31 Mayıs 2009 Pazar

*ANLADIM



Bunca zaman bana anlatmaya çalıştığını,kendimi bulduğumda anladım.
Herkesin mutlu olmak için başka bir yolu varmış,Kendi yolumu çizdiğimde anladım.

Bir tek yaşanarak öğrenilirmiş hayat,okuyarak,dinleyerek değil..
Bildiklerini bana neden anlatmadığını, anladım..

Yüreğinde aşk olmadan geçen her gün kayıpmış,Aşk peşinden neden yalınayak koştuğunu anladım...

Acı doruğa ulaştığında gözyaşı gelmezmiş gözlerden,
Neden hiç ağlamadığını anladım..

Ağlayanı güldürebilmek,ağlayanla ağlamaktan daha değerliymiş,
Gözyaşımı kahkaya çevirdiğinde anladım..

Bir insanı herhangi biri kırabilir, ama bir tek en çok sevdiği acıtabilirmiş,
Çok acıttığında anladım..

Fakat,hak edermiş sevilen onun için dökülen her damla gözyaşını,
Gözyaşlarıyla birlikte sevinçler terk ettiğinde anladım..

Yalan söylememek değil, gerçeği gizlememekmiş marifet,
Yüreğini elime koyduğunda anladım..

''Sana ihtiyacım var, gel ! '' diyebilmekmiş güçlü olmak,
Sana ''git'' dediğimde anladım..

Biri sana ''git'' dediğinde, ''kalmak istiyorum''diyebilmekmiş sevmek,
Git dediklerinde gittiğimde anladım..

Sana sevgim şımarık bir çocukmuş,her düştüğünde zırıl zırıl ağlayan,
Büyüyüp bana sımsıkı sarıldığında anladım...

Özür dilemek değil, ''affet beni'' diye haykırmak istemekmiş pişman olmak,
Gerçekten pişman olduğumda anladım..

Ve gurur, kaybedenlerin,acizlerin maskesiymiş, Sevgi dolu yüreklerin gururu olmazmış,
Yüreğimde sevgi bulduğumda anladım..

Ölürcesine isteyen,beklemez,sadece umut edermiş bir gün affedilmeyi,
Beni affetmeni ölürcesine istediğimde anladım..

Sevgi emekmiş,Emek ise vazgeçmeyecek kadar, ama özgür bırakacak kadar
sevmekmiş...

Can YÜCEL

*TAHİR İLE ZÜHRE MESELESİ



Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil,
bütün iş Tahirle Zühre olabilmekte
yani yürekte.

Meselâ bir barikatta dövüşerek
meselâ kuzey kutbunu keşfe giderken
meselâ denerken damarlarında bir serumu
ölmek ayıp olur mu?

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.

Seversin dünyayı doludizgin
ama o bunun farkında değildir
ayrılmak istemezsin dünyadan
ama o senden ayrılacak
yani sen elmayı seviyorsun diye
elmanın da seni sevmesi şart mı?
Yani Tahiri Zühre sevmeseydi artık
yahut hiç sevmeseydi
Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden?

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.

Nazım HİKMET

30 Mayıs 2009 Cumartesi

*ŞAH BEYİTLER-5


Resim:Mine ERDİNİ

Beni candan usandırdı cefadan yar usanmaz mı?
Felekler yandı ahımdan muradım şemi yanmaz mı?

FUZULİ

Muradın mumu yanması, muradın gerçekleşmesi,
isteklerinin yerine gelmesi demektir.
Ah kelimesi, eski harflerle yazıldığı zaman güneşin doğuşunu veya batışının göz önünde canlandırır. Buradaki güneşin batma zamanıdır.
Çünkü akşam oluna mumlar yanar.
Ah, gönül ateşi ile ilgilidir. Duman ve ateş neşreder.
Şair ‘’o kadar ah ettim, ahımın ateşi ile felekler bile yandı ama yinede muradıma eremedim’’diyor.
Feleklerin yanması ile mumun yanması arasında ince bir tezat yapıyor.

Hazırlayan: İbrahim Cemal TORUN

29 Mayıs 2009 Cuma

*DENİZE KAVUŞAN NEHİR



Sen üzerinde nice şafakların söktüğü
Sevgi denizlerime akan büyük nehir
Sen biraz ışık, biraz tılsım, biraz büyü
Sen yıllardır yazıp bitiremediğim şiir

Durmadan bir gül açar ellerinde pembe
Sen nefes alışı en bakir güzelliğin
Gözlerin midir parlayan gökyüzünde
Bir güneş doğarcasına geceleyin

Ne zaman seni düşünsem yaşamak güzel
Bir bahar bahçesi olur güz bahçeleri
En karanlıklarda bile uzanır bir el
Kendiliğinden açar sabaha perdeleri

Sen varsan dallarda kuşlar memnun
Tüm çiçeklerin rengi değişik, kokusu başka
Öylesine gerçek ki var olduğun
Çarpar güzelliğin kıyılarıma dalga dalga

Tutsam ellerini içim ürperir hazdan
Başım döner gözlerin gözlerime değse
Kalan tek hatıradır gülüşün bir yazdan
Yokluğun da odur senin ölmek neyse

Sen bastığın yerde çiçeklerin büyüdüğü
Her zaman en güzel, her yerde eşsiz
Sen yaprak, sen köpük, sen kuş tüyü
Sen sevgi nehirlerimin aktığı büyük deniz

Ümit Yaşar OĞUZCAN

28 Mayıs 2009 Perşembe

*BENİM KIRGINLIĞIM AŞKA


Biliyorum konuşacak birşeyimiz kalmadı,
paylaşacak hiç bir şeyimiz yok.
Yine de yüreğimden gücümün yettiği yere kadar sana sesleniyorum,
seninle konuşuyorum...

Bugün sana olan kırgınlığımı rafa kaldırdım,
sevgimi aldım avuçlarımın arasına, ona sığınıyorum...
Cümlelerimi kısalttım, kelimelerim buruk,
gülüşlerim istenmeyen dudaklarımda...
Bir ihtimal gelişine sığındığımı farkettiysem de, engel olamadım
gurursuz ama umutlu hasretine...

Bugün gönlümü hoş tutmak istiyorum, imkansız olan her rüyaya inanasım geliyor...
Bir çocuk gibiisteklerimi bastıramıyorum...

Çalmayan telefonuma elim gidiyor, sana halen bende olduğunu
ısrarla yazmaya çalışıyorum...
Bende olan seni,hiç kırmadım, değiştirmedim ve
hep korudum desem de,
sendeki benin nasıl olduğunu, gülüp gülmediğini anlamsız bir
sıkıntıyla merak ediyorum...

İçimdeki güzelliğine inanıp inanmamanı artık umursamıyorum!
Üşüyorum, bu üşüme yalnızlığımdan geliyor ve sarıyor her tarafımı...
Tutunabileceğim hiçbir güzellik yok, hatırlamaktan usanmayacağım anılarım dışında...
Isınabilmek için onlara sarılıyorum...
Anlamsız ve cevapsız sorular hıhzırca sırıtıyor, ben görmemeye çalışıyorum...

Düşler uzak gibi görünüyordu ama yakındı...
Belki de görmeyi istemek gerekiyordu...
Gözlerini aç desem kapatacaksın ama kapatma gözlerini!
Kendime bir demet papatya aldım ama bakmadım falıma...

Gözlerimi gelişlere verdim, gözlerimdeki hüzün bile seni özlemiş itiraf etti sonunda...

Düşüncelerim gururlu, hayallerim ve sevdam değil...
Gelseydin, kendimi unutup sana koşacaktım,
susturacaktım içimdeki isyanı,
kavgaların ortasında bir güneş gibi doğup ısıtacaktım yüreğini,
sevinçten ağlayacaktım bu defa, mutluyken
hemen sarhoş olmuşum gibi,dokunacaktım, sarılacaktım.

Ama gelmedin, gelemezdin belki de gelmeye de
hiç niyetin yoktu aslında...
Kendimi kandırdığımı anladığımda ağlıyordum...

Eskiden kimi şarkıların ne kadar anlamlı olduğunu düşünürken,
şimdi ayrılığın ardından çalınan her şarkı umutsuzluğumu ve sevgimi anlatıyormuş gibi geliyor...

Sevdiğim ne çok şarkı varmış, bunu senin gidişin gösterdi bana...
Her şarkıda sen varsın, her yerde, her gördüğüm insanda, denizde, gecede, uykumda...

Nasıl beceriyorsun her yerde olabilmeyi...
Bu bir marifetse eğer, neden benim yanımda degilsin ki?
Gözyaşlarım asilliğini yitiriyor ve yenik düşüyorum sevdana...
Gittin! Belki de hiç gelmemiştin ben, geldiğini sandım...
Ayak uyduramadım yorgunluğuna...
Dudaklarına düşlerindeki öpüşü konduramadım...
Kimi zaman bir çocuk oldum gülüşlerinde şımaran,
kimi zaman bir kadın; dokunuşlarında kendini bulan...

Ama! En çok da imkânsızın oldum...
Her gelişimde bir kez daha gönderdiğin oldum...
İnanamadığın, Yenemediğin,
üzerinden atlayamadığın korkuların oldum...
Ağladığın, bağırdığın ya da sustuğun isyanın oldum,

sessizce boşalan gözyaşların, birikmişliğin oldum...
Yüreğindeki kadın ben olmak isterken yüreğine sığınan ve
tozlanacak olan bir anı oldum...

Haketmediklerin, artık yeter dediklerin ve herşeyin olmak isterken
belki de hiçbir şeyin oldum...

Söylesene ben gerçekten senin neyin oldum?
Sesin hep uzakları çağırıyordu, ben üstüme alındım, sana geldim...
Bilseydim, bana ait olmayan bir seslenişi sahiplenir miydim?

Şimdi bir mevsimlik aşk kaldı avuçlarımda sadece
bir mevsim yaşanan ama bir ömür gibi gelen aşk...

Kalbime henüz söyleyemedim gittiğini,
öğrenirse onun da acı çekmesinden korkuyorum...

Seni halen benimle biliyor ve seviyor ama ben kalbime ilk defa yalan söylüyorum...
Gittin! Sevdamın yokluğuna alışabilirim belki ama sesinin uzak yolların
sonunda olması acıtıyor içimi...

Suskunluğun en büyük silahındı,
suskunluğunla vurdun beni asıl acı olan, canımı acıtan unutulmak...

Söylesene unutulmak kime yakışıyor?
Unutan sen olsan da sana bile yakışmıyor ...

Merak etme, üstüne giydirmedim bu duyguyu, unutulmayan olmak
sende daha güzel duruyor...

Görüyorsun işte, aşk'a ve sana ihanet etmiyorum
benim kırgınlığım aşk'a...
Sen üstüne alındın...

Pelin ONAY

*ŞAH BEYİTLER-4



Aşiyan-ı murg-i dil zülf-i perişanındadır
Kanda olsam ey peri gönlüm senin yanındadır.
FUZULİ

Âşıkın gönlü sevgilinin saçının tellerindedir.
Burada, gönül kuşa, saç da yuvaya benzetilir.
Saç, görünüş itibariyle dağınıktır.
Saç perişan olunca gönül de perişan olur.
Aslında gönlün perişanlığının sebebi aşktır.
‘’Kanda olsam’’iki anlama gelir:
a)Nerede olursam olayım…
b)Kanlar için de olsam…
‘’İki eli kanda olmak ‘’çok müşkül şartlar içinde bulunmak demektir
Hazırlayan:İbrahim Cemal TORUN
Paylaş

*MAVİ GÖZLÜ DEV, MİNNACIK KADIN VE HANIMELLERİ



O mavi gözlü bir devdi,
Minnacık bir kadın sevdi.
Kadının hayali minnacık bir evdi,
bahçesinde ebruliii
hanımeli
açan bir ev.

Bir dev gibi seviyordu dev,
Ve elleri öyle büyük işler için
hazırlanmıştı ki devin,
yapamazdı yapısını,
çalamazdı kapısını
bahçesinde ebruliiii
hanımeli
açan evin.

O mavi gözlü bir devdi,
Minnacık bir kadın sevdi.
Mini minnacıktı kadın.
Rahata acıktı kadın
yoruldu devin büyük yolunda.
Ve elveda! deyip mavi gözlü deve,
girdi zengin bir cücenin kolunda
bahçesinde ebruliiii
hanımeli
açan eve.

Şimdi anlıyor ki mavi gözlü dev,
Dev gibi sevgilere mezar bile olamaz:
bahçesinde ebruliii
hanımeli
açan ev...

Nazım HİKMET

*AŞKTA YARIN YOKTUR SEVGİLİ...



Aşk bu dünyanın ölçüleriyle açıklanamaz sevgili.
O ilkel bir acıdır, yaban bir ağrıdır.
Gelir ve içimizdeki o çok eski bir şeye dokunur.
Sonra bir perde açılır ve yolculuk başlar.
Bu yolculukta artık para, tarifeler, beklentiler, randevular, taksitler, iş,
anneler ve korkular yoktur.
Aşkın kendi gerçekliği vardır sevgili.
İnsan bir başka ışığa teslim olur...
Aşkta yarın yoktur sevgili. Zaman ileri doğru değil,
içeri, yüreklere, derinlere doğru işlemeye başlar, bilgeleşir.
Hiç bilmediği sezgileriyle buluşur. Yükü çok ağırdır, kendiyle buluşmuştur.
Hem dışındadır dünyanın, hem de ortasında.

Hindistan'da Ganj Nehri'nin kıyısında yakılan yoksul adamın
hissettikleri de onunladır, yitirdikleri de...
Newyork'ta, bir sokakta, o kartondan kulübesinde yaşayan kadının
çıplak yalnızlığı da. Her şey onunladır, ona emanettir
sanki, ama o, çıldırtıcı bir yalnızlık içindedir yine de...

Aşkın kültürlü olmakla, bilgili olmakla da ilgisi yoktur sevgili,
kanımıza karışan ilkel acı, o yaban ağrıyla hiçbir kitabın yazmadığı
hakikatlere daha yakınızdır, inan...
Kim demişti hatırlamıyorum, aşk varlığın değil, yokluğun acısıdır diye.
Belki de bu yüzden ilk gençliğimde, o yoğun aşık olduğum yıllarda,
gözüme uyku girmez, dudağımda bir ıslıkla bütün gece şehri,
o karanlık, o hüzünlü sokakları dolaşır, insanları uykularından uyandırmak isterdim.
Uyanıp, içimde derin bir sızıyla uyanan o derin sancının acısına ortak olsunlar diye...

Aşk çok eski bir şeydir sevgili.
Onun içinden o çileli çocukluğumuz geçer.
Sevdiğimiz insanların çocuklukları da...
Oradan üvey anneler, eksik babalar, parasız yatılılar geçer.
Ve sonra aşk bütün bunları alır, daha da eskilere gider,
hep o ilkel acıya, o yaban ağrıya...

İnsan bazen nedensiz yere umutsuzluğa kapılır.
Kimselere veremez sevgisini, kimselere kendini anlatamaz, evlere kapanır...
Bazen denizler, kıyılar çeker insanı.
İnsan bu kapılmayı anlayamaz, oysa çok eski bir yerde
yaşanmasından korkulup vazgeçilmez aşkların sızısıdır bu.
Bu sızı, bu yenilgi mevsimlerle yıllarla devredilir başka insanlara...
Bir insanın yaptığı bir hatanın tüm insanlara yayılması gibi...

İşte şimdi biz de sevgili, ya olmadık zamanlarda
umutsuzluğa kapılıp, soluğu evlerde alacağız, ya da denizler,
kıyılar çekecek bizi. Nasıl biz başkalarının
korkaklığını taşıyorsak, başkaları da bizim korkaklığımızı taşıyacak, yenilgimizi, umutsuzluğumuzu...

Birazdan sabah olacak...
Para, tarifeler, beklentiler, randevular, taksitler, iş,
anneler ve korkular başlayacak...
Bunlar varsa ve bizim için geçerliyse aşk yoktur ve
hiç olmamıştır sevgili. Birbirimizi kandırmayalım...

Hadi güne hazırlan. Yaşadıklarımızı unutmaya çalış.
Aşk bize güvenip verdiği büyüsünü, sırlarını,
cesaretini, bilgeliğini ve o ilkel, o yaban ağrısını geri
alacak. Bunlar olurken içimiz bir an çok üşüyecek, sonra geçecek...
Hadi, oyalanma birazdan yarın olacak...

Aşkta yarın yoktur sevgili...

Cezmi ERSÖZ

*İSYANLI SÜKÛT‏



Gitmişti makama arz-ı hâl için,
‘Bey’ dedi, yutkundu, eğdi başını.
Bir azar yedi ki oldu o biçim…
‘Şey’ dedi, yutkundu, eğdi başını.

Kapıdan dört büklüm çıktı dışarı,
Gözler çakmak çakmak, benzi sapsarı…
Bir baktı konağa alttan yukarı,
‘Vay’ dedi, yutkundu, eğdi başını.

Çekti ayakları kahveye vardı,
Açtı tabakasın, sigara sardı.
Daldı.. neden sonra garsonu gördü,
‘Çay’ dedi, yutkundu, eğdi başını.

İçmedi, masada unuttu çayı;
Kalktı ki garsona vere parayı,
Uzattı çakmağı ve sigarayı,
‘Say’ dedi, yutkundu, eğdi başını.

Döndü, gözlerinde bulgur bulgur yaş,
Sandım can evime döktüler ateş.
Sordum: ‘memleketin neresi gardaş? ‘
‘Köy’ dedi, yutkundu, eğdi başını.

Yürüdü, kör-topal çıktı şehirden,
Ağzına küfürler doldu zehirden;
Salladı dilini… vazgeçti birden,
‘Oy’ dedi, yutkundu, eğdi başını.

Abdurrahim KARAKOÇ

*SENİ ÖZLEMEK SENDEN BİLE GÜZEL



Senden son ayrılışım bu, Bir daha kavuşmak yok.
Önümde yürümemi bekleyen uzunca yolu adımlarken kaldırım taşlarına taktım gözlerimi.
Peş peşe dizilen, birbirini kovalayan taşlar. Bir sen oluyordun, bir ben, sen, ben, sen, ben...

Yüzünü gözledim sonra kapatarak neye, kime çarpacağımı düşünmeden yürüdüm. Sana bakıyordum karanlıkta...
Hayalının göz alıcılığı aydınlatıyor bir nebze ama karanlık istiyorum ben. Senden başka hiç bir şeyin seçilmediği bir siyahlık.
Sarıl bana diyorum içimden sımsıkı.

Gözlerini kısıyorsun. Usulca bakıyorsun sonra...Susuyorsun... Elinin serinliğini gölgem yapıyorum, yüreğinin sıcaklığını güneşim. Beyninin içini görmek istiyorum, dalıyorum gözlerine, karşında kısılıyorum.

Özlem yeni yeni anlam kazanıyor yokluğunun desteğiyle. Daha önce yaşadığım bu duygu şekil değiştirip çarpıyor göğsüme, acıtmıyor, aşındırmıyor. Senden bir şeyler katıyor belki bana, büyütüyor. Hep eksilirim diye özlemekten korkmuştum. Oysaki şimdilerde çoğalıyorum. Bir sen oluyorum, bir ben, bir sen, bir ben, sen, ben, sen, ben...
Seni özlemek senden bile güzel....
Üveyik...

*YÜREĞİM DOLUNAY


dudaklarım ne zaman bir sözcüğe dursa
kalbim iki rekat aşk için kıblene dönüyor bilmiyorsun
zamanı bin parçaya bölüyorum her sabah
her parçaya bin gül ekiyorum koklamıyorsun
avuçlarımda ormanlarını biriktiriyorum
dağlarına çıkıyorum yağmurlarını yağıyorum
ırmaklarını döküyorum okyanuslarıma duymuyorsun
katlime ferman çıkarıyor gözlerin

şiirler tutukluyor ellerimi anlamıyorsun
kendimi sırtlayıp apansız giriyorum hudutlarına
mayın tarlalarında acemi bir asker gibi
nasıl bir telaş içinde kalbim

nasıl firar ediyorum kendimden yakalamıyorsun
seni hep büyük harflerle düşünüyorum parantez içinde
ve hep adını tanrının adıyla yazıyorum okumuyorsun
bir denklemin en bilinmez noktasına koyuyorum seni yakışıyorsun
kılıçtan geçirilmiş bir ordunun son neferi gibiyim
yorgun ve terli suskun ve aç mahçup ve yenik
bir sabah ezanı gibi dolaşıyorum sokaklarda
yüreğim dolunay

sırtımda iki bıçak yarası
birbirini bulamayan iki ırmak yatağı
ve yağmurun camlarda bıraktığı
jilet kesiği su yolları gibiyim şimdi
ne zaman yokluğuna açsam gözlerimi
ellerim unutulmuşluğumu ispiyonluyor kağıtlara
unutan
bulut yüzlü gök yüzlü yağmur yüzlü bir adam
yazsam hiçbir şiire sığmaz
yazmasam ellerimde kalır hüznü

gün ortalarında ateş böcekleri kadar yalnız ve sahipsizim
artık gitme
yokluğuna uzamasın ellerim...

alıntı

27 Mayıs 2009 Çarşamba

*ŞAH BEYİTLER-3



Dil-berûn işi itâb ü nâz olur
Çeşmi câdu gamzesi gammâz olur
Ey gönül sabr it tahammül kıl ana
Yâre irişimek işi az az olur

Kadı Burhanettin


Güzelin işi (âşıklarını) paylamak ve onlara naz etmek olur.
Gözleri bir büyücü cadı, gamzesi de (aşığın yan bakışı) ortalığı karıştırıcı olur.
Ey gönül! Sen ona (bütün bunlara) tahammül et, sabret;
Çünkü, sevgiliye kavuşmak zamanla, yavaş yavaş olur.

Hazırlayan:İbrahim Cemal TORUN

*FARKINDA MISIN?



Farkında mısın?
Farkında mısın?
Son günlerde ne kadar da aciz kaldık
Bize ait cümleler kurmaktan
Bırak seni seviyorum demeyi,
Bir günaydını bile çok görür olduk birbirimize
Tükenen, sevgimiz mi,
Yoksa, yoksa dilimiz mi varmıyor?
Ne sen bana iyi misin diyorsun,
Ne ben sana günaydın
Farkında mısın? ağzımızı bıçak açmıyor
Sebepsiz değil yavan kelimelere baş vurmamız,
Saçlarını bile taramıyorsun eskisi gibi.
Benimse içimden gelmiyor tıraş olmak.
Eskiden daha zili çalmadan açardın kapıyı.
Kokunu taa aşağılardan duydum derdin.
Özledim derdin.
Kısar gözlerini, ya sen ya sen derdin.
Öylece sarılıp kalırdık kapı eşiğinde.
Kaç gecedir koltuğun bir kenarında uyuyup kalıyorum.
Öyle arttı ki son günlerde romatizmalarım.
Adeta kar yağıyor geceleri sol omzuma.
Sana ilaçlarımın yerini korkudan soramıyorum.
Ya cevap vermezsen,
Ya git kendin al dersen.
Korkuyorum işte,
Sevginin tükendiğini bilmekten korkuyorum.
Dün, ilk defa kahvaltı etmişsin beni kaldırmadan.
İlk defa çayı dün soğuk ve şekersiz içtim.
Kaç zamandır adımla seslenmiyorsun bana
Bir tabloyu meydana getiren iki unsur gibiyiz.
Senin vurdumduymazlığını,
Benim aksiliğim tamamlıyor.
Sen ayrı odadan kalkıyorsun,
Ben taa uçtaki odadan.
Bir suçlu gibi öne eğip başımızı,
Öylece geçiyoruz yanından birbirimizin.
Hiç umursamadan!
Yok yok bu böyle olmayacak.
Ya sen aç kıza telefon
Ya ben bu böyle olmayacak.
İstersen oğlanları sen ara,
Onlar seni daha bir severler.
Kısaca ya ben gideyim, ya sen
Belki de bir zaman ayrı kalırsak,
Kim bilir belki de özleriz birbirimizi.
Bu günleri hiç düşünmeden,
O hoyrat, o pervasızca harcadığımız,
Aşkımıza nasıl muhtacım şimdi, nasıl! Bilemezsin.
Olsun, bir müddet yemeği dışarıda yerim.
İlaçlarımı masanın üstüne geceden dizerim�
Parmağıma ip bağlarım falan.
Ya da istersen ben gideyim.
Gideyim de nereye.
Galiba yaşlanmamalı insan.
Suç erkek veya kadın olmakta değil,
Suç dediğim gibi o hoyratça harcadığımız
yılların bir bedeli olmalı.
Dün o filmi seyrederken ağladığını gördüm
Sanma ki fark etmedim.
Sanki ikimizin son dönemi.
Ne kadar açığa vursak ta öfkemizi,
Gem vuramasak ta alışkanlıklarımıza.
Demek ki bazı şeylerin çok geç anlaşılıyormuş değeri.
Bir ara gözüm takıldı, saçlarına karışmış akların.
Benimse kış çoktan oturmuştu şakaklarıma.
Hatırlar mısın ilk yemeğe çıktığımız günü,
Nasılda elim ayağıma dolaşmıştı hani, Hatırlar mısın,
bir mecal kalırcasına gülüğünü,
Şimdi ise bak yüreğimiz bir mecal.
Dağ başı yalnızlıklarına mahkum ettik birbirimizi.
Ne zaman biter bu suskunluğumuz bilmem.
Ya bir ölüm anı çığlığıyla,
Sahi ben ölürsem ağlar mısın?
Bana, bana hiç sorma.
Düşünmek bile acıtıyor içimi.
Cam kesiği ağrılara gark oluyorum.
Hem benim bildiğim önce,
Erkekler ölür.
O zamanda sen,
O zamanda sen kalacaksın yapayalnız.
Ne yapar, ne edersin bu koca şehirde.
Kim getirir her sabah o çok sevdiğin,
Taze fırın ekmeğini.
Kim sular bahçeyi,
Kim budar yediverenlerini.
Ve kim koyar sen daha uyanmadan
Yastığına o en güzel güllerini�
Zor değil mi?
Yaşamın en zor tarafı işte.
Kolay değil alışkanlıklardan,
Bir an için vazgeçmek.
Zaten, zaten benim tek alışkanlığımda sensin.
Yok, yok senden vazgeçemem.
Zaten benim bildiğim,
Erkekler özür dilemeli ilk,
Galiba daha bir yakışıyor
Seni seviyorum demek erkeğe.
Yok yok, bu sabah kalkınca,
İlk işim sana sarılıp ve hiç yüksünmeden,
Ve kırgınlığı bir yana atıp,
Seni seviyorum demeliyim.
Seni seviyorum günaydın demeliyim.
Günaydın bir tanem,
Seni çok seviyorum.
Canım sevgilim, Günaydın..

Bedirhan GÖKÇE

*YAĞMUR



Yağmur yağıyor. Mutfak camındayım. Nasıl üşüdüğümü
bilemezsin. Menekşelerim çiçek vermiyor artık anne.
Söylediğin gibi hep dibinden su verdim ama…

Şimdi telefon açsam sana, sesini duymak da yetmiyor ki.
Hep aynı cümleler; “Babamlar nasıl, ilacını aldın mı?”
Nedenini bilmediğim bir ağlamak var içimde.
Bir yerlere sığdıramıyorum yüreğimi. Bazen mutfakta
dalıp giderdin yemek yaparken, tahta kaşıkla
tencerenin başında öylece ne düşünürdün acaba?
Özlemek çok fena anne. Anlamak seni; daha da fena…

Omuzlarım ağrıyarak uyanıyorum sabahları.
Benim kızımın omuzlarımı ovmasına daha çok var.
Gittikçe sana mı benziyorum ben, ya da
“Annenin kaderi kıza” dedikleri doğru mu?
“Baban eskitir her şeyi kızım” demiştin bir kez,
anlamamışım meğer, eskiyormuş anneciğim.
Omzunu ovacak kalmıyormuş meğer aynı evin içinde.
Şimdi duysan bunları ne üzülürsün; mutsuz mu kızım diye,
çoktan kendinden vazgeçmiş bir sesle. Mutsuz değilim de anne,
yağmura ve mutfağımdaki kedere çare bulamıyorum.

