki neden yanınızda götürmeyesiniz ki?

Çıkmaz denilen o dar sokaklar aslında bir çıkışın başlangıç noktasıdır. Nasıl ki ölüm hayatın sonu ebediyetin başlangıcı ise çıkmaz sanılan o güç durumlar da böyledir. Bir çember düşünün hayalinizde. İçine düştüğünüzde durum nedir? İçinden çıkılmaz bir kısır döngüdür değil mi? Hep aynı noktaya varırsınız. Ne kadar yol alsanız da gittiğiniz yer aslında hep başladığınız noktadır. Peki hiç merkeze ilerlemeyi düşündünüz mü? Sarmal adımlarla çemberden kurtulursunuz aslında. O vardığınız nokta sizin çıkış noktanızdır. Ama bu nasıl olur? Sonuçta merkez bile çemberin içindedir, ben nasıl çıkmış olabilirim ki? Siz çoktan yönetime ulaşmışsınızdır. Merkez sizseniz dilediğiniz gibi yönetebilirsiniz çemberin o çıkmaz noktalarını.

Kısacası hayatta vardır böyle gelenler gidenler işte. Bazen insan derinlemesine düşünebilmeli ve çıkmaz sanılan o sokaklardan rahatça çıkmasını başarabilmelidir. Kolay olan zaten pes etmektir, çekip gitmektir. Zor olan ise imkânsız sanılan düşünceyi olası kılabilmektir. Tarih bu gibi durumlara çoğu zaman şahitlik etmiştir. Fatih, İstanbul’u nasıl fethetti acaba? Kaybetmeyi en son hedef olarak görün.

Çünkü hayat, kaybettiklerinle değil kazandıklarınla ilgilenir.

Beytullah AVCI
Paylaş

23 Mart 2010 Salı

*UNUTULAN RÜYALAR


uyumak... uyumak.. uyumak..
uyumak istiyorum...

beşikte bir bebeği büyüten uyku,
yatakta bir ölü büyütür şimdi...

ey karanlıkların rahmeti,
ey gecenin bereketi uyku...
gel.. kapat inatçı gözlerimi..
götür en güzel rüyaya beni..

uyumak... uyumak.. uyumak..
uyumak istiyorum...

ve unutmak istemiyorum.. uyandığımda
o hülyayı hatırlamak için çabalamak..

güzel bir yaz günü
bir ikindi vakti
tenimi okşayan rüzgarla..
tüm güzel rüyaları unutup yine..
bu kez hatırlamak için çabalamadan
seninle, sesinle uyanmak
istiyorum...

ey gördüğüm en güzel rüya,
ey karanlığımın nuru..

gözlerim senle uykuya değil
rüyalara kapanacak..
yaşadığım uyku değil
sen olacak...
ve tüm rüyalar
unutulacak...

Fatih YAĞCI

*PARÇALANMIŞ ZAMANLAR



unuturum akıp gittiğin
yüzünü unuturum

geceye yaslanırım
yaslanırım ince uzak bir sese
senin sesin o
alır beni bilirim

her şiirle birlikte
senin adın
alır beni bilirim
senin kumral susuşun
senin kırık susuşun

kime varsam geceler
kimi sevsem yine seni
yine seni severim

unuturum akıp gittiğin
artık yeni bir pusuda beklenirim

Adnan AZAR

*KOCA KURT


Dost dediğin
Dostun yüreğinden geçeni bilmeli
Dost dediğin
Dostunu karşılıksız sevmeli
Dost dediğin
Verecekse almadan vermeli
Dost dediğin
Yüreği kan ağlarken, dost için gülmeli
Dost dediğin
Kara toprak gibi sadık kalabilmeli
Dost dediğin
Sığınacak yerin yoksa kucağını açabilmeli
Dost dediğin
Güne sıcak bir güneş olup doğabilmeli
Dost dediğin
Geceye parlayan yıldız olabilmeli
Dost dediğin
Sırtını yasladığın asırlık bir çınar
Dost dediğin
Gerektiğinde bir kalkan olabilmeli
Dost dediğin
Kahpe kurşuna göğsünü siper yapabilmeli
Dost dediğin
Velhasıl dost olduğunu bilmeli
Dost dediğin
İki yüreği bir beden sayabilmeli
Ben herkese dost demem
Benim dostum
Yüreğimin sesini uzaklardan duyabilmeli
Dost o zaman dosttur
Dost dediğin
Bir batında doğan kardeş bile olabilmeli

Salih ÖZALAŞAN

*TAMAMLANAN BOŞLUKLAR

Fotoğraf: Esra AYDEMİR

Dalına konamadığın bir ağaç,
Uçacak bir gökyüzü,
Sarılıp ağlayacak bir arkadaşın, bir dostun,
Seni seviyorum diyeceğin herhangi bir insan,
Beslediğin bir canlı, beklediğin bir yarın,
Kapını açtığında "Merhaba" diyecek kimse,
Yürürken yolda, karşılaşabileceğin bir çocuk,
Eve geldiğinde sıcak bir çorba,
Yattığında yatağına yanında bir eş,
Sarıldığında yastığına hatırası aklına gelen bir anne, baba, akraba,
Geçerken zaman durmaksızın, bir tebessüm edeceğin düş,
Tohumdan büyüttüğün ağacın gölgesi,
Sana dede, nine diyecek bir tane torun,
Oyun oynayabileceğin bir parçan,
Saklanabileceğin, sığınabileceğin, gidebileceğin bir evin,
Adına şarkılar, şiirler yazabileceğin bir sevdiğin,
Yokluğuna sırt çevirip isyan edeceğin bir kavga,
Seni anlamlı kılan bir bakış,
Gözlerini kapayabileceğin bir gece,
Ve yeniden açabileceğin bir sabah,
Yorgunluktan yıkılıp düşeceğin bir işin,
Dinleyebileceğin o güzel şarkı,
Çizebileceğin o güzel manzara,
Yakabileceğin maziye ait fotoğraflar,
Gözlerini yaşartacak duygusal bir film, destansı bir aşk,
Ayaklarını yerden kesecek harika haberler,
Yalnız başına düşünebileceğin bir büyük mahzen,
Otobüse binipte yanına gidebileceğin uzak bir şehir,
Okumaya doyamadığın tozlu raflarda saklı kalan bir roman,
Bitirmeye kıyamadığın temiz bir sayfa,
Bakmaya özlem duyduğun masmavi deniz,
Koklamaya nefesinin yetmediği yemyeşil bir bahçe,
Yazabilecek bir günlüğün, bir günün,
Zamana yenik düşen bedenini taşıyacak bir hayat arkadaşı,
Son nefesini verirken sana bakan yaşlı gözler,
Ve gözlerini kapadığında bekleyecek küçük bir merhamet kalmadığında;
Hayatın hüzünlerini yaşamışsın demektir...

Beytullah AVCI

22 Mart 2010 Pazartesi

*ŞAH BEYİTLER-47


d%25c3%25b6k%25c3%25bclen inci ya%25c5%259flar Pictures, Images and Photos
Dök nakd-i sirişkin ser-i kûyunda nigârın
Tâ müddeiyân sana gedâdır demesinler

Nâbi
Gözyaşı servetini sevgilinin kapısına dök ki rakiplerin sana dilencinin biridir demesinler.
Nakt-nakit-madeni para olarak da düşünülebilir. Şekli ve rengi ile gözyaşına benzer.
Âşığın, aşkının büyüklüğünü ispatlaması gerekmektedir. Bunun en etkili yolu da sevilen için akıtılan gözyaşlarıdır. Bir kişi için gözyaşı akıtmak, o kişiye servet akıtmakla eş değerdir. Âşık cömert olmalı, gözyaşı servetini sevgiliye vermeli; karşılığında ise bir şey beklememelidir.

Hazırlayan: İbrahim Cemal TORUN
Paylaş

*SANA GELİYORUM

Image and video hosting by TinyPic
I.

Benim sabah keyfim
yeni açmış bir gülü
insanların gülücüklerine yerleştirmektir.

II.

Sana karlı bir günde geleyim
saçımın beyazlığı ve paltomun ıslaklığıyla
üşüyen dudaklarımı ısıt, tenimi kurula
uzun bir şarkıda susalım farkında olmadan
sobanın çıtırtılarına dalalım
sana küçük törenlerimizde şarki söyleyeyim
içki içelim güneşle başbaşa
saçlarına dokunan tarağın hışırtısını dinleyeyim
gözlerinin titreşimini yansıtsın aynalar
bir gece şelalesi gibi
damarlarıma akıp yankılan yüreğimde.

III.

Sana yağmurlu bir günde geleyim
parkta ıslanalım birlikte
gürültüler toprağın kokusunda erisin
kentin görüntüsü değişirken bulutlarla
duraksamadan parlayan gözlerin
ve ıslaklığınla sar beni
en koyu kızıllığında dudaklarının
kıralım demir parmaklı pencereleri
önlerine ortanca saksıları yerleştirelim
ağız dolusu sobe diyelim dudaklarımıza.

IV.

Sana güneşli bir günde geleyim
ışıklı yollara halılar serelim
birlikte aşkınlığa yükselelim,
okyanus sularının ortasında altın kumsallarıyla
mücevher gibi parlayan adada,
ben hep iskeleye demir atmış
beyaz bir yelkenlinin düşünü gördüm
tuzlu dudaklarını yakmak için
sana kendi yaptığım güneşleri getireyim.
 
 
A.Kadir BİLGİN
 
 

20 Mart 2010 Cumartesi

*YALANCI BAHAR...

Havada çiçek kokusu var.
Ağaçlar tomurcuk verdi,
yoncalar toprağı aralayıp ürkek ürkek başlarını uzattılar.
Güneş sıcak.
Rüzgâr nazlı.
Serçeler aşk danslarına başladılar.
Oysa ben biliyorum gülüm...
Bu yalancı bahardır, yalancı bahar.
Hiç ummadık anda bir soğuk rüzgâr çıkar.
Kara bulutlar üşüşür.
Daha dün baharın geldiğini sanan kuşların yarım kalmış
şarkılarının yerini duvara vuran kepenklerin sesi alır.
Serçeler kaçışırlar.
Anaç kumru tarumar.
Bir de bakarsınız ki kış geri gelivermiş.
Bir fırtına...
Bir soğuk...
Yağmurla karışık biraz kar.
İşte o zaman ben, çiçek tomurcuklarının daha başlarını
uzatır uzatmaz kavrulup yanmalarına dayanamam.
Yaşam zaten "yalancı bahar"larla doludur.
Kimi zaman bir gülücük, kimi zaman birkaç satır mektup,
kimi zaman bir hayal, kimi zaman bir düğün,
kimi zaman bir iş, kimi zaman bir küçük umut.
Tomurcuklar açar.
 Güneş sıcak, ılık rüzgâr...
Ama yalancı bahardır.
 Ben yalancı baharları bilirim.
Neydi o; saçımı ilk tarayışım.
Komşu kızına yazdığım
ilk sevda mektubu.
İlk diplomam.
İşe ilk girişim.
Neydi o; yazı yazmaya başladığım zaman
dünya düzenini değiştireceğimi sanmam.
Gerçekleştiğini sandığım umutlarım.
Benim payıma düşen yalancı baharlardı gülüm.
Havada çiçek kokusu var.
Şimdi aklım havada, gözlerim ufuklarda bulut kovalar.
Serçelerin şarkılarının yarım kalmasını istemem.
Başını doğaya uzatan tomurcuklar,
ürkek çiçekler yanacak diye bulutlardadır gözüm.
Bir başka yalancı bahardır diye ödüm kopar.
Ben yalancı baharları bilirim gülüm...
Bekir COŞKUN

*POSTACI KAPIYI BİR DEFA ÇALAR

Seversiniz bazen...
Bir kuşu beslemek misali,
karşınızdaki insanı sevginizle beslersiniz.

Farklıdır sevmesi insanların...
Kimi kafese tıkar kuşunu öyle besler,
alır özgürlüğünü elinden, seviyorum sanır.
Öyle sandıkça sıkar karşısındakini, bunaltır.
Ufacık bir fırsat bulsa kaçmak,
kurtulmak ister artık kuş.

Aslında korkularından yapar insan bunu,
karşısındaki insana anlatamaz, anlatmasını bilmez.
Bir başka insana gitmesini istemez.

Her koca devin koca korkuları vardır, kimse bilmez.
Kimi de serbest bırakır kuşunu.
Salıverir gökyüzüne,
döner gelir elbet der, döner gelir seviyorsa.

Alır riski çekinse de birşeylerden.
Bilir ki; koysa kafese bir gün kesin kaçıp gidecek,
bir gün kesin terkedecek.
Serbest bırakır!
Döner gelir o da karnı acıktıkça,
yüreği sevgiye acıktıkça.

Ne kadar çekinse de bilir geri döneceğini adam.
Bilir başka yerlere, başka kişilere gitse de
bir gün, bir şekilde geri döneceğini...

Kuş ta bilir daha iyisinin olmadığını
ama bazen nankörlüğü tutar.
Unutur onun için yapılanları,
uğramaz olur bir zaman...

Başka kapılarda, başka pencerelerde aynını arar.
Ama bilmez başkalarda hiç aynılık bulunmaz.
Pişman olur, geri döner bir zaman sonra.

Öyle yenik, öyle mağlup döner ki hem de...
Artık kafese girmeye bile razı olmuştur.

Şanslıdır...
Eğer geri döndüğünde açık bir pencere
veya aynı evde, aynı kişileri bulabilirse...
Eğer terkettikleri taşınmamış,
Aynı yerde kalabilmişse...

W.Generous BLACKSTONE

19 Mart 2010 Cuma

*HATIRINA DÜŞECEĞİM


Kopkoyu bir sis içinde bir akşam
Hatırına düşeceğim belki
Bir an ıslayacak yağmur yüzünü
Birden o tatlı demleri hatırlayacaksın
Sonra sıcak yatağında
Uzun uzun ağlayacaksın.
Ağlayacak!

Boğazında bir şeyler düğümlenecek
Ah yanımda olsaydı diyeceksin
Tüm yıldızlar gülecek haline
Ay da göz kırpacak
İliklerine işleyecek bensizlik.
Kahrolacaksın...!

Bir sigara tüttüreceksin ihtimal
Ufku seyredeceksin saatlerce
Bir rüzgâr kopçalayacak yüzünü
Sonra hayalim gelecek karşına
Bir şiirimi mırıldanacaksın
Hıçkıracaksın..!

Gönlünden atamadığın gibi
Kafandan da silemeyeceksin beni
Düşlerine gireceğim her gece
İnce bir hüzün bürüyecek yüzünü
Ve çırılçıplak gerçekleri o zaman
Anlayacaksın..!

Sonra bir şeyler yazmak isteyeceksin
Kafan gibi kalemin de işlemeyecek
Unutmak isteyeceksin her şeyi
Ama unutamayacaksın hiç bir şeyi
Kıvranacaksın!

Necip Fazıl KISAKÜREK

*UZUN YILLAR ÖTESİNDEN


Uzun yıllar ötesinden,
Hatırını sorayım mı?
Sana gönül bahçesinden,
Bir demet gül vereyim mi?

Senden haber gelmeyince,
Bir kar yağar ince ince.
Sevgilim, diye her gece
Karanlığı sarayım mı?

Almamış gibi yazımı,
Güldürmesen de yüzümü,
Dile getirip sazımı,
Bir selâm göndereyim mi?

Fuat Edip BAKSI

*ELMA


 
Franklin bir çocuğa bir elma vermiş. Çocuk çok sevinmiş.
Bir elma daha vermiş. Çocuk daha çok sevinmiş.
Bir elma daha verince çocuk sevinçten deliye dönmüs.
Ve bir elma daha verince, çocuk dört elmayı elinde zaptedememiş,
sonuncusunu düşürmüs yere... Bu sefer ağlamaya başlamıs çocuk.
Hayat böyledir işte... Hayal etmediğimiz bir saadete eriştikten sonra,
onun bir lokmasını dahi kaybetmek bizi perişan eder.
"Keyifler değildir yaşamı değerli yapan.
Yaşamdır, keyif almayı değerli kılan."
Bernard Shaw

18 Mart 2010 Perşembe

*SİVAS'TA YOKSUL ÇOCUKLAR


Sivas'ta Ulu Camii avlusunda çocuklar
Yalvaran gözlerle etrafa baka baka
Açıyorlar küçük esmer avuçlarını:
-Emmilerim sadaka! Emmilerim sadaka!

Hükümet konağının yanında biri
Bir kemik kalmış bir deri...
'Boya cila yimbeş,boya cila yimbeş' diye ağlıyor
Ve daha fırça bile tutamıyor elleri.

Garipler Pazarı'nda körpe çocuklar
Yorgunluktan güzelim yüzleri al al...
Öldüren bir çığlık dudaklarında:
-Boş hamal!boş hamal!boş hamal!

Nane satan su satan yetim çocuklar
Şarkı söyleyemediler güneşe aya...
Biliyorum ne masal dinlemeye doydular
Ne oyun oynamaya...

Bezirci'de,Yüceyurt'ta Altıntabak'ta...
Çocuklar var incecik yüzleri nurdan
Ama toz toprak içinde elleri ayakları
Oyuncakları çamurdan...

Ve günahkar çocuklar,suçlu çocuklar
Mahkeme salonunda bakarım dizi dizi
Bu suç bizim suçumuz,bu günah bizim
Affedin bizi.

Gökteki yıldızlar kadar sayısız
Ah yurdumun kimsesiz ve yoksul çocukları
Anladım farkınız yok koparılmış başaktan!
Alın bu gözleri benden,alın bu yüreği artık
Utanıyorum yaşamaktan.

Yavuz Bülent BAKİLER

*RİSKLERİ GÖZE ALMAK


Gülmek; "SAF" denme riskini göze almaktır.
Ağlamak ise; "DUYGUSAL" görünme riskini...
Birine yakınlaşmak; "KENDİNİ KAPTIRMA" riskini,
Duygularını açmak; "KENDİNİ ORTAYA KOYMA" riskini,
Hayalleri ve düşünceleri sergilemek ise;
"ONLARI BAŞKASINA KAPTIRMA" riskini göze almaktır.

Sevmek; "KARŞILIK GÖREMEME" riskini...
Yaşamak ise...; "ÖLME" riskini göze almaktır.
Umutlanmak; "HAYAL KIRIKLIĞINA UĞRAMA" riskini
Çabalamak ise; "BAŞARISIZ OLMA" riskini göze almaktır...

Ama riskler yaşanmalıdır,
çünkü; hayatımızın en büyük riski hiç risk almamaktır.
Hiç risk almayan kişi, belki acı ve üzüntülerden konunabilir
ama büyüyemez, sevemez, değişemez, hissedemez, öğrenemez.
Garanti arayışlarıyla zincirlenmiş bir köle olarak yaşarken,
bedelini; özgürlüğünü kaybederek öder.
Sadece; riski göze alabilen kişi hürdür.

Leo F.Buscaglia

Teşekkürler, Nazan Meltem AKTAŞ

*ÇANAKKALE



“Söyle arkadaşım “dedi Anadolulu Mehmet
Yanıbaşında ki Anzak erine
“Nerelerden kopup gelmişin
Neden çökmüş bu mahsunluk üzerine”
“DÜNYANIN ÖBÜR UCUNDAN” dedi gencecik Anzak
“Öyle yazmışlar mezar taşıma
Doğduğum yerler öylesine uzak
Örtündüğüm topraksa gurbet bana”

“Dert edinme arkadaşım” dedi Mehmet
“Değil mi ki yurdumuzun koynundasın ilelebet
Sende artık bizdensin
Sende bencileyin bir Mehmet”

Çanakkale toprağının
Üstü cennet altı mezar
Kavga bitmiş mezarlarda
Kaynaş olmuş yiten canlar
“Ya sen” dedi Mehmet
Oyun çağındaki İngiliz erine
“Yaşın ne senin kardeş
böylesine erken buralarda işin ne”

“Yaşım sonsuza dek on beş”
dedi ufak tefek İngiliz eri
“Köyümde askercilik oynar
coştururdum trompetle bizimkileri

Derken kendimi cephede buldum
Oyun muydu gerçek miydi anlamadan
Bir sahici kurşunla vuruldum
Sustu boynumdaki trompet

Son verildi böylece oyundan bozma işime
Gelibolu’da bana bir yer kazıldı
Mezar taşıma ON BEŞİNDE TRAMPETÇİ yazıldı
Öyküm de künyem de bundan ibaret

Yağmur yağıyordu usul usul toprağa
Gözyaşları düşerek üstüne sanki
Damla damla ağlıyordu uzaktan uzağa
Sahibini yitiren bir trompet
“Ya sizler” dedi Mehmet
Dünyanın dört kıtasından
Mezar dolusu erlere
“Hangi rüzgar savurdu sizleri
bu bilmediğiz yerlere”

Kimi İngiliz’di kimi İskoç
Kimi Fransız dı kimi Senegalli
Kimi Hintli kimi Nepall
Kimi Avustralya’ dan Yeni Zellanda ’dan Anzak
Gemiler dolusu asker
Her biri niye geldiğinden habersiz
Gelibolu’nun oya gibi koylarından sızarak
Tırmanmışlardı dağa bayıra
Siper siper yara gibi yarılan toprak
Mezar olmuştu savaş ardından onlara

Kiminin BURADA YATTIĞI SANILIR
Kiminin ADI BİLİNSE DE MEZARI BİLİNMEZ
Kiminin de mezar taşında
On altı,on yedi on sekiz yaşında
EBEDİ İSTİRAHATE ÇEKİLDİĞİ yazılı
Çanakkale topraklarında
Her birinin erken biten yaşam öyküsü
Eski yazıtlar gibi taşlara böyle taşlara böyle kazılı
“anlamaz mıyım”dedi “halinizden kardeşler”
adına yazılı taşı bile olmayan asker
Anadolulu Mehmet

“Bende yüzyıllarca yaban ellerde
Neyin uğruna bilmeden can vermişim
Kendi yurdum uğruna can vermenin tadına
İlk kez Çanakkale’ de ermişim

Uğrunda can verdikçe vatanlaştı ancak
Ekip biçtiğim padişah mülkü toprak
Değil mi ki sizler alamazsanız bile
Bu topraklar almış sizleri basmış bağrına
Sizlere de vatan sayılır artık Çanakkale “

Çanakkale toprağının
Üstü cennet altı mezar
Kavga bitmiş mezarlarda
Kaynaş olmuş yiten canlar

Bir garip savaştı Çanakkale Savaşı
Kızıştıkça kızgınlığı dindiren
Ara verdikçe ateşe düşmanı kardeşe
Döndüren bir savaş
Kıyasıya bir savaştı
Ama saygı üreten bir savaş
Yaklaştıkça birbirine
Karşılıklı siperler
Gönüllerde yakınlaştı
Düştükçe vuruşanlar toprağa
Dostlar gibi kaynaştı

Savaş bitti
Ölenler kaldı sağlar gitti
Köylü köyüne döndü evli evine

Kır çiçekleri geldiler akın akın
Çekilen askerlerin yerine
Yaban gülleri dağ laleleri papatyalar
Kilim kilim yayıldılar toprağa
Siper siper
Toprağın savaş yaralarını örttüler
Koyunlar koruganları yuva yaptı kendine
Kuşlar döndü gökyüzüne kurşunların yerine
Çiçeğiyle yemişiyle yeşiliyle
Silah yerine sapan tutan elleriyle
Geri aldı savaş alanlarını doğa
Can geldi toprağa silindikçe kan izleri

Yeryüzünde cennet oldu öylece
O cehennem savaş yeri

Şimdi Çanakkale Gelibolu
Bahçe bahçe
Ülke ülke
Mezar dolu

Üstü cennet altı mezar
Çanakkale toprağının
Kavga bitirmiş mezarlarda
Kaynaş olmuş yiten canlar
“Huzur içinde uyusun”
Vuruştukları topraklarda
Kavgadan kinden uzakta
Yanyana dostça yatanlar

Bülent ECEVİT