31 Aralık 2011 Cumartesi

*MUTLU YILLAR

İyi Düşünün
Bu yılınızı iyi geçirdiniz mi?
Sağlıklı olduğunuz için hiç sevindiniz mi?
Bu yıl hiç gün ışığı ile uyandınız mı?
Kaç kez güneşin doğuşunu izlediniz?
Bir neden yokken kaç kişiye hediye aldınız?
Kaç sabah yolda bir kediyi okşadınız?
Bu yıl yeni doğmuş bir bebek parmağınızı sıkıca tuttu mu hiç?
Ve siz onu hiç kokladınız mı?
Yaz gecelerinde ne çok yıldız olduğuna hiç şaşırdınız mı?
Kendinize bu yıl kaç oyuncak aldınız?
Kaç kez gözlerinizden yaş gelinceye kadar güldünüz?
Yaşlı bir ağaca sarıldınız mı bu yıl?
Çimlere uzandığınız oldu mu?
Çocukluğunuzdan kalan bir şarkıyı söylediniz mi hiç?
Hiç suda taş kaydırdınız mı bu yıl?
Kaç kez kuşlara yem attınız?
Bir çiçeği dalındayken kokladınız mı?
Bu yıl kaç kez gökkuşağı gördünüz?
Ya da hediye alan bir çocuğun gözlerindeki ışığı?
Kaç kez mektup aldınız bu yıl?
Eski bir dostunuzu aradınız mı hiç?
Kimseyle barıştınız mı bu yıl?
Aslında mutlu olduğunuzu kaç kez farkettiniz bu yıl?
İyi bir yılın, bunlar gibi birçok "küçük şeye"e
Bağlı olduğunu hiç düşündünüz mü bu yıl?
Yayılın çimenlerin üzerine..... acele edin....
Er veya geç... çimenler yayılacak üzerinize...

Can DÜNDAR

30 Aralık 2011 Cuma

*MOBY DICK

belki büyürüm günün birinde
derim kalınlaşır korur içimi
sıcak denizlerden buzlu sulara
yıllarca bir üzgün balina

belki beni bir avlayan çıkar
ahab zıpkınıyla kanatır beni
binlerce mekik ve iplik sırtımda
diplere kaçırırım katılımı

ta derinlerde o nefretiyle
ben kılıfımla baş başa
ne güzel ölüler ağır ağır
iş bitip gemi batınca

köpüren dalgalar sessiz derinler
ölü gemiciler hepsi düş
pekod'un peşinde kıyıya vurdum
kimseler beyaz demesin bana

Barış PİRHASAN


*YORGUN YÜREK



Bir solukta yaşadım ve tükettim tümünü
Bir solukta gördüm elli üç yılda gördüğümü...
Sonunda yorgun yürek "duy..." dedi işte,
Sessiz sedasız gidilecek günü

Şükran KURDAKUL

28 Aralık 2011 Çarşamba

*HAN-I YAĞMA / YAĞMA SOFRASI



(Osmanlı Türkçesi)

Bu sofracık, efendiler, ki -iltikama muntazır
Huzurunuzda titriyor- şu milletin hayatıdır;
Şu milletin ki muztarib, şu milletin ki muhtazır,
Fakat sakın çekinmeyin, yiyin, yutun, hapır hapır.

Yiyin efendiler, yiyin; bu han-ı iştiha sizin;
Doyunca, tıksırınca, patlayıncaya kadar yiyin!

Efendiler!Pek açsınız, bu çehrenizde bellidir;
Yiyin, yemezseniz bugün, yarın kalır mı, kim bilir?
Şu nadi-i niam, bakın, kudumunuzla müftahir,
Bu hakkıdır gazanızın, evet, o hakk da elde bir!

Yiyin efendiler, yiyin; bu han-ı zi-safa sizin;
Doyunca, tıksırınca, patlayıncaya kadar yiyin!

Bütün bu nazlı beylerin, ne varsa ortalıkta say:
Haseb, neseb, şeref, şataf, oyun, düğün, konak, saray
Bütün sizin, efendiler, konak, saray, gelin, alay
Bütün sizin, bütün sizin, hazır hazır, kolay kolay

Yiyin efendiler, yiyin; bu han-ı iştiha sizin;
Doyunca, tıksırınca, patlayıncaya kadar yiyin!

Büyüklüğün biraz ağır da olsa hazmı, yok zarar,
Gurur-ı ihtişamı var, sürür-ı intikamı var.
Bu sofra iltifatınızdan işte ab u tab umar;
Sizin bu baş, beyin, ciğer, bütün şu kanlı lokmalar.

Yiyin efendiler, yiyin, bu han-ı can-feza sizin;
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!

Verir zavallı memleket, verir ne varsa; malını
Vücüdunu, hayatını, ümidini, hayalini;
Bütün ferag-ı halini, olanca şevk-ı balini
Hemen yutun, düşünmeyin haramını, helalini.

Yiyin efendiler, yiyin; bu han-ı iştiha sizin;
Doyunca, tıksırınca, patlayıncaya kadar yiyin!

Bu harmanın gelir sonu, kapıştırın giderayak:
Yarın bakarsınız söner, bugün çıtırdayan ocak;
Bugünkü miğdeler kavi bugünkü çorbalar sıcak,
Atıştırın, tıkıştırın, kapış kapış, çanak çanak…

Yiyin efendiler, yiyin; bu han-ı pür-neva sizin;
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!

TEVFİK FİKRET

YAĞMA SOFRASI

(Türkiye Türkçesi)

Bu sofracık, efendiler –ki bekler yutulmayı
Huzurunuzda titriyor –şu ulusun hayatıdır
Ulusun ki acılı, ulusun ki eşiğinde ölümün!
Ama sakın çekinmeyin, yiyin, yutun hapır hapır…

Yiyin, efendiler yiyin; bu doyumsuz sofra sizin,
Doyuncaya, tıksırıncaya, çatlayıncaya kadar yiyin!

Efendiler pek açsınız besbelli yüzünüzden;
Yiyin, yemezseniz bugün, yarın kalır mı kim bilir?
Şu doyumcu sofra, bakın gelişinizle övünçlü!
Hakkıdır kutsal savaşınızın, evet, o hak da elde bir…

Yiyin, efendiler yiyin; bu iç şenliği sofra sizin,
Doyuncaya, tıksırıncaya, çatlayıncaya kadar yiyin!

Bütün bu nazlı beylerin ne varsa ortalıkta say:
Soy sop, şeref, gösteriş, oyun, düğün, konak, saray,
Tüm sizindir efendiler, konak, saray, gelin, alay;
Tüm sizindir, tüm sizindir, hazır hazır, kolay kolay…

Yiyin, efendiler yiyin; bu doyumsuz sofra sizin,
Doyuncaya, tıksırıncaya, çatlayıncaya kadar yiyin!

Büyüklüğün sindirimi biraz ağır olsa da yok zarar,
Görkemli yüceliği, öç alıcı sevinci var,
Bu sofra gönül almanızdan böyle ısınır ve ışıldar.
Sizin şu baş, beyin, ciğer, bütün şu kanlı lokmalar…

Yiyin, efendiler yiyin; bu doyumsuz sofra sizin,
Doyuncaya, tıksırıncaya, çatlayıncaya kadar yiyin!

Verir zavallı memleket, verir ne varsa; malını,
Varlığını, hayatını, umudunu, hayalini,
Tüm olanca rahatını, olanca gönül balını,
Hemen yutun, düşünmeyin haramını, helalini…

Yiyin, efendiler yiyin; bu doyumsuz sofra sizin,
Doyuncaya, tıksırıncaya, çatlayıncaya kadar yiyin!

Bu harmanın gelir sonu, kapıştırın giderayak!
Yarın bakarsınız söner bugün çatırdayan ocak!
Bugün ki mideler sağlam, bugün ki çorbalar sıcak;
Atıştırın, tıkıştırın, kapış kapış, çanak çanak…

Yiyin, efendiler yiyin; bu cümbüşlü sofra sizin;
Doyuncaya, tıksırıncaya, çatlayıncaya kadar yiyin!

Tevfik FİKRET

*AŞKA GİRİFTAR OLMUŞUZ



Aşka giriftar olmuşuz, Bektaşî derler bize
Saç sakaldan bî-haberiz, ferraşî derler bize

Dersimizi vird ederiz, mescid ü meyhanede
İçeriz tiryâk-i aşkı kallaşî derler bize

Din imanda doksan dokuz mezhebimiz var bizim
Her bir renge boyanırız, nakkâşî derler bize

Pîr-i mugan harmanından cezbe tohumlarını
Kile ile ölçüp aldık, subaşı derler bize

Bazı kılıç kuşanırız, oluruz külhan beği
Gireriz meydân-ı aşka, savaşî derler bize

Bazı kerre haykırırız, yan bakan var mı diye
Anlamayan Erzurum’un dadaşı derler bize

Ey gönül var mı haberin, bin bir güzel sevmişem
Bunun için nas içinde, femâşî derler bize

Yeter Cemâl inceleme, kılı kırk yarsan da hiç
Bu zamanda âlem halkı, hep nâşî derler bize


Kağızmanlı Cemal HOCA

 

27 Aralık 2011 Salı

*PENCERE



pencereyi kapama
gök dolabilir içeri
sen neyi görebilirsin
ıslak bir bulutun ağışını mı

pencereyi kapama
kuş dolabilir içeri
sen neyi taşıyabilirsin
kırık bir dalın yükünü mü

Pencereyi aç
soluğun çıksın dışarı
sen büyütmedin mi ciğerinde onu
Kokusu hayatı yıkasın diye

Pencereyi aç
sesin sarsın dünyayı
duyulur elbet ta ötelerden
Yürek kendini tanır

Arkadaş Zekai ÖZGER

*ÖPÜŞ TADINDA



Bir şiir
Tek bir şiir yazmalıyım
Uyağı rüzgâr olan
Yağmura bürünmüş soluğu

Bir gün
Tek bir gün kalmalı
Benden kalacaksa geriye
Bir öpüş tadı dudağımda

Ve bir öpüş tadında
Olmalı o şiir de

Ahmet UYSAL

25 Aralık 2011 Pazar

*GİDİŞİNİ ANLATIYORUM



Sen gidiyorsun ya işine yetişmek için,
saçlarını, gözlerini, ellerini,
neyin varsa toplayıp gidiyorsun ya,
her seferinde bir şey unutuyorsun sıcak,
termometrede yükselen çizgi,
kimbilir nerelerde soğuyorsun ..

Senin gözbebeklerin var ya kadın kadın gülen,
insan insan bakan gözbebeklerin,
beni tutsa tutsa gözlerin tutar ayakta,
beni yıksa yıksa gözlerin yerle bir eder ..

Ne gelirse onlardan gelir bana,
çalışma gücü, yaşama direnci,
mutluluk gibi kazanılması zor,
mutluluk gibi yitirilmesi kolay..

Bir açarsın ki mutluyum,
bir kaparsın ki herşey elimden gitmiş...

Rıfat ILGAZ

 

24 Aralık 2011 Cumartesi

*ŞEMSİYE


Tozlu bir şemsiye durur
çatı katındaki odanın
kuytu bir köşesinde
kumaşındaki eski yağmurların
hüzünlü kokusuyla

Anımsar mısın bilmem
yağmurun bardaktan
boşanırcasına yağdığı o günü
hani şemsiyeyi iyice çekip başımıza
dudaklarımla hesaplamıştım
yüz ölçümünü
Nicedir sokağa çıkarmıyorum şemsiyeyi
korkuyorum çünkü
kapısı açık kafesinden
uçan bir kanarya gibi
beni ikinci kez
terk etmenden

Yanıt alamayacağımı bilsem de
yanına gidip
sorarım her gün şemsiyeye
altında elele biz
nasıl görünürdük diye...

Sunay AKIN

23 Aralık 2011 Cuma

*DIŞARDA KAR



Kar yağıyor dışarda
sokak lambasına düşüyor
ve serçeler
üşüyor

Kenarları hafifçe yanmış
sayfalarına kan
sıçramış
bir kitapta
Nâzım Hikmet
okuyorum.

Dışarda kar yağıyor
ve dağ lokantasına
gidiyor
zengin
kasabalılar.

Kar yağıyor dışarda
mektubun yeni gelmiş
İstanbul
kokuyor.

Dışarda kar yağıyor
seni seviyorum...

Behçet AYSAN

*KUBİLAY OLAYI...



Cumhuriyet rejiminin 1925 yılındaki Şeyh Sait isyanından sonra tanık olduğu ikinci önemli irtica olayı...
23 Aralık 1930
"Kubilay Olayı", Cumhuriyet tarihinin en önemli olaylarından biridir. Menemen olayının izleri toplumsal bellekten hiç silinmedi. Kubilay "devrim şehidi" olarak simgeleşti.

Adı Mustafa Fehmi Kubilay. Baba adı Hüseyin, ana adı Zeynep. Giritli bir ailenin çocuğu. 1906 doğumlu. Kubilay bir öğretmen. Cumhuriyet öğretmeni. 1930 yılında İzmir'in Menemen İlçesi'nde askerlik görevini yapıyor. O sırada 24 yaşında.

Bu genç insan, Menemen’de 23 Aralık 1930’da şeriat isteyenler tarafından öldürüldü. Genç Cumhuriyet rejiminin 1925 yılındaki Şeyh Sait isyanından sonra tanık olduğu ikinci önemli irtica olayı, "Menemen Olayı - Kubilay Olayı" olarak tarihe geçti.

Menemen olayının izleri toplumsal bellekten hiç silinmedi. Kubilay  olarak simgeleşti.



22 Aralık 2011 Perşembe

*AHMET PAŞA DİVANI'NDAN...

Su istedim gece sâkî elime sundu mey-i nâb
Hezâr özr ile dedim bu meydir âb değildir
Dedi ki âbdır amma kızardı aks-i ruhumdan
Al iç tekellüfe düşme sudur şarâb değildir

AHMET PAŞA
 
 

20 Aralık 2011 Salı

*SON BAHAR



Suskun menekşeleri kar tozlağı bürümüş
Sıcak bakışlarında ısınmak istiyorum
Eski sevda gülleri kitaplarda kurumuş
Bu yıkık saatlerde hüzün en ince-yorum.

Gönlümün gündeminde bir ümit arifesi
Mazinin izlerini öfkemle sileceğim
Zaman, aldanışların kuşu ölmüş kafesi
Kuşku günlüklerinde tutuklu geleceğim!

Zincirini toplayıp sefer eyledi gemim
Bu buruk yolculuğa benimle çıkar mısın?
Belki son baharını seninle yaşar evim
Kapımı çalan mevsim: güneş misin, kar mısın?

Olcay YAZICI

19 Aralık 2011 Pazartesi

*DELİ KIZIN TÜRKÜSÜ


Sana büyük caddelerin birinde rastlasam
Elimi uzatsam tutsam götürsem
Gözlerine baksam gözlerine konuşmasak
Anlasan

Elimi uzatsam tutamasam
Olanca sevgimi yalnızlığımı
Düşünsem hayır düşünmesem
Senin hiç haberin olmasa
Senin hiç haberin olmaz ki
Başlar biter kendi kendine o türkü

Yağmur yağar akasyalar ıslanır
Bulutlar uçuşur geceleyin
Ben yağmura deli buluta deli
Bir büyük oyun yaşamak dediğin
Beni ya sevmeli ya öldürmeli

Yitirmeli büyük yolların birinde ne varsa
Böcekler gibi başlamalı yeniden
Bu Allahsız bu yağmur işlemez karanlıkta
Yan garipliğine yürek yan
Gitti giden

Gülten AKIN

18 Aralık 2011 Pazar

*İŞİTİN EY YÂRENLER


İşitin ey yârenler,
Kıymetli nesnedir aşk.
Değmelere bitinmez,
Hürmetli nesnedir aşk.

Hem cefadır hem safâ
Hamza'yı attı Kaf'a.
Aşk iledir Mustafa,
Devletli nesnedir aşk.

Dağa düşer kül eyler,
Gönüllere yol eyler,
Sultanları kul eyler,
Hikmetli nesnedir aşk.

Kime kim vurdu ok?
Gussa ile kaygu yok.
Feryad ile âhı çok,
Firkatli nesnedir aşk.

Denizleri kaynatır,
Mevce gelir oynatır.
Kayaları söyletir,
Kuvvetli nesnedir aşk.

Akılları şaşırır,
Deryalara düşürür.
Nice ciğer pişirir,
Key odlu nesnedir aşk.

Miskin Yunus n'eylesin?
Derdin kime söylesin?
Varsın dostu toylasın,
Lezzetli nesnedir aşk.

Yunus EMRE


17 Aralık 2011 Cumartesi

*BAŞKA YARINLAR



Bugün yüzünde bir başka güzellik var senin,
bugün dudağında başka bir tad var,
boyunda başka bir yücelik.
Bugün kırmızı gülün bir başka daldan.

Ayın gökyüzüne bugün sığmamış.
Göklere benzeyen göğsün bugün daha geniş.
Hangi yanından kalktın bu sabah, söyle,
bir başka kavga var dünyada senin yüzünden,
dünyada bir başka gidiş

Biz senin gözlerinden gördük
arslanlara meydan okuyan o ceylanı,
Başka bir ovası var o ceylanın bugün
iki cihandan da dışarı

Seven insanın ayağı mı yok,
işte ona ölümsüzlük kapandı.
Yukarlarda onunla uçar gider.

Gözlerinin denizinde onu arama.
Oinci bir başka denizde.

Bakarsın bugün sever bu yürek,
yarın sevilir bakarsın.

Yüreğimin özünde başka yarınlar var.


MEVLÂNÂ

*ŞAH BEYİTLER-83

www.celaliboylu1.blogspot.com


N’olaydı sihr bileydim ki hecre doymak için
Yüreğimi yüreğin gibi seng-i hâre kılam

Ahmet Paşa

"Senin ayrılığına dayanabilmek için sihir bilseydim ne olurdu!
 Belki bu sayede yüreğimi senin yüreğin gibi mermer taşı haline getirebilirdim."


İnsanoğlunun ümitsizliğe kapıldığında doğa üstü güçlere yönelme eğilimi vardır. Bu batıl inanç onların çaresizliklerinin ifadesidir.
Sevgilinin taş kalbini yumuşatma şansı kalmayan âşık, kendi kalbinin de onunki gibi olmasını dilemektedir.
Haz.İbrahim Cemal TORUN

 

*SONBAHAR OLUYORUM



Gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç
Ağaçlar bükmesinler n'olursun boyunlarını
Neden akşam oluyorum tren kalkınca
Kırlangıçlar birdenbire çekip gidince
Mendiller sallanınca neden tıkanıyorum
Öyle çok acımasız ki öyle birdenbire ki
Az önceki çiçekler nasıl da diken diken
Gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç
O sularda çimdik, bitti; köprüleri geçtik, bitti
O elmanın tadı orda, o kuş çoktan öttü, bitti
Artık çocuk değiliz, susarak da bir şeyler diyebiliriz
Günler devlet alacağı, yıllar bir kadehçik buzlu rakı
Oyunlar oyuncaksı, oyuncaklar eski şarkı
Kavaklara oklu yürek çizip duran o çakı
Nerde şimdi nerde şimdi, nerde o kan sarhoşluğu
Gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç

Hasan Hüseyin KORKMAZGİL

14 Aralık 2011 Çarşamba

*BİR DE MARTHA VARDI



Bir de Martha vardı
Söyleşirdik
Başka dil bilmem
Bilmem Martha'nın dilini derdim
Başka dil bilmem
Bilmem dilimi bilmeyenin dilini, derdi
Kumlardan şekil yapardık bir iki
O Ay'ı çizerdi
Ben denize düşerdim şaşkın
Masallar üşüşürdü sahil soframıza
En yasağından bir içki açılırdı
Söyleşirdik
Göz göze düşerdik o saat, bilmezdik dillerimizi
Yanımızdan bir adam geçerdi
Anlardık yüzünden, alışkındı kimlik sormaya
Martha sofrayı toplardı
Martha beni toplardı
Kaçardık
Adam denize kimlik sorardı
Sirenler ötse denizi anımsardık
Sahildeki soframızı
Ayın şekillenmiş saçlarını
Bir kaç tren geçerdi
Bembeyaz olurdu Martha'nın yüzü
Annem beni sorardı
Ben Martha'yı sorardım

Bir de Martha vardı
Söyleşirdik
Kırlara, derelere giderdik
Nisan geldiğinde yağmura binerdik
Martha çiçeğe benzerdi
Ellerim korkardı
Yanımızdan bir adam geçerdi
anlardık yüzünden, alışkındı kimlik sormaya
Çiçekleri toplardım
Martha'yı toplardım
Kaçardık
Adam çiçeklere kimlik sorardı

Bir de Martha vardı
Masallardan yürümüşçesine çıkar gelirdi yanıma
Kentler vardı, ışıldardı
İnsanlar vardı, telaşlı
Bir de Martha vardı
Seyleyemezdim sevdiğimi
İnsanlar sökün ederdi, kimlik sorardı
Annem beni sorardı
Ben Martha'yı sorardım
Kent hızla kaçardı
Trenler hızla geçerdi
Kondiktör beni sorardı
Ben Martha'yı sorardım
Herkes Martha'yı sorardı
Martha
Bir bilet miydim cebinde eskidim
Martha topla beni: yalnızca gidelim!..


Selçuk YAMEN

 

*BEKLE BENİ BİR AKŞAM ALACASINDA



Irmaklar çoğalır gözlerimde
Soluğum eritir dağları
Sen kuşanıp sevgiyi
Düşünce yola.
Kara giysileri çıkar üstünden
Bak, beşinci mevsimi göveriyor yaşamın
Boynuna kızıl fularını dola.

Çıkıp geleceğim karanlık dehlizlerden
Kırarak bileklerimdeki zincirleri
Sen başını dik tut sevgilim
Sabrın gülünü sula.

Dayanılmaz değildir hiçbir ayrılık
Yeter ki tutsak alınmasın yürekler
Geliriz üstesinden bu acının da.

Buruk bir özlemle değil
Gülen bir yürekle bekle beni
Geleceğim
Bir akşam alacasında.

Attila AŞUT

*MEVLÂNÂ

 
 
Bil ki oldu rûha ten gûyâ libâs
Bî-libâs ol lâbisi kıl iltibâs

Mesnevi 3/1616

Sen insan bedenini insanın kendisi sanmadasın.
Oysa bu beden ruhun elbisesinden başka nedir ki?
Hiç insanın değeri giydiği elbiseyle ölçülür mü?
Değer ya da değersizlik onun ruhuyla ilgildir, bedeniyle değil.
O halde sen gözünü ten elbisesinden çek de o libasın içindekine dikkat et.
Şekle değil manaya bak.
Eğer şekilce benzerlik insan olmaya yetseydi iyi de kötü de bir olurdu.

MEVLÂNÂ

13 Aralık 2011 Salı

*ÖZETİ...


Kuşların dilini öğrettin bana
çiçeklerin dilini
özlemlerin, eylüllerin, gurbetlerin
akarsuların ve zamanın
ateşi sönmeyen zamansızlığın bir de

Rüzgârın koynunda gündüzün
erguvan burcundan gecelerin

Bir bunun için mi sevmedim seni?

Yalnız ve yalnızca sürgünlerde
nice karasevdaların müebbetinde
çığlıkla çılgınlığım arasında bir
her zaman unutmak isterdim seni
her zaman hatırlamak bir de

Sonsuz beyazlığında iklimlerin
çırılçıplak lekesiz kentlerin

Bunun için de mi sevmedim seni?

Soruları yanıtlanmış aldanışlar adına
yanıtları belirsiz alışkanlıklar adına
yazlar ve kışlar, elvedalar adına
bir daha bir daha kavuşmalar adına
anılarını taşıyan her şey adına

Yolunu şaşırmış gitmelerin
korkunç ve güzel gelmelerin

Nasıl ve niçin mi sevmedim seni?

Refik DURBAŞ

 

*ÇARESİZ


Ah bilsen, bir bilsen duyduklarımı
Sanki bir dağ ağırlığı kalkacak üzerimden
Ve nehirler boşalacak sanki içerimden
Sakın bilme!
...
Anlatsan duyarım bütün güzellikleri
Erir dağlarımın başındaki kar.
Sussan içimde kıyamet kopar
Sakın konuşma!
...
Ha küreğe mahkum olmak prangaya vurulmak
Ha görmemek gözlerini,ikiside bir
Bütün kördüğümleri çözecek gözlerindir
Sakın bakma!
...
Bir haberin gelse iki satırlık
Yüreğim birdenbire kanatlanır yücelir.
Bir martı gibi çıkar kapına gelir.
Sakın yazma!
...
Çıkıp gittiğinden beri sessiz sedasız.
Başıboş kalan esir, zindanda yatan hürüm.
Dönmesen çaresiz kalır ölürüm
Sakın gelme!
...
İşte dağlar taşlar şahidim olsun
Yüzüme bakma, konuşma, yazma istemiyorum
Dipsiz karanlıklara bağırıp duruyorum
Sakın işitme!

Yavuz Bülent BAKİLER

 

12 Aralık 2011 Pazartesi

*ACILARA TUTUNMAK


 acı çekmek özgürlükse
özgürdük ikimiz de
o yuvasız çalıkuşu
bense kafeste kanarya
o dolaşmış daldan dala
savurmuş yüreğini
ben bölmüşüm yüreğimi
başkaldıran dizelere

kavuşmak özgürlükse
özgürdük ikimizde
elleri çığlık çığlık
yanyana iki dünya
ikimiz iki dağdan
iki hırçın su gibi
akıp gelmiştik
buluşmuştuk bir kavşakta
unutmuştuk ayrılığı
yok saymıştık özlemeyi
şarkımıza dalmıştık
mutluluk mavi çocuk
oynardı bahçemizde

aramakmış oysa sevmek
özlemekmiş oysa sevmek
bulup bulup yitirmekmiş
düşsel bir oyuncağı
yalanmış hepsi yalan
sevmek diye birşey vardı
sevmek diye birşey yokmuş
acılardan artakalan
işte bu bakışlarmış
kuğu diye gözlerimde
gün batımı bulutlarmış
yalanmış hepsi yalan
savrulup gitmek varmış
ayrı yörüngelerde

acı çektim günlerce
acı çektim susarak
şu kısacık konuklukta
deprem kargaşasında
yaşadım birkaç bin yıl
acılara tutunarak
acı çekmek özgürlükse
özgürdük ikimizde

 Hasan Hüseyin KORKMAZGİL

*AKVARYUM DÜNYA

Bir Akvaryumdur dünya
İnsanlarsa balık taneciği
Bir fanus içinde
Sınırsız özgür
Yüzüyor umuda
Yüzgeçler umut yüzgeçler sevgi taneciği
Nasılda yüzüyor bir avuç sonsuzlukta
İçindeki çocuğu aramaya

Gitmeli,hayallere yetişmeli geç olmadan
O durmadan kaçıyorsa sen ardından gitmeli
Ne hüzünleri aramalı
Nede kulaçların bıkkın bekleyişini
Ne dizimizdeki ilk kanı nede okuduğumuz ilk kitabı
Nede rastlantısal yüzgeç kardeşliğini

Acılar karartmışsa su taneciğimizi
Düşmüşse umut tohumlarımızın üstüne ilk fırtına
Gönül barajlarımız dolmuş
Taşıyorsa gönlümüzde bir fırtına
Yanıyorsa kalbimizin çınarında ilk ateş
Hüznümüz isyana dönüşmüşse
Vuruyorsa gönül akvaryumumuz hayat camına umutsuzca
Ve açılmışsa akvaryumda özgürlük penceresi
İçindeki çocuktandır bilesin

Akif TÜTÜNCÜ

 

11 Aralık 2011 Pazar

*BAŞKA TÜRLÜ BİR ŞEY



 başka türlü bir şey benim istediğim
ne ağaca benzer, ne de buluta
burası gibi değil gideceğim memleket
denizi ayrı deniz,
havası ayrı hava..

bir başka yolculuk dalından düşmek yere
yaşadığından uzun

bir tatlı yolculuk dalından inmek yere
ağacın yüksekliğince
dalın yüksekliğince rüzgarda
ve bir yeni ömür
vardığın çimen yeşilliğince

nerde gördüklerim
nerde o beklediğim
rengi başka
tadı başka..

Can YÜCEL

*ANNE BAK KAR YAĞIYOR


ne zaman kar yağsa
soğuk bir hüzün umarsız bir acı
gelir çöreklenir sayrılı yüreğime
bak anne kar yağıyor gene
küçükken her çocuk gibi
yağdığında sevindiğim kar
sanki yüreğime yağıyor anne
çocukluğumun soğuk kış gecelerinde bana
kocaman bir yorgan gibiydin
yıllar seni ufalttıkça
ben çocukluğumdaki sen gibi
kocaman oldum anne
her derdimiz için bir parça koparttık senden
senin yüreğin dağ gibi kalırken
benim yüreğim hala küçük bir çocuk anne
bak yine kar yağıyor yüreğimi üşütüyor
küçükken ellerimi ısıttığın gibi
yüreğimi ellerinin arasına alıp
ısıtabilir misin anne..

Gönül DURANOĞLU


10 Aralık 2011 Cumartesi

*HAYYAM DİYOR Kİ:

Bir zaman çocukken hocaya gittik.
Bir zaman kendi hocalığımızla sevindik.
Dinle lafın sonunu, ne geldi başımıza bak:
Su gibi coşup geldik; rüzgâr gibi geçtik.

HAYYAM

9 Aralık 2011 Cuma

*DOKUNMAK SANA



Alacakaranlıkta
bir kadife kumaş düşlüyorum.
Silik, hafif seçilen ama gerçek.
İşte öyle birşeysin sen;
yumuşak, hoş, tatlı,
heyecan dolu, ürkek ve kaygan.
Koklayınca solacak bir çiçek,
dokununca kaybolacak bir hayal gibisin.
Mum alevi gibi titrek,
sevdan gibi kararlı,
yüreğin gibi korkusuz ve
gözlerin,
gözlerin gibi aşk dolu.

Dokunmak sana;
o derinden bakan,
o her zaman gülen gözlerine dokunmak,
o heyecanla,
o sevdayla titreyen tenine dokunmak.
Ama dünyanın en günahkar uzuvları,
elleriyle değil,
sevdalının duyguları ile dokunmak.
Gözlerle dokunmak gözlerine,
sözlerle dokunmak sözlerine,
dokunmak o ipek saçlarına,
sana dokunmak velhasıl
sana
herşeyine.

Sevmek seni;
ama bir avcının avını sevmesi gibi değil
acımasızca,
ürkek bir ceylana dokunur gibi sevmek,
annenin yavrusuna sarılışı gibi sevmek,
duyguların en güzeli ile sevmek,
cevabi bir duygu ile
sevildiğini bilerek.

Yaşamak seni;
çatlamış toprağa inen yağmur damlaları tadında
yaşamak seni,
akşamın hüznüne karışmış duygularda,
erişilmesi en zor sevdalarda,
seni senden sakınarak,
seni senden saklayarak yaşamak,
yaşamak seni.

Yoksun artık,
ama
şimdi sesin tatlı bir nağme,
hoş bir çığlık
düşlerimin harmanında.
Bekliyorum,
bekleyeceğim,
her akşam gün batana dek...

Dr.Arif Ali ALBAYRAK

*GİTTİN İÇİMDE KALDI AYRILIK



Gittin
Ayrılırken buz tutmuş bıyıktı gözlerin
Kaçamak ellerimiz komutsuz sallandı
Dudaklarımızda sıradan sözcükler
Vedalaşmayı bile beceremedik
Son bir bakış kaldı arkanda
Kalabalığa karışan
Her şey düzmece bir dinginliğe gömüldü
Gittin.

İçimde
Yığınlarca kitap kaldı uçuşan
Sözcükler beynimin köşelerinden
Çıkıp korkuttular gecelerimi
Peşimden geldi gölgeler
Aynalara bakamaz oldum
Hiçbir oyun avutmadı beni
Yaşamıma sığmayan bir şey kaldı
İçimde.

Kaldı
Yeni bir kent işkenceye hazır
Ödeşemedim gittiğin mevsimlerle
Belleğimi silkeleyip anılardan
Tik tak çaldın uzun zaman
Alışamadım yarımlığa
Düşlerimde intihar tutkuları
Sırtımda hançerinin oyduğu boşluk
Kaldı.

Ayrılık
Çoğalarak giriyor günlerime
Senden başka kim bilebilir
Geçmişin dökümünü yaptığımı
Ağır ağır pulsara dönüşürken güneşler
Sonbahar hüznüne benziyor pencerede
Artık konuk beklemeyen gözlerim
Sayfalar da bitti ışık da her yanı kapladı
Ayrılık.

A.KADİR

 

8 Aralık 2011 Perşembe

*ZAMANI



Her sabah bu musibet sis
demirden yol kavşakları
dur durabilirsen her akşam
bir tuhaf ölüm ilanları
kitap adları: yakılmış çiçek adları
yakılmış har kokusu yağmurun
bir denizden bir yüze çıkma zamanı

(Dizlerine koyup başımı uyusaydım
çok mu geç seni anlamaların zamanı)

Yaşa yaşayabilirsen her sabah
dalları budanmış bu aşkı
genç zamanları ölü romanları
bir şiirden bir sesi çalma zamanı
her akşam: adını sen koy bu rüzgarın
yüzüne değer değmez uçan rüzgarın
hüzünler filizini budama zamanı

(Ellerinin kuytusunda saklardım yüzümü
çok mu geç seni sevmelerin zamanı)

Çürürse çürüsün gün alev tükensin
su uyumuştur gider akşama kalırım
uyanmışımdır gelir sevdana kalırım
ne derse ölüm meydana kalırım
ne derse bir ses bir sessizliğe
bir tuhaf yalnızlığın tadı
gidersin bırakılmışlığa kalırım

(Özledim özledim acılar zamanı
çok mu geç seni ölmeler zamanı)

Refik DURBAŞ

7 Aralık 2011 Çarşamba

*BİR AYRILIŞ HİKAYESİ



Erkek kadına dedi ki:
- Seni seviyorum,
ama nasıl?
avuçlarımda camdan bir parça gibi kalbimi sıkıp
parmaklarımı kanatarak
kırasıya,
çıldırasıya...
Erkek kadına dedi ki:
- Seni seviyorum,
ama nasıl?
kilometrelerce derin, kilometrelerce dümdüz,
yüzde yüz, yüzde bin beşyüz
yüzde hudutsuz kere yüz...
Kadın erkeğe dedi ki:
- Baktım
dudağımla, yüreğimle, kafamla;
severek, korkarak, eğilerek,
dudağına, yüreğine, kafana.
Şimdi ne söylüyorsam
karanlıkta bir fısıltı gibi sen öğrettin bana...
Ve artık
biliyorum:
Toprağın
Yüzü güneşli bir ana gibi
En son, en güzel çocuğunu emzirdiğini...

Fakat neyleyim
saçlarım dolanmış
ölmekte olanın parmaklarına
başımı kurtarmam kâbil
değil!
Sen
yürümelisin,
yeni doğan çocuğun
gözlerine bakarak...

Sen
yürümelisin,
beni bırakarak...

Kadın sustu.

SARILDILAR

Bir kitap düştü yere...
Kapandı bir pencere...

AYRILDILAR...

Nazım Hikmet RAN
 
 

*DOSTUMA


Deniz kıyısında yazılır deniz şiirleri
ya da dalgalar ışıldar satırlarda,
martı konu olur,
küçük balıklar konuk,
sorunlar da deniz kirleri.
Bilmem nedendir kalemim kayıyor,
dostluk diyor, dost diyor,
diyor da yüreğim buruk,
yüreğim donuk dostlarım,
deniz değil dostlarım alıyor beni benden.
dalga vursun, martı uçsun,
ben dostumun güzelliğine dalarım.
Baharın çiçekleriymiş şairi güldüren,
öyledir, öyle olsun.
Dostumdan,
ben ilhamı ancak ondan alırım.
Halil KAHRAMAN

6 Aralık 2011 Salı

*DELİ KUŞ



 Deli kuş bilir misin nedir
türküler kadar sevdalanmak
duyabilmek yüreğinde
bir depremin uğultusunu

Suya düşen bir karanfilse yüreğin
bırak kendini ırmağın türküsüne gülüm
vursun seni o taştan bu taşa
o çağlayandan bu çağlayana sürüklesin

Kavgadan uzak kalmışsan
sevdadan da uzaksın demektir
devinmez yüreğinin mağması
çatlamaz sabrın kara taşı unutma

Ahmet TELLİ

*TEŞEKKÜR


Hindistan, Güney Afrika, Moğolistan, Hollanda, Almanya, Azerbaycan, Avustralya, Bulgaristan ve ABD den blogumu düzenli olarak takip eden izleyicilerime teşekkür ediyor ve sevgilerimi sunuyorum..

5 Aralık 2011 Pazartesi

*ASİ VE MAVİ

Bu gün kederliyim beterim bugün
Sesime ses deyse çığlık oluyor
Üşüyor toprak taşlar üşüyor
Vuslatı yakın eden yollar üşüyor

Yumma gözlerini uyma bu gün
Bütün gölgeler akşam oluyor
Üşüyor yaprak dallar üşüyor
İçimde kış gibi bir mevsim üşüyor

Oysa ben senden neler neler isterdim
Seni sevdalarda boğmak isterdim
Sabahlar isterdim asi ve mavi
Büyüsün isterdim ışığın rengi

Ama gel gör ki kötüyüm bu gün
Sesime ses deyse çığlık oluyor
Üşüyor toprak taşlar üşyor
Huzlatı yakın eden yollar üşüyor

Ahmet Can AKYOL

*AŞK İÇİN PRELÜDLER



İstasyon önünde bir top ağaç
Ağacın
gölgesinde
Ben
Ve uzanıp giden
sapsarı bir tül
Bozkır
Ve bir türkü

"Daha senden gayrı aşık mı yoktur
nedir bu telaşın vay deli gönül"

Ve bir tren
Ne bir düdük çalar
ne el eder
Kar yüklü yağmur yüklü
Kalbim gibi
keder yüklü
bir tren
Durmaksızın geçer
O böyle bir akşam böyle bir trene
bineceğini düşler
Ben
böyle bir akşam böyle bir trenden
ineceğimi düşler
avunuruz ..

Sevdalar vardır
derin kuyularda
eski sarnıçlarda
yaşar
gün görmüş
acılar bilmiştir
Direnir
Kim bilir kaç işgal geçirmiştir
Yurdum gibi ..

Sen yanıma gelince
yıldızlar
koşuşur karanlığa
Güvercinler ayaklanır
Rüzgar rüzgarla konuşur
Büyülü bir gülüş olur zaman
Savrulur
yanık ekinlerin tınazına ..
Sen yanıma gelince
bahar

Dallarını kuşanır
Zümrütten bir
zümrüdüanka
Kanat vurur içime
Solar kanla işlenmiş
Narçiçeği
kanaviçe
Sen yanıma gelince
Ve nakkaşlar
Yüreğimin nakkaşları
Yorulup
Uzun bir uykuya dalar
sen yanıma gelince ..

Sen yanıma gelince
Gelin
gibi bir gelincik
Süslenir
Sulardan aynalarda
Yel değirmenleri
öğütür ne varsa
Kederi
Ve belki
Bir milyon
istiridye avcısı
inciler
çıkarır

Sütbeyaz
bir sevdanın
Diplerinde ..

Ayrılıklar bildim acılar
yaşadım
Okudum
Tahir ile Zühre'yi
Kerem ile Aslı'yı
Ve Ferhat ile Şirin'i
ağlamadım
da
Senin öykünü duyunca
dayanamadım
Kendini zeytin ağacına asan
On iki yaşındaki
kuma ..

Süngüler aşkı yasaklayamaz
Uzansam tutabilirim ellerini
süngüler
Düşleri
yasaklayamaz
Bir dahaki duruşmada
Giy
gelinliğini
Düşlerde olsun
İlk
gecemiz...

Behçet AYSAN

 

*KÖY ÖĞRETMENLERİ


I
Yurdumuz uçsuz bucaksız,
Gökte yıldız kadar köylerimiz var.
Ama uzak, ama harap, ama garipsi..
Alın benim gönlümden de o kadar.

Uzak köylerimizde kuşlar gibi
Her sabah çocuklar size uçar.
Ama küçük, ama büyüyen, ama güleç..
Alın benim gönlümden de o kadar.

Siz kara göklerin yıldızları,
Işıtın yurdumuzu sabaha kadar!
Ama düşe kalka, ama yiğit, ama umutlu..
Alın benim gönlümden de o kadar.

II

Çemişkezek'te, Patnos'ta, Malazgirt'te doğanlar!
Malazgirt'e, Çemişkezek'e, Patnos'a gitmezseniz,
Çocuklarınız öksüz kalır, yetim kalır,
Köylere ışık iletmezseniz.

Dağlara, vadilere, ovalara
Tesbihler gibi saçılmış köyler,
Rüzgara karşı bir bayrak,
Sevinçle türküsünü söyler.

Sevinçle türküsünü söyler
Bir idare lambası küçük, solgun.
En azından üçyüz pare dam
Umudu en azından üçyüz çocuğun.

Ve onlar saçları uzamış,
Çatlak ellerinde çıkınları,
Üç saat, dört saat ötelerden
Yorgundur, sessizdir akınları.

Ve onlar, yıldızlar gibi
Gözleri ışıl ışıl yananlar.
Oyuncak için değil, kağıt, kalem
Kitap için gizlice ağlayanlar.

Ve onlar aşıktan bilya,
Sopadan at yapanlar.
Kurt yavruları gibi, kuzular gibi
Dağ başlarını çınlatanlar.

........

Çemişkezek'te, Patnos'ta, Malzgirt'te doğanlar,
Bütün bunları düşünmelisiniz.
Yüce ırmaklar gibi sessiz, sürekli
Kağnılarla, arabalarla, kamyonlarla
Akıp köylere gitmelisiniz!

Yurdumuza ışık iletmelisiniz...

 
Cahit KÜLEBİ

 

*PERHİZ ÖĞREDÜR BANA ZÂHİD KİŞİLENÜR


Perhîz öğredür bana zâhid kişilenür
Miskîn gam-ı nigârı ne bilsün yenür sanur

Gören düşinde bir gice mestâne gözlerün
Nergis gibi humar ile bir yılda uyanur

Ol şîve-ger ki f itne-i âhir zaman geçer
Ben bildiğüm zamane ise bir gün uslanur

Sâkî götür bu âdeti dirlik değül bu kim
Busen alınca bir kişi canından usanur

Gündüz görine diyü duhân itmezin velî
Ahum karamı gicede çak göke boyanur

Göz yaşını Necâtî ider yüzine nikaab
Miskin meğer ki itdüği işlerden utanur

NECÂTÎ

4 Aralık 2011 Pazar

*GÖĞE BAKMA DURAĞI

ikimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım
şu kaçamak ışıklardan şu şeker kamışlarından
bebe dişlerinden güneşlerden yaban otlarından
durmadan harcadığım şu gözlerimi al kurtar
şu aranıp duran korkak ellerimi tut
bu evleri atla bu evleri de bunları da
göğe bakalım

falanca durağa şimdi geliriz göğe bakalım
inecek var deriz otobüs durur ineriz
bu karanlık böyle iyi afferin tanrıya
herkes uyusun iyi oluyor hoşlanıyorum
hırsızlar polisler açlar toklar uyusun
herkes uyusun bir seni uyutmam bir de ben uyumam
herkes yokken biz oluruz biz uyumayalım
nasıl olsa sarhoşuz nasıl olsa öpüşürüz sokaklarda
beni bırak göğe bakalım

senin bu ellerinde ne var bilmiyorum göğe bakalım
tuttukça güçleniyorum kalabalık oluyorum
bu senin eski zaman gözlerin yalnız gibi ağaçlar gibi
sularım ısınsın diye bakıyorum ısınıyor
seni aldım bu sunturlu yere getirdim
sayısız penceren vardı bir bir kapattım
bana dönesin diye bir bir kapattım
şimdi otobüs gelir biner gideriz
dönmiyeceğimiz bir yer beğen başka türlüsü güç
bir ellerin bir ellerim yeter belliyelim yetsin
seni aldım bana ayırdım durma kendini hatırlat
durma kendini hatırlat

Turgut UYAR

*GİDİYORUM


Bütün acılarımı vurup sırtıma
umutları
bırakıp başucuna
ıtırları, menekşeleri, kırgüllerini bırakıp
şiirlerimi sarıp bohçama
yüreğimin yangınına gidiyorum
hoşca kal usulboylum, güzel gözlüm

Gidiyorum
gözyaşlarımı papatya diye saçlarına takıp
yüreğimdeki yağmurlarla bir ırmağa
akmaya gidiyorum
içimde yeşerttiğim tüm çimenler sana kalsın
sana kalsın baharçiğdemleri, kırgelincikleri,
kırkkanatlılar gülleri sana bırakıp
dikenlere gidiyorum

Gidiyorum
başımda gam gözlerimde nem
bütün hatıraları bırakıp geride
usulca çekip kapıyı ardımdan
alıp başımı gidiyorum buralardan
şafak sökmeden kımseler görmeden
yağmurun yağmadığı çöllere gidiyorum
sevgi dolu yüreğimi bir ıssızda yakmak için

Hoşça kal suyundan çimdiğim dere
kana kana içtiğim pınar
sayki yaşamadım bu yerlerde
nazlı çiçeklerini okşamadım baharın
bozguna uğramış bir bostanın hüznüyle
bir yaprağın ürpertisine yazıp ömrümü
çekip gidiyorum buralardan

Gidiyorum
bir bilinmeze doğru
hem yol, hem yolcu olmak için
acılarımla başbaşa kalmaya gidiyorum
bütün yıldızları takıp kanatlarıma
bir kelebek gibi özgürlüğe gidiyorum

Yüreğimin sızılarında damıttığım her şiiri
bin kez öperek
ve sökerek sevgiden yana ne varsa göğsümde
gecelerin zifiri saçlarında kaybolmaya
bir ceylanın gözlerinde ağlamaya gidiyorum

Bütün borçlarımı ödedim alacaklarımı erteledim
artık ne diyecek bir sözüm kaldı sevdiklerime
ne okuyacak bir şiirim
gözlerimin içindeki iki damla gözyaşı gibi
bakmadan ardımdaki uçurumlara
alıp götürüyorum yüreğimdekileri de
hoşca kal usulboylum, güzel gözlüm hoşca kal ...

Nuri CAN

2 Aralık 2011 Cuma

*VAR GİT ARTIK


buralarda gece uzun
gün ışığı yakındır
var git artık
bakma ardına
ölüme fazla sokulma ama
düşün ki
mevsim rüzgarlarının savurduğu
bir orman insan
sev onu, sokul, konuştur
doludur fazla üstüne varma

hep susmak
susmak...
yetmiyor bazen
işte bu yüzden
bütün ışıkları yanmalı yeryüzünün
ozanlar herşeyi anlatmalı

var git artık
acıyı aşındırma
tut
ve at sevdaya uzaan çağlayana

Yılmaz ODABAŞI

*RÛBAİ


Ocaklar yansın her dem, bacada is olmasın.
Gökyüzü mavi kalsın, ufukta sis olmasın.
Kötülük yansın yıkılsın, lale gül kesilsin dünya
Herşeyde terhis olsun, aşkta terhis olmasın...

Abbas SAYAR

1 Aralık 2011 Perşembe

*HAYYAM'DAN...

Geride kalan ‘ dün ‘ ü hiç yâd eyleme,
Henüz gelmemiş olan ‘ yarın ‘ için feryâd eyleme,
Gelecek ve geçmişin üzerine bir şey bünyâd eyleme,
İçinde bulunduğun ‘ an ‘ da mutlu ol; ömrünü berbâd eyleme…
HAYYAM