1 Temmuz 2010 Perşembe

*İNSAN KAYBETTİKLERİYLE İNSANDIR


Bir hikaye; düş döküntüleriyle dolup taşan…
Zaman zaman kendini birbirlerine labirent gibi dolanmış benzer hikayeler arasında kaybedip tekrar geri dönerdi.Dünya ile ahiret aralığında kaybolmuş bir düşün peşinde kaybolurdu aniden.
İki nefes arası dört elif miktarı kadar uzun gelirdi sükut anları.
”Hüzün kalbin sadakasıdır…” sözü bir teselli oldu çoğu kez.Bir kalbe sahip olmanın bedeli bu olsa gerek…
Kırık kalbinin parçaları arasında sıkıştı nefes alıp verişleri…
...
Hiç böyle hayal etmemişti.
“Bitti, bitti, bitti…”. Biten neydi ve bu bitiş onu da bitirir miydi?
Zaman alıştırır mıydı bu duyguya, unutturur muydu acıları? Zaman yaralara merhem olur muydu ki?
Ne zor…
Geçer miydi yüreğindeki tarifsiz sızılar?
Ne kolay olmuştu, ruhunu kanatırcasına hiç bir şey söylemeden çekip gitmesi.Düşündükçe çoğu kere yüreğine akan yaşlar bu kez gözlerinden ince ince süzüldü…
Acıyan kalbini görmezden geliyor, unutuyor ve ona söz geçirmeğe çalışıyordu.
Yokluğunda eksikti sanki eksikti, eksildikçe büyüyordu...
İnsan bir kez geçince dört yanı ateş kaplı odalarından dünyanın; daha sakin oluyor, daha bir durgunlaşıyordu.
Susmalıydı, susmalıydı ki insan olmasının ve bir yüreğe sahip olmasının bedelini ödemeli ve bu zorlu sınavı dar bir kapı olan dünyadan geçerek kazanmalıydı...
Ne demişti Üstad :
“ Bu kapıdan kol ve kanat kırılmadan geçilmez,
eşden dostdan sevgiliden ayrılmadan geçilmez

Eti zehir , yağı zehir, balı zehir dünyada
Bütün fani lezzetlere darılmadan geçilmez”
Geçilmezdi elbette, geçilemezdi..
Avutuyordu bu düşünceler kalbini ya da kalbi avunmuş gibi yapıyordu kim bilir?
Kurduğu hayalleri bir akşam vakti batan güneşe emanet bırakmıştı, kimse bilmezdi bilseler de anlayamazlardı
...
NEHANU
Teşekkürler Nihalce

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder