29 Eylül 2012 Cumartesi

*GENCÎNEN OLSAM VÎRÂN EDERSİN



Gencînen olsam vîrân edersin
Âyînen olsam hayran edersin

Tîr-i nigehden dâğ-ı derûna
Baksan ne işler seyrân edersin

Saki keramet sende ya bende
Bahri habâba mihmân edersin

Nezzâre-i germ etdikçe ey çeşni
Âteşle âbı yek-sân edersin

Ey huşk zâhid dem urma meyden
Dest-i duayı mercan edersin

Zâhid o meh-veş bir nurdur kim
Büttür demezsin îmân edersin

Mâdâm uçarsın gözlerde amma
Rûyun perî-veş pinhân edersin

Tabl-ı tehîden gümdür suhanler
Bî-hûde Gaalib ef gaan edersin

Etvâr-ı cerhe uy mevlevî ol
Seyrân edersin devrân edersin
 
 
Şeyh GALİP  (1757-1799)

28 Eylül 2012 Cuma

*VE UMUTTUR EN SON İNSANI TERKEDEN


 
Ağacımın kaçmış yeşili, hasta mı dersin?
Bülbül yoksa bana naz mı edersin?
Dün akşam tekrar isyanla düşüme girdi,
Dudağından gelen devrimateşi bir başka şimdi.
 
Dereler susamış yağmur su bekler ondan,
Uyurken upuzun dolunay öper ak boynundan,
Eski ozanların hikmeti sezilir sözünde
Yaşama hırsı eskisinden çok gözünde.
 
Sebilden su içtim ona sağlık dileyerek,
Güneş girer fincanıma
Dibek kahvesinde,
Yanında yokken de yaşarım onu eskilerde;
 
Dolaşırım çarşıda sevi türkümüzü söyleyerek,
Ancak sevda kurtaracak bizi Ölümden,
 Ve umuttur en son insanı terk eden.
 
Necati ZEKERİYA

26 Eylül 2012 Çarşamba

*HARNUP'UN BAĞRINDAKİ ÇİVİ

 
 
Seni en çok Güver uçurumunun kenarındayken aradım.
Uçurum bir milyon yıllık ,
Yüz on beş metre derinlik.
Sevgimiz yedi yıllık ama Güver'den çok daha derin.
Sanki birden tutacakmışım gibi elimi sana uzattım,
Şu kadar bin kilometreden
Ve tuttum güverin uğuldayan çığlığını 115 metreden
Duydum sesini iki saat ayrımı olan çok uzak yerden
Sevişmenin doruğundan düşer gibi boşluğa
Bir bilinmeyen kuşun çığlığı yuvarlandı
Dudaklarından uçuruma.
Uçurumun kıyısında bir harnup ağacı
Uçurum bir milyon yaşında,
Harnup yüz,
Yedi yıllık sevgimiz.
Harnupun dallarında çiçek açmış adak çaputları
Yaz kış çiçeklerini dökmüyor Harnup
Gövdesine kalın bir çivi çakmışlar
Bencileyin acılar çeken Harnup
Uçurum bir milyon yaşında
Harnup yüz
Yedi yıllık sevgimiz
Sakız sakız kanını akıtmış yarasından
Adak çiçekleri renk renk dallarında
Güver uçurumu bir milyon yıllık
Harnup yüz yaşında
Çivi on yıl önce çakılmış
Sevgimiz daha yedi yıllık
Benim tek niyetim sensin
Bu çiviyi çekip çıkarabilsem bağrından harnupun, benimsin
Çıkaramazsam olmayacak niyetim
Harnup çektikçe bağrındaki acıyı
Bende çekeceğim ölene dek
Harnupun sakızı , çivinin pasına kaynamış
Yarası derini derin harnupun
Tuttum çivinin başını
Nede güçsüzmüş parmaklarım
Dayan sevdalı yüreğim
Göster gücünü demire
Göster sakızı taşlaşmış harnupa
Kurtar harnupun yüreğini
Ve kurtar kendi yüreğini
Çek,
Çek çıkar çiviyi güçsüz parmaklarım
Herkül'se herkül'ün
Zeus'sa zeus'un
Zaloğlu rüstem'in
Hz. ali'nin parmakları ol
Savaşım zorlumu zorlu
Kan ter içindeyim
Bir milyon yıllık uçurum
Harnup yüz yaşında
Çivi yarası on yıllık
Sevgimizse yedi
Pas sakıza , sakız pasa kaynamış
Çıkarabilirsem çiviyi ,uçsun gönül kuşum kendi göklerinde
Çıkaramazsam , işte uçurum
Paslı çivi oynadı yerinden
Ya kırılırsa başı çivinin
Canımı takıp dişime
Senin adını haykırdım uçuruma
Sesim geri döndü yüz on beş metreden
Ve bir milyon yıl öteden
Çivi söküldü harnup'un bağrından
Demek , demek benimsin günü birinde sevgilim
Harnup'un yarası on yıllık, benim ki yedi
Harnup yüz yaşında , bir milyon yılllık uçurum.
O paslı çiviyi saklıyorum
Güver uçumunca sabırlıyım
Ölsemde, kalsamda
Dünya durdukça seni seviyorum.
Dünya durdukça seni seviyorum.
 

Aziz NESİN

*BEKLEDİM

 
Bekledim ;Hem de çok bekledim. Bu sevginin biteceğine inandım. Ama olmadı. Yaz gelsin tatile gidip kafamı dinleyim, düzelirim dedim. Seni unuturum sanmıştım ama olmuyor. Geçtiğimiz yerlerden yürürken aklıma geliyor anılar. Ve ben bir heyecanla anlatıyorum sonra diyorum ki "Ben onu görürsem herşey biter biliyorum." Çünkü bitmedi. Kalbimin derinliklerinde bir yerde olduğunu biliyorum. Kalbimin kenarında bir köşesinde patlamak için bekliyorsun. Kendime, başkalarına bunun artık bir anı olduğunu ve her anın güzel olduğunu söyledim ve öyleydi de. Ama artık geçti ve bitti. Bir daha olmayacak biliyorum ;ama yine de bu bana acı veriyor işte, sadece acı.
 
İnsanlar nasılsın diye sorduğunda aslında gerçekten sormuyorlar. Onların beklediği cevabı vermemi istiyorlar. "İyiyim" dememi ve bende bunu yapıyorum. Hiç biri yalan olduğunu anlamıyor. Sadece bir numara olduğunu. Artık güzel bir oyuncu olduğumu düşünüyorum. Ne kadar saçma değil mi ? Onlar sorduğunda kötü demem yeterli gibi. Ama değil. Ben o hep gülen, mutlu ve insanların derdini anlayan ve dinleyen kızım. Buna alışmışım. Bana gelip sen iyi değilsin sadece iyi bir oyuncusun demelerini aslında iyi olmadığımı anlamalarını istiyorum ;ama etrafımda bunu yapacak kimse yok. Başka insanlarla konuşuyorum belki senin yerini doldururlar diye ama olmuyor, yapamıyorlar. Öyle bir boşluk oluşmuş ki dolmuyor ne kadar çabalasamda olmuyor işte.
 
Sen şu anda mutlusundur umarım. Umarım diyorum çünkü artık benimle konuşmuyorsun bir mesaj bile atmıyorsun aklına gelmiyorum bu ne yapıyor ne durumda diye. Teşekkürler bana nasılsın diye bir mesaj atmadığın için. Çünkü sende iyi olduğuma kanacak kadar aptal birisin. Bunu biliyorum. Ben artık sadece gelsin demiyorum işte o kadar...
 


Merve CEYLANOĞLU

25 Eylül 2012 Salı

*GÜN IŞIĞI

 
Cemalini süzdüm kırık aynalardan
yine de güzeldin
sana meftun
sana müştak düş yorgunu
asude yüreğim
ve sen sen yüreğimin miftahı
sana susuyorum günden güne
sana susuyorum ötesi yok işte
 
Sezai KARAKOÇ

*KENDİ AĞZINDAN NEŞET ERTAŞ'IN HAYAT HİKAYESİ

 
 
bin dokuzyüz otuzsekiz cihana
kırtıllar köyünde geldin dediler
babama muharrem, anama döne
dediysen atayı bildin dediler

dizinde sızıydı anamın derdi
tokacı saz yaptı elime verdi
yeni bitirmiştim üç ile dördü
baban gibi sazcı oldun dediler

o zaman babamdan öğrendim sazı
engin gönül ile hakk’a niyazı
o yaşımda yaktı bir ahu gözü
mecnun gibi çölde kaldın dediler

zalım kader devranını dönderdi
tuttu bizi ibikli’ye gönderdi
babam saz çalarken bana zil verdi
oynadım meydanda köçek dediler

anam döne ibikli’de ölünce
tam beş tane öksüz yetim kalınca
beşimiz de perişan olunca
babamgile burdan göçek dediler

yürüdü göçümüz tefleğe doğru
bu hali görenin yanıyor bağrı
üç aylık çoçuğun çekilmez kahrı
bunlara bir ana bulun dediler

yozgat’ın kırıksoku köyü’ne vardık
bize ana yok mu diyerek sorduk
adı arzu dediler bir ana bulduk
işte bu anadır buldun dediler

en küçük kardaşı kayıp eyledik
onun için gizli gizli ağladık
üstelik babamı asker eyledik
yine öksüz yetim kaldın dediler

zalım kader tebdilimi şaşırttı
heybe verdi dalımıza devşirtti
yardım etti yerköy’üne göçürttü
biraz da burada kalın dediler

yerköy’den kırıkkale’ye geldik
babam saz çalarken biz çümbüş aldık
kırşehir’e varınca kemanı çaldık
aferin arkadaş çaldın dediler

yarin aşkı ile arttı hep derdim
babamı bir yere dünür gönderdim
başlık çok istemişler haberin aldım
istemiyor yarin seni dediler

kırşehir’de yedi sene kalınca
düğün düzgün hepsi bize gelince
burada herkese yer daralınca
ankara’ya gider yolun dediler

ankara’da (sünnetçi) veysel usta’yı buldum
epeyce eğleştim, evinde kaldım
yüz lirayı verip bir yatak aldım
etti isen böyle buldun dediler

bir ev kiraladım münasip yerde
kaldı kavim kardaş hep kırşehir’de
bu aşk hançerini vurdu derinde
çaresini bulmazsan öldün dediler

yarin aşkı ile döndüm şaşkına
arada içerdim yarin aşkına
canan acımaz mı garip dostuna
bunu da içeriye alın dediler

24 Eylül 2012 Pazartesi

*ŞAH BEYİTLER-90


 
Zülfün ki arifane eğilüb öper lebün
Bir rinddür ki câm-ı şarâbı çöker çeker
                                                        NECATİ
"Ey sevgili,
Dünya işlerini hoş görenler nasıl ki şarabı yere çöküp de içerlerse,
senin saçların da o bilgelikle öylece eğilip dudaklarını öper."

 

Şarapla dudak, şarap içmekle dudak öpmek arasında ilgi kurulmuş bir beyittir. Dudak,  Divan edebiyatında şarapla çok ilişkilendirilmiştir. İkisi de kırmızı, ikisi de mest edicidir.

Şarabı içmek rindane bir işse, sevgilinin dudağını öpmek de o kadar rindane iştir.

Şarabı içen kişinin çömelmesi, dudağı öpen saçın eğilmesi onlara verilen kıymeti ifade ediyor. Yüz üzerine düşüp dudakla temas eden saçın eğilme durumu, hüsn-i talille (güzel nedene bağlama) çok güzel ifade edilmiştir. Saç; dudağa ulaşmak ve onu öpmek için mücadele içindedir. Tüm bunlarla sevgilinin bu kıymeti hak ettiği vurgulanmıştır.
 
 Yorum:İ.Cemal TORUN
Özel Adana Gündoğdu Lisesi
Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni

 

23 Eylül 2012 Pazar

*GÜZ


Günler gitgide kısalıyor,
yağmurlar başlamak üzre.
Kapım ardına kadar açık bekledi seni.
Niye böyle geç kaldın?

Soframda yeşil biber, tuz, ekmek.
Testimde sana sakladığım şarabı
içtim yarıya kadar bir başıma
seni bekleyerek.
Niye böyle geç kaldın?

Fakat işte ballı meyveler
dallarında olgun, diri duruyor.
Koparılmadan düşeceklerdi toprağa
biraz daha gecikseydin eğer...


Nazım Hikmen RAN

*SEVGİ VAR

 

 Allah çeşit çeşit mahluk yarattı
İnsan mayasında kilde sevgi var
Adem'den halk etti rızkı arattı
Konuşan ağızda dilde sevgi var

Her canlıdan birer nesil türedi
Her biri bir başka yere ıradı
Seven sevdiğinden aldı muradı
...
Yanan yüreklerde külde sevgi var

Kırlarda çiçekler rengarenk açtı
Papatya kızların başına taçtı
Kırmızı gelincik mutluluk saçtı
Bülbülün sevdası gülde sevgi var

Tabiat sırrını gören ağladı
Aşk ile kalbini Hakk'a bağladı
Erenler hu çekti derya çağladı
Dicle'de,Fırat'ta,Nilde sevgi var

Allah'ın buyruğu ulu fermanda
Oksijen kaynağı yeşil ormanda
Tahıllar savrulan sarı harmanda
Esen rüzgarlarda yelde sevgi var

Doğudan batıya bizim ellerde
Mecnun'un gezdiği kızgın çöllerde
Hoyrat türkülerde şirin dillerde
Aşığın sazında telde sevgi var

Okunan ezanda çalan çanlarda
Ağaran şafakta söken tanlarda
Seher vakti zikir eden canlarda
Tanrı'ya açılan elde sevgi var

Baki der ki sevgi bir mihenk taşı
Sabırla oluşur kamilin yaşı
Kur'an da eliftir harflerin başı
Yirmidokuz harfte zelde sevgi var

 Baki YILDIRIM 25.05.2007
Tanyeri Ağarırken sf.8-9

22 Eylül 2012 Cumartesi

*KAVUŞTUKÇA




Tam bu vakit kayığına biner aşk
Dalgalarıyla süslenip girer gönlüme
Gönderirim umutlarımı sevgiliye bir mektupla
Banaysa satır sonları kalır hüzünden, bir de dayanmak
Bir de, görüldülü mektupları yeniden okumak
 
Çiğdem tadıyla varır mektubum, yağmur öncesi
Kokusuyla, duygularının kuytu kıyılarına
Bilirim hangi acıları duyacağını, hangi sevinçleri
Çiftçilerin yorganlarını tarlalara serdiği
İnce ince tüttüğü zeytin ağaçlarının
Söyleşilerin tütün ve gülüşlerle derinleştiği
Geçmişin gelecekle birleştiği bir günde
 
 
Dalgalara dönüşür kimliği sözcüklerin
Eyleme taşınır umutlar, defterler
Kitaplar yaprakları açık kalır
Resimler oluşur zamanın köpüklerinde
Düşlerin düşlerimle birleşir kalır
Bir gezintidir bu görüldü mektuplarıyla
Zaman geçer geriye aykırı izler kalır
 
 
Ve yaşayacaklarımız sevgilim
Eskinin yerini alır
 
 
Metin CENGİZ

*BİLMEZ MİYİM HİÇ...


Bilmez miyim hiç bütün bu sözler ne der ona
Bu sözler ve bu sözlerin içinde çırpınan uzaklıklar
Dolaşıyorum bir başıma, ortalıkta kimsecikler yok
Kıyılar da bomboş, kır yolları da
Soluğumu duyuyorum ara sıra, bir onu duyuyorum
Duymuyorum be...
lki de, biliyorum yalnızca
Ayaklarımın altında yaban naneleri, kekikler
Yol kenarında bir kapı, tahta
Peki, kim yitirmiş evini, ya da
Hangi yitikle yok olmuş o yapı
Kimbilir
Vuruyorum yokuş aşağı, kıyıya
Bir taşın üstüne oturuyorum
Ben oturur oturmaz
Çıkıyor kuytularından bütün görünümler
Ve ufak bir oyun oynuyor bana doğa
Alıp alıp götürüyor gözlerimi bıkmadan
Kısalıp uzayan bir çift yılan balığını andıran gözlerimi
Güneşin şavkından yuvarlanan çakıllara
Tam o sıra bir vapur yanaşıyor iskeleye uzun sürecek bir sonbahar taslağı gibi
Denize yeni sürülmüs bir tarlaya benziyor, uyanık, diri
Ve işin tuhafı bense
Alışıyorum gittikçe
Her gün bir parça daha alışıyorum yalnızlığıma
Ürperiyorum bir ara arkamdaki ayak sesinden
Ve bu yüzden mi bilmem
Durup bir süre çevreme bakar gibi yapıyorum
Sürüyle kus havalanıyor defnelerin içinden
Sürüyle, evet, hatırlıyorum birden
Nicedir unutmuşum saymayı bile günleri
Dağılıp gitmişler herbiri bir yana
Kuşlar gibi, onlar da
Benimse ne gidecegim bir yer
Ne de özlediğim bir şey var
Öyleyse neden yazıyorum bu sözleri ona
Bu biraz sevdaya benzeyen, biraz da sevdasızlığa
Böyle gelişigüzel, böyle kırık dökük
Sanki hiç kimselerin kullanmadığı bir gün kalmış bana.

Uzun bir cumartesiyi hatırlıyorum, saat on iki
Dalıp gidiyorum, düsünüyorum da, saat on iki
Bir sigara yakıyorum, bir kağıda bir iki dize yazıyorum
Yerini iyi bilen, onurlu bir iki sözcük daha
Ama hiç kımıldamıyor, akrep de, yelkovan da
Yani tam böyle birşeye benziyor zaman
Yılgın ve çarpıcı renkler içinde pek kımıldamayan
Çıkageliyor sonra, saat on iki.

Anlıyorum
Yaşam elbette uzun biz duyabildikçe sevgiyi
Yalnızca bunun için uzun
Yani sevgiyle de sevebilir insan, sevdayla da
Örneğin
Bir sevgiyi yontup onarmak için
Döğüşmek de sevgidir
Ve benim bildiğim kadarıyla
Her şeydir bir insan, her şeydir
Yalandır kısalığı yaşamın
Ve özellikle insan dediğimiz şey
İnançli bir insan soyunun parçasıysa.

Sonunda başbasa kalıyoruz gene
Başbaşa kalıyoruz doğayla ben
İşte az önce yağmur da başladı, cumartesi günlerden
On temmuz cumartesi
Bir vapur daha kalkıyor iskeleden
Ve yağmur hızlanıyor biraz
Uzanıp yatsam diyorum otların üstünde çırılçıplak
Tam öyle yapıyorum
Şimdi yağmuru seviyorum, şimdi yağmuru seviyorum, yağmuru seviyorum.

EDİP CANSEVER

21 Eylül 2012 Cuma

*TUTKAL



Bir sabah uyandım baktım
Düşüm yastığıma yapışık
Şiir yazarken ölmüşüm
Dilime yapışık sözcükler
Çığlığım tavana yapışık

Eğilip baktım pencereden
Rüzgar damlara yapışık
Gözlerim yapışık Antakya
Ölü götürüyor üç beş kişi
Ayakları yola yapışık

Kime küsmüş nar ağacı
Çiçeklerini yere atar
Cellat üşür gölgesinde
Tere batmış darağacı
Ayakları köze yapışık

Sen nasıl baharsın böyle
Bütün kuşların tek kanatlı
Korkuları tüylerine yapışık
Ağaçların çiçek açmış
Acıları dallarına yapışık

Sen ne biçim uygarlıksın
Parmağın tetiğe yapışık
Özgülük beslersin kafeste
Kadınların çiçek açmış
Sıcaklığı vitrinlere yapışık

Bir sabah uyandım baktım
Çürük bulutların altında
Takla atıyor kirli sular
Işığa sövüyor üç beş kişi
Kimlikleri yüzlerine yapışık
 
Ali YÜCE

19 Eylül 2012 Çarşamba

17 Eylül 2012 Pazartesi

*AT

 
 
At konuşmadan çıkar yollara
Eğersiz çıplaktır bir payitahtın
ıssız sokaklarından sabaha karşı
bir ılgarla geçer
Açılır sular ve deniz koşar yalnızca
kendinin bildiği ülkeye doğru
Ardında kıvılcım tarlaları bırakır
Ayaklarında mermere çarpan
demirler bulunması bundandır

Denizi bilir de bakmadan geçer
At uysaldır parlak gönderine
çekilir çocuklar ve gökkuşağı
Kamçıdan dizginden gemden çekinmez
Korkusundan değil utanmasından
Bir çam hizasından geçer ormanı
Yel burnunun narin kanatlarına
bir ipek sezgisiyle dokunur. Ova
Sonra kentler gelir durur bakar at
Gözleri güzeldir gelecek gibi
Sisli yaprakları demir kargıyla

kuşatan askerler ve köpekleri
yelesinin sularında boğulsun diye
fırtınayı bekler
Sonra çılgın dörtnala bir koşu başlar
Nereye nereye? Belki Oramar
Yakar kendi yazısının yapraklarını
Sarı tanyerinin bulutlarından
alnına durmadan yıldızlar kayar
Ayağı sekili dağ köylerinden
kaynağı bilinmez sulara doğru
Bir resim değildir at ve sınırları
tam çizilmemiştir
Tökezler bir düşün yamaçlarında
Kişneyerek bir çavlana dönüşür
Bekler Oramarın ıssız dağları
ve altın nadaslardan doğan çocuklar
yeni bir at gelinceye kadar
 
 
Onat KUTLAR

16 Eylül 2012 Pazar

*EY DOST !

 
 
Ey dost!
Dostlukla sana çok yakınız.
O kadar ki nereye ayağını bassan o yerin toprağı oluruz
 Âşıklık mezhebinde reva mıdır ki,
âlemi seninle görelim de seni görmiyelim?


MEVLÂNÂ

 
 

14 Eylül 2012 Cuma

*FASL-I HÜZZÂM



 
'''bir hüzzam şarkı oldu, dudağımda nağmeler
gönlümdeki baharda, soldu çiçekler güller''

................
beni de al
karanlığına boya sol yanımı
bir gözlerim kalsın beyaza bakan
birde şavkı vursun gelinliğine,kapalı gözlerinin
yaşanmamış aydınlığa inat
yaşasın karanlığımız

sallanır...
bir çift el asılı kalır havada
hep sallanır
iki damla gözyaşı ardından
senelerce ağlanır
gözler gözyaşına müebbet
mutluluk kayıp adreste

bir yanım eksik
bir yanım yarım
eksikle yarımı,bir tam etmedi hayatın

hayat öteliyor mevsimleri
hep sonbahara
fasl-ı hüzzâm artık bütün şarkılar


'''bir hüzzam şarkı oldu, dudağımda nağmeler
gönlümdeki baharda, soldu çiçekler güller''

 
Abdullah ERCAN


13 Eylül 2012 Perşembe

*BENİM SEVDAM HÜZZAM




Beni düşünme….
Kimbilir..
Belki başka bir şehirde
Veya..hazana özenen
haziranın gözlerinde olurum…
fırtınaların önlerinde
bulutları kurşunlarım özgürce…
hoyrat bir rüzgar gibi
yar olmam dağbaşlarına…

Boşver…
Beni düşünme …
Ben yüreğimi aşkta kaybettim…
Sığamıyorum güneşin gölgesine
Vedalarla tanıştığımdan beri….
Şimdilerde biraz üşüyorum…
Gökkuşağı elimden alınmış …
Renklerim yitik….
Bir ben kalıyorum
Içimdeki yaralarla….

Meğer…
Hep haramiymiş sevdalar…
Gece karanlığında
Soluksuz bırakan…
Kılıçtan keskinmiş
Bozguna uğrayan aşklar..
Kuşandığımız hüzünler,
Talan görmüş düşlerimiz
Meğerse hep yalanmış…
cephanemiz ise
Gerdeğe girmeyi bekleyen ümitler…

Haydi…durma…
Yüreğimin izinden yürü…
Gel demeyi bilemem….
Belki….
Isyanlarımı söylemem ellerimle…
Ama…susmayı iyi bilirim
Kendimi katlederek…
Yeminler ederim
zulmün yasını tutmaya..
Pusuya düşerim
Darmadağınık rüyalarımla
Masallara da ağlarım…
Çünkü …bilirim…onlarda kirletildi artık…

Sen beni düşünme…
Eğer özlersem …
Sadece avuçiçlerini öperim…..
Hatırlasana….
Benim sevdam hüzzam….


Zeynep Nilgün GÖKÇEÖZ


9 Eylül 2012 Pazar

*BANA YALNIZ KUŞLARI VE ÇOCUKLARI BIRAKIN


 
 
sen susunca
askıya alır birileri
senin yerine
senin düşlerini

dinle bak
o sen değilsin ki
onlar yine
soluk soluğa senin içinde

denizine varmadan
yorulup dönen sular
birden kayboluyorsa
solgun çizgilerinde yüzünün
bir kaç kulaç daha kayar
senden öteye zaman

tam inecekken
sarılıp iplerine usancın
çözülür birer birer
dilinin ucundaki sözler

gidin dersin
hepiniz gidin
bana yalnız kuşları
ve çocukları bırakın
 
Tekin GÖNENÇ

*KÜÇÜK BALIKÇI KÖYÜ



Ağlar asılmış
evlerinin önüne
yakalamak için yıldızları.
Akşam olunca
yanan gaz lambalarını
yem olarak kullanıyor
bura insanları.
Yıldızlar
bir gece olsun
kanmıyor bu yemlere.
Ne bu düş gidiyor oysa
ne de
yoksullukları.
 
Ahmet ERHAN



8 Eylül 2012 Cumartesi

*ASKER


 
 
Uykusuz geceler bunlar
dağ başlarında, nöbette.
Uzakta, çok uzakta,
tek tük ışıklarını seçtiğin şehir
sokaklarında kısık sesle
şarkılar söylediğin.
 
 
Cevat ÇAPAN

*HÜSNE MAĞRUR OLMA EY MİHRİ MÂHIM

 

Hüsne mağrur olma ey mihri mâhım
Niceler yokuştan inişten geçti
Kâr etmedi sana feryâd ü ahım
Tîr-i âhım kûh-ı Keşiş'ten geçti

Seni bî-mürüvvet, seni bî-vefâ
Kim kime etmiştir ettiğin bana
Şimdi de yâr olmak istersin amma
N'ideyim sevdiğim iş işten geçti

Benden sana izin ey gözü âfet
Var kimi istersen eyle muhabbet
Şimdengeru sen sağ ben de selâmet
Seyrânî bu alış verişten geçti

 
SEYRÂNÎ

5 Eylül 2012 Çarşamba

*BENSİZ GİTME, İSTEMEM

 
 
Demek sen böyle salına salına bensiz gidiyorsun ey canımın canı
Ey, dostlarının canına can katan
Gül bahçesine böyle bensiz gitme istemem

İstemem, ey gökkubbe, bensiz dönme
İstemem, ey ay, bensiz doğma
İstemem, ey yeryüzü, bensiz durma
Bensiz geçme, ey zaman, istemem

Sen benimle beraberken
Hem bu dünya güzel bana, hem o dünya güzel
İstemem, bensiz kalma bu dünyada sen
O dünyaya bensiz gitme, istemem

İstemem, ey dizgin, bensiz at sürme
İstemem, ey dil, bensiz okuma
İstemem, ey göz, bensiz görme
Bensiz uçup gitme, ey ruh, istemem

Senin aydınlığındır aya ışığını veren geceleyin
Ben bir geceyim, sen bir aysın madem
Gökyüzünde bensiz gitme, istemem

Gül sayesinde yanmaktan kurtulan dikene bak bir
Sen gülsün, bense senin dikeninim madem
Gül bahçesine bensiz gitme, istemem

Senin gözün bende iken
Ben senin çevganın önündeyimdir
Ne olur, öylece bak dur bana
Bırakıp gitme beni, istemem

O güzelle berabersen, sen ey neşe
İstemem, sakın içme bensiz
Hünkarın damına çıkarsan, ey bekçi
Sakın bensiz çıkma, istemem

Bir şey yoksa bu yolda senden
Bitik bu yola düş enlerin hali
Ben senin izindeyim, ey izi görünmez dost
Bensiz gitme, istemem

Ne yazık bu yola bilmeden, rasgele girene
Sen ey, gideceğim yolu bilen
Sen ey yolumun ışığı, sen ey benim değneğim
Bensiz gitme, istemem

Onlar sadece aşk diyorlar sana,
Oysa aşk sultanı mısın sen benim
Ey, hiç kimsenin düşüne sığmayan dost
Bensiz gitme, istemem...


Mevlana Celaleddin RUMÎ

2 Eylül 2012 Pazar

*ATLANAMAYAN KUŞAK

 Pompalı gazocağı gördünüz mü hiç
Gazocağı iğnesi, filit makinesi
Kömür ütüsüyle ütü yaptınız mı
Korlaşmış mazgallardan kızıl kıvılcımlar
Uçar üstüne ak tülbentlerin
Kırkmerdivenlerden tırmandınız mı
Hayatın yokuşuna
Ermeni klisesinden bozma ilkokullarda
45 lilerin en küçük olduğu sınıflarda
Matilda, Mazalto isimli Sefardik yahudilerle
Kankardeş olduktan sonra
Ev yolunda
Horozlu şeker yediniz mi
Yavru sokak kedileri doldurup okul çantanıza
Eve korukuyla sızdınız mı arka kapıdan
Hıdrellez günü ateşten atlayıp
Tebeşir evler çizdiniz mi kaldırımlara
Delikli yüz paralar koyup tebeşir eviçlerine
Niyetler tuttunuz mu
Anababa hırgüründen usanıp
Öfkenizi sulara vererek körfezde
Yunuslarla yarıştınız mı
Kendinizden büyük oğlanlarla Fuar’ın
Lozan kapısından Montrö’ye elele
Palmiyeli yoldan yürek ağızda
Utangaç adımlarla yürüdünüz mü
Özel’in ışıyan güzelliğine şaşarak
Halil Rifat Paşa’da
Refik Durbaş’la aynı köprü başında
Özkan Mert’le gölgesinde Saat Kulesinin
Şiiri kafaya koydunuz mu
Ufuklara bakıp, ak bir yelkenli olsam ah be ah
Marsilya bandıralı bir şilep ah be ah
Bir gitsem gidebilsem o güzelim uzaklara
Diyerek masmavi kahroldunuz mu
Sanat tarihi dersinde
Rokoko mimarisinde
Gömülüp arka sıraya
Bir kaşık suda boğmak geçti mi içinizden
Küçük kentin insanlarını
Gece trenlerine atlayıp “okumak üzere”
Büyük kente doğru
yararken karanlığı lokomotif
Süzülürken vagonunuz gelincik tarlalarından
İzmir’i bir daha görememe ihtimalini
İşitememe ihtimalini bir daha
“ Çökertmeden çıktık ta Halilim” türküsünü
Ciddiyetle düşündünüz mü
İstabul’un evrenselliğine, büyüsüne inat
Taşralı ilişkilere koyuldunuz mu
Anlamadığınız herşeye tepki
militan oldunuz mu
Deniz, Sinan, Ulaş adlı
çocuklar doğurdunuz mu
Birgün herşeyi çapraşık bularak
Zembereği kırık bir saat gibi durup
Herşey oluruna varıncaya kadar uyusam
Acaba bir quartz gibi uyanabilir miyim
Birgün baş avuçlar içinde
bunu ve başka tuhaf şeyleri
Ve evrenin son saniyesini dehşetli merak edip
Fena halde yoruldunuz mu
O halde siz de bizim kuşaktansınız
 
 
Hale KORAY