Dün akşam;
yağmurun yağışını sığındığım kafede, pencere yanına iliştirilmiş, üstünde soğumuş bir fincan kahvenin durduğu masadan, gözlerimde keyifli bir ışıkla izledim. Yağmur dindiğinde, ıslak kaldırımlar yeniden hareketlenmiş, sağa sola koşturanlar artmıştı.
Kör bir adam karşı kaldırımda; ıslanmış ceketine aldırmadan, ellerinden beklemediğim bir hafiflikle keman çalıyordu. Onu izlediğimi biliyormuşçasına, görmeyen gözlerini bana doğru çevirdi. Ya da ben öyle sanmak istedim.
Kafeden çıktığımda, sokakta üşüyen sadece ellerim oldu; ama parmak uçlarımdan kocaman bir yalnızlığın yüreğime yerleşmesi düşüncesiyle, çokça üşümüş gibi titredim. Yalnızlığın bir kadının yüreğine oradan sızması... Alışıktım oysa.
Canım eve gitmek istemiyordu, öylesine alınmış bir kararla otobüs durağına yöneldim. İçimde ısrarlı bir bir ses var, sürekli “yapmalısın” diyor.
Yağmur sularının biriktiği çukurlardan, suları oraya buraya sıçratarak geçiyor taksiler. Nasibimi alıyorum, kızmıyorum. Okkalı bir küfür savuruyorum gülerek ve ani bir kararla elimi kaldırıyorum birine, az ilerde duruyor.
- Bildiğin bir çiçekçi var mı?
- Hemen abla, atla.
Önümdeki şöför koltuğunun arkasını tırnağımla çizmeye başladım, ne diye buradaydım ki? “Yapmalısın” dedi diye içimdeki ses. Yapmalı mıyım?
Yorgunum.
Üstelik sesin istedikleri bende yok; içtenlik, gerçeklik, arınmışlık ve kendini veriş…
Taksiye bindiğimden beri kendimi daha yaşlı ve yorgun hissediyorum. Gerçekten yapabileceğimi mi sanıyorum? Sesle benim aramda geçen bu mücadeleye şöförü suç ortağı yapmak istiyorum. Gündelik hayatın yavan ayrıntılarında gezinen tek tük tümcelerle, ne konuşacağımızı bilmeksizin konuşuyoruz
- Abla geldik, çiçekçi istemiştin.
Ne aldım, neydi çiçeğin ismi? Paranın üstünü aldım mı? Fark etmedim. Gündelik hayatın yavan ayrıntılarında gezinen tek tük tümcelerine bir yenisini daha ekledim.
-Sahile gidelim, Karaköy rıhtımına.
Yapabilir miyim?( külün içinde bir köz gibiyken hatıralar.)
“Senden başkasını sevmeyeceğim “demişti bir zamanlar adam ona.
Bir taksi koltuğunda anımsandığında arabesk bir şarkının başlığı kadar ucuz ve yalancı bir tümce. Oysa yürekten söylenmişti. Yürek her zaman kendi dilinde gerçeği söyler. Akıl onu yalanlar, başka bir dil konuşur. Yürek hep , “her zaman seninle der. “ Bir daha hiçbir zaman, başkasıyla asla “ der. Hayalci yürek… Kötü niyetli, içten pazarlıklı, bozguncu akıl…
Kaç defa yüreğimin haklılığına tutunarak ayakta kalmayı başardım. Kendi haklılığıma tutundum sımsıkı. Sana bakmamaya çalışarak. Şimdi sana buradan, karşı kıyıdan; aramıza sığdırılmış ayrı yaşanmış on yıllık iki hayatın paylaşılmamışlığından… Baktım. Suskunluğumu eriterek baktım. Bu buluşmayı ben hazırladım.
Yüreğimin küllerini eşeledim, yakalamaya çalıştıkça söndü közlerim. Yüreğimi karartan acı ve öfke söndü.
Elimde duran adı belirsiz çiçeği, sönmeye yüz tutmuş közlerle birlikte denize fırlattım. Gövdem boşalmış gibi. Anılarımın basıncı da üstümden kalkmıştı. Geriye kalan hayatımın en yaşanılası kısmında akmaya hazırdım. Mutlak yalnızlığın burukluğu ve tanımadığım bir özgürlüğün tadıyla.
- Hoşca kal.
Kadın gizli kalmış bir buz kristalinin keskin ve soğuk ışıltısını içinde taşıyarak yürüyüp gitti.
Adam bir başka kadına; aynı yürekle aynı gerçeklikle
PORTAKAL ÇİÇEĞİ VE FISILTI
yağmurun yağışını sığındığım kafede, pencere yanına iliştirilmiş, üstünde soğumuş bir fincan kahvenin durduğu masadan, gözlerimde keyifli bir ışıkla izledim. Yağmur dindiğinde, ıslak kaldırımlar yeniden hareketlenmiş, sağa sola koşturanlar artmıştı.
Kör bir adam karşı kaldırımda; ıslanmış ceketine aldırmadan, ellerinden beklemediğim bir hafiflikle keman çalıyordu. Onu izlediğimi biliyormuşçasına, görmeyen gözlerini bana doğru çevirdi. Ya da ben öyle sanmak istedim.
Kafeden çıktığımda, sokakta üşüyen sadece ellerim oldu; ama parmak uçlarımdan kocaman bir yalnızlığın yüreğime yerleşmesi düşüncesiyle, çokça üşümüş gibi titredim. Yalnızlığın bir kadının yüreğine oradan sızması... Alışıktım oysa.
Canım eve gitmek istemiyordu, öylesine alınmış bir kararla otobüs durağına yöneldim. İçimde ısrarlı bir bir ses var, sürekli “yapmalısın” diyor.
Yağmur sularının biriktiği çukurlardan, suları oraya buraya sıçratarak geçiyor taksiler. Nasibimi alıyorum, kızmıyorum. Okkalı bir küfür savuruyorum gülerek ve ani bir kararla elimi kaldırıyorum birine, az ilerde duruyor.
- Bildiğin bir çiçekçi var mı?
- Hemen abla, atla.
Önümdeki şöför koltuğunun arkasını tırnağımla çizmeye başladım, ne diye buradaydım ki? “Yapmalısın” dedi diye içimdeki ses. Yapmalı mıyım?
Yorgunum.
Üstelik sesin istedikleri bende yok; içtenlik, gerçeklik, arınmışlık ve kendini veriş…
Taksiye bindiğimden beri kendimi daha yaşlı ve yorgun hissediyorum. Gerçekten yapabileceğimi mi sanıyorum? Sesle benim aramda geçen bu mücadeleye şöförü suç ortağı yapmak istiyorum. Gündelik hayatın yavan ayrıntılarında gezinen tek tük tümcelerle, ne konuşacağımızı bilmeksizin konuşuyoruz
- Abla geldik, çiçekçi istemiştin.
Ne aldım, neydi çiçeğin ismi? Paranın üstünü aldım mı? Fark etmedim. Gündelik hayatın yavan ayrıntılarında gezinen tek tük tümcelerine bir yenisini daha ekledim.
-Sahile gidelim, Karaköy rıhtımına.
Yapabilir miyim?( külün içinde bir köz gibiyken hatıralar.)
“Senden başkasını sevmeyeceğim “demişti bir zamanlar adam ona.
Bir taksi koltuğunda anımsandığında arabesk bir şarkının başlığı kadar ucuz ve yalancı bir tümce. Oysa yürekten söylenmişti. Yürek her zaman kendi dilinde gerçeği söyler. Akıl onu yalanlar, başka bir dil konuşur. Yürek hep , “her zaman seninle der. “ Bir daha hiçbir zaman, başkasıyla asla “ der. Hayalci yürek… Kötü niyetli, içten pazarlıklı, bozguncu akıl…
Kaç defa yüreğimin haklılığına tutunarak ayakta kalmayı başardım. Kendi haklılığıma tutundum sımsıkı. Sana bakmamaya çalışarak. Şimdi sana buradan, karşı kıyıdan; aramıza sığdırılmış ayrı yaşanmış on yıllık iki hayatın paylaşılmamışlığından… Baktım. Suskunluğumu eriterek baktım. Bu buluşmayı ben hazırladım.
Yüreğimin küllerini eşeledim, yakalamaya çalıştıkça söndü közlerim. Yüreğimi karartan acı ve öfke söndü.
Elimde duran adı belirsiz çiçeği, sönmeye yüz tutmuş közlerle birlikte denize fırlattım. Gövdem boşalmış gibi. Anılarımın basıncı da üstümden kalkmıştı. Geriye kalan hayatımın en yaşanılası kısmında akmaya hazırdım. Mutlak yalnızlığın burukluğu ve tanımadığım bir özgürlüğün tadıyla.
- Hoşca kal.
Kadın gizli kalmış bir buz kristalinin keskin ve soğuk ışıltısını içinde taşıyarak yürüyüp gitti.
Adam bir başka kadına; aynı yürekle aynı gerçeklikle
PORTAKAL ÇİÇEĞİ VE FISILTI
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder