26 Şubat 2010 Cuma

*KAPAT PERDELERİ

Kapat perdeleri !
Kapat ki, yalnızlığın başlasın...
Ürkme !
İyidir insanın kendi kendine kalması.
Alışmalısın...

Mevsime pek gitmiyor
Şimdi o şarkıyı sustur !
Dinleme artık.
Sanma ki aylardan ağustostur...
Duvarlarına yüzümün gölgesi düşerse,
Şaşırma !
Bazı geceler ruhum, göç edecektir evine.

Bu akşam tek kişilik yap kahveyi.
Masaya bir tabak eksik koy...
Şimdi rahatça seyret istediğin filmi...
Vaktinde yatıp,
Vaktinde günaydın diyeceksin.
Kurtuldun dırdırımdan.
Bundan sonra akşamları tek başına içeceksin...

Kitaplarım sana emanet,
Canın sıkıldığında okursun.
Baktın ki işe yaramıyor,
Sen de yırtıp atarsın.

Unutuyordum az daha...
Silme camdan o dörtlüğü, olur mu?
Nasıl olsa kaybolur kendiliğinden...
Bırak, ne olacak?
Hüznüm bir süre asılı kalsın.
Sen şimdi kapat perdeleri !
Kapat ki, yalnızlığın başlasın...

Okan SAVCI

*KELİMELER

Resim:Mine ERDİNİ

Yarıda kalmış aşklarının hesapları içinde
Denizlere açıldı içimizden biri
Niçin gittiğini söylemeden.
Doyulmamış arzularla doluydu yelkenleri.
Yıpranmış kelimelerin verdiği güvenden.
Bulacak sanıyordu yenilikleri.
Her an bir yeni su vardı,
Her yeni suda bir yeni an.
Deniz, dalgalarıyla gösteriyordu dışından
Yaşananla düşünülenler arasındaki farkı.
Bitmiyordu köpüklerle renkler
Bir başka damlada, bir başka ışıkta başlamadan.
Gözlerinin önünde bir oyun, ardında bir oyun.
Dışında ne varsa yeni, ne varsa gerçek.
Yeni manzaralarla gelen yeni duygular
Hani, eski kelimelerle olmasa
İnsanın ömrünce devam edecek.
Gözlerinin önünde bir oyun, ardında bir oyun.
Anladı,ölmekle yaşamanın birleştiği noktada
Yeni rüzgarlarla esen yeni korkulara
Yeniliklerini bağışlamayan kelimelerin
Nasıl düşman sığınaklar halinde direndiğini.
Anladı, bütün olmuşlarla olanların
Ve bütün olacakların
O kelimelerin içinde
Kendisine varmadan eskidiğini

Özdemir ASAF

25 Şubat 2010 Perşembe

*NOSTALJİK REKLAMLAR



*İNCİTMEYECEK KADAR UZAK, ÜŞÜMEYECEK KADAR DA YAKIN OLABİLMEK


Eski zamanların dondurucu bir kışından bütün hayvanlar çok etkilenmiş, büyük kayıplar vermişler. Ama en çok kayıp veren kirpilermiş. Çünkü onların pek çok hayvan gibi kalın kürkleri yok, kendilerini sıcak tutması zor olan dikenleri var. Bu durumdan en az zararla kurtulmak için kirpiler meclisi toplanmış, çözüm aramaya başlamış. Tartışa tartışa, nihayet gece olunca tüm kirpilerin bir araya toplanmasına, birbirlerine yakın durarak geceyi geçirmelerine karar verilmiş. Böylece kirpiler birbirlerinin vücut sıcaklığından yararlanacak, aralarındaki hava tedavülünü önleyerek donmaktan kurtulacaklarmış.

İlk geceki deneyimlerinde bunun işe yaradığını görmüşler. Ama başka bir problem çıkmış ortaya. Üşüyen kirpiler birbirlerine fazla yaklaştıklarından yaralanmalar gerçekleşmiş. Daha sonraki gece yaralanma korkusundan birbirlerinden uzak durmuşlar, ama bu seferde donmalar meydana gelmiş.

Ne var ki, her gece kâh uzaklaşa kâh yakınlaşa, deneye yanıla birbirlerinin vücut sıcaklığından yararlanacak kadar yakın, ancak birbirlerini incitmeyecek kadar uzak durmayı öğrenmişler.

KISACA ;

Bizim de uzun dikenlerimiz var.
Bunlar hayata karşı filtrelerimiz.
Bazen faydalı, bazen de zararlı.
Çoğu zaman, kimseleri yaklaştırmıyoruz yanımıza.
Filtrelerimizden elemeden kimseleri sokmuyoruz özel dünyamıza.
Ne var ki, sıcaklık ancak yakınlaşmakla mümkün.
Birbirini incitmeyecek kadar uzak, hayatın soğuk zamanlarında üşümeyecek kadar da yakın olmayı öğrenmeliyiz.
Aynen kirpiler gibi...

Paylaş

*HAYATTAN DERSLER

Birinci Ders:

Okuldaki ikinci ayımda, hocamız test sorularını dağıttı.
Ben okulun en iyiögrencilerinden biriydim.
Son soruya kadar soluk almadan geldim ve orada
çakıldım kaldım. Son soru söyleydi :
"Hergün okulu temizleyen hademe kadının ilk adı nedır ?"
Bu her halde bir çeşit şaka olmalıydı. Kadını, yerleri sılerken, hemen
hergün görüyordum. Uzun boylu, siyah saçlı bir kadındı.
50'lerinde falan olmalıydı. Ama adını nerden bilecektim ki !
Son soruyu yanıtsız bırakıp kağıdı teslim ettim.
Süre biterken bir öğrenci, son sorunun test sonuçlarına
dahil olup olmadığını sordu.
"Tabii, dahil" dedi, Hocamız...
"İş yaşamınız boyunca insanlarla karşılaşacaksınız.
Hepsi birbirinden farklıinsanlar.
Ama hepsi sizin ilginiz ve dikkatinizi hak eden insanlar bunlar.
Onlara sadece gülümsemeniz ve 'Merhaba' demeniz gerekse bile..."
Bu dersi hayatım boyunca unutmadım.
 Hademenin adını da...Dorothy idi.


İkinci Ders :

Bir gece vakit gece-yarısına doğru Alabama Otoyolunun
kenarında duranbir zenci kadın gördüm.
 Bardaktan boşanırca yağan yağmura rağmen,
bozulan arabasının dışında duruyor ve dikkati çekmeye çalışıyordu.
Geçen herarabaya el sallıyordu. Yanında durdum.
 60'lı yıllarda bir beyazın bir zenciye, hem de Alabama'da,
yardıma kalkışması pek olağan şeylerden değildi.
Onu kente kadar götürdüm. Bir taksi durağına bıraktım.
Ayrılırken ille de adresimi istedi, verdim. Bir hafta sonra, kapım çalındı.
Muazzam bir konsol televizyon indiriyordu adamlar.
 Bir de not ekliydi, armağanda...
"Geçen gece otoyolda bana yardımınıza teşekkür ederim.
O korkunç yağmursadece elbiselerimi değil, ruhumu da
sırılsıklam etmişti. Kendime güvenimi yitirmek üzereydim,
siz çıka geldiniz.Sizin sayenizde ölmekte olan kocamın
yatağının baş ucuna zamanında ulaşmayı başardım.
Biraz sonra son nefesiniverdi.
Tanrı bana yardım eden sizi ve başkalarına karşılık beklemeksizin
yardım eden herkesi kutsasın...
En İyi Dileklerimle,
Bayan Nat King Cole."

Üçüncü Ders :

Size Hizmet Edenleri Hep Hatırlayın...

Bir pastanın üç otuz paraya satıldığı günlerde 10 yaşında bir çocuk
pastaneye girdi. Garson kız hemen koştu... Çocuk sordu:
"Çikolatalı pasta kaç para ?"
"50 Cent."
Çocuk cebinden çıkardığı bozukları saydı. Bir daha sordu:
"Peki, Dondurma Ne Kadar ?"
"35 Cent." dedi garson kız, sabırsızlıkla.
 Dükkanda yığınla müşteri vardı ve
kız hepsine tek başına koşuşturuyordu.
 Bu çocukla daha ne kadar vakit geçirebilirdi ki...
Çocuk parasını bir daha saydı ve
"Bir dondurma alabilir miyim, lütfen ?" dedi.
Kız dondurmayı getirdi. Fişi tabağın kenarına koydu ve
öteki masaya koştu. Çocuk dondurmasını bitirdi.
Fişi kasaya ödedi.
Garson kız masayı temizlemek üzere geldiğinde, gözleri doldu, birden.
 Masayı sanki akan gözyaşları temizleyecekti.
Boş dondurma tabağının yanında çocuğun bıraktığı
15 Cent'lik bahşiş duruyordu..


Dördüncü Ders :

Yolumuzdaki Engeller...

Eski zamanlarda bir kral, saraya gelen yolun üzerine kocaman bir kaya
koydurmuş, kendisi de pencereye oturmuştu.
 Bakalım neler olacak diye  gözlüyor...
Ülkenin en zengin tüccarları, en güçlü kervancıları, saray
görevlileri birer birer geldiler, sabahtan öğlene kadar.
Hepsi kayanın etrafından dolasıp saraya girdiler.
Pek çoğu kralı yüksek sesle eleştirdi.
Halkından bu kadar vergi alıyor, ama yolları temiz tutamıyordu.
Sonunda bir köylü çıkageldi. Saraya meyve ve sebze getiriyordu.
Sırtındaki küfeyi yere indirdi, iki eli ile kayaya sarıldı ve
 ıkına sıkına itmeye başladı. Kan ter içinde kaldı ama,
sonunda, kayayı da yolun kenarına çekti.
Tam küfesini yeniden sırtına almak üzereydi ki,
kayanın eski yerinde bir kesenin durduğunu gördü.
Açtı... Kese altın doluydu.
 Bir de kralın notu vardı içinde...
"Bu altınlar kayayı yoldan çeken kişiye aittir." diyordu kral.
Köylü, bügün dahi pek çoğumuzun farkında olmadığı bir ders almıştı.
"Her engel, yaşam koşullarınızı daha iyileştirecek bir fırsattır."

Beşinci Ders :

Önemli Olan Vermektir..

Yıllar önce hastanede çalışırken, ağır hasta bir kız getirdiler.
 Tek yaşam şansı, beş yaşındaki kardeşinden acil kan nakli idi.
 Küçük oğlan aynı hastalıktan mucizevi bir şekilde kurtulmuş ve
 kanında o hastalığın mikroplarını yok eden antikorlar oluşmuştu.
 Doktor durumu beş yaşındaki oğlana anlattı ve ablasına
 kan verip vermeyeceğini sordu. Küçük çocuk bir an
duraksadı. Sonra derin bir nefes aldı ve
"Eğer kurtulacaksa, veririm kanımı" dedi.
Kan nakli yapılırken, ablasının gözlerinin içcine bakıyor ve gülümsüyordu.
Kızın yanaklarına yeniden renk gelmeye başlamıştı, ama
 küçük çocuğun yüzü de giderek soluyordu...
Gülümsemesi de yok oldu. Titreyen bir sesle doktora sordu :
"Hemen mi öleceğim ?"
Ufaklık, doktoru yanlış anlamıştı, ablasına vücudundaki
bütün kanı verip, öleceğini düşünüyordu.

Teşekkürler Dr.Emine KAFES

Paylaş

*CANIMIN CANANINA


Gitti canımın cananı
Boynu bükük kaldı bendekiler
İçimi saran boşluk hasretle dağlandı,acı sardı.
Gitmeden gelmeleri sayıklandı inceden.
Hazan da dökülen sarı yapraklara döndü yüzüm
Gülmez , sararır solar gün be gün.

Gitti canımın yarısı
Yüreğimin en can noktası, ruhumun tamamı.
Gün geceye döndü sabahlar olmuyor
Gece ki uykusu da olmuyor ?
Katran karası zamanlardayım.

Sevdası kor gibi yüreğimde yanan yarim
Hani her aklıma geldiğinde heyecandan içimi titretenim
Şimdi yokluğunun acısıyla ağlıyor,
Yokluğunda yas bağlıyorum.
Zamanı belli olmayan günleri sayıyor
Uzak yolları mesken belliyorum ?

Gitti canımın canı
Boynu bükük kaldı şehrim, sokağım, evim
Gitti
Yarım kaldı ruhum, yüreğim, sevdam ?

Münevver ERDOĞMUŞ

*SÖYLE, BEN KİMİM?


Toz zerreleriyim ben
gün ışığında.

Güneşim
yusyuvarlak.

Toz zerrelerine derim,
“Kal.”

Güneşe derim, “Hareket et,
durmadan.”

Sabah sisiyim ve akşamın
nefesiyim.

Bir kavaklığın tepesinde rüzgâr
ve sarp bir kayalığın üstüne çarpıp kırılan dalgalar.

Orta direk, dümen, dümenci,
ve tekne omurgası,

mercan kayalığıyım aynı zamanda da
onların saplanıp kaldıkları.

Bir ağacım ben talimli bir papağanla dallarında.
Sükut, düşünce, ve seda.

Bir neyin içinden gelen ahenkli hava,
bir taştan sıçrayan kıvılcım, bir titreme metalde.

Hem mum,
hem de onun etrafındaki deli pervane.

Gül,
ve bülbül kaybolan güzel kokunun içinde.

Varoluşun bütün sınıflarıyım, ve dönen samanyolu,
evrimsel akıl.

Kalkan ve inen.
Olan ve olmayan.

Sen
Celâlettin’i bilen,

sen
hepsinin içinde bir tane,

söyle
ben kimim.

Söyle
BEN SENİM
Mevlâna
Çeviren: Vehbi Taşar

24 Şubat 2010 Çarşamba

*ÖZLENİRSİN SEVGİLİM




Ne kaldı, ne kaldı son güzden geriye
Sevgilim, beklemesini bilenim benim
Kar yağdı kirpiklerine
Kar sesi kuşattı çevremizi
Umutlar gibi birikti kar
Özlemler gibi birikti
Biliyor musun acılardan örülü
Sözcükler kaldı aramızda
Acıları tersyüz ettik
Yenildik, evet düpedüz yenildik
İçimize bıraktık kar sesini
Yeni bir ezgi üretecek olan
Çığlıklardan, kurumuş gözyaşlarından

Biliyor musun gülün kokması gecikecek
Bir kuş sesi gömleğine işlenecek
Çok eski bir gökyüzüyle birlikte
Orda burda söylenecek
Huma kuşunun göğsünde dinlendiği
Üşümüş, yorgun ama umutsuz değil

Canımın yongası, sevgilim, bir tanem
Ne kaldı, ne kaldı geriye acılardan
Eski alınteri, aşksız kaldı birçokları
Çocuklar kutup mavisi ağladı
Kimse artık hüzünleri anlatmasın
Ne vakti, ne yeri, ne bir anlamı kaldı

Güzelim, bir tanem, canımın yongası
Bir karanfilin suya eğilimi gibisin
Öylesin, özlenirsin, gel artık kar yağdı
Bize paylaşacak aldanmalar kaldı

Ahmet ADA

Paylaş

22 Şubat 2010 Pazartesi

*ŞAH BEYİTLER-43


Od ile korkutma va’iz bizi kim lâ’lî nigâr
Cânımız bizim oda yanmağa mu’tâd eyledi


Ateş ile korkutma vaiz bizi ki sevgilinin dudağı
Canımızı bizim ateşe yanmaya alışık eyledi

Hoca DEHHÂNİ

*BEN DAHA ÇOK



Ben daha çok uçurum kenarlarında açan diri yaban çiçeklerini sevdim.
Uzanıp kokusunu içine çekerken, uçuruma düşme tehlikesiyle karşı karşıya kalındığı için.
Ben daha çok sonbaharları sevdim.
Olgun aşklara yataklık yaptığı için.
Ben daha çok sonu hüsranla biten aşkları sevdim.
Yepyeni aşklara bereketli bir toprak olacak kadar yıkımı sağladıkları için.
Ben daha çok masum günahları sevdim.
En dehşetli hazların ardından girilen günahın vicdana yapacağı baskılarla boğuşulması gerektiği için.
Ben daha çok acı çeken insanları sevdim.
Acıların onları olgunlaştırıp daha iyi bir insan haline getireceğini bildiğim için.
Ben daha çok kalabalıkları değil yalnızlığı sevdim.
İçimdeki benle rahatça arkadaşlık edebilmemi sağladığı için.
Ben daha çok bahtsız insanların kahramanı olduğu kitapları sevdim.
Mutlulukların büyük bedelleri olduğunu bana çok iyi anlatabildikleri için.
Ben daha çok derinlikleri sevdim.
Hayatın gizleri ve mutlulukların ipuçlarını orada bulduğum için.
Ben daha çok ölüme yakın duran ve ondan korkmayan insanları sevdim.
Hayatın ne kadar ciddi bir şekilde yaşanması gerektiğini iyi bildikleri ve keşkeler az olduğu için.
Ben daha çok gerçekleri değil, hayalleri sevdim.
Hiçbir gücün hayallerime kelepçe vuramayacağı için.
Ve ben daha çok güvenin yerine özgürlüğü sevdim.
Güvensizlik içinde bile özgürlüğün
insana daha çok yakıştığına inandığım için

mutluluk kapısı kapandığı zaman
diğeri açılır fakat; çoğunlukla kapalı kapıya o kadar çok
bakarız ki açılmış yeni kapıyı göremeyiz...



*TAPINAKTAKİ YAZI


''Gürültü patırtının ortasında sessizce, sukunetle dolaş;
sessizliğin içinde huzur var.
Sakın bunu unutma.
Herkesle dost olmaya çalış. Sana bir kötülük yapıldığında
verebileceğin  en iyi karşılık: unutmak olsun. ''

Bağışla ve unut...
Ama kimseye teslim olma...
İçten ol;
Telaşsız anlat...
Kısa, açık ve net konuş...
Başkalarına da kulak ver...
Aptal ve cahil oldukları zaman bile dinle onları,
Çünkü dünyada herkesin bir öyküsü vardır.

Yalnız...
Yaptığın planların değil...
Başardıklarının da...
Tadını çıkar...

''Ne kadar küçük olursa olsun işinle ilgilen.
Hayattaki dayanağın işindir,
unutma. Sevebileceğin bir iş seçersen yaşamında
bir an bile çalışmış ve yorulmuş olmazsın. İşini öyle seveceksin ki,
başarıların bedenini ve yüreğini güçlendirirken
verdiklerinle de yepyeni hayatlar başlatmış olacaksın... ''

Olduğun gibi görün...
Ve göründüğün gibi ol...
Sevmiyorsan eğer...
Sever gibi yapma...
Çevrene, tanıdıklarına...
Önerilerde bulun...
Fakat asla hükmetmeye kalkma.

''İnsanları yargılarsan onları sevmeye zamanın kalmaz. Ve unutma ki,
insanlığın sevgi konusunda yüz yıllardır öğrenebildiği
bir kumsaldaki kum taneciği bile değildir.''

Aşka sakın burun kıvırma...
Aşk nedir?

''Çöl ortasındaki yemyeşil bahçedir.... O bahçeye bakmayı hak etmiş bir
bahçevan olmak için her bitkinin sürekli ilgiye,
yardıma, bakıma, sevgiye ihtiyacı olduğunu da unutma.''

Hayatta kaybedebilirsin...
Kaybetmeyi...
Ahlaksızca bir kazanca tercih et.


''Birincisinin acısı bir an, ötekinin vicdan azabı bir ömür boyu sürer.
Bazı
idealler o kadar değerlidir ki; o yolda mağlup olman bile
zafer sayılır. Bu dünyada bırakacağın en büyük miras dürüstlüktür.''

Yıllar geçiyor, geçecek...
Yılların geçmesine öfkelenme...

''Gençliğe yakışan şeyleri gülümseyerek teslim et geçmişe.Yapamayacağın
şeylerin yapabileceklerini engellemesine izin verme.

Rüzgarın yönünü...
Değiştiremiyorsan...
Yelkenlerini...
Rüzgara göre ayarla...

''Çünkü dünya, karşılaştığın fırtınalarla değil, gemiyi limana getirip
getirmediğinle ilgilenir.''

Arasıra...
Kendini tutamayabilirsin...
Yüreğini isyana kaptırabilirsin...
Fakat unutma:
Evreni yargılamak imkansızdır.

''Onun için kavgalarını sürdürürken bile kendinle barış içinde ol... ''

Annenin seni doğurduğu..
Saatleri hatırlıyor musun?
Sen ağlarken...
Herkes sevinçle gülüyordu...

''Öyle bir ömür geçer ki, sen öldüğünde herkes ağlasın.''

Sabırla, sevecan ol...
Erdemini yitirme...

''Önünde, sonunda sahip olduğun tek servet yine kendinsin.
Görmeye çalış ki,
bütün pisliğine ve kalleşliğine rağmen dünya yine de insanoğlunun
biricik güzel mekanıdır.''

(Xsentos Milattan Önce 9. Yüzyıl.)
Paylaş

*SEN...



Benim GÖKYÜZÜMSÜN
Benim EN SEVDİĞİM TEPESİN
Benim SICAK YATAĞIMSIN
Benim FIRTINADA SIĞINDIĞIM LİMANSIN
Benim EN DEĞERLİ ARMAĞANIMSIN
Benim EN DUYGUSAL ANIMSIN
Benim SONSUZA DEK EN YAKIN ARKADAŞIMSIN
Benim İLHAM KAYNAĞIMSIN
Benim KADERİMSİN
Benim PARILDAYAN IŞIĞIMSIN
Benim GECEM, GÜNDÜZÜMSÜN
Benim YÜREĞİMİN İLACISIN
Benim ÖFKEMİN GİDERİCİSİSİN
Benim AĞRI KESİCİMSİN
Benim BAHAR ATEŞİMSİN
Benim NADİR BULUNAN MÜCEVHERİMSİN
Benim DUALARIMIN YANITISIN
Benim KALBİMSİN, RUHUMSUN
Benim HAYATIMI HAYAT YAPANSIN
Benim KUTSALIMSIN
Benim MORALİMİ DÜZELTENSİN
Benim EN BÜYÜK ŞANSIMSIN
Benim SON DANSIMSIN
Benim EN İYİ VURUŞUMSUN
Benim ENERJİMSİN
Benim İŞTAH AÇICIMSIN
Benim SABAH GÜNEŞİMSİN
Benim AKŞAM EĞLENCEMSİN
Benim DANS PARTNERİMSİN
Benim KALBİMİN BEKÇİSİSİN
Benim KAHKAHALARIMIN KAYNAĞISIN
Benim SONSUZUMSUN
Benim YANAN ATEŞİMSİN
Benim EN BÜYÜK ARZUMSUN
Benim RUHUMUN EŞİSİN
Benim İNANCIMSIN
Benim RÜYALARIMSIN
Benim HERKESTEN ÖNCE GELENİMSİN
Benim GÜVENCEMSİN
Benim SAĞDUYUMSUN
Ölene kadar SEBEBİMSİN
BELKİ,
BİLMİYORSUNDUR...

David L. Weatherford

20 Şubat 2010 Cumartesi

*SAKLA YAMALARINI KALBİM

ne gül
ne yarın!

gül,
küle karılmış günlerin tortusunda
yarın,
vurulmuş yatıyor bugünün avlusunda

sakla yamalarını kalbim...

insanlar büyüdükçe günler kısalırlar
günlerimiz gibi aşklarımız da
yittikleri duraklarda kalırlar

sakla yamalarını kalbim...

kendini bıçak gibi ışıyan yeni güne bağışla
yürü, arkana bakma, ama umursa
bazen anılara en çok yakışan elbise
birkaç damla gözyaşıdır unutma..

Yılmaz ODABAŞI

*KÜLTİRLİ AŞK YAŞİYAH


Bişeyler Öğrenmişem.Gel Değişik Sevah.
Sen Beni Sev ,Ben Seni... Sevdayi Yaşiyah.
Sen Bene Sevdalan Yan,Ben De Sene,
Klasik Aşk Neyse Oni Yaşiyah.


Ya Da Senin Haberin Olmasın,
Ben Seni Arhadan Arhaya Sevim.
Platonik Aşk Neyse Oni Yaşiyah.


Sevdadan Oturah Yiyah,İçah.
İkimizde Tombul Olah.
Tombulik Aşk Olursa Oni Da Yaşiyah.


İsdirsen Sevdandan Kendimi Kesim.
Müzikler Dinliyim Doğriyim,Biçim.
Psikopatik Aşk Varsa Oni Yaşiyah.


Hele Bah.Ben Kerem Olim Sen Asli.
Sonumuz Onlar Gibi Bitsin Yasli.
Nostaljik Aşk Neyise Oni Yaşiyah.


Kibarlaşah.Tankolar Gibi Sevah.
Çoh İnce Olah.Ele Dolanah.
Tankoli Aşk Varsa Oni Da Yaşiyah.


Yalani Bırahah Hep Doğri Diyah.
Berabar Oturah,Berabar Gahah.
Elele Dizdiz,Gözgöze Bulunah.
Realist Aşk Neyse Oni Yaşiyah.


Tarlalara Bahcalara Düşah,
Elele Dutuşip Türki Söyliyah.
Romantik Aşk Neyse Oni Yaşiyah.


Pisigi,Gudigi Sen Diye Sevim,
Sen De Horozi Culuği Ben Diye Sev.
Sembolik Aşk Da Varsa Onida Yaşiyah.


Gel Elele Verah.Gendimizi Elektirige Gapdırah.
Zangır Zıngır Titriyah.Ama Ölmiyah.
Elektronik Aşk Varsa Oni Da Yaşiyah.

Ahorlarda Merek Ve Komlarda Buluşah.
Tezek Galahlarının Altında Sinah.
Otantik Aşk Varsa Oni Da Yaşiyah.


Aman... Bırah Onlari.Beni Sevirmisen?
Ben Seni Hegget Sevirem.Ele Şeylari Bırahah.
Adam Gibi Sevah,Adam Gibi Yaşiyah


Zinnur TİRYAKİ

18 Şubat 2010 Perşembe

*APHRODITE ( VENÜS )

Göz kamaştıran bir güzelliğe sahip olan Aphrodite güzellik tanrıçasıdır. Efsaneye göre dalgaların köpüğünden doğmuştur. Bir ilk bahar sabahı, Kıbrıs adası kıyılarında kıpırtısız olan deniz birden bire köpüklü beyaz bir dalga ile hareketlendi. Bu dalga ile birlikte bir sedef kabuğu kıyıya vurdu. Sedefin kapağı açıldığında içinden güzeller güzeli Aphrodite çıkmıştı. Beraberinde aşk tanrısı olan oğlu Eros da vardı. Kumsalda yürüdükçe bastığı yerlerde renk renk güzel kokulu çiçekler açıyordu.

Zaman tanrıçaları olan Horalar onları karşıladılar ve önce Aphrodite'i güzelce yıkayıp vücudundaki tuzlu deniz suyunu temizlediler. Uzun saçlarını örüp başını altın bir taçla süslediler, üzerine tülden süslü elbiseler giydirip, boynuna kıvılcımlar saçan kolyeler taktılar. Daha sonra onu ve oğlunu alıp Olympos'a çıkardılar. Olympos'taki tanrılar bu güzeli görünce hayranlıklarını gizleyemediler.

O günden sonra Aphrodite güzellik ve aşk tanrıçası olarak Olympos'ta diğer tanrı ve tanrıçalarla birlikte yaşamaya başladı.

Aphrodite güzelliği ile sadece tanrıların değil insanlarında gönlünü fethetmişti. İnsanların kalplerine sevgi ve aşk tohumları serpiyor onlara neşe ve sevinç veriyordu. Diğer yandan kimi zaman bu neşe ve sevinç aşk acısına da dönüşebiliyordu. Güzel tanrıça gücünü sadece insanlar ve tanrılar üzerinde göstermezdi. O tüm tabiata söz geçirebilirdi. Tek bir tatlı bakışıyla kudurmuş dalgaları sakinleştirir, nefesi ile deli gibi esen rüzgarları dindirirdi. Yeryüzünde her şeyi o diriltir, o canlandırırdı. Kurumuş çiçekleri tekrar canlandırır, dünyayı süsler, güzelleştirirdi.
Alıntı...Teşekkürler Nazan
Paylaş

*DİNLE SÖZÜM AL NASİHAT


Dinle sözüm al nasihat
Gözlerinde yaş incidir
Cahil ile etme sohbet
Her sözü bir baş incidir

Mürşit ile haşrolmayan
Dünyasını da ne bilir
Cahilde kem boş söz çok olur
Kendisini derya bilir

Yükün de lalü gevherse
Yıkma boncuğun hanınan
Saraf olmayan ne bilsin
Zanneder her taş incidir

Düçari der yar elinden
Çektiğimi mevla bilir
Boynum keskindir kılıca
Dağlarda taş incidir
Gözlerde yaş incidir

Aşık DÜÇARİ

*İŞTE SİZE "ŞAH BEYİT"LERİ SEVDİRENLER


"Şah Beyit"severlerin tanımak istediği İbrahim Cemal Torun (sağ baştaki)ve şah beyitlerin minyatür seçimini yapan ve yayımlayan Celali Boylu.

*GİDECEĞİM


Gideceğim
Neden gittiğimi bilmeden gideceğim
Kayığıma bineceğim,
bilinmezliğime gideceğim
Denize beni bildiğin yere götür diyeceğim...
Gökyüzüne de istediğin zaman aydınlat beni diyeceğim...
gideceğim...
Ve giderken tek şey bileceğim...
neden gittiğimi hiç bilemeyeceğim...

Nazan Meltem AKTAŞ

17 Şubat 2010 Çarşamba

*GÖKYÜZÜ KADAR BÜYÜK OLMALIYIM


Son kez baktım fakirliğime
ve ilk kez açtım gözlerimi
Açtım kanatlarımı ve dedim ki;
"Gökyüzü kadar büyük olmalıyım."
Süzülürken teninde koyu sessizliğin
Boşluğun aşkıyla sarhoş olmalıyım....

Son nefesimi verdim
ve aldım ilk nefesimi.
Daldım dipsiz serinliğe ve dedim ki;
"Okyanus kadar derin olmalıyım"
Dönerken başım koynunda maviliğin
Tuzunun tadıyla köpük köpük taşmalıyım

Ali KARAKUŞ

*BİR ÇİNGENE AĞIDI

Kınından zor çıkan bir bıçaktır bazen hayat
Dönmez geriye hiçbir yıldızın alın yazısı
Haydi o zaman rakıyı susuz dipleyelim
Çalsın tefler deli edene kadar polis devriyelerini
Dadak Hüseyin klarnetten bir ömre meydan okuyan nidâ çıkarsın
Değil mi ki gece de gündüz de hep aynı öksüzü doğuruyor
Sonra bir köşeye pusulasız notsuz terkediyoruz onu
Salın işte her oyun havasında
Bir bıçağı kınından çeker gibi okşayarak
Önüne bir düello konuldu sen daha bir karışken
Ya ebenin duasıyla dünyalar senin olacak
Ya ebeninkini göreceksin bu dünyada.
Kıpti ile kirmanç bu cümbüşün akortsuz iki teli
Hayatı bir ucundan yakalıyor kırık parmaklar
Sızlaya sızlaya itiraf ediyor nasıl geç kaldığını.
Atları hazırlat Çeribaşı, kilimleri hepten kaldırt
Çıtası eksik kalmasın toplarken çadırları
Şopar aşkı neymiş görsün namussuz coğrafyalar

Cihan OĞUZ

16 Şubat 2010 Salı

*GÜNEŞ ÖZLEMİ


Çeksem kapıyı gitsem
Taşları arasında çimenler biten
Kaldırımlar boyunca gitsem
Açık pencerelerinden beyaz yorganlar görünen
Işıklı dut gölgelerinden
Fakir mahallelerinin akkavakları
Yalansız suyla güneşle büyüyen
Ordan öte katırtırnakları sarı sarı
Bir erguvanlar vardı
Pembe mi desem deli mi desem

Bu ümit olmasa içimde
Buralarda bir gün beklemem

Necati CUMALİ

*DÜŞLER VE BİZ


kimsenin elleyemediği düşler vardır...
bilir misin demiyeceğim,
zaten biliyorsun yaşamıştık...
ıslak parmak uçlarımızda dokunduk tenlerimize.
belki dünü aramıştık,
ama daha çok sıcaklığını yaşamın
bir soğuk çelik parıltısı vurmadan gözlerimize
yalınlığını sarmaladık sevgilerin

neden ve nasıl değil,
geçersiz hesaplamaları hayatın
yanılgıya düşen biz olmadık hiç
ışığa aldanan kelebek değiliz zaten
uzanıp tuttuğun benim işte.
benim avuçlarında olması gereken,
bir köprüden geçer gibi yürü,
ve aklından çıkarma sakın gördüğünü...
yarın ellerinde belirecek,
tutam tutam yolunmuş saçlarında
kimselere söyleyemediğin bu şiir
bir gün yankılanacak kulaklarında...

hani anlatamadıklarımız vardı yaşamadıklarımız da
kimsenin duyamadıkları...
ve göremedikleri kimselerin,
yangın yerlerinde topladığımız umutlarımız,
pekii.
nerde o zaman yaşadıklarımız,
okyanus diplerinde,
ya da doruklarında dağların...
belki de bir bardak suda gizli,
gecenin ortasında yanan yüreğin içinde...

silsene gözyaşlarını bebeğim,
sonu sevince de varsa ağlama sakın,
bulutsuz yağmurlara benzeme,
susuz nehirlere hiç,
hani diyorum sana gelişim senden yakın

bir avuç sevinç,
bir yudum sevgi,
ve kanat sesi güvercinlerin,
kapat başındaki korkunç ağrıyı...
bak gözlerindeyim.
uzat ellerini sadece düşlerindeyim...
asla sana uzak değil ben hep seninleyim.

yarın nedir deme bana,
yarın sen ve aşk demek,
yarın ulaşmak dokunulmaza,
hep gözlerinde erimek,
dizime yaslanmış başın
okşadığım saçların,
ve öptüğüm dudakların
işte yarın bu bebeğim,
yarın sana benle yakın...

kutuplar kadar sıcak,
sahra çölü kadar soğuk.
en büyük kalabalıktaki kadar yalnız
ve tek başına ormanda ağaç kadar çoğul,
sensizlik böyle bir şey,
ulaştığım anda kopup gidiyor.
seni tanımamak cenneti görüp,
ulaşamamak sanki.

lime lime parçalanmış bedenim
kör olmuş seni arayan gözlerim,
her zaman yarınımda varsın sevginle
varsın olmasın hayatımda başka hiç özlemim
ayın karanlık yüzünde olsak senle
unutulmazı tersyüz ediversek ne olur
yaşasak gündüz ile geceyi
yaşasak bir demi sakince bir özlemle
haykırışlarını duyma sakın,
savaş meydanlarında ölenlerin
yürüme ateş üstünde
gitme uzağa üşümesin ellerin...
sıcaklığım ikimize yeter
asla unutma sakın ben hep sende senleyim...

Ali E.ŞEN

15 Şubat 2010 Pazartesi

*ŞAH BEYİTLER-41


Gittin amma ki kodun hasret ile cânı bile
İstemem sensiz olan sohbet-i yârânı bile
Neşâti

Ey sevgili, giderek beni hasretle baş başa bıraktın.
Senin olmadığın dostların sohbetini bile istemem artık.

Haz.İbrahim Cemal TORUN
Özel Adana Gündoğdu Koleji
T.D. ve Ed. Öğretmeni

Paylaş

*RÜYALARIM OLMASA


Yıldızlara baktırdım fallara çıkmıyorsun
Seni görmem imkansız rüyalarım olmasa
Pencereden bakmıyor yollara çıkmıyorsun
Seni görmem imkansız rüyalarım olmasa

Zor mu geldi kalbinde bana sevgi saklamak
Yakıp gittiğin yeri dönüp bir kez yoklamak
Değil sabaha kadar seni öpüp koklamak
Seni sarmam imkansız rüyalarım olmasa

Sevmesem özler miyim seni can pahasına
Ne olur bir fırsat ver, beni bir daha sına
Adını söyleyemem senden bir başkasına
Seni sormam imkansız rüyalarım olmasa

Düşlerimde incitsem günlerce uyuyamam
Sana değil, saçının bir teline kıyamam
Yıllar sonra dönsende' nerde kaldın' diyemem
Seni kırmam imkansız rüyalarım olmasa

Yalvarırım mektup yaz beş dakkanı ayır da
Su serp yanan sineme sağlığını duyur da
Yaban gülü gibisin dağda,kırda,bayırda
Seni dermem imkansız rüyalarım olmasa...

Cemal SAFİ

13 Şubat 2010 Cumartesi

*ESKİ BİR İBRANİ HİKÂYESİ


Bir zamanlar dağda, kızgın güneşin altında, mermer taşlarını yontmaktan bezmiş bir mermer yontucusu varmış.
“Bu hayattan bıktım artık. Yontmak! Devamlı mermer yontmak... Öldüm artık! Üstelik bir de bu güneş, hep bu yakıcı güneş! AH! Onun yerinde olmayı ne kadar çok isterdim, orada yükseklerde her şeye hâkim olacaktım, ışınlarımla etrafı aydınlatacaktım.”
Diye söylenir durur yontucu.
Bir mucize eseri olarak dileği kabul olunur ve yontucu o an güneş olur. Dileği kabul edildiği için çok mutludur. Fakat tam ışınlarını etrafa yaymaya hazırlandığı sırada ışınlarının bulutlar tarafından engellendiğini fark eder.
“Basit bulutlar benim ışınlarımı kesecek kadar kuvvetli olduklarına göre benim güneş olmam neye yarar!” diye isyan eder.
“Mademki bulutlar güneşten daha kudretli bulut olmayı tercih ederim.”
O zaman hemen bulut olur. Dünyanın üzerinde uçuşmaya başlar, oradan oraya koşuşur, yağmur yağdırır fakat birdenbire rüzgâr çıkar ve bulutları dağıtır.
“Ah, rüzgâr geldi ve beni dağıttı, demek ki en kuvvetlisi o öyleyse ben rüzgar olmak istiyorum.”diye kara verir.
Ve dünyanın üzerinde eser durur, fırtınalar estirir, tayfunlar meydana getirir. Fakat birdenbire önünde kocaman bir duvarın ona mani olduğunu görür. Çok yüksek ve çok sağlam bir duvar. Bu bir dağdır.
“Basit bir dağ beni durdurmaya yettiğine göre benim rüzgâr olmam neye yarar.”
Der.
O zaman dağ olur. Ve o anda bir şeyin O’na durmadan vurduğunu hisseder. Kendinden daha güçlü olan şeyin, O’nu içinden oyan şeyin...
Bu küçük bir mermer yontucusudur.

Paylaş

*YORUMSUZ

orjinal boyut için fotoğrafa tıklayınız
Karboğazı-Tarsus

12 Şubat 2010 Cuma

*SEVMEK


Sevmek inanmaktır.
Sevmek yaşamaktır.
Sevdiğini kendisi gibi, kendisinden de çok duyumsamaktır.
Sevmek sevdiği olmaktır.
Sevmekte ikilikler kalkar, bir olmalara gidilir.
İki ten, iki kalp, iki gönül yoktur sevgide.
Tek bir kalp olunur, tek bir yürek olunur.
Sevmek paylaşmaktır. Sevdiğiyle sevdiğini paylaşmaktır.
Sevdiğiyle kalbini bölüşmektir sevmek.
Ki tek kalp olunsun.
Sevgide son yoktur.
Sevgiler hiçbir zaman son bulmazlar.
Biten sevgiler yoktur, bitmiş gibi görünen sevgiler vardır.
Vazgeçiş de yoktur sevgide.
Yaşandıkça yaşatılır sevilen.
Ama kimi zaman sevgili için kimi zamansa sevginin bir gereği olarak saklanır bu aşklar.
Vazgeçiş yoktur, vazgeçmiş gibi görünmek vardır o yüzden.
Sevmekte istemek yoktur.
Sevgilinin olduğu yerde son bulur istekler.
Bir şey varsa istediğin bu senin için değil, sevgili için istediğindir. Ondan Onun adına istersin.
Onu daha sonsuz sevebilmek için istersin.
Sevme özgürlüğünü istersin, kabul edilmesini istersin.
İstersin ama bir gün gelir bu istekler de son bulur.
Kendinden istersin artık.
Sevgiliyi daha çok sevmek istersin kendinden.
Sonsuz kılmak istersin.
Bu yolda sevgili olur mu, olmaz mı bunu sevgilinin isteği belirler.
Sevmek sevgiliyi istememeyi öğrenmektir.
Sevmek sevgiliyi sevgili olmadan sevmektir.
Sevmek; sevmek istemektir.
Sevmek, beklememektir.
Beklentilerin son bulduğu bir duraktır o.
Öyle ki tüm gerçekler, tüm dünya silinir gider.
Ne Ondan anlaşılmayı beklersin, ne onu anlamayı.
Ne onun gelmesini beklersin, ne onun Leyla, Mecnun olmasını.
Beklediğin bir şey yoktur sevmeyi becermek dışında.
Sevmek, gücenmemektir.
Sevmek sevgililerin hiçbir sözüne üzülmemeyi öğrenmek demektir.
Sevgilinin olum hançerine bile hayır dememektir sevmek.
Onun vurusuna, onun tokadına alınmamaktır, sevgiliden gelen her hareketi ve her sözü kabullenmektir.
İhanetlere, hainliklere bile üzülmemektir.
Sevgiliden gelen öl emrine bile ölürüm diyebilmektir.
Kendi elleriyle kalbini bir bıçak ucuna koymaktır sevmek.
Sevmek ölmektir.
Sevmek, ölmesini bilmektir.
Sevgili için yaşamaktır.
Onun eli, kolu, gözü, kalbi olmaktır.
Ama artık onun bir şeyi olunmadığı bir zaman ölmesini bilmektir!
Sevmek, vermektir.
Sevmek sevdiği için almasını bilmektir.
Almamaya yemin ederek vermektir.
Ama almalarda kurtaracaksa sevgiliyi almasını bilmektir sevmek!
Sevmek, tükenmektir.
Sevmekten ölürken tekrar varolmaktır o sevgiden.
Sevmek sevgilinin gel deyisine hayır demektir.
Sevgilinin askıyla boğuşurken, yüzerken o aşk denizinde sevgilinin uzanan eline hayır demektir.
Sevgilinin bakan gözüne bakmamaktır sevmek.
Ağlayan gözlere şefkat ve tebessümle yanıt verebilmektir.
Sevmek, sevgili olmaktır.
Sevgilinin yüzündeki gülücük olmaktır.
Onu yasama döndürecek bir damla su olmaktır.
Sevmek sevgilinin limanı olmaktır.
Sevmek sevdiğinin canı olmaktır.
Onun ölümü isteyebileceği canı olmaktır.
Sevmek yangın olmaktır.
Yanmaktır, kor olmaktır.
Dağ olmaktır, evren olmaktır.
Her şey olmaktır, hiç olmaktır.
Alev olup girmektir gönüllere.
Sevmek yürümektir gönüllerde.
Sevmek güvenmektir.
Sevmek onaylanmaktır.
Sevmek sevgiliye bir nefes gibi, bir ses gibi yakın olmaktır.
Sevmek çok ötelerde olsa bile yasamak ve yakın olmaktır sevgiliye.
Yakınlılıktır, doğallıktır, özdenliktir sevmek.
Yalansızlık, içtenlilik, olumsuzluluktur sevmek.
İlk insanin, Havva'nın Âdem’in saflığını ve temizliğini, çocuk masumluğunu taşımaktır sevmek.
Gözyaşı olmaktır, yağan yağmur olmaktır.
Bir sonbahar mevsiminin sarı yaprağı gibi yalnız olmaktır sevmek.
 Sevgilisizken sevgiliyi sevmektir.
Sevmek üşümektir.
Sevgilinin yokluğuna üşümektir.
Sevgiliyle her şeyi göze almaktır sevmek.
Ki sevgilinin olduğu cehenneme yürümektir.
Sevgilinin olmadığı Cennete de gitmemektir sevmek.
Sevmek, sevgiliyi cennet etmektir.
Sevmek bir olmaktır.
Sevmek yaşamaktır.
Ve sevmek inanmaktır.
Sevmek bir başkasının hayatını yaşamaktır.
Sevmek sevmesini hak etmektir.
Sevmek sevgilinin baktığı yerde, sustuğu yerde olmaktır.
Sevmek sevgilisiz gecen gecelerin sabahına varmaktır.
Sevmek saz benizli sabahlarda yaşamaktır sevgiliyi.
Sevmek sevmesini bilmektir.
Sevmek ölmesini bilmektir.
Sevmek olmaktır.
AşIK olmaktır.
Aşk bir kere sevmektir.
Sevmek aşkın kendisi olmaktır.
Ölümü Özlemeyen Askı Anlayamaz

14 ŞUBAT SEVGİLİLER GÜNÜ MESAJI


Şöyle bir düşünün lütfen, neden Tanrı bize sadece bir kalp verdi.
Düşünmeye devam edin lütfen.
İki ayak verdi yürümemiz için, iki el verdi tokalaşmak için, iki kulak verdi duymamız için, iki göz verdi görmemiz için…
Fakat neden bir kalp verdi?
Çünkü diğer kalbi başka birine verdi, gidip bulmanız için…

İkinci kalbini bulan bütün arkadaşlarıma bir ömür boyu sağlık, mutluluk ve huzur diliyorum…
 14.02.2010
Burhan BÖRÜ

*AĞIT


En sevdiğin elbisemi giydim bu gece
Kokunu sürdüm, solgun yüzünü okşadım
Sessizce saçlarından öptüm.
Yazdığın mektupları okudum, kana kana su içer gibi
Plâklarını çaldım.
Ah! En çok o şarkıda özledim seni...

Issızlık kapıyı çaldı,
Açmaya korktum gece yarısı.
Şehir uykuya daldı,
Baktım dışarıya; katran karası.
Rüzgâr telaşla kokunu getirdi bana
Aldım koynuma.
Buseni hafızamdan koparıp iliştirdim dudaklarıma
Üşüdüm karanlıkta.
Tenine dokundum beni hissetsin diye
Ellerimi tut, ısıt diye.
Aç gözlerini...

Erguvanlarına su verdim
İçerken benimle konuştular
Yastığını okşadım, kokladım
Anılar uçuştular.
Soluğun saçlarımı yaladı, sanki bir meltem gibi
Teninin kokusu karıştı kokuma.
Yakıştılar...

Boğuldum karanlıkta.
Yanı başımdasın benden çok uzaklarda
Ellerimi tut, dokun bana
Aç gözlerini...

Attım kendimi caddelere,
yeşil ceketin sardı beni.
Yürüdüm üstüne karanlığın, korkusuz.
Tuttum elini...

Can DÜNDAR


*SOLGUN BİR GÜL OLUYOR DOKUNUNCA




Çoklarından düşüyor da bunca
Görmüyor gelip geçenler
Eğilip alıyorum
Solgun bir gül oluyor dokununca.

Ya büyük şehirlerin birinde
Geziniyor kalabalık duraklarda
Ya yurdun uzak bir yerinde
Kahve, otel köşesinde
Nereye gitse bu akşam vakti
Ellerini ceplerine sokuyor
Sigaralar, kâğıtlar
Arasından kayıyor usulca
Eğilip alıyorum, kimse olmuyor
Solgun bir gül oluyor dokununca.

Ya da yalnız bir kızın
Sildiği dudak boyasında
Eşiğinde yine yorgun gecenin
Başını yastıklara koyunca.

Kimi de gün ortası yanıma sokuluyor
En çok güz ayları ve yağmur yağınca
Alçalır ya bir bulut, o hüzün bulutunda.
Uzanıp alıyorum kimse olmuyor
Solgun bir gül oluyor dokununca.

Ellerde, dudaklarda, ıssız yazılarda
Akşamlara gerili ağlara takılıyor
Yaralı hayvanlar gibi soluyor
Bunalıyor, kaçıp gitmek istiyor
Yollar, ya da anılar boyunca.

Alıp alıp geliyorum, uyumuyor bütün gece
Kımıldıyor karanlıkta ne zaman dokunsam
Solgun bir gül oluyor dokununca.

Behçet NECATİGİL

11 Şubat 2010 Perşembe

*POZİTİF BAHÇIVAN



Memleketimizde iyimserler kötümserlere kızınca 'Hiç mi pozitif bir şey yok bu memlekette birader' diye çıkışırlar.
İşte size pozitif bir bahçıvan...

Seyahatten dönen ev sahibi telefon açmış, konuşuyorlar:
- Nasıl, her şey yolunda mı?
- Yolunda... Küreğin sapı kırıldı, şu anda onu tamir ediyordum.
- Neden kırıldı?
- Köpeğinize mezar kazarken zorlamışım, ondan kırıldı.
- Nee! Köpeğim mi öldü?
- Maalesef havuza düştü?
- Benim köpeğim çok iyi yüzerdi; havuzda nasıl ölür?
- Havuzun suyu boşalmıştı, atlayınca betona çakıldı.
- Havuzu yeni doldurtmuştuk, neden boşalttınız?
- İtfaiyeciler evdeki yangını söndürürken ilave suya ihtiyaç duydular.
- Neee evde yangın mı çıktı?
- Evet efendim. Annenizin vefatı dolayısıyla taziyeye gelenlerden biri yanık sigara bırakmış.
- Annem mi öldü? Yahu kadın daha iki hafta önce sapasağlamdı?
- Haklısınız da... Yatak odanızda karınızla en yakın arkadaşınızı aynı yatakta görünce kalbine inmiş.
- Yahu hiç pozitif bir haber yok mu adam sende?
- Var efendim... Geçen gün siz COVİD-19 testi yaptırmıştınız ya... Sonucu geldi, pozitif...




Paylaş

*AKŞAMIN YARISINDA

herkes öteki gibi duruyor... akşam
da durduğu yerde durmuyor artık;
yolcu yolu kuşatıyor durmadan;
kapanıyor 'Zaman' denen karanlık...

hiçbir şeyde yok gibi ve herşeyde var;
sıkışmış birileri ara yerde;
kalbim! durma yetiş eski yazlara!
nedense bir durgunluk var saatlerde...

herşey nasıl da bütündü bir zaman:
şimdi bahçe eksik, güllerse yarım;
kar yağar, hüzün bile yok... ve nerdesiniz,
âh, evet nerdesiniz, yok saydıklarım?

Hilmi YAVUZ
Paylaş

10 Şubat 2010 Çarşamba

*AN GELİR



















an gelir
paldır küldür yıkılır bulutlar
gökyüzünde anlaşılmaz bir heybet
o eski heyecan ölür
an gelir biter muhabbet
çalgılar susar heves kalmaz
şatârâbân ölür

şarabın gazabından kork
çünkü fena kırmızıdır
kan tutar / tutan ölür
sokaklar kuşatılmış
karakollar taranır
yağmurda bir militan ölür

an gelir
ömrünün hırsızıdır
her ölen pişman ölür
hep yanlış anlaşılmıştır
hayalleri yasaklanmış
an gelir şimşek yalar
masmavi dehşetiyle siyaset meydanını
direkler çatırdar yalnızlıktan
sehpada pir sultan ölür

son umut kırılmıştır
kaf dağı'nın ardındaki
ne selam artık ne sabah
kimseler bilmez nerdeler
namlı masal sevdalıları
evvel zaman içinde
kalbur saman ölür
kubbelerde uğuldar bâkî
çeşmelerden akar sinan
an gelir
-lâ ilâhe illallah-
kanunî süleyman ölür

görünmez bir mezarlıktır zaman
şairler dolaşır saf saf
tenhalarında şiir söyleyerek
kim duysa / korkudan ölür
-tahrip gücü yüksek-
saatli bir bombadır patlar
an gelir
attilâ ilhan ölür

Attila İLHAN