23 Haziran 2010 Çarşamba

*SANA SEVMEYİ ÖĞRETTİM




Sana sevmeyi öğrettim… Ama sen beni sevmedin…
Bir Eylül günü… Susmak için yazıyorum bu sefer…
Şehrin ortasında kalan yanımdan bahsediyorum…
yani senden yani bizsizlikten çoraklaşmış kelimelerimden…
Yani buruşturulmus kirli bir peçete gibi burusturdugun adımdan
yani sevdama ağıtlar yakan çocuk yüreğimden
yani ellerimle mezara koydugu yanakları al al kızımdan
yani gidişinin tamda eylül tadından…

Kırgınım üstelik sana…

Beni geceye mahkum eden her faniye olduğundan daha çok…
Kendimi ararken kör karanlıkta
elma dedim ölüm çıktı karşıma…
Oysa sen “işte bu sana ölümlerine bedel” dediğim “mucizemdin”
hafızamda aşk var
karıştırıyorum galiba…
Mucizeler güzel bitmez miydi?

Her hangi iki insanın karşılaşamayacağı gibi karşılaşmıştık seninle.
Birbirine kıyısı olmayan kentleri komşu yaptık önce.
Ve sonra daldım gözlerine.
Gri kentlerin beyaz çocukları kadar siyahtı gözlerin…
ellerin üşürdü ağlardım… ellerin üşürdü yanardım…

Kırgınım sana…

Bir oyunun tamda ortasındaydım.
Saklanıyordum içimden.
Kaçıyordum…
Sobelemeye hiçte niyetim yoktu üstelik.
Adım geceydi ve gece saklıyordu yara izlerini.
Sonra gökyüzünden bir cemre düştü ışıl ışıl.
Aydınlandım yakalandım sobelendim…
Artık yaralarım belli oluyordu…

Gözyaşı ile karışık bir acıma tadında uzattın ellerini…
Anne tarafına denk gelmiştim sanırım.
Kabuklarım vardı ya; kan oldu şimdi…

Masal dedim olsa olsa masal dedim sana.
Çünkü hiçbir şefkat bu kadar acıtmıyordu canımı
ve hiçbir şehir ben olmuyordu sen olmayınca.
Mekansızdım yani ama geceydim.
Bütün şehirlerin üstüne seriliyordum her günbatımında
ama senin şehrine gün olan başkaydı
gün tadındaydı ve gece lüzumsuzdu…

Kırgınım sana güzel insan…

Bir tek sen bilirdin yarımlığımı.
Beni sahiden leyleklerin getirdiğini
ve en az bir leylek ailesi kadar yuvaya sahip olduğumu bir sen bilirdin.
Anne ve baba diyemeyişimi leyleklerin dilsizliğine verdiğimi bir sen bilirdin.

Gene saçmalıyorum sanırım.. öyle ya seni ne kadar sevdiğimi de bilirdin…

Hani koşarak kaçarak gelirdin bazen…
Neden demezdim; öylesine derdin.
Anlat derdim; Susardın.
Susma derdim; ağlardın.
Ağlama derdim. Niye derdin.
Boğuluyorum derdim; Susardın…
Niye sustuğunu bilirdim ağlardım…
çaresizdim.

Kırgınım sana işte…
Neden deme…
Kırılacak kadar olan hiçbir şeyim yokta onun için.
Beyaz sen kadar kimseye yakışmıyor ;
onun için aynalar canımı acıtıyor
gece artık beni saklamıyor ve kızım
Kardelen’im ölüler ülkesinde karlar altında üşüyor onun için.

Hadi yüzüne o maskeyi tak şimdi.
Çehren değişsin.
Bana yabancı olduğun maskeyi tak.
Adım yine önemsiz bir harf dizilimi olsun.
Hadi tak o maskeyi şimdi.
Gözündeki izlerimi silsin.

Belki de kırgınım sana.

Öyle bir gittin karanlık daha bir kör buralarda.
Faili belli bir intiharsın şimdi.
Avazım çıktığı kadar bağırsam ne değişir.
İç kanamalı susmalar düştü payıma.
Darağacındaki kelimelerim intikam peşinde yüreğimden
ve sen ne de olsa bir şehrin her hangi bir yerinde
kimsenin görmediği kan izleriyle elindeki resmi yırtıp rüzgara bırakan
gözyaşı Kızıldeniz bir yabancısın şimdi…

Şairin dediği gibi : Nerden baksan tutarsızlık nerden baksan ahmakça…

Ve yazacaklarım bitmedi… Ölürsem belki…!!

Kahraman TAZEOĞLU

teşekkürler Zu zu


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder