30 Haziran 2012 Cumartesi

*OĞLUM CENK BARIŞ'A

Bugün doğum günün olduğu için farklı ve özel olduğunu mu sanıyorsun sen? Oysa sen bizim için sadece bugün değil her gün farklı ve özelsin.. Dostluğunun, arkadaşlığının ve varlığının verdiği keyfi sana anlatmam çok zor. Kalbimiz hep seninle. İyi ki varsın.. Birlikte daha nice yaşlara...

 

*DEĞİRMENDEN GELDİM BEYGİRİM YÜKLÜ



Değirmenden geldim beygirim yüklü
Şu kızı görenin del'olur aklı
On beş yaşında da kırk beş bölüklü
Bir kız bana emmi dedi n'eyleyim

Birem birem toplıyayım odunu
Bilem dedim bilemedim adını
Albistan yanaklı Kürtler kadını
Bir kız bana emmi dedi n'eyleyim

Bizim ilde urum olur uc olur
Sızılaşır bozkurtları ac olur
Bir yiğide emmi demek güc olur
Bir kız bana emmi dedi n'eyleyim

Karac'oğlan derki n'olup n'olayım
Akan sularınan ben de geleyim
Sakal seni makkabınan yolayım
Bir kız bana emmi dedi n'eyleyim


 
KARAC'OĞLAN


 

29 Haziran 2012 Cuma

*OYUNCAKÇI AMCA



Oyuncakçı amca,
Ne çok oyuncakların var;
Top, tank, tüfek, tabanca...
Gövdem titriyor,
Onlara bakınca!

N'olursun oyuncakçı amca,
Bundan böyle bizlere,
Oyuncak tüfekler yerine,
Ak yelkenli bir gemi,
Bir de süslü bebekler getir,
Unutma emi?

Sonra oyuncakçı amca,
Senden aldığım tüfekleri,
Bozarak onlardan kuş yaptım,
Bana kızmazsın değil mi?


Abdülkadir BULUT


27 Haziran 2012 Çarşamba

*DELİ KUŞ



Deli kuş bilir misin nedir
türküler kadar sevdalanmak
duyabilmek yüreğinde
bir depremin uğultusunu

Suya düşen bir karanfilse yüreğin
bırak kendini ırmağın türküsüne gülüm
vursun seni o taştan bu taşa
o çağlayandan bu çağlayana sürüklesin

Kavgadan uzak kalmışsan
sevdadan da uzaksın demektir
devinmez yüreğinin mağması
çatlamaz sabrın kara taşı unutma


Ahmet TELLİ

*GÜL GAZELİ

Bir baharlık ömrü için sunulursa yâre gül
Ömrü biter, yâr incinir, başlar intizâre gül.

Adını gül koymuşlar, gülzârda yetişti diye,
Haberi yok, nereden gelmiştir gülzâre gül.

Sabırsız gonca gonca bekler hergün seheri,
Her açışı bir bahar, isim olur bahâre gül.

Ne incitme, ne incinmeyi arzu etmez asla,
Dikenli takdîr edilmiş, ne yapsın bîçare gül.

Diken gülün, gül dikenin yıllar yılı parçası,
Sevenleri incitse de düşman olmaz hâre gül.

Aslı gül iken o âteşin, yakar mı İbrahim’i?!
Alev alev açacaktır, dönüşür mü nâre gül.

Yürekler görünce gülün ötesindeki rengi,
Anlar ki letâife vazgeçilmez usâre gül.

Bin taş değse âh etmezde aşığın bedenine,
Sevgiliden atılınca açar bin bir yâre gül.

Bir şeref ki aynı kokmak Sevgili’nin teriyle,
Öğrendiği günden beri sevinçten âvâre gül.

Medine’yi görememiş, hasretinden yanmıştır,
Yollarına düşemez, o yüzden târumâre gül.

Yaprağını aşk kızartmış, inceltmiş bedenini,
Bilemez güzelliğini, aldırmaz îtibâre gül.

Yalnızca o bahçede açmak... ne gülzâr ne bülbül,
Bu pek amansız derdine bulamaz bir çâre gül.

Pâyesi şehadet mi, hasretle yanıp solanın?!
Her bahar sonu kefensiz giriyor mezâre gül.

Ey adı solmaz, aşkı solmaz ve rengi solmaz ey!
Gidişin ki ölümleri getirir nazâre gül.....


Şemsi Nur Gök


 

*MUTLU YILLAR

Bu gün dünyayı istediğin bir renge boya
Rengârenk batan günü al karşına
Bir renk de kendinden kat
Çocuklar gibi saf, temiz ve berrak
Kapat gözlerini bir hikâye yarat
Vazgeçme hissedilir biraz da sıcaklığını kat
Kalbindeki elleri bırakma sıkıca tut
Çünkü varlıktır sevgiye en güzel kanıt
Yalnızlığın saltanatını sür, sür ama
Birikmiş sevginden, herkese bir parça ver
Bir tebrik, bir arama bin umuttur insana
Mutlu yıllar, mutlu yıllar sana …


Can YÜCEL

26 Haziran 2012 Salı

*BULDUM

Bir an kayboldun gibi. Yaşadım kıyameti
Yoruldun ama buldun ey kalbim emaneti

Yeniden su yürüdü dalıma yaprağıma
Bir bakışın can verdi kurumuş toprağıma

Çiçeğe durdu kalbim içtim parmaklarından
Göz çeşmem suya erdi sevda kaynaklarından

Bir aydınlık denizin sonsuz derinliğinde
Yüzüyorum gözünün yeşil serinliğinde

Bir ışık bir kelebek biraz çiçek biraz kuş
Yeni bir ülke yüzün ellerimde kaybolmuş

Soluğum bir kuş gibi uçuyor ellerine
Kapılıp gidiyorum saçının sellerine

Gözlerinden göğüme sayısız yıldız akar
Bir gülüşün içimde binlerce lamba yakar

Bir kurtuluştur o an çağrılsa senin adın
Sesin ne kadar sıcak sesin ne kadar yakın

Tabiat bir bembeyaz gelinlik giymiş gibi
Yüzüme kar yağıyor sanki elinmiş gibi

Sensiz geçen zamanı belli yaşamamışım
Sensizlik bir kuyuymuş onu aşamamışım

Bir yol buldum öteye geçerek gözlerinden
İşte yeni bir dünya peygamber sözlerinden

Ölüm bize ne uzak bize ne yakın ölüm
Ölümsüzlüğü tattık bize ne yapsın ölüm


Erdem BEYAZIT

25 Haziran 2012 Pazartesi

*YAŞAMAK ZAMANI

Yemek de boş, içmek de,
Hatta yeri gelmeden sevişmek de.

Tam zamanında öpmelisin mesela güzel gözlünü,
Tam zamanında söylemelisin sevdiğini
Gözlerinin içine baka baka.
Bisikletinin gidonunu
Tam zamanında çevirmelisin
Düşmemek için.
Tam zamanında frene basmalı,
Tam zamanında yola koyulmalısın.

Tam zamanında okşamalısın başını
O üzüm gözlü çocuğun
Hıçkırıklar tam dizilmişken boğazına,
Tam ağlamak üzereyken.
Tam zamanında koymalısın elini omzuna

En sevdiğin dostunun babası öldüğünde.
Tam zamanında tutmalısın düşerken
Üç yaşındaki sehpaya tutunan çocuk.
Tam zamanında acımalı yüreğin
Afyon’da Hasan Ağabey’ in evi yıkılınca başına
Evsiz kalınca çoluk çocuk
Ki uzatasın elini bir parça.

Tam zamanında açmalısın kapını
Hayatına girmek isteyenlere.
Tam zamanında çıkarmalısın
Sevginden şımarmaya başlayanları.

Tam zamanında affetmelisin kardeşini
Biliyorsan yüreğinde kötülük olmadığını
Seni gecenin üçünde arayıp da
Kafasının iyi olduğunu söylediğinde.

Tam zamanında öğretmelisin oğluna
Gerekiyorsa yumruk atmayı
Tam burnunun üstüne
Tiksinmeden pisliğinden,
Yukarı mahallenin sümüklü bebesi
Misketlerini zorla almaya çalışırsa.

Tam zamanında bağırmalısın
Acıyınca bir yerin.
Tam zamanında gülmelisin
Kemal Sunal küfür edince filmin bir yerinde.

Tam zamanında yatmalısın
Yola çıkacaksan ertesi gün
Ve arabayı kullanan sensen
Sana emanetse çoluk çocuk

Ve kendin.
Tam zamanında bırakmalısın içmeyi
Son kadeh bozacaksa seni
Ve üzeceksen birilerini
Ertesi gün hatırlamayacaksan.
Tam zamanında ayrılmalısın misafirliklerden.


Tam zamanında konuşmalı
Tam zamanında şarkı söylemeli
Tam zamanında susmalısın.
Tam zamanında terk etmelisin gerekiyorsa
Annenin babanın evini,

Tam zamanında başka bir şehre gidip
Ayaklarının üzerinde durmaya çalışmalısın.
Tam zamanında dönmelisin memleketine.
Tam zamanında için titremeli,
Tam zamanında aşık olmalı
Deli gibi sevmelisin güzel gözlünü.

Tam zamanında toplamalısın oltanı
Belki de seni şampiyon yapacak
En büyük balığı kaçırmadan.
Tam zamanında yaşlandığını hissetmeli
Tam zamanında ölmelisin

Iskalamak istemiyorsan hayatı.
Haydi şimdi kalk bakalım
Silkin şöyle bir
At üzerinden hayatın yorgunluğunu,
Vakit zannettiğinden daha az
Haydi kalk bakalım,
Şimdi YAŞAMAK ZAMANI…..


Can YÜCEL

*ÖZLEMİŞİM SENİ


Özlemişim seni!
Bugün bir kez daha anladım. Kimse yerini dolduramamış. Hoş senden sonra kimseyi de almadım ya kalbime. Söz vermiştim çünkü, ben yaşadığım sürece bu kalp sadece senin için atacaktı. Öyle de oldu.
En çokta omzunu özlemişim. Hem beni, hem dertlerimi taşıyan omzunu. Belki onun içindir seni omuzum bilmem; omuzum diye sevmem.
Dün yine aklıma düştün; yazdıklarını okudum defalarca. Her satırını ezberledim; özeldi, güzeldi. En önemlisi de benimdi. Senden bana kalan; sadece benim olan.

Özlemişim seni!
Bir boşluktayım sanki sen gittin gideli.
Kimse anlamadı bizi. Hatta biz bile anlamadık birbirimizi. Anlatamadık beklide , kim bilir.
Bizimkisi sevdadan öte bir şey! Tarifsiz. Bir ihtiyaç gibi. Nasıl yaşamak için havaya muhtaçsan, ekmek-suya muhtaçsan; onun gibi.

Özlemişim seni;
Suskunluklarımızda bile, birbirimizi anlamamızı. Sebepsiz ettiğimiz kavgaları. Şimdi daha iyi anlıyorum seni. Ayrıldığımızdan beri.
Artık dünya daha anlamsız benim için. Her şey boş. Tıpkı ben gibi, hayatım gibi!
Zaman her derde ilaç derler ya; değilmiş. Zaman dindirmedi; ne acılarımı, ne de hasreti.
Şimdi daha iyi anlıyorum.
Özlemişim seni…………




24 Haziran 2012 Pazar

*SENLİ SENSİZLİKLER



Çiçekler defileye çıkmış dallarda,
Uçuşuyor havada her güzel koku.
Arılar ham maddesini topluyor balın,
Oturmuş gül dalına beste yapıyor bülbül...

Yaşam ırmağına karışıyor gizil sevincim.
Akıyor suları, büyüyor denizimin mavi gözleri,
Duruluyor içimdeki okyanus,öfkesi dingin,
Sevgi adasına kuruluyor kulübesi
Gönül kentimin...

Uzanmış ılık güneşinde nisan,mayıs kolkola,
Bir ebruli salıncakta sereserpe düşlerm.
Pembe yanağında ,gelincik kırmızı var günlerin,
Yuvasında civciv sevinci her göçmen kuşun...

Umudun kıyısında düşlerim,
Serpilmiş kumsalına gönlümün,
Mutluluk gemisi bekliyor beni rıhtımda,
Sahilde bitmeyen senfonisi dalgacıkların,
Sonsuz öpücüğü konduruyor yanağına kumsalın,
Turunçlar çiçek çiçek kokarken
Doğanın harmanında...

Süzülmüş bir gülüş dağıtıyor dolu testiden esinler,
Alıp götürüyor beni aşk burcuna,
Bir imgesel yıldıza,
Yanağında güller açan bir sevginin kucağına,
Yazılacak şiirlere sözcük oluyor zaman,
Doğuruyor beni yenıden hicazkar yalnızlığım...

Tuz yerine sevinç basıyorum açılmış her yaraya,
İlkbaharın gelişini bölüşüyorum yokluğunla,
Bana ılık bir çiçek kokusu düşüyor gönül payıma,
Bir de sevgi kırmızısı yanağından ,gonca gül,
Sonra bir gönül mavisi iniyor savrularak dünyama,
Deniz de esriyor mutluluk saçan gözlerimde...

Uçup gidiyor canımın ortasına konan
Hüzün adlı akbaba,
Topluyorum yeni sevincin altın başaklarını
Bozkırdan.
Başıma umut kuşları konuyor her savruluşunda
Saçlarının,
İçimden yepyeni ırmakları geçiyor senli mevsimin...

Asıyorum gönül duvarıma senli an(ı)ları bir daha,
Herbiri, mavi görünüşlü çıplak gülüşler,
Köküne kibrit suyu gam ve kederin,
Düşlerime dolanıyor varlığın kırık aynamda.
Dili çözülüyor yeniden eprik tinimdeki
Esrik umudun,
Akmaya başlıyor canevimden aşkın pınarı,
Açılıyor tül yorganı senli sensizliklerin...


Durmuş Ali ÖZKALE-ADANA

23 Haziran 2012 Cumartesi

*ELSA'NIN GÖZLERİ

Öyle derin ki gözlerin içmeye eğildim de
Bütün güneşleri pırıl pırıl orada gördüm
orada bütün ümitsizlikleri bekleyen ölüm
Öyle derin ki her şeyi unuttum içlerinde

Uçsuz bir denizdir bulanır kuş gölgelerinde
Sonra birden güneş çıkar o bulanıklık geçer
Yaz meleklerin eteklerinden bulutlar biçer
Göklerin en mavisi buğdaylar üzerinde

Karanlık bulutları boşuna dağıtır rüzgar
Göklerden aydındır gözlerin bir yaş belirince
Camın kırılan yerindeki maviliğini de
Yağmur sonu semalarını da kıskandırırlar

Ben bu radyumu bir pekbilent taşından çıkarttım
Benim de yandı parmaklarım memnu ateşinde
Bulup yeniden kaybettiğim cennet ülke
Gözlerin Perumdur benim Golkondum, Hindistan'ım

Kainat paramparça oldu bir akşam üzeri
Her kurtulan ateş yaktı üstünde bir kayanın
Gördüm denizin üzerinde parlarken Elsa'nın
Gözleri Elsa'nın gözleri Elsa'nın gözleri.


ARAGON


 

*HATIRA

Geçsin günler, haftalar,
Aylar, mevsimler, yıllar...
Zaman sanki bir rüzgâr
Ve bir su gibi aksın...
Sen gözlerimde bir renk
Kulaklarımda bir ses
Ve içimde bir nefes
Olarak kalacaksın...


Enis Behiç KORYÜREK

22 Haziran 2012 Cuma

*GÖÇMEN

Sevdiklerimin başında bir bilmediğim
Görmediğim özlemediğim özlediklerimin başında

Yurdum olmadan sıladayım
Kimsem ölmeden yasta
Yollarda gözlediğim ne
Mektuplarda beklediğim ne

Nereden sürmüşler beni buralar nere
buralar nere, buralar nere

Bir bildiğim olmalı, bilmez olmuşum
Bir derdim olmalı, gülmez olmuşum
Buralara konmuş göçmen olmuşum
Bir derdim olmalı, gülmez olmuşum


Bülent ECEVİT

21 Haziran 2012 Perşembe

*SİTARE



“Çeşmek Be-zen Sitare
Ezmen Mekon Kanare”

Nerden çıktın karşıma böyle Sitare
Efsaneler dökülüyor gülüşlerinde
Kirpiklerin yüreğime batıyor
Telaşlı bir kalabalığın ortasında
Ayaküstü konuşuyoruz
Nedimin nigehban nergisleri gibi
Üstümüzde bütün nazarlar
Çok utanıyorum Sitare
Dün oturup hesap ettim
Sen doğduğun zaman
Ben bir askeri mektepte talebeymişim
Sen bilmezsin Sitare
Burada gündüzler çekip durduğumuz bir mercan tespih
Geceler içinde uyuduğumuz birer siyah buluttu
Her akşam dokuzda yat borusu çalardı
Yat borusu baştan aşağı hüzün çalardı
Bir derin uykuya atardım kendimi
Siyah benli bir kız düşlerime kaçardı
Bende onu alır anamın düşlerine kaçardım

Bu azgın kalabalıkta seni tam duyamıyorum
Gözlerin mi daha sıcak gülüyor
Yoksa dudakların mı anlayamıyorum

Seninle konuşurken Sitare
Aklıma yıldızlar dökülüyor
Bir çaresiz Zühre oluyorsun Babil caddelerinde
Ateş gözlü kahinler koşuyorlar arkandan
Binlerce meşalenin ışığı kımıldıyor saçlarında
Gökyüzü salkım salkım
Zigguratlar tıklım tıklım
Dönüp dolaşıp dudaklarına takılıyor aklım
Ah benim bu akıldan sıyrılmış aklım
Kimi gün boşlukta konacak yer bulamayan
Kimi gün inatçı yosunlar gibi kepez diplerine yapışan aklım
Gözlerine baktığım zaman Sitare
Bütün çöllere ay doğuyor
Yoldaş ediyorum kendime İmrül Kays’ı Antere’yi A’şa’yı
En kuytu vahaları dolaşıyorum
Hangi vahaya gitsem çadırlar sökülmüş Sitare
Çadırla su arasında bir cılga var
O cılgada narin ayak izlerin var
Durgun suya düşüp kalmış gözlerin var

Bu azgın kalabalıkta seni tam duyamıyorum
Gözlerin mi daha sıcak gülüyor
Yoksa dudakların mı anlayamıyorum

Bazan sapsarı bir benizle geliyorsun
Yorgun çizgileri alnında uykusuzluğun
Biliyorum içinde bir sızı var
Bıçak ağzı gibi bir sızı var
Bu sızıdır işte seni verimsiz kılan
Züheyr’in Suad’ı gibi keremsiz kılan
Kuzeyden güneye
Güneyden kuzeye
Heyy! Gidip geliyorum bu çöllerde
Kureyş’in heybetli ve inatçı develeri
Hiç aldırmadan benim esmer sevdama
Geviş getiriyorlar ufka bakarak
Ben kaçıp Yesrib’e sığınıyorum
Yesrib bahane, bir kitaba sığınıyorum
Dağda, ovada, badiyede okuduğum hep elif
Elif diyorum Sitare, sineme elif çekiyorum
“Ah minel aşk-ı ve halatihi..”
Çok eski bir gerçektir bu biliyorum

Bu azgın kalabalıkta seni tam duyamıyorum
Gözlerin mi daha sıcak gülüyor
Yoksa dudakların mı anlayamıyorum

Sinsi bir yağmur altında beraber yürüyoruz
Ve ikimizde ıslanıyoruz
Ben ne yağmurlar gördüm Sitare
Ben kaç kez iliklerime kadar ıslandım
Bilmiyorum sen kaç yaşındaydın
Ben göğü hep bir kurşun gibi ağır
O şehirde sırılsıklam gezerdim
Bölük bölük insanlar boşanırdı tapınaklardan
Tapınaklar insanları safra gibi atardı
Sonra hepsi bir yere toplanıp bana bakarlardı
Bir gün bu şehrin kirli yağmurları alıp götürdü beni
Gidip bir Uygur çadırında göğü dinledim
Kara bulutlar kükrerken bir Kaşkar sabahında
Oturup Aprunçur Tigin ile seni konuştuk
Bakışlarımı sunuyorum, tereddütsüz alıyorsun
Gizli bir tebessümle çağırıyorum, geliyorsun
Kaşı karam, gözü karam, saçı karam
Umay gibi yumuşak huylum
Nerden çıktın karşıma böyle
Sesin ılık bir bahar güneşi gibi ığıl ığıl akıyor içime
Asya’nın bozkırlarında ordular düşüyor peşime
Yığılıp kalmışım bu Anadolu toprağına Sitare
Adam akıllı yorulmuşum
Ellerin böyle olmamalıydı
Ellerine acıyorum
Ve kim bilir kaç zamandan beridir kalbimi öğütlüyorum
Durup durup ıssız yerlerde
“güçlü ol ey kalbim, güçlü ol
Daha çok işimiz var” diyorum

Bu azgın kalabalıkta seni tam duyamıyorum
Gözlerin mi daha sıcak gülüyor
Yoksa dudakların mı anlayamıyorum


Dilaver CEBECİ

17 Haziran 2012 Pazar

*BEN BÖYLEYİM



Ben başka bir insanım tanıdıkça seveceksin beni
Yola çıktım çıkalı her kapıyı çalmadım
Ne zaman titrek bir ışık görsem uzaktan

Yaklaştıkça parıldayan tam tutacakken elimden kayıp giden
Sulardaki halkalar gibi taşta kalan bir iz
Duvardaki yazılar gibi yalnızlık senden birer iz
İstemezdim böyle olsun madem gidecektin
Hep ben dedin sen dedin olamadık hiç bir zaman biz

Ben işte böyleyim
Geceler boyu saate bakmaksızın
Yaşarım içimdeki yalnızlığı
Kalemim düşer üşenmez eğilir alırım
Yoksa dağılır duygularım yazmaksızın

Mecit IŞIK

*SİZİN HİÇ BABANIZ ÖLDÜ MÜ?


 
Sizin hiç babanız öldü mü?
Benim bir kere öldü kör oldum
Yıkadılar aldılar götürdüler
Babamdan ummazdım bunu kör oldum
Siz hiç hamama gittiniz mi?
Ben gittim lambanın biri söndü
Gözümün biri söndü kör oldum
Tepede bir gökyüzü vardı yuvarlak
Şöylelemesine maviydi kör oldum

Taşlara gelince hamam taşlarına
Taşlar pırıl pırıldı ayna gibiydi
Taşlarda yüzümün yarısını gördüm
Bir şey gibiydi bir şey gibi kötü
Yüzümden ummazdım bunu kör oldum
Siz hiç sabunluyken ağladınız mı?

Cemal SÜREYYA


www.celaliboylu1.blogspot.com

15 Haziran 2012 Cuma

*BUGÜN CUMA



Bugün cuma;
Büyükannemi hatırlıyorum,
Dolayısıyla çocukluğumu,
Uzun olaydı o günler!
Yere düşen ekmek parçasını
Öpüp başıma götürdüğüm günler!O zaman inandığım gibi,
Sahiden bir öbür dünya varsa eğer,
Orada da cumaysa bugün,
Başında bulutlardan beyaz örtüsü,
Büyükannem namaz kılmaktadır,
Namahrem eli değmez seccadesinde;
Mekkei Mükerremeden getirilmiş.Dilerim duasında unutmasın beni;
Günahkar olduğumu hatırlayarak.


Cahit Sıtkı TARANCI

14 Haziran 2012 Perşembe

*ANLATTI ERENLER

Anlattı erenler: Bir bahar değil,
Aşıkın ömründe bin bahar varmış.
Hicranla ağaran bu saçlar değil,
Sevgisiz kalan kalb ihtiyarlarmış...

Sorardım sırrını hiç düşünmeden:
'Bu fani gönlümün sevinci neden?'
Beni günden güne meğer genç eden
Daima değişen maceralarmış!

Gönlümde kovalar eskiden beri
Sarışın kumralı, kumral esmeri.
Dolmadan boşalmaz birinin yeri.
Gönlümde, anladım,her dem baharmış.

Faruk Nafiz ÇAMLIBEL

 

13 Haziran 2012 Çarşamba

*KİLİTLERİ KIRILMIŞ KAPILAR



Üşüyorum,
Çevir sıcak bakışlarını üstüme
Erisin boşluktaki beyazlık


Bu yalnızlık üşütüyor içimi,
Oynuyor yerinden köşe taşlarım,
Öyle bir gariplik sardı ki yüreğimi,
Dokunsalar boşanacak gözyaşlarım


Hiçbir düşünüşe dur diyemiyorum,
Ben benim olmaktan çoktan çıkmışım,
Kapalı bir kapı sanıyordum kendimi,
Meğer ardına kadar açıkmışım


İçimde iki başlı bir adam var,
Biri beni, biri seni düşünüyor,
Üstelik ben de seni, ben de seni anıyorum,
Üç dünya birbiri peşinde dönüyor


Üşüyorum,
Hasret ağır bastı üstüme,
Oynuyor yerinden köşe taşlarım,
Öyle bir gariplik sardı ki yüreğimi,
Dokunsalar boşanacak gözyaşlarım


Abbas SAYAR
 
 

12 Haziran 2012 Salı

*HEP KAHIR



Dur! bırak kaynasın kahvenin suyu,
Bana İstanbul'u anlat nasıldı?
Bana boğazı anlat nasıldı?
Haziran titreyişlerle kaçak yağmurlar ardı
Yıkanmış, kurunurmuydu yine o yedi tepe
Ana şefkati gibi sıcak bir güneşle

İnsanlar gülüyordu de
Trende, vapurda, otobüste,
Yalanda olsa hoşuma gidiyor, söyle.
Hep kahır, hep kahır, hep kahır
Bıktım be...

Dur! bırak, kalsın, açma televizyonu
Bana istanbulu anlat nasıldı?
Şehirlerin şehrini anlat nasıldı?
Beyoğlu sırtlarından yasak gözlerimle bakıp
Köprüler, sarayburnu, minareler ve halice öv
Diyiverdin mi bir merhaba, gizlice

İnsanlar gülüyordu de
Trende, vapurda, otobüste
Yalanda olsa hoşuma gidiyor, söyle.
Hep kahır, hep kahır, hep kahır
Bıktım be...

Dur! bırak, kımıldama, kal biraz öylece n'olur
Kokun istanbul gibidir, gözlerin istanbul gecesi
Şimdi gel sarıl, sarıl bana kınalım
Gökkubbenin altında ordada beraber
Çok şükür diyerek yeniden başlamanın hayali
Hasretinin çölünde sanki bir pınar gibi

İnsanlar gülüyordu de
Trende, vapurda, otobüste
Yalanda olsa hoşuma gidiyor, söyle.
Hep kahır, hep kahır, hep kahır
Bıktım be...


Cem KARACA

*İSTERSEN



Gece kederli bir insan gibi
Gelip dokununca omuz başlarına
Çocukça bakışlarına
Büyük adamlar yerleştirmeyi unutma
Avuçlarını sıcak tutacak bir gül bulunsun yanında
Unutma
Hüzündür bu dile kolay
Aşkın arka bahçesinde hızla yetişen
Hırçın çocuk oydu
Başka çocuk sanma
Acılardan da yarar um
Kırlarda yalnız yaşayan ağaçlara tutunarak büyü
Beni unutabilirsin
Ama bunları unutma


Yasin EROL

 

*LAVINIA İÇİN SONNET




sana da yas yaraştığı söylenir, öyle değil!...
birden bir dal kırılır, hani düşer ya suya,
sen o akarsusun...akma!...kendine eğil,
orda gördüğün dalı, ey solgun lavinia,
sanki tanır gibisin...belki eski yerinden
göçmüş bir yaz sözünde unutulan zakkumu
usulca büyüttündü, akarak ta derinden;

anımsa, öpüşlerdeki taşı, çakılı, kumu...

nerde bir yaz olduysa o dalı taşır şimdi;
ah! al götür, al götür...bırakma bir kuytuda;
sen onu bıraktıkça ona yaraşırım şimdi
yas...ansızın köpüklerle sevişen bir duyguda...

kırık...o yaz aynalarda durulsun diye güyâ
sana yas değil elbet, yaz yaraşır lavinia...



Hilmi YAVUZ

11 Haziran 2012 Pazartesi

*ERTELENMİŞ SÖZCÜKLER



Ertelenmiş sözler var dilimde
Buruşmuş bir kâğıdın içinde duygularım.
Gecikilmiş bir aşk yazılı köşeye atılan kâğıtta
Hiç bir şey için geç değil belki
Belki, şimdi tam zamanı.
Bir de yürek sözden anlasa...

Hergün bir sonrasına ertelenir itiraflar
Bir kaçış ki, bu insanı kendinden eder
Sorular döner beynimin içinde
Beynin içinde satır satır işlenir duygular
Bir gün sonraya ertelenir hergün.

Bir yaprağın yere düşüşü gibi olabilsem
Ağır ağır süzülsem herşeyin farkında olarak
Bir şelale gibi olsam
Coşkunca düşsem arzularımın yüreğine
Korkularımı erteleyebilsem bir anlığına
Hergün koskoca bir yaşam ertelenir oysa.

Sözcüklerin ucuna yüklüdür yaşam
Kendimin kendimle savaşı bu
Kendimle ertelenmiş sözcüklerimin savaşı
Korkularımızın esiri olmuşuz
Ertelenmiş bir yaşam var sırtımızda
Ertelemiş sevdalar yaşarız
Ertelenmiş dostluklar
Ertelenmiş kendini buluşlar.

En çokta yüreğimizdeki parıltıları erteleriz.
Oysa sevmek, daha kolay gözükür korkmaktan.
Sevsek hesapsızca,
Aşık olsak ertelemeden yüreğimizdekileri.
Sözcükler aksa billur bir su gibi
Ertelemesek yaşamımızı.

Belki olacak ertelemesiz yaşayışlar
Bir umut ışığı yanar yürekte
Umudu erteleriz bu sefer
Umudu erteleriz bir sonraki güne.
Ertelenmiş bir umudun sırtına yüklemişiz korkularımızı
Ertelenmiş sözcüklere saklamışız yüreğimizi
Ertelenmiş bir varoluş yaşarız.


Gassan SATAR

 

10 Haziran 2012 Pazar

*GELİR



Yollar bir adımla başlar,
Feyz arayan dosta gelir.
Can evinde pişen aşlar,
Gönül denen tasta gelir.

Görmer olanlar önünü,
Şaşırır durur yönünü.
Bilmez isen can gününü,
Her tarafın yasta gelir.

Dünya mekansıza çile,
Nefs öldürür bile bile,
Bir lokma bir hırka ile,
Derviş olan posta gelir.

Eksilirken nefesinden,
Kurtul benlik kafesinden,
Nefes nefes ney sesinden,
Devri revan beste gelir.

Ruhumuzu dövmek olmaz,
Nefsimizi övmek olmaz,
Bağırarak sevmek olmaz,
Sevgi denen susta gelir.

Can ile canan bedende,
Duran görünür dönende,
Ümit kaygıyı yenende,
Güller deste deste gelir...


Mehmet Ali KALKAN

 

*DOKUNMAK SANA


Alacakaranlıkta
bir kadife kumaş düşlüyorum.
Silik, hafif seçilen ama gerçek.
İşte öyle birşeysin sen;
yumuşak, hoş, tatlı,
heyecan dolu, ürkek ve kaygan.
Koklayınca solacak bir çiçek,
dokununca kaybolacak bir hayal gibisin.
Mum alevi gibi titrek,
sevdan gibi kararlı,
yüreğin gibi korkusuz ve
gözlerin,
gözlerin gibi aşk dolu.

Dokunmak sana;
o derinden bakan,
o her zaman gülen gözlerine dokunmak,
o heyecanla,
o sevdayla titreyen tenine dokunmak.
Ama dünyanın en günahkar uzuvları,
elleriyle değil,
sevdalının duyguları ile dokunmak.
Gözlerle dokunmak gözlerine,
sözlerle dokunmak sözlerine,
dokunmak o ipek saçlarına,
sana dokunmak velhasıl
sana
herşeyine.

Sevmek seni;
ama bir avcının avını sevmesi gibi değil
acımasızca,
ürkek bir ceylana dokunur gibi sevmek,
annenin yavrusuna sarılışı gibi sevmek,
duyguların en güzeli ile sevmek,
cevabi bir duygu ile
sevildiğini bilerek.

Yaşamak seni;
çatlamış toprağa inen yağmur damlaları tadında
yaşamak seni,
akşamın hüznüne karışmış duygularda,
erişilmesi en zor sevdalarda,
seni senden sakınarak,
seni senden saklayarak yaşamak,
yaşamak seni.

Yoksun artık,
ama
şimdi sesin tatlı bir nağme,
hoş bir çığlık
düşlerimin harmanında.
Bekliyorum,
bekleyeceğim,
her akşam gün batana dek...

Dr. Arif ALBAYRAK

*VE BİR GECE KALBİMDEN GEÇENLER


Yine bir sonbahar .
Ve yine bir sen derinlerimde .

Deli özlemlerim vardı oysa, öyle çılgın, öyle masum . Sana hiç ulaşamayan düşlerim vardı birde , senin hiç bilmediğin . Sessiz çığlıklarım vardı sonra , hiç duymadın . Başka tenlerde aradın mutluluğu durmadan . Uzatabilseydin elini , uzatsaydın , yanındaydım . Tutardın nefesimi ... Yapamadın , istemedin belki . Belki cesaretin yoktu . Belki işte ; belki ... Tutmadın ellerimi ve ben tutunamadım hayata . Aslında hiç benim olmadın , bakıldığında vardın . Başka bedenler avutmaz seni , yarım kalırsın .
Gün gelir , sevgimi ararsın ...
Oysa ben ; sensiz kurmadım hiçbir hayali . Her nefeste seni istedim kalbime . Her solukta seni çektim içime . Şimdi , sensiz bir sonbaharın dibindeyim . Soğuk , soluk , nefessiz , sessiz ve kimsesiz . Yokluğunu aratmıyor kuruyan yapraklar . Oturup öylece izliyorum ayrılışını ağacından . Ve adını anıyorum sonra sessiz ve korkak . Aslında ben ; hep susuyorum . Ve sen hiç gelmiyorsun . Sonra geçiyorsun karşıma ; " Unutma beni ! " der gibi . Bomboş bakıyorum , hayata bakar gibi ...
Seni çok özledim .

Gözlerime bakmanı , kokunu , sesini , nefesini . Herşeyinle seni özledim . Şimdi gel diyemem sana , ki gelme zaten . Biliyorum , gelirsen daha fazla acıtırsın canımı . Sözler verirsin yine . Sonra ben inanırım , yeniden ve daha çok bağlanırım . Sen gidersi , ben yine kendimle kalırım .

Yani gelme .
Alışmışken yokluğuna , beni tekrar tekrar bitirme .
Dolu satırlarımın bomboş hatırası . Sönmeyen kalbimin , değersiz anısı ; gelme .
Alıştım nasılsa , adını öylece anmaya . Gerek mi var tekrar kanamaya ?

En acısı , seni görmek başkalarıyla . Sen hiç anlamadın , ben hep sana ağladım . Sen hiç bilmezken , ben gizli gizli , seni andım .

Şimdi başkalarının kirli kalpleriyle avunma vaktindir .

Dağıl sevgilim !

Parçalan , kalbim gibi . Ve her bir parçanı at adımın geçtiği tüm sokaklara . Ve ağla ! Gözlerim gibi ... Bir okyanus yap kendine , ve boğul içinde , bana yaptığın gibi . Aynı ben gibi , ben gibi ara beni !

Kalbimdeki yokluğunun ilk gününe hoşbulduk sevgilim . Ve hoşçakal sana .

Koy bir nefes ortaya . Ve adımla yaşa ...

 
Munise Sultan DENİZ

9 Haziran 2012 Cumartesi

*ARALIK KALSIN


Gelmeyeceğini sandım. Telefonların, gazete ve dergilerin, yazıların, seslerin içinde çoğalışın gerçekmiş. Usulca geldin. Aradan ne değin zaman geçti, özlemişim. Sarıbaharda tozlandıydı sevincimiz.

Hoş geldin yazönü.
Gülmeye başlıyoruz. Kökü sağlam ağacız. Bir dalı çiçeğe, öteki dalı meyveye duran. Saçların değişmiş. Yıllar sende güzelleşmiş. Losyonunu neden değiştirdin?
Büyümüş gibisin.

Bağışla gelemedim uzun süre. Bin yıllık uykusuzluğumdun oysa. Geldin ya, üç günde kalsan üç yılda, sevincimsin. Giderken, hoşçakal deme. Kapımızı çekmeden git, aralık kalsın. Dirimden bitime habersizce geçeyim.


 Hasibe AYTEN

7 Haziran 2012 Perşembe

*TUT ELLERİMDEN

Bugün aramızdan ayrılıp ebediyete intikal eden "Aşka hudut çizilmiyor"
diyen ünlü şair Abdurrahim KARAKOÇ'un anısına..



Yapın Sırat’tan incedir sevda köprüsü
Beraber geçelim tut ellerimden.
Niyet ak güvercin, vuslat gökyüzü
Beraber uçalım tut ellerimden

Gönüldeki birlik kalkandır dışa
Aldırma ayaza, yele, yağışa
Giden ilkbahara, gelecek kışa
Beraber göçelim tut ellerimden.

Birleşmek üzredir şafakla gurûp
Korku beklenilmez kapıda durup
İster zehir olsun, isterse şurup
Beraber içelim tut ellerimden.

Çağır hayallerin en ötesini
Yakından duyarsın aşkın sesini
Sonsuz mutluluğun penceresini
Beraber açalım tut ellerimden.

Hatırla kaybolan hatıraları
Elmastan ışıklı, altundan sarı
Zaman tortusundan işte onları
Beraber seçelim tut ellerimden.

Şüphe “başlangıç”tır, karar “nihayet”
Zamanı zamana etme şikayet
Kaçmak kurtuluştur diyorsan şayet
Beraber kaçalım tut ellerimden.


Abdurrahim KARAKOÇ

6 Haziran 2012 Çarşamba

*SEVGİNİN YÜCELİĞİ


Öyle sevgi vardır ki; kırlarda çiçek gibi,
Öyle sevgi vardır ki; kanıp içecek gibi,
Öyle sevgi vardır ki; hayallerle yaşanır.
Öyle sevgi vardır ki; rüyada gerçek gibi…

Öyle sevgi vardır ki; yücelerden yücedir.
Öyle sevgi vardır ki; hecelerden hecedir.
Öyle sevgi vardır ki; güneş gibi ışıtır.
Öyle sevgi vardır ki; gecelerden gecedir.

Öyle sevgi vardır ki; gönüllerde taht olur.
Öyle sevgi vardır ki; gönüllerde baht olur.
Öyle sevgi vardır ki; başlara taç giydirir.
Öyle sevgi vardır ki; gönüllerde aht olur.

Öyle sevgi vardır ki; candan cana verilir.
Öyle sevgi vardır ki; tabiata serilir.
Öyle sevgi vardır ki; dostlarla paylaşılır.
Öyle sevgi vardır ki; Hâk yoluna erilir.

Baki YILDIRIM— Ceyhan, Adana

*BEN BİRAZ YAĞMUR, ÇOKÇA HÜZÜN OLURUM



yaz yıldızlarını kaydırırken geceleri
gar meyhanesinde arama beni
ben, biraz yağmur, çokça da hüzün olurum

el sallamalar biter, raylarda kalır sesim
sorarım sarhoş masalara
burda mı oturdu, şu çiçek onun muydu?

bir kadehe yaslanırım,
ıssızlaşır kalbim
ben, biraz yağmur, çokça da hüzün olurum

bir gülüşüm olsun isterdim,
az, birazda sesim
içlenirdim belki söylediğim türkülere ağlardım
ne bileyim, paylaşırdım belki de sizin vermediğiniz her şeyi
sahtesi çıkarılmış duygularınızı değil
tedavülden kalkmış geçmişi isterdim
tüyü bitmedik sevdalar için

bakmayın bana şimdi, mecnun olamıyorsam
Leylâ'nın suçunu infazına saydıkları içindir
Mecnun olamıyorsam
çokça söylenen seni seviyorum lardan korktuğum içindir

geçmişte bir bayram günüydü
hatırlamazsınız, bende kalan siyah beyaz resimler
ve hep aklımda radyo ajanslarının şaşmayan saatleri
dedem susun derdi,
susardık, bilmezdik kaç savaştan arta kalan duyguyla korktuğunu
ekmek bulmanın bahtiyarlığıyla gelirdi kahveden,
elinde yıpranmış iaşe karnesi
mutluyduk

geniş tatminsizlikler yaşıyoruz şimdi
mutluluk… illâki para, araba, ev, iş, eş, çocuk
sıralarsan eğer ardı ardına karneyle bile satılmıyor mutluluk
kuşlar bile kendi gribiyle vurulurken çağımızda
boşuna bu Donkişotluk
şimdi bu kahrolası boşluğa atsam kendimi
çoğaltmaz kedisinden kendimi
onun için
ben, biraz yağmur, çokça da hüzün olurum.


Tayfun IŞILDAR


*GÜN KARARMASIN GELDİĞİNDE



Güz yakmadan gülün pembesini
avuçlarımda o, sokul yanıma
gülüşünle ısınsın bedenim
ve dudaklarımda acılaşan ıslık
adınla çiçeklensin
 
Serçeler göçe dayanmaz bilirsin
ne özleyen bir bakış kalır
ne de sımsıcaklığın
sular donar yürek üşür
sende kalır seni yakan
 
 
Uçurumlar açılır yollarında
buharlaşır çiy damlaları
Terli bir kısrak gibi gel kapıma
savrulsun saçların
yastığım kekik koksun
 
 
Uzağı yakın et
pembeleşsin çarşafın
ölüm kapımın tokmağında
ayrılığı iyi bilirim
ferhat olmıyayım dağlarda
 
Ey gülün pembesi ile
bir gülümseyişi paylaşan
kar yağıyor yatağıma
avuçlarım kutuplara döndü
gün kararmasın geldiğinde

Ahmet TELLİ

5 Haziran 2012 Salı

*DAYIM GÜL TAKARDI GÖMLEĞİNİN YAKASINA


Ve canlıymışçasına, hergün onu sulardı.
Yağız tenindeki su buharlaşsın diye
Düğmeleri en bıçkın küfürlerle açardı:

Çiçekçiydi, yaprak bitlerini öldürmeyen.
Fotoğrafçı, savaş yıllarına rötuş yapan.
Meddahtı, her akşam eve gülücükle gelen.
Kumraldı, çocukları hep karısına çeken.
Uzun boylu, kendisine palto diktirmeyen.
Sebzeciydi, domatlarını hiç yemeyen.
İşadamı, hasırdan başka minder bilmeyen.
Dindardı, ezan okunurken rakı içmeyen.
Gözlüklüydü, gözleri daha da büyüyen.
Gezgin, İzmir'in parkelerini denetleyen.
Balıkçıydı, elleri suyla nasır tutan.
Nikotinman, sigarası bağlanarak uzayan.
Diplomattı, kokteyle pantolonla giden.
Yatırımcı, geceleri ailesini besleyen.

Dayım gül takardı gömleğinin yakasına
Seni görse, eminim, mutluluktan ağlardı. 

Ali CENGİZKAN

*YORUMSUZ...

2011 yılında "Kitap" konulu bir karikatür yarışmasının birincilik ödüllü karikatürü:
 Mehdi Mohammadi Rouzbahani -Iran


4 Haziran 2012 Pazartesi

*AYIŞIĞI

Geceler midir tükenip giden
Aylar mı yoksa ay ışığında
Ey soluğumu soluğunda sevdiğim
Sesimi sesinde dinleyip,yüreğinin rengine gönül verdiğim.
Bil ki senden uzak ne kuşları avutabilir beni buranın

Adnan YÜCEL

*UNUTMAK



Unuturum
Unutmak zor değil
Unutmak acı
Unutmak zor değil
Unutmak yazık
Unutulmaz kimse yok bende
Bir sana kıyamadım
Gücüm yetmedi seni yok saymaya
Kollarımı açtığım kadar unuttuğumsun
Açamadığım kadar özlediğim
Benim Unuttuğum Kadarını Sen Özler misin?


Ceyhun YILMAZ

1 Haziran 2012 Cuma

*BİR ÇİFT GÜZEL GEÇER BAĞLARDAN AĞRI




Bir çift güzel geçer bağlardan ağrı,
Taramış zülfünü, vermiş tımarı.
Ak göğsün arası zemzem pınarı,
İçsem öldürürler, içmesem öldüm.

Başına vurunmuş kadife fesi,
Bir güzel uğruna tutarım yası.
Bacaya koymuşlar demir kafesi,
Baksam öldürürler, bakmasam öldüm.

Karac'oğlan der ki: Kendim öğmeyim,
Coşkun sular gibi bendim döğmeyim.
Güzel sevme derler, nasıl sevmeyim?
Sevsem öldürürler, sevmesem öldüm.
KARACAOĞLAN