Evimi topluyor, toz alıyor, patlıcan kızartıyor,
televizyon seyrediyor, akşam çalan kapıyı açıyorum,
açtığımı gören olmuyor.
Pişirdiğim yeniyor da, güzel olmuş denmiyor.
Çay demleniyor, demleniyor, demleniyor…

Kederim mutfağımın her yerine yerleşiyor.
Ah nasıl eskiyor her şey anne, nasıl eskiyor.
Eskilerimi de atmaya kıyamıyorum. Seni çok özlüyorum.
Bana yasakladığın bahçeler, sana da mı uzaktı hep?
Gidemeyişine ağladın mı sende? Ne zaman eskiyor sevgiler?
Ödenen bedellerin acısı geçince mi? İşte böyle,
kalbimde bir acı. Şarkılar seni söyler.

İclal AYDIN

*TALİH HER ZAMAN GÜLMEZ...



Seversiniz bazen...
Bir kuşu beslemek misali,
karşınızdaki insanı sevginizle beslersiniz.

Farklıdır sevmesi insanların...
Kimi kafese tıkar kuşunu öyle besler,
alır özgürlüğünü elinden, seviyorum sanır.
Öyle sandıkça sıkar karşısındakini, bunaltır.
Ufacık bir fırsat bulsa kaçmak,
kurtulmak ister artık kuş.

Aslında korkularından yapar insan bunu,
karşısındaki insana anlatamaz, anlatmasını bilmez.
Bir başka insana gitmesini istemez.

Her koca devin koca korkuları vardır, kimse bilmez.
Kimi de serbest bırakır kuşunu.
Salıverir gökyüzüne,
döner gelir elbet der, döner gelir seviyorsa.

Alır riski çekinse de birşeylerden.
Bilir ki; koysa kafese bir gün kesin kaçıp gidecek,
bir gün kesin terkedecek.
Serbest bırakır!
Döner gelir o da karnı acıktıkça,
yüreği sevgiye acıktıkça.

Ne kadar çekinse de bilir geri döneceğini adam.
Bilir başka yerlere, başka kişilere gitse de
bir gün, bir şekilde geri döneceğini...

Kuş ta bilir daha iyisinin olmadığını
ama bazen nankörlüğü tutar.
Unutur onun için yapılanları,
uğramaz olur bir zaman...

Başka kapılarda, başka pencerelerde aynını arar.
Ama bilmez başkalarda hiç aynılık bulunmaz.
Pişman olur, geri döner bir zaman sonra.

Öyle yenik, öyle mağlup döner ki hem de...
Artık kafese girmeye bile razı olmuştur.

Şanslıdır...
Eğer geri döndüğünde açık bir pencere
veya aynı evde, aynı kişileri bulabilirse...
Eğer terkettikleri taşınmamış,
Aynı yerde kalabilmişse...

W.Generous BLACKSTONE

26 Mayıs 2009 Salı

*BİR GECE ANSIZIN GELEBİLİRİM


Resim: Mine ERDİNİ

Bu kadar yürekten çağırma beni!
Bir gece ansızın gelebilirim.
Beni bekliyorsan, uyumamışsan,
Sevinçten kapında ölebilirim.

Belki de hayata yeni başlarım,
İçimde küllenen kor alevlenir,
Bakarsın hiç gitmem kölen olurum,
Belki de seversin beni kim bilir.

Kal dersen, dağlarca severim seni,
Bir deniz olurum ayaklarında,
Aşk bu özleyiş bu, hiç belli olmaz,
Kalbim duruverir dudaklarında.

Ya da unuturum kim olduğumu,
Hatırlamam belki adımı bile,
Belki de çıldırır, deli olurum,
Sana kavuşmanın heyacanıyla...

Aşk bu, bilinir mi nereye varır,
Ne durdurur özlemini, seveni...
Bakarsın ansızın gelebilirim,
Bu kadar yürekten çağırma beni.

Ümit Yaşar OĞUZCAN
Resim: Mine ERDİNİ

“Dünyada sevgiye dair ne varsa ben orada varım,
savaşa dair ne varsa ben orada yokum.”

MEVLÂNA

*ALKIŞLAYAN ELLER


Meşhur piyanist Arthur RUBİSNTEİN konserlerinden birinde
küçük bir kızın hatıra defterini imzalamakta tereddüt ediyormuş.
Ellerininçok yorulduğunu ileri sürerek, küçük kızı başından savmaya çalışmış.
Kıztereddüt etmeden şöyle demiş.
' Ellerinizin ne kadar yorgun olduğunu biliyorum.
Ama inanın benim ellerimde sizinkiler kadar yorgun.'
Arthur RUBİNSTEİN anlayamamış. Nedenini sormuş küçük kıza.
'Alkışlamaktan' Demiş küçük kız.

Karşınızdaki size değer veriyorsa eğer
Sizde ona değer vermekten hiiiiiç korkmayın.
Ama onun için sizin değeriniz yoksa;
Ya da onun değer listesindeki yeriniz listenin sonlarına doğruysa
KORKUN ONA DEĞER VERİRKEN.

Dünya bir ayna gibidir.
Siz onu gülümseyerek karşılarsanız oda size gülümser

*ŞAH BEYİTLER-2

Minyatür: Mine ERDİNİ

''Bende kalmadı sabr u sükûn sende vefadan zerre
İki yoktan ne çıkar fikr edelim bir kerre''


Nabi

Ey sevgili! Bende sabır ve sessizlikten eser kalmadı.
Sende de vefanın olmadığını görmekteyim.
İki yoktan bir şey çıkmayacağı için (gel) düşünelim.
Düşünüp çözüm yolu arayalım.

Hazırlayan: İbrahim C. TORUN

25 Mayıs 2009 Pazartesi

*ARKADAŞIM BADEM AĞACI



Sen ağaçların aptalı
Ben insanların
Seni kandırır havalar
Beni sevdalar
Bir ılıman hava esmeye görsün
Düşünmeden gelecek karakış..
Acarsın çiçeklerini ..
Bense hayra yorarım gördüğüm düşü...
Bir güler yüz bir tatlı söz..
Açarım yüreğimi hemen
Yemişe durmadan çarpar seni karayel
Beni karasevda
Hem de bilerek kandırıldığımızı
Kaçıncı kez bağlanmışız bir olmaza
Koş desinler bize şaşkın
Sonu gelmese de hiç bir aşkın
Açalım yine de çiçeklerimizi
Senden yanayım arkadaşım
Havanı bulunca aç çiçeklerini
Nasıl açıyorsam yüreğimi
Belki bu kez kış olmaz
Bakarsın sevdan düş olmaz
Nasıl vermişsem kendimi son sevdama
Vur kendini sen de bu güzel havaya

Aziz NESİN

24 Mayıs 2009 Pazar

*YAŞADIKLARIMDAN ÖĞRENDİĞİM BİR BİR ŞEY VAR

>

Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı, yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi
Sevgilin bitkin kalmalı öpülmekten

Sen bitkin düşmelisin koklamaktan bir çiceği
İnsan saatlerce bakabilir gökyüzüne
Denize saatlerce bakabilir, bir kuşa, bir çocuğa
Yaşamak yeryüzünde, onunla karışmaktır
Kopmaz kökler salmaktır oraya.

Kucakladın mı sımsıkı kucaklayacaksın arkadaşını
Kavgaya tüm kaslarınla, gövdenle, tutkunla gireceksin
Ve uzandın mı bir kez sımsıcak kumlara
Bir kum tanesi gibi, bir yaprak gibi, bir taş gibi
dinleneceksin

İnsan bütün güzel müzikleri dinlemeli alabildiğine
Hem de tüm benliği seslerle, ezgilerle dolarcasına
İnsan balıklama dalmalı içine hayatın
Bir kayadan zümrüt bir denize dalarcasına

Uzak ülkeler çekmeli seni, tanımadığın insanlar
Bütün kitapları okumak, bütün hayatları tanımak arzusuyla
yanmalısın
Değişmemelisin hiç bir şeyle bir bardak su içmenin
mutluluğunu
Fakat ne kadar sevinç varsa yaşamak özlemiyle dolmalısın

Ve kederi de yaşamalısın, namusluca, bütün benliğinle
Çünkü acılar da, sevinçler gibi olgunlaştırır insanı
Kanın karışmalı hayatın büyük dolaşımına
Dolaşmalı damarlarında hayatın sonsuz taze kanı

Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara, göğe,
bütün evrene karışırcasına
Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır
Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana.

Ataol BEHRAMOĞLU

*ŞAH BEYİTLER-1



Gamzen ne dem ki tığ çeküp hûn-feşan olur
Uşşâk-ı dil figâra mihr-bân olur

Nefİ

Gamzen(süzen yan bakışın) kılıç çekip kan dökmeye (keskin bir kılıç gibi yaralamaya)başlayınca
(O an) Gönlü yaralı âşıklara ecel bile acır(şefkatle davranır).