30 Temmuz 2009 Perşembe

*BEYAZ ATLAR SULARA

Ressam:Mine ERDİNİ

Benim yüzümde her şeyler var
Üç dilim ekmek bunlardan biri
Annem bir taşa oturmuş bunlardan biri
Sur dışlarında hafif bir eskici olur
Olur ya bir kendil olur biraz da elleri
İnsan yalnız mı buna bir çare düşünmeli.

Dün biraz ağlamıştım bunlardan biridir şimdi
Çok gülünç bir şekilde kahveye giriyorum
Sorsam ya kapıdayken gözyaşı girilir mi
Girilmez, girilmez, bunu her mahmut biraz anlatır
Korkuyla anlatır, yüzünü baygın tutar anlatır
Kahveci, seni sevmiyorum bunlardan biri.

Bir deniz yandı gene, yansın ne çıkar sanki
İşte horoz öttü yüzümün yarısında
Yüzümde bir horoz var dünyanın biri
Seni sevmek neden mi, acı ve güzel
Geldikçe geliyorlar ellerinin elleri
Odalar! çıplak masalar! buna bir çare düşünmeli.

Bu da bir şarap olmalı şimdi boşluğu dolduracak
İçince bir korsan ağzıyla içmeli
Eskidir, yorgundur, akyıptır diye yüzler
Bir sinek sinek mi vurunca öldürmeli
Ve sinek oldu muydu hafif bir uzaklık olur
Olur ya, hem biraz dargındır hem biraz evli
İnsan sevdi miydi buna bir çare düşünmeli.

Edip CANSEVER

*YALNIZLIK ŞİİRİ..




Karanlığın insanı delirten bir ihtişamı vardır
Yıldızlar aydınlık fikirler gibi havada salkım salkım
Bu gece dağ başları kadar yalnızım

Çiçekler damlıyor gecenin parmaklarından
Dudaklarımda eski bir mektep türküsü
Karanlıkta sana doğru uzanmış ellerim
Gözlerim gözlerini arıyor durmadan
Nerdesin?

Attila İLHAN



*KAYBETTİKLERİM




Çocukdum büyüdüm aslında hiç istemeden büyüdüm, kimse bana sormadı büyümek istiyormusun diye ben büyüdükçe çevremde olanları daha iyi analiz etmeye başladım.Kaybolan çocukluğum, biten ailem her şeyi yavaş yavaş kaybetmeye başlamıştım.
Okuduk çocukluğumuzda bize öğretmenlerimizin gösterdiği yolda yürüdük yalnızdım.Sevdiklerimden uzaklarda hala yalnızım kim bilebilir ki bizi nelerin beklediğini ne yaşıyacağımızı? Yabancı ülkelerde aradık sevdiklerimizi. kaybetdiklerimizi... Halâ arıyorum eski güzel günlerimizi.Biliyorum ki hiç bişey değişmiyecek değiştiremiyeceğim .Yine kaybettiklerimi arıyorum, hala çok uzaklarda olsam da.Biz büyürken bize sadece okuyun denildi anlatmadılar gerçek hayatı yaşamayı insanları.Biz büyüdükçe hayallerimizin biteceğini umutların kaybolup gideceğini yalnız kalacağımızı anlatmadılar.
Şimdi bulunduğum bu yerde yağmurun ardından bakıyorum nerde benim kaybettiklerim nerede sevdiklerim düşünüyorum onlar benden çok uzaklarda istesem bile kaybettiklerimi bulamıyacağımı yerine hiç bişey koyulmuyacağını büyüdükce anladım. Gerçek hayatın bize okul sıralarında anlatıldığı gibi olmadığını anladım. Arıyorum hala kaybolan çocukluğumu,gençliğimi. Zaman o kadar hızlı akıyor ki bir bakmışsın elinden her şey kayıp gitmiş geri gelmiyor. Aslında kaybettiklerimiz geriye getirsen aynı hataları yapmıyacaksın da bu yolun geri dönüşü yok artık çıktın yola artık kaybetmemek için savaşacaksın.
Bu hayatda biz büyürken neden bize anlatmadılar hayatın bir yangın yeri olduğunu? Neden?……….Emine ÖNAL

27 Temmuz 2009 Pazartesi

*KAVGAM VAR



Kavga etmeliyiz bu gün sevdiğim, hemde sıkı bir kavga...

Nerden çıktı şimdi bu deme bana, öyle işte. Tüm duygularımı
haykırmalıyım sana. Öfkemi, sevgimi, incinmelerimi akla gelen ne varsa
dökmeliyim ortaya. Söylemediğim o kadar söz birikti ki yüreğimde, dökmeliyim
bunları işte. Her eklenen sözde ağırlaştı da taşıyamaz oldu yüreğim...

Hem bak çok zaman oldu tartışmayalı. Biraz tuhaf değil mi sencede. Her
ikimiz için de söylenmemiş içe atılmışlıklardır bu, fazlası zarar veren...
Tartışmalıyız artık her ne varsa içte olan. Dökmeliyiz herşeyi ortaya
gerekirse bağıra çağıra. Yüreğimiz huzur bulmalı sevdiğim...

Nazara gelecek sevgimiz, kıskanılır...Ne iyi anlaşıyorsunuz denilir
de, tüm gözler üzerindedir. İnanırmısın sen de nazara bilmem, ama ben
inanırım da ondandır kavga edelim demem. Yalandan da olsa...Biraz küselim
derim ben,sonrasın da sevinçle barışalım diye.

Çok kızgınım sana bilesin. Neden deme, nedensiz çünkü sevdiğim. Her
şeye neden yükleme, hele de benle olana. Nedenlerim, bahanelerim yoktur
benim, önceden tasarlanmaz sözlerim düşüncelerim...Neyse dilimdeki yüreğimle
eşleşmiştir bende, şimdiki gibi. Kavga etmeyi istemem gibi...

Kızgınım sana bende yarattıkların için. Tezatlarım, kaygılarım,
sevinçlerim için. Döktüğüm gözyaşı için... Duymaya hasret bıraktığın güzel
ne varsa tüm sözler için. Söylenmemiş sözlerin hüznü için kızgınım işte
sana. Yüreğimi doldurup doldurup taşırdıkların.... daha pek çok şey için
kızgınım sevdiğim sana.

Kavgam var sana sevdam kadar. Etsem olmaz etmesem olmaz...bu arada
kalmışlık için kızgınım sana. Aslında sana değil kendime, kendi yüreğime...
geceleri sağımla solumun kavgalarına. Kızsam kavga etsem kendimle çaresi
olmaz, dökülmez bendekiler. Ondandır senle yapacağım kavgam. Kırılma, alınma
lütfen sadece dinle beni. Ama susma, karşılık ver kavgama ki,huzura ersin
yüreğim...Susarsan ne anlamı kalır ki, yine kendimle kalırım ondandır sende
katıl demelerim...

Bu gün kavga edelim sevdiğim hemde çok sıkı bir kavga.
Dökelim tüm söylenmemişlikleri...

Münevver ERDOĞMUŞ

*YAŞADIKLARIMDAN NELER ÖĞRENDIM ?




YAŞ 5
Anne ve babamın birbirlerine bagırmalarinin beni ne kadar korkuttugunu öğrendim.

YAŞ 7
Meşrubat içerken gülersem içtigimin burnumdan gelecegini öğrendim

YAŞ 12
Bir şeyin değerini anlamanın en iyi yolunun bir süre ondan yoksun kalmak oldugunu öğrendim.

YAŞ 13
Annemle babamın elele tutuşmalarının ve öpüşmelerinin beni daima mutlu ettigini öğrendim.

YAŞ 15
Bazan hayvanların kalbimi insanlardan daha fazla işittiğini öğrendim.

YAŞ 18
gençlik yıllarımın keder, şaşkınlık, ıstırap ve aşktan ibaret oldugunu öğrendim

YAŞ 24
Aşkin kalbimi kırabileceğini ama buna değer oldugunu öğrendim.

YAŞ 33
Bir arkadaşı kaybetmenin en kestirme yolunun ona ödünç para vermek oldugunu öörendim.

YAŞ 36
Önemli olanın başkalarının benim için ne düsündükleri degil, benim kendi .
hakkımda ne düşündüğüm oldugunu öğrendim.

YAŞ 38
Eşimin beni hala sevdigini, tabakta iki elma kaldığında küçügünü almasından anlayabileceğimi öğrendim.

YAŞ 41
Bir insanın kendine olan güveninin, başarısını büyük oranda belirlediğini öğrendim.

YAŞ 44
Annemin beni görmekten her seferinde sonsuz mutluluk duyduğunu öğrendim..

YAŞ 46
Yalnızca minik bir kart göndererek bile birinin gönlunu aydınlatabilecegimi öğrendim.

YAŞ 49
Herhangi bir işi yaptığımdan daha iyi yapmaya çalıştığımda, o işin yapıcılığa dönüştüğünü öğrendim.

YAŞ 50
Sevgi, evde üretilmemişse, baska yerde öğrenmenin çok güç olabileceğini öğrendim.

YAŞ 53
İnsanlarin bana, izin verdiğim biçimde davrandıkların öğrendim.

YAŞ 55
Küçük kararları aklımla, büyük karar

ları ise kalbimle almam gerektigini öğrendim.

YAŞ 64
Mutluluğun parfüm gibi olduğunu, kendime bulaştırmadan başkalarına veremeyeceğimi öğrendim.

YAŞ 70
İyi kalpli ve sevecen olmanin, mükemmel olmaktan daha iyi olduğunu öğrendim.

Sancılar içinde kıvransam bile başkalarına basağrısı olmamam gerektiğini öğrendim.

YAŞ 90
Kiminle evleneceğin kararının hayatta verilen en önemli karar oldugunu öğrendim.

YAŞ 95
Ögrenmem gereken daha pek çok şeyler olduğunu öğrendim.
Dün sabaha karşı kendimle konuştum
Ben hep kendime giden bir yokuştum
Yokuşun başında bir düşman vardı
Onu vurmaya gittim kendimle vuruştum


Özdemir ASAF

26 Temmuz 2009 Pazar

*ÜÇÜNCÜ ŞAHSIN ŞİİRİ



Gözlerin gözlerime değince
Felaketim olurdu ağlardım
Beni sevmiyordun bilirdim
Bir sevdiğin vardı duyardım
Çöp gibi bir oğlan ipince
Hayırsızın biriydi fikrimce
Ne vakit karşımda görsem
Öldüreceğimden korkardım
Felaketim olurdu ağlardım
Ne vakit Maçka'dan geçsem
Limanda hep gemiler olurdu
Ağaçlar kus gibi gülerdi
Bir rüzgar aklımı alırdı
Sessizce bir cigara yakardım
Kirpiklerini eğerdin bakardın
Üşürdüm içim ürperirdi
Felaketim olurdu ağlardım

Aksamlar bir roman gibi biterdi
Jezabel kan içinde yatardı
Limandan bir gemi giderdi
Sen kalkıp ona giderdin
Benzin mum gibi giderdin
Sabaha kadar kalırdın
Hayırsızın biriydi fikrimce
Güldü mü cenazeye benzerdi
Hele seni kollarına aldı mı
Felaketim olurdu ağlardım

Attila İLHAN

24 Temmuz 2009 Cuma

*YALNIZ' IN DURUMLARI



Sen herşeyi süpürebilirsin; sonbaharı süpüremezsin,
Yalnızsa, sürekli bir sonbaharı süpürür hep.. Düşünemezsin.

Yanar sobasında yalnız'ın üşüyen bakışları.
Lambasında karınlığa dönük bir ışık titrer sönük-sönük.
Penceresi dışına kapanmıştır, kapısı içine örtük.

Yalnız, bin yıl yaşar kendini bir an'da.

Yalnız'ın nesi var, nesi yoksa tümü birdenbire'dir.

Yalnız, bir ordudur kendi çölünde..
Sonsuz savaşlarında hep yener, kendi ordusunu.

Yalnız'ın sakladığı bir şey vardır;
Boyuna yerini değiştirir, boyuna onu arar... Biri bulsa diye.

Yalnız, hem bilgesi, hem delisidir kendi dünyasının.
Ayrıca; hem efendisi, hem kölesidir kendisinin.
Tadını çıkaramaz görece'siz dünyasında hiçbirisinin.

Yalnız, sürekli dinleyendir söylenmemiş bir sözü.

Sözünde durması yalnız'ın yalancılığıdır kendisine..
Hep yüzüne vurur utancı. O yüzden gözlerini kaçırır gözlerinden.

Yalnız'ın odasında ikinci bir yalnızlıktır ayna.

Yalnız, hep uyanır ikinci uykusuna.

Yalnız, kendi ben'inin sen'idir.

Bir sözde saklanmış bir yalanı, bir gözde okuduğundan
bakmaz kendi gözlerine bile.

Her susadığında o, kendi çölündedir.

Kendi öyküsünü ne anlatabilen, ne de dinleyebilen.
Kendi türküsünü ne yazabilen, ne söyleyebilen.

Bir zamanlar güldüğünü anımsar da...
Yoğurur hüzün'ün çamurunu avuçlarında.

Yalnız, aranan tek görgü tanığıdır
yargılanmasında kendi davasının..
Her duruşması ertelenir kavgasının.

Yalnız, hem kaptanı, hem de tek
yolcusudur bakmakta olan gemisinin..
Onun için ne sonuncu ayrılabilir gemisinden, ne de ilkin.

Yalnız'ın adı okunduğunda okulda ya da yaşamda..
Kimse, "burda" deyemez.. Ama yok da..

Uykunun duvarında başladı..
Önceleri bir toz gölgesi sanki; sonra bir yumak yün gibi.
Ama şimdi iyice görüyor örümceğin ağını gün gibi.

Yalnız, duymuş olduğunun sağırı, görmüş olduğunun körüdür..
Ölür, ölür öldürür.. Öldürür, öldürür ölür.
Duyduklarını unutur, duyacaklarını düşünür.

Yalnız'ın adına hiç kimse konuşamaz..
O, kendi kendisinin sanığıdır.

Yalnız, önceden sezer sonra olacakları..
Paylaşacak biri vardır; anlatır, anlatır ona olanları, olmayacakları.

Her leke kendisiyle çıkar.

YALNIZLIK PAYLAŞILMAZ.
PAYLAŞILSA YALNIZLIK OLMAZ.

Özdemir ASAF

22 Temmuz 2009 Çarşamba

*SEVMEK İÇİN GEÇ ÖLMEK İÇİN ERKEN



akşamın acı su karanlığı içinden
soğuk kadife teması yalnızlığın
şuh bir kahkaha balkonun birinden
gizli işareti midir bir başlangıcın

sevmek için geç ölmek için erken

başbaşa çay elele yürümek derken
boğaz vapurları mı iskele sancak
telefonda kaybolmak sesini beklerken
insan insanı yeniler doğrudur ancak

sevmek için geç ölmek için erken

içimdeki gökkuşağı besbelli neden
bulutların içinden kuşlar yağıyor
bir şiire başlarsın birini bitirmeden
hiç kimse gözlerine inanamıyor

sevmek için geç ölmek için erken

sevmek sevildiğini bile farketmeden
yaklaştıkça ölüm soğuk bir yağmur gibi
sevmek zehir zemberek ve yürekten
gecikerek de olsa vuruşur gibi

sevmek için geç ölmek için erken

Attila İLHAN

21 Temmuz 2009 Salı

*TÜRK OLMAK NASIL BİR DUYGUDUR?




Amerika'dan bir vatandaşımızın,Türkiye'nin ABD Seattle Fahri Konsolosu olan Sayın J. F. Gökçen'in "Türk olmak nasıl bir duygudur?" konulu yazısı…

Türk Olmak…

Aslında çok şeydir, Türk olmak.
Türk olmak, Osmanlı'nın borcunu ödemektir. Hovarda babanın borçla yaşayan evladı gibi.

Kosova'da ve Bosna'da, Batı Trakya'da ve Makedonya'da bilmem kaç asır geçmişte kalan meselelerin hesabını vermektir.

Türk olmak;

- Kıbrıs'ta,

- Hocali'da,

- Anadolu'da ve Balkanlar'da soykırıma uğrayıp

- karşılığında yapmadığın soykırımla suclanmaktır.


Türk olmak;

- faşist olmaktır,

- vatanına, milletine, tarihine sahip çıktığında…

- demokrat ve cağdaş olmaktır,

- vatanına, milletine, tarihine sövüldüğünde…

-Türk olmak lisanının Avrupa'da yasaklanmasıdır ve yine Türk olmak kendini ve derdini anlatamamaktır.
-Avrupa'da hor görülmek Türk olmaktır,

-Ataların bir çok asır önce Viyana'yi kuşattiği için ve hoş görülmemektir

-Tabii ki - sadece kuşatıp; Napolyon gibi bütün Viyana'yı yakmadığın için.



Türk olmak;

- Selanik'te Pontus Anıtı'nın,

- Viyana'da çiğnenen yeniçeri minberinin ve

- Malta'da papazın üzerine bastığı Türk bayrağı heykelinin önünden geçmektir.


Türk olmak zordur, çetindir ve eziyetlidir.

- Üç kıtadan dönüp,

- bir küçük yarımadada misafir muamelesi görmektir.

- Sayısız imparatorluk kurmak Türk olmaktır, aynı zamanda sayısız imparatorluk yıkmak da Türk olmaktır.


Türk olmak;

- Arabaya koşulan ilk atın vatanında,

- ilk yazılı antlaşmanın imzalandığı yurtta,

- yazının bulunduğu,

- paranın icat edildiği

- her metrekaresinden bereket fışkıran bu yurtta,

- kalkınmak icin yabancı sermaye beklemektir.



Türk olmak;


- Truva'dan bu yana,

- Sümer'den bu yana serpilerek gelse de,

- tarihten eski bu topraklarda,

- bütün zamandan damıtılarak gelen yüksek değerlerine rağmen,

- bir haftalık hafiza ile yaşamaktır.

- Doğu Roma'yı da

- Batı Roma'yı da yıkıp,

- yeni Roma olan AB'ye girmeye calışmaktır, Türk olmak.
Türk olmak;


- Mostar'da köprüdür,

- Kerkük'te kaledir,

- İstanbul'da Kızkulesi'dir,

- Anadolu'da buğdaydır,

- Çukurova'da pamuktur,

- Ege'de tütün,

- Karadeniz'de fındık,

- Trakya'da ayçiçeğidir.



Türk olmak;


- Çanakkale'de ölmektir.

- Çanakkale'de ölmeden önce düşmana su vermektir,

- onun yaralısını sırtında kendi hastanesine taşımaktır.

- Düşmanın ardından rahmet okumak,

- kanlısından helallik almaktır.

- Sabahları odana rahmet dolsun diye, cami açmaktır.

- Kar yağdığında kayak yapmayı değil, evsizleri düşünmektir.

- Balkon köşesine kuşlar için, kışın ekmek kırıntısı, yazın su koymaktır.

- Yağmura rahmet, kara bereket diye bakmaktır.



Türk olmak;

- harap bir ülkede,

- zengin ülkelerin müstemlekesini reddedip,

- tahtadan kılıç ve ipten üzengi ile,

- paylaşacak ve sahiplenecek tek varlığı fakirlik olmasına rağmen,

- yedi düvele meydan okumaktır.



Türk olmak;

- askere davul-zurna ile uğurlanmaktır,

- belki de dönmeyeceğini bilerek.



Türk olmak;

- annenin, şehit oğlunun ardından; 'Bir oğlum daha olsun, onu da vatan icin göndereceğim.' demesidir.

- Babanin gözyaşlarını tutarak, tabutuna son kez dokunurken 'Vatan sağolsun!' demesidir.




Türk olmak;

- 'Türk çayında radyasyon olmaz!' yalanları ile,

- 'Gusül abdesti alana AIDS bulaşmaz!' dolanları ile yaşamaktır.



Her hükümetin

- enkaz devraldığı, ama

- asla ardında enkaz bırakmadığı ülkede olmaktır.



Türk olmak;

- ecdadın yaşadığı kıtlıktan dolayı, çayın yanında gelen şekerden fazla olanı garsona geri vermektir.

- Ayni nedenle Türk olmak, yemeği ziyan etmekten korkmaktır.

- Göz hakkına, diş kirasına saygıdır.



Türk olmak;

- Evindeki bir kap aşın yarısını Tanrı misafirine vermektir.

- Kendi yerde, misafiri döşekte yatırmaktır Türk olmak.


Türk olmak;

- milli maçta ağlamaktır.

- Ayhan Işık'a, Belgin Doruk'a aşık olmaktır.



Türk olmak;

- aşkını ölesiye sevmektir.

- Aşkı icin ölmektir,

- öldürmektir.

- Sevdiceğinin elini bir kez tutamadan, toprağa girmektir.


En güzel aşk şiirlerini yüreğinde hissetmektir.

Eşkiyaya türkü yakmaktır, Türk olmak.

Milletine sövmektir, ama başkasına sövdürmemektir, Türk olmak.
Türk olmak;

- Yunus'u bilmektir,

- Aşık Veysel'i sevmektir.

- Mevlana'yi, Haci Bektaş-i Veli'yi ve Hoca Yesevî'yi

- tek bir satırını okumasa da yüreğinde taşımaktır.



Türk olmak;

- saz çaldığında,

- ney üflendiğinde,

- kös dövüldüğünde ve kaval çaldığında,

- yüreğinin derinlerinde bir sızı sezmektir,

- bir de Yemen Türküsü'nde...

- Hayatın sana verdiklerine 'Nasip',

- vermediklerine 'Kısmet' demektir.

- Her işin 'Hayırlısına' inanmaktır ve

- ağlamamak için çok gülmekten çekinmektir.



Türk olmak;

- Asya'da batılı,

- Avrupa'da doğulu diye tepki görmektir.


Irk sözünü bilmeden yaşamak, yaradılanı Yaradan'dan ötürü sevmektir.
- Magazin programları ile dizilerin arasına sıkışsa da,

- silkinip üzerindeki ölü toprağını atabilmektir.



Türk olmak;

- mahalle maçı için ayni saatte,

- on kişi buluşamazken,

- milyon kişinin bir araya gelmesidir.

- Tavla oynarken bile kavga ederken,

- milyon kişinin kavga etmeden gösteri yapabilmesidir.




Türk olmak;

- buhran zamanında Arjantin'de de mağazalar yağmalanırken,

- daha ağır buhranda sıraya girerek,

- sorumlusuna en ağır cezayi tek bir cam kırmadan sandıkta kesmektir.



Türk olmak;

- en zayif gününde bile dünyaya meydan okumak,

- en dertli gününde bile her ufunetin bir şafakta biteceğini bilerek

- tevekkül göstermektir.



Zor iştir Türk olmak. Türk olmak;

- Anadolu'da her düşen yağmur damlasına hamdetmek,

- her çıkan başak için şükretmektir.



Türk olmak,

medeniyetler mezarlığı Anadolu'da dik durabilmektir.

*EFLATUN'A SORULAN 2 SORU





Eflatun´a iki soru sormuşlar:
- Birincisi; "İnsanoğlunun sizi en çok şaşırtan davranışları nelerdir?
- Eflatun tek tek sıralamış:
- "Çocukluktan sıkılırlar ve büyümek için acele ederler.
Ne var ki çocukluklarını özlerler.
Para kazanmak için sağlıklarını yitirirler.
Ama sağlıklarını geri almak için para öderler.
Yarından endişe ederken bu günü unuturlar.
Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşarlar.
Ancak hiç yaşamamış gibi ölürler."

Sıra gelmiş ikinci soruya;
- "Peki sen ne öneriyorsun?"
Bilge yine sıralamış:
- "Kimseye kendinizi sevdirmeye kalkmayın.
Yapılması gereken tek şey sadece kendinizi sevilmeye
bırakmaktır.

Önemli Olan; Hayatta En Çok Şeye Sahip
Olmak Değil, En Az Şeye İhtiyaç Duymaktır.

Teşekkürler Özkan ÖZLÜ

*ŞAH BEYİTLER-17




Sevdin ol dilberi söz eslemedin vây gönül
Eyledin kendüzini âleme rüsvây gönül
Sana cevr eylemede kılmaz o pervây gönül
Cevre sabr eyleyemezsin nideyin hây gönül
Gönül eyvây gönül vay gönül eyvây gönül



AVNİ (FATİH SULTAN MEHMET)


Ey gönül, söz dinlemedin, o dilberi sevdin. Böylece kendini âleme rüsvây ettin.
O, sana eziyet etmekten bir an geri durmaz; eziyete de sen dayanamazsın.
Ne yapayım ey gönül, eyvâh gönül!

Haz.İbrahim Cemal TORUN

*KİMSENİN UMUTLARINI ÇALMAYIN



Dört mum yavaşca yanıyordu.
Ortam çok yumuşaktı ve konuştukları duyuluyordu.

İlki söyledi:
‘’ ben barışım!"
Artık kimse benim yanık kalmamı sağlamıyor, sanıyorum söneceğim. "
Alevi hızla azaldı ve bütünüyle söndü.

İkincisi söyledi:
‘’ ben inancım!"
neredeyse herkez benim artık gerekli olmadığımı düşünüyor
o nedenle daha fazla yanık kalmama hiç gerek yok’’
Konuşmayı bitirdiği zaman, bir rüzgar hafifçe esti ve onu söndürdü.

Üzgünce üçüncü mum sırası gelince konuştu:
” ben sevgiyim!"
yanık kalmak için artık gücüm kalmadı. İnsanlar beni bir kenara bıraktı ve önemimi anlamadı.
Kendilerine en yakın olanları bile sevmeyi unuttular "
Ve hiç zaman yitirmeden söndü.

Ansızın...
Bir çocuk odaya girer ve üç mumun yanmadığını görür
”neden yanmıyorsunuz sizin sonuna kadar yanmanız gerekir "
Bunu söyleyerek, çocuk ağlamaya başlar.

Ardından dördüncü mum söyler:
”korkma ben hala yanıkken diğer mumları yeniden yakabiliriz

"ben umudum!’’

"Kimsenin umutlarını çalmayın, hayattaki tek dayanağı o olabilir"

18 Temmuz 2009 Cumartesi

*SORUNLAR MÜŞTEREKTİR

www-resimland-com-hareketli-fare-resimleri.gif

Duvardaki çatlaktan bakan
fare, çiftlik sahibi ile karısının
bir paket açtıklarını gördü
.
"İçinde yiyecek mi var?'"
derken - - -
Bir baktı ki
fare kapanı!!.

Hemen bahçeye koşup,
alarmı verdi :

Evde kapan var!
Evde kapan var!'

Tavuk gıdaklayıp ,
kafayı kaldırdı ve
'Bay fare", bu sizin için ciddi
bir sorun olsa da şahsen, beni ilgilendiren
bir tarafı yok ne yazık ki! .
Fare donup bu sefer koyuncuğa,
"Evde kapan var,
evde kapan var"!
Dedi.

Koyuncuk konuyla ilgilendi ama,
kendi hesabına
'Üzgünüm bay fare, vah, vah
emin ol senin için dua edeceğim"
dedi.

Fare bu kez öküze yöneldi:
"Evde kapan var!"
"Evde kapan var!"
Diye bağırdı nefes nefese.

Öküz: 'Wow, Bay Fare,
Senin için üzüldüm,
ama burnumu sokacağım bir şey değil.'
Dedi.
E farenin de başını eğip,
gitmekten başka çaresi kalmamıştı...
yalnızlık ve terk edilmişlik hisleri içinde,
fare kapanı ile artık tek başına başa
çıkmaya çalışacaktı!.
***
O aksam evde, alışılmamış bir ses duyuldu.
Sanki bir kapan,
avının üzerine kapanmıştı.

Sese kosan ciftçinin karısı, karanlıkta kapana,
zehirli bir yılanın kuyruğu kaptırdığını görmemiş.
Yılan da onu ısırmıştı..

Çiftçi karısını hastaneye koşturdu,
Karısı eve ateşli döndü.

E ateşli insana ne verilir ??
sıcacık bir tavuk çorbası!!!.
Tavuk acilen pişirilmiş!

Ama kadın hala iyileşmiyormuş,
E es dost ahbap, gelince hasta ziyaretine,
çiftçi de sofraya koyuncuğu çıkarmak
zorunda kalmış!!!.

Ama çiftçinin karisi iyileşmemiş;
ölmüş!!!!!.

Aman ne kalabalık gelmiş cenazeye,
ne kalabalık!!!

Bu sefer de konukları,
doyurmak için kesilen öküz olmuş....
Fareye de olan biteni
deliğinin ardından izlemek kalmış!....
***
Onun için bir daha,
seni ilgilendirmeyen bir sorun
karşına çıkarsa... bir düşün!!! ----
Birimiz tehdit altındaysak,
hepimiz risk altındayız.

Bu hayat denen yolculukta
Birlikte yol almaktayız..
Birbirimizi kollayıp,
güç ve güven paylaşmalıyız.

UNUTMA

HEPİMİZ, BİRBİRİMİZİN HALI TEZGAHINDA
HAYATİ ÖNEMİ OLAN İPLİKLERİZ!!!!
VE ŞÖYLE YA DA BÖYLE,
HAYATLARIMIZ BİRLİKTE DOKUNUYOR.
***


www-resimland-com-hareketli-fare-resimleri.gif

17 Temmuz 2009 Cuma

*YORUMSUZDUK ASLINDA


Ne geçmiş vardı, ne gelecek. Ne geçmişimiz denkti, ne de gelecek yazgımız. Ne sevdamız aynıydı, ne de....

İki farklı hayattan, iki ayrı fırtınadan kopmuş tesadüfen tanışmış, iki ayrı insandık sadece. Ortak dili acı olan...

Çok şeydik aslında. Hem zıtlıktık, hem örtüşen. Hem sevendik, hem kaçan. Bir küs bir barışık sevdaydık belki... Belki de asla sevmemiş olan.

Şehrimin sokakları özledi seni.Sahildeki martılar, kayalıklara vuran dalgalar.Parkta oynayan çocukların bile gözleri seni sorar oldu.Evimin her bir köşesi seni çağırıyor sanki. Duvarlardan kahkahaların yankılanıyor hala...

Çok şeydin aslında.

Sessiz çığlıklarım yüklüydü sende hiç duyulmayan.

Çocuğumdun hiç büyümeyen. Boncuk boncuk bakan. Küsünce göz yaşları hazır, gülünce göz bebekleri gülendin...Sarıp sarmaladığım mis kokulu bebek tenlimdin...

Babam annemdin sinirlenince köpüren.Çıkmazlarımın kapılarını aralayan,incinmişliklerimi sarıp yaralarımı iyileştiren.Şefkattin, ilgiydin, sevgiydin en kutsalından...

Kardeşim yoldaşımdın sırlarımı paylaşan.Bazen dalga geçip gülen, bazen ağır ağır eleştiren...

Sevgiliydin en güzelinden.Boyuna endamına hayran olduğum,bakmaya sevmeye kıyamadığım, doyamadığımdın...

Hem bu günümdün, hem yarınlarım. Hem çok şeydik hem hiç bir şey...

Ayrı fırtınalarda savrulup gelen, Ayrı yollarda gidecek olan rastgele hayattık işte. Zamanımız bile denk gelmedi buluşmalara. Ya senin işin çok aceleydi, ya benim düşselliğim farklı. Ya ben isyankardım hayata, ya sen tövbeliydin aşka...

Tüm zıtlıklarda tekti ortak dilimiz. Bilirdik imkansızdı çok şey de ondan razı gelirdik anlarla avunmaya.Kısacık zamanlarda karıştırırdık tüm duyguları en güzeli olsun diye.

Ne sen bana küstün ne ben sana kırıldım. Ne ben ah ettim ne sen sitem.
Böyle olmalı dedi sessizce bir ses ve biz razı geldik kadere...

Münevver ERDOĞMUŞ

*GERİ GELEN MEKTUP



Ruhun mu ateş, yoksa o gözler mi alevden?
Bilmem, bu yanardağ ne biçim korla tutuştu?
Pervane olan,kendini gizler mi alevden?
Sen istedin,ondan bu gönül zorla tutuştu..

Gün senden ışık alsa da bir renge bürünse;
Ay secde edip çehrene, yerlerde sürünse;
Her şey silinip kayboluyorken nazarımdan,
Yalnız o yeşil gözlerinin nuru görünse...

Ey sen ki, kul ettin beni onmaz yakışınla,
Ey sen ki, gönüller tutuşur her bakışınla!
Hançer gibi keskin ve çiçekler gibi ince
Çehren bana uğrunda ölüm hazzı verince

Gönlümdeki azgın devi rüzgarlara attım;
Gözlerle günah işlemenin zevkini tattım.
Gözler ki, birer parçasıdır senden ilah'ın,
Gözler ki, senin en katı zulmün ve silahın,

Vur şanlı silahınla,gönül mülkü düzelsin;
Sen öldürüyorken de, vururken de güzelsin!
Bir başka füsun fışkırıyor sanki yüzünden,
Bir yüz ki,yapılmış dişi kaplanla hüzünden...

Hasret sana,ey yirmi yılın taze baharı,
Vaslınla da dinmez yine bağrımdaki ağrı.
Dinmez! Gönülün, tapmanın, aşkın sesidir bu!
Dinmez! Ebedi özleyişin bestesidir bu!

Hasret çekerek uğruna ölmek kolaydı,
Görmek seni ukbadan eğer mümkün olaydı..
Dünyayı boğup mahşere döndürse denizler,
Tek bendeki volkanları söndürse denizler!

Hala yaşıyor gizlenerek ruhuma "Kaabil",
İmkanı bulunsaydı, bütün ömre mukabil
Sirretmeye elden seni, bir perde olurdum.
Toprak gibi her çiğnediğin yerde olurdum.

Mehtaplı yüzün Tanrı'yı kıskandırıyordur,
En hisli şiirden de örülmez bu güzellik.
Yaklaşması güç, senden uzaklaşması zordur;
Kalbin işidir, gözle görülmez bu güzellik...

Hüseyin Nihal ATSIZ

16 Temmuz 2009 Perşembe

*BEN EYLÜL SEN HAZİRAN



Bir eylüldü başlayan içimde
Ağaçlar dökmüştü yapraklarını
Çimenler sararmıştı
Rengi solmuştu tüm çiçeklerin
Gökyüzünü kara bulutlar sarmıştı
Katar gidiyordu kuşlar uzaklara
Deli deli esiyordu rüzgar
Dağılmıştı yazdan kalan ne varsa
Yaşanmamış bir mevsim gibiydi bahar

Neydi o bir zamanlar
Sevmişliğim, sevilmişliğim
O heyheyler, o delişmenlikler neydi
Ne bu kadere boyun eğmişliğim
Ne bu acıdan korlaşan yürek
Ne bu kurumuş nehir; gözyaşım
Önümdeki diz boyu karanlıklar da ne
Ne bu ardımdaki kül yığını; elli yaşım

Beni kötü yakaladın haziran
Gamlı, yıkık eylül sonuma
Bir ilk yaz tazeliği getirdin
Masmavi göğünle
Cana can katan güneşinle
Pırıl pırıl engin denizinle girdin içime
Çiçekler açtı dokunduğun
Çimler büyüdü yürüdüğün
Ve güller katmer oldu güldüğün yerde

Başımda senin kuşların kanat çırpıyor şimdi
Oldurduğun yemişlerin ağırlığından
Dallarım yere değiyor
Güneşi batmadan saçlarının
Bir dolunay doğuyor bakışlarından
Gün boyu senden bir meltem esiyor yanan alnıma
Uykusuz gecelerim seninle apaydınlık
Başım dönüyor, of başım dönüyor yaşamaktan
Ölebilirim artık

Ölme diyorsan; gitme kal öyleyse
Sarıl sımsıkı, tenim ol, beni bırakma
Baksana; parmak uçlarım ateş
Lavlar fışkırıyor göz bebeklerimden
Hadi gel, tut ellerimi, benimle yan
Benimle meydan oku her çaresizliğe
Benimle uyu, benimle uyan
Birlikte varalım on üçüncü aylara

Ümit Yaşar OĞUZCAN

*ÖYLE BİRİNİ BULUN Kİ...




Öyle birini bulun ki;

Size içten bir şekilde güzel olduğunuzu söyleyen;
Suratına kapadığınızda sizi geri arayan;
Sizin uykuya dalmanızı seyretmek için uyumayan;
Sizi alnınızdan öpen;
Size en zor anlarınızda bulutların üstüne çıkarmak isteyen;
Arkadaşlarının önünde elinizi tutan...

Öyle birini bekleyin ki;

Size durmadan size sahip olduğu için kendini şanslı saydığını veya ne kadar önemsediğini hatırlatan;
Arkadaşlarına dönüp 'aradığım o...' diyen...

ÖZLETİYOR SENİ BU YAĞMURLAR



Burada yağmur yağıyor
Aralıksız yağıyor günlerdir
Ama sen yine de şemsiyeni
Almadan gel ilk otobüsle

Buğulanan camlara usulca
Yüzünü çiziyorum ki yüzün
Bir yağmur damlası olup
Düşüyor yapraklarına gülün

Güller de bozamıyor bu uzun
Karanlık sessizliğini kentin
Anılarını yitiriyor sokaklar
Bezirgânlaşıyor bulvar ışıkları

Tarih de kekemeleşiyor bazan
Ki o zaman aşktır tek bilici
Aşksa yürümek gibi bir şey
Duyabilmek kuşların gelişini

Anısı bizsek eğer bu kentin
Unuttuğu türküler bizsek
Acıyı rehin bırakıp bir güle
Anımsatmalıyız bunları bir bir

Sonra yürümeliyiz seninle
Sokaklara caddelere çıkmalıyız
Belki bir aşktır bu kentin
Belleğini geri getirecek olan

Burada yağmur yağıyor ama sen
Şemsiyeni almadan gel yine de
Özletiyor bu çılgın sağanak seni
Sırılsıklam özletiyor biliyor musun

Ahmet TELLİ

14 Temmuz 2009 Salı

*YALNIZ ADAM VE KIRLANGIÇ



Karlı bir kış günüymüş...
Yağan kardan üşümüş küçük kırlangıç,
yalnız bir adamın penceresinin dışına gelip
gagasıyla camı tıkırdatmış, adeta adamın onun
içeri girmesine müsade etmesini istemiş.

Yalnız adam bu isteği görmüş, "olmaz alamam,
git başımdan" der gibi kuşu kovalamış, sonra da
kendi kendine söylenmiş;"Hıh, camı tıkırdatmakla
kendisini içeri alacağımı mı sanıyor acaba..?"


Gecenin ilerleyen saatlerinde canı sıkılmış,
rüzgar ve soğuk arttıkça yalnız adamı
daha başka düşünceler sarmış,
kırlangıcın arkadaşlığını
geri tepmekten biraz pişmanlık duymuş...

"Keşke kuşu içeri alsaydım.
Ona biraz yiyecek verirdim. Minik kuş
oradan oraya uçar, neşeli sesler çıkartır,
cıvıldar, yalnızlığımı paylaşırdı. " demiş.

Ertesi sabah ilk iş pencereyi açıp,
etrafına bakınmış adam, belki kırlangıç
oralarda bir yerlerde olabilir diye düşünmüş.
Ama görememiş zavallı kırlangıcı...

Uzun kış geçmiş, yine yaz gelmiş...
Etrafta kırlangıçlar, cıvıldıyarak uçmaya başlayınca;
yalnız adam, heyecanla camını sonuna kadar
açıp kuşu beklemiş... Ama hiç gelen olmamış.

Onun hevesle havada uçan kuşlara
baktığını gören komşusu hikayeyi öğrenince
hafif buruk bir sesle: "Sevgili komşum, anlaşılan
sen kırlangıçların sadece 6 aylık bir ömürleri oduğunu
bilmiyordun?" demiş. Bunu işiten yalnız adam çok üzülmüş
ama üzülmek için de artık geç kaldığını anlamış...

***

Hayatta bazı fırsatlar vardır ki,
sadece birkez karşımıza çıkar,
değerini bilemezsek kaçıp giderler.
Ve asla geri gelmezler....

13 Temmuz 2009 Pazartesi

*İYİ Kİ DOĞDUN MELİS....


*ŞAH BEYİTLER-16



Halk-ı âlem bir yana oldu bu şeydâ bir yana
Cennet-i kûyun komazam olsa dünya bir yana

NECATİ

Bütün dünya halkı bir tarafa oldu, şu çılgın Necati de bir tarafa.
(Yani ikisi de birbirinden ayrıldı, farklı şeyler ister oldular)
Bütün dünyayı verseler ben yine de senin bulunduğun yeri cennet kabul eder ve orayı isterim.

Haz.İbrahim Cemal TORUN

*GELİŞİM İÇİN DEĞİŞİM




Bilinen bir hikayedir Kartal'ın hikayesi;

Kartal, kuş türleri içinde en uzun yaşayanıdır.70 yıla kadar yaşayan kartallar vardır.
Ancak bu yaşa ulaşmak için,40 yaşında iken çok ciddi ve zor bir karar vermek zorundadır. Kartalın yaşı 40 a vardığında pençeleri sertleşir,esnekliğini yitirir,ve bu nedenle beslenmesini sağladığı avlarını kavrayıp tutamaz duruma gelir.Gagası uzar ve göğsüne doğru kıvrılır.
Kanatları yaşlanır ve ağırlaşır.Tüyleri kartlaşır ve kalınlaşır.Artık Kartalın uçması iyice zorlaşmıştır.Dolayısı ile kartal burada iki seçim yapmak zorundadır.
-ya ölümü seçecektir,
-ya da yeniden doğuşun acılı sürecini göğüsleyecektir.
Bu yeniden doğuş süreci,150 gün sürecektir.bu yönde karar verirse, kartal bir dağın tepesinde kendisine yuva olabilecek bir yere uçar ve orada yaşar. Artık orada uçmasına gerek kalmayacaktır. Uygun yeri bulduktan sonra kartal gagasını sert bir şekilde kayaya vurmaya başlar.En sonunda kartalın gagası yerinden sökülür ve düşer.
Kartal bir süre yeni gagasının çıkmasını bekler. Gagası çıktıktan sonra bu yeni gaga ile pençelerini yerinden söker çıkarır.Yeni pençeler çıkınca, kartal bu kez eski kartlaşmış tüylerini yolmaya başlar. 5 ay sonra kartal,kendisine 20 yıl veya daha uzun süreli bir hayat bağışlayan meşhur yeniden doğuş uçuşunu yapmaya hazır duruma gelir.
Kendi hayatımızda sık sıkbir yeniden doğuş süreci yaşamak zorunda kalırız. Zafer uçuşunu sürdürmek için, bize fayda sağlamayan eski alışkanlıklarımızdan kurtulmak zorundayız. Yeni davranışlar edinme ise, öğrenme süreciyle mümkündür.

Bu süreç ise eğitimdir.Yaşa, zamana, zemine ve ihtiyaçlara göre öğrenmenin sürekliliği zorunludur...
Her yaşta ihtiyaçlara ve beklentilere paralel yeni davranışlar edinilmesi kaliteli bir hayatı getirir. Bu hayat ritmini yakalayamayan her insan, kaliteli bir hayatı da yaşamaktan uzakta kalır.


GELİŞİM İÇİN DEĞİŞİM ŞARTTIR VE ÇOK SANCILIDIR.
Teşekkürler Dr.Emine KAFES

ŞAH BEYİTLER-15



Yoluna cânım revân etsem gerek cânâ dedim
Yüzüme bin can ile baktı dedi cânın mı var
ZÂTİ

Ey sevgili senin yoluna canımı vermeli, sana kurban olmalıyım, dedim.
Yüzüme öfke ile baktı, senin canın da mı var, diye söylendi.
Çünkü sevgili daha önce âşığın canını almıştı.
Âşık daha neyini feda edebilir ki?

Haz.İbrahim Cemal TORUN

7 Temmuz 2009 Salı

*SÖYLEMEDİKLERİMİ İŞİTİN LÜTFEN



Bana aldanmayın!
Yüzüm bir maskedir,
Sizi aldatmasın.
Binlerce maskem var.
Çıkarmaya korktuğum.
Ve, hiç biri ben değilim...
Olmadığımı göstermek
İkinci doğam oldu.
'kendinden emin biri' dersiniz,
sanki güllük gülistanlık
benim için herşey...
adım güven belirtir.
Ve,
Oyunumun adı
Ağırbaşlılıktır.
İçimde ve dışımda denizler sakin,
Herşeyin kumandanı ben...
Fakat, inanmayın bana,
Lütfen!..
Herşey dışta düzgün ve cilalı,
Hiç yıpranmayan, her zaman saklayan
O maske!..
Altta ne güven, ne de rahatlık...
Altta,
Karışıklık, korku ve yalnızlık içinde bocalayan
Gerçek ben!..
Ama saklarım bu gerçeği savunuculukla
Kimsenin bilmesini istemem
Zayıf taraflarımı düşündükçe,
Titrer ve sararırım...
Ve başkaları görürse iç dünyamı...
Gerçek beni ve yalnızlığımı!
İşte, maskelerimi onun için takarım...
Onun için, arkalarına saklanacak maskelerim var.
Onlar, gösterişle kullanabileceğim
Parlatılmış yüzlerim.
Bana,
'sen değerlisin' diyecek,
'maskesizken daha bir insansın'
'daha bir bendensin'
'daha yakın, daha bir dostsun'
diyecek bir bakışa
muhtacım...
benim yanıma sokulman kolay olmayacaktır!..
uyarırım seni dost!..
uzun yıllar kendini yetersiz hissetmiş ben,
sana kendini kolayca açmayacaktır...
bütün gücümle tutunacağım maskelerime
ne kadar sokulursan yakınıma
o denli şiddetli geri iteceğim seni...
kim olduğumu merak ediyor musun?
Hiç merak etme...
Ben çevrendeki
Her erkek ve kadınım...
Maske takan her insanım.

Doğan CÜCELOĞLU

*SENİ SEVİYORDUM



Sana uzak kentlerden birinde zamanın bir yerinde seni ve senli günleri anımsattı akşam güneşi...
Onca zamanın üstünde eskimeyen bir düşüncesin şimdi
İnsan hergün anımsar mı aynı gözleri
SENİ SEVİYORDUM ve senin haberin yoktu
Saçlarını izliyordum uzaktan, kulağının arkasına düşüşü ve burnun, herkesten başkaydı işte...
Güldüğü zaman yukarıya bakardı;
Yukarı kalkan başın ve gülen gözlerin vardı...
Ne güzeldiler sen bilmiyordun...
BEN SENİ SEVİYORDUM...
Kalbime sığmıyordu aklımdan geçenler
Duvarlara, vitrin camlarına, kaldırımlara çarpıyordu
Geri dönüyordu, çoğalarak
Senin sesini duyduğum masalarda erteliyordum herşeyi, herseyi erteleyişim oluyordun
Kalp ağrısı oluyordun,
Birlikte soluduğumuz sokak isimleri oluyordun,
Mevsimler değişiyor ve büyüyorduk,
Dönemeçler geçiyor, köprüler göze alıyorduk ve bazen tekin olmayan suların üzerinden atlıyorduk
Cesurduk...
Ufuk çizgisi maviydi, gün batımı hep turuncu ve kırmızıydı bütün karanfiller...
Ben SENİ SEVİYORDUM sen bilmiyordun...
Sevinçlerim oluyordun arasıra sen hiç bilmiyordun
Sonra herhangi biri oldun, bütün sevinçlerim bittikten sonra
Yağmurlar yağdı, serin haziran akşamları
Derken bir gün uzaktan gördüm seni...
Saçların bana inat başın herseye meydan okuyarak işte yine aynı
Kalbimi acıttı her zamanki gibi...
Değiştik sanıyordum ve sen yine bilmiyordun
Şimdi bunları anlatsa sana birileri kim bilir ya da boşver bilme en iyisi...

İclal AYDIN

3 Temmuz 2009 Cuma

*IHLAMURLAR ÇİÇEK AÇTIĞI ZAMAN


Dilimde sabah keyfiyle yeni bir umut türküsü
Kar yağmış dağlara, bozulmamış ütüsü
Rahvan atlar gibi ırgalanan gökyüzü
Gözlerimi kamaştırsa da geleceğim sana
Şimdilik bağlayıcı bir takvim sorma bana
Ihlamurlar çiçek açtığı zaman.

Ay, şafağa yakın bir mum gibi erimeden
Dağlar çivilendikleri yerde çürümeden
Bebekler hayta hayta yürümeden
Geleceğim diyorum, geleceğim sana
Ne olur kesin bir takvim sorma bana
Ihlamurlar çiçek açtığı zaman.

Beklesen de olur, beklemesen de
Ben bir gök kuruşum sırmalı kesende
Gecesi uzun süren karlar-buzlar ülkesinde
Hangi ses yürekten çağırırsa beni sana
Geleceğim diyorum, takvim sorma bana
Ihlamur çiçek açtığı zaman.

Bu şiir böyle doğarken dost elin elimdeydi
Sen bir zümrüd-ü ankaydın, elim tüylerine değdi
Sevda duvarını aştım, sendeki bu tılsım neydi?
Başka bir gezegende de olsan dönüşüm hep sana
Kesin bir gün belirtemem, n`olur takvim sorma bana
Ihlamurlar çiçek açtığı zaman.

Eski dikişler sökülür de kanama başlarsa yeniden
Yaralarıma en acı tütünleri basacağım ben
Yeter ki bir çağır beni çiçeklendiğin yerden
Gemileri yaksalar da geleceğim sana
Oniki ayın birisinde, kesin takvim sorma bana
Ihlamur çiçek açtığı zaman.

Bak işte, notalar karıştı, ezgiler muhalif
Hava kurşun gibi ağır, yağmursa arsız
Ey benim alfabemdeki kadim Elif
Ne güzellik, ne de tat var baharsız
Güzellikleri yaşamak için geleceğim sana
Geleceğim diyorum, biraz mühlet tanı bana
Ihlamurlar çiçek açtığı zaman.

Ihlamurlar çiçek açtığı zaman;
Ben, güneş gibi gireceğim her dar kapıdan
Kimseye uğramam ben, sana uğramadan
Kavlime sadıkım, sadıkım sana
Takvim sorup hudut çizdirme bana
Ben, sana çiçeklerle geleceğim
Ihlamurlar çiçek açtığı zaman.

Bahattin KARAKOÇ

1 Temmuz 2009 Çarşamba

*BİR DOSTU OLMALI İNSANIN...


Saate bakmaksızın kapısını çalabileceği bir dostu olmalı insanın...
“Nereden çıktın bu vakitte” dememeli,
Bir gece yarısı telaşla yataktan fırladığında;
Gözünün dilini bilmeli, dinlemeli, sormadan, söylemeden anlamalı...
Arka bahçede varlığını sezdirmeden,
Mütemadiyen dikilen vefalı bir ağaç gibi köklenmeli hayatında;
Sen her daim onun orada olduğunu hissetmelisin
İhtiyaç duyduğunda gidip müşfik gövdesine yaslanabilmeli,
Kovuklarına saklanabilmelisin.
Kucaklamalı seni güvenli kollarıyla,
Dalları bitkin başına omuz,
Yaprakları kanayan ruhuna merhem olmalı...
En mahrem sırlarını verebilmeli,
En derin yaralarını açıp gösterebilmelisin.
Gölgesinde serinlemelisin sorgusuz sualsiz.
Onca dalkavuk arasında bir tek o,
Sözünü eğip bükmeden söylemeli,
Yanlış anlaşılmayacağını bilmeli.
Alkışlandığında değil sadece,
Asıl yuhalandığında da yanında durup koluna girebilmeli.
Övmeli âlem içinde, baş başayken sövmeli.
Ve sen, öyle güvenmelisin ki ona övdüğünde de sövdüğünde de
Bunun iyilikten olduğunu bilmelisin.
Teklifsiz kefili olmalı hatalarının,
Günahlarının yegâne sahibi.
Seni senden iyi bilen, sana senden çok güvenen bir sırdaş,
Göz bebekleri bulutlandığında, fırtınayı sezebilmelisin.
Ve sen ağladığında onun gözlerinden gelmeli yaş...
Yıllarca aynı ip üstünde çalışmış,
İki trapezci gibi güvenle kenetlenmeli elleri...
Parkurun bütün zorluklarına rağmen,
"Dostluğumuzu koruyabildik,
Acıları birlikte göğüsledik ya
Yenildik sayılmayız" diyebilmeli...
Issızlığın, yalnızlığın en koyulaştığı anda,
Küçücük bir kâğıda yazdığımız
Kısa ama ümitvarî bir yazıyı
Yüreğe benzer bir taşa bağlayıp
Birbirimizin camından içeri atabilmeliyiz.
"Bunu da aşacağız! Bir Dost"

Can DÜNDAR

*SEVGİ BUDUR İŞTE


Ege kıyısındaki küçük şirin bir kasabada doğmuştu. Çocukluğu ve ilk gençlik yılları bu kasabada geçmişti. Babası denizciydi. Onunda gününün büyük bir bölümü denizde geçiyordu. Yıllar geçmiş ayrılık zamanı gelmişti. Üniversite ardından staj ve iş hayatı derken Alp doğum büyüdüğü yerden hayli uzaktaydı. Onları çok özlüyordu. İşten çıkmış bir akşam üstü evine dönüyordu, telaşlıydı. Telaşlı olan sadece o değildi. Onunla o akşam tanışmışlardı.
Birkaç akşam daha aynı yerde aynı telaş içinde karşılaştılar. Ama bunlar sanki özellikle ayarlanmış karşılaşmalar gibiydi. Aradan birkaç hafta geçmişti. Duraklarda gözleri hep onu arar olmuştu. Hafta sonuydu. Yorgundu ve onu düşünüyordu.Son durakta indi dalgındı.Ağır adımlarla yürüyordu.Çekingen ve titrek bir ses:
“Merhaba” dedi.
Sesin geldiği yöne doğru baktığında heyecandan kalbi yerinden fırlayacak gibiydi.
_Merhaba diyerek karşılık verdi.
Beraber yürümeye başladılar.Tüm cesaretini toplayıp ona :
-Yarın için bir planı olup olmadığını sordu ve onu akşam yemeğe çıkmaya davet etti.
”Memnuniyetle” dedi kız..
Saati ve buluşacakları yeri kararlaştırdıktan sonra ayrıldılar. Çok mutluydu. Şimdiye kadar yaşamadığı duyguları yaşıyordu. O gece doğru dürüst uyuyamadı. Saat 6’ya geliyordu. Siyahı çok severdi. Siyah takımlarını giydi. 07:30 evden çıktı. Saat 08:00’de buluşacakları yere doğru yürümeye başladı. Heyecandan titriyordu. Çok geçmeden oda geldi. Şehrin gürültüsünden uzak güzel hoş bir restoran vardı. Oraya gittiler. Kaçamak bakışlar ve oradan buradan sohbet arasında yemeklerini yemişlerdi. Alp garsondan kahve istedi. Kahveler geldi. Telaşla garsonu tekrar çağırdı ve “Tuz”,dedi. Evet kahve için tuz istemişti. O anda orada bulunan herkes Alp’in bu isteğine şaşkın gözlerle baktılar. En çok şaşkınlık yaşayan kız ve garsondu. Tuz gelmişti. Kahvesine şaşkın bakışlar arasında bir kaşık tuz koydu. Sonra başladı anlatmaya:
-Deniz kenarında küçük bir evimiz vardı. Ben orada doğdum büyüdüm. Babam denizle iç içe yaşardı. Benim de günümün büyük bölümü denizde geçerdi. Deniz suyunun tadını çok küçük yaşlarda tatmıştım ve oradan ayrılana kadar bu tat ağzımdan hiç eksik olmadı. Annemi babamı evimi çok özlüyorum. İşte o tadı hatırlamak onlara olan özlemimi biraz olsun hafifletmek için onlardan ayrıldığım günden beri kahveme tuz koyuyorum, dedi.
Kız dinlediklerinden çok etkilenmiş duygulanmıştı. Aileden ,evden ve özlemden bahsedilmesi onu etkilemişti. İşte aradığım insan diye düşündü. Oda kendi hayatından bir şeyler anlattı. Kısa süre sonra evlenmeye karar verdiler. Ve evlendiler. Çok mutluydular. Hiçbir şekilde birbirlerini üzecek bir şey yapmamışlardı. Özellikle Alp buna daha bir dikkat ediyordu. Dikkat ettiği bir diğer konuda her akşam içtiği kahvesiydi. Karısı ona her akşam kahvesini yapar içine de bir kaşık tuz koyardı. Kocasının böyle sevdiğini biliyordu. Kocası da büyük bir zevkle kahvesini yudumlar daha ilk günkü gibi sevgi dolu gözlerle karısını gözlerdi. Aradan kırk yıl geçmişti. Hiçbir sorun yaşamadan geçmiş çok mutlu oldukları bir kırk yıl… İlk veda eden erkek olmuştu. Karısına öldükten sonra okuması için bir mektup bırakmıştı. Kadın kocasına olan son görevini de yaptıktan sonra bitkin ve üzgün bir şekilde eve gelmişti . Kocasının bıraktığı mektubu aldı. Öptü kokladı. İtinayla açtı,okumaya başladı.
Mektupta:
Canım sevdiğim. Seni çok sevdim ve çok mutlu oldum. Ancak bu sevgim ve mutluluğumu bir yalan üzerine kurdum. Sana yalan söyledim. Doğruyu söylemeyi çok istedim. Ancak üzülürsün kırılırsın diye çok korktum. Artık ölüyorum ve söyleyebilirim. Biliyor musun tuzlu kahveyi ben hiç sevmedim. Tadı çok berbattı. Seninle ilk yemeğe çıktığımız günü hatırlıyor musun? Yemekten sonra kahve istemiştim. Telaş ve heyecandan şeker yerine tuz istemiş herkes bana bakınca da iyice heyecanlanmış tuzu şeker diye düzeltememiştim. Ama dünyaya bir daha gelsem seni tanımak için seninle bir ömür geçirmek için bir de bin ömür daha tuzlu kahve içmeye razıyım. Hoşçakal bir tanem, yazıyormuş.
Kadın öylesine ağlıyormuş ki akan gözyaşları kağıdı ıslatmış ve mektup bir daha okunamaz hale gelmiş. Aradan günler geçmiş. Kadın bir akşam toplantısında otururken arkadaşlarından biri sormuş:
“Sahi senin kocan kahveyi hep tuzlu içerdi. Tadı nasıldı? Neden böyle yapardı?”
Kadın derinlere dalmış, derin bir iç çekmiş. Tek bir şey söyleyebilmiş.
”ÇOK TATLIYDI”
Teşekkürler Bahar KANBEROĞLU